29 Nisan 2014 Salı

BU KÖYDEN ÇIKIŞ YOK!

 
  
Sıkı tutunun. İlk düşen siz olacaksınız!

Bir köy daha ne kadarını kaldırabilir ki?


Aşk, aile, sır, gizem ve dram kodlarını takip eden Ters Düz kısa bir sezon arasının ardından ikinci sezonuyla sizlerle buluşmaya hazırlanıyor. Eski aşkların yeniden küllenişine, sırların gün ışığına çıkışına, ihanet zincirlerinin kopuşuna ve kötü bir kaderin başlangıcına ev sahipliği yapacak olan Bozbalık Köyü'nün sakinleri başlarına gelecek felaketlerden henüz habersiz... Üstelik Ece Duman'ı takip eden bir gölge, herkesi ölüme sürükleyebilir!

İkinci sezon, yakında.

YENİ SERİ: YOK

 
Ters Düz ve Hayatını Renklendirmeyi Unutan Adam'a gösterdiğiniz ilgiden sonra ben de yeni bir video-hikaye serisine başlamaya karar verdim. Adı Yok. Ama ilk iki serinin aldığı yorumlar öylesine iyi ki, bu yüzden Yok ya beğenilmezse diye tereddüt içindeyim. Üstelik elimde henüz sadece öykünün kemiği, hazırladığım birkaç fragman ve bu sevimli afiş var. Devamının gelip gelmeyeceğini, sizin bu fikre gösterdiğiniz yaklaşımlar ve yorumlar belirleyecek. Sevgiler!
 
Konu: Yok, küçücük bir Ege kasabasında gerçekleşen bir cinayetten sonra kasaba halkının değişen hayatını konu alacak olan polisiye, gizem ve dram içerikli bir seri.
 
Not: Afişte kullandığım fotoğrafı, Marmaris'in çok ücra koylarından birinde çektim. (Zaten öykü de buna benzer kurgu bir kasabada geçecek.) Doğal ışık. Nefis değil mi?
 

25 Nisan 2014 Cuma

GÜNDEMİMDEN 7 NOT

1. Roman çalışmam son sürat devam ediyor. Yazdıklarım beni o kadar çok heyecanlandırıyor ve içime siniyor ki, sizlerle paylaşmadan duramıyorum! Romanımın tam olarak ortasına gelmiş bulunuyorum. Umuyorum ki yazın ortalarında bitirmiş olurum. Çünkü okul-roman-okul-roman-okul-roman denkleminde gidip geliyorum... Artık roman yaza bitmezse ben biteceğim, orası kesin!
 
2. İstanbul ile ilgili o kadar çok yazı yazıyorum ki, beni buralı sanıyorsunuz. Hayır! Ben Trabzonluyum. İstanbul maceram bu yıl başladı. Üniversitede hazırlık okuyorum. Yüksek notlarla geride bıraktığım üç dönemden sonra, şu an bir haftalık tatile girdik. Bu bir haftalık okul tatilinde annem İstanbul'a geldi, okul açılınca tekrar üç günlük bir tatil var, yani önümüzdeki hafta bugünlerde de ben Trabzon'a gidiyorum.
 
3. Salı günkü yazımda size Bumerang etkinliğinden bahsetmiştim. Şimdi de Hürriyet bahsetmiş. Fotoğraftaki Kafa Dergi'yi bulun haydi!
 
 
4. Bennu Yıldırımlar ile röportaj yaptığımın müjdesini vermiştim. Çok açık sözlü bir insanla çok sıcak bir röportaj, haftaya perşembe sizlerle! Mayıs sayısı, Kafa Dergi'nin 10. sayısı oluyor aynı zamanda...
 
5. Radyo programı yaparsam içeriği ne olur ki, diye düşüneceğim.
 
6. Birazdan şirin mi şirin bebek kuzenimi sevmeye gideceğim.
 
7. Sürekli sorup duruyorsunuz ama henüz iletişime geçeniniz on kişiyi geçmedi. İşte bana ulaşabileceğiniz adresler! twitter.com/ofluoglumert ve facebook.com/kafa.dergi ve kafadergi@gmail.com Bir de bir televizyon programında görüp heves ettim... Ben kimim ki tabii, ama Kafa'yı okurken nasıl bir ortamda olduğunuzu çekip -blog da fotoğrafın bir yerinde görünecek tabii, anlamı bu- bu hesaplardan birine mesela gmail adresime yollarsanız gelecek post'umda yayımlayacağım. Elbette adınızı ve blog adresinizi de mesajınıza iliştirin. Eğlenceli olabilir, ha, ne dersiniz?

22 Nisan 2014 Salı

BUMERANG'IN DÖNÜŞÜ SERT OLDU: ATİLLA DORSAY UĞRUNA...







Oysa üç gün önce yani cumartesi günü Bennu Yıldırımlar'la röportaj yapmak için gittiğim Kağıthane'de hiç böyle şeyler olmamıştı.

En iyisi baştan alayım.

Okuldaki bir dönemi daha çok başarılı ve yüksek notlarla tamamladıktan sonra, karşıdan diğer karşıya, yani Avrupa'dan Anadolu yakasına geldim. Erenköy'e.

Mail'i ondan sonra gördüm. Keşke daha önce görseydim. Ama suç biraz da karşı tarafta. Çünkü bugünkü etkinliğin mail'ini dün atmak pek de doğru değil.

Aslında benim hiçbir şeyden haberim yok.

Bumerang Deneyim Günleri seçilen on blogger'ı Atilla Dorsay'la buluşturmak adına bir etkinlik düzenliyormuş ve ben de o blogger'lardan biriymişim! Bunu öğrenince, "Gitsem mi? Gitmesem mi?" ikilemiyle dolu bir akşam geçirdim.

Etkinlik Hürriyet'te düzenleniyormuş, her etkinlik gibi.

"Bir gideyim bari," dedim ve bugün 11.30'da Erenköy'den yollara düştüm, yeniden karşıya. Etkinlik 14.00'da başlayacaktı, ben de vaktim kalır diye düşünerek otobüse bindim. İlk ve son kez! Binmez olaydım!

Hikayeyi özet geçeyim: Bindiğim otobüste, sinirli bir yolcuyla şoför birbirine girdi ve biz de arada kaldık. Yolcu polisi çağırdı ve otobüs kenara park etti. Biz de arada kaynadık. En son çoğu yolcu otobüsten inip başka otobüslere bindik. Yeniden kart bastık tabii.

Bu gecikme beni telaşlandırdı. "Ya yetişemezsem?" Üstelik daha önce hiç gitmediğim ve arkadaşlarımın da "Gitme... Bağcılar'a gitme..." uyarılarıyla karşılaştığım bir yere gidiyordum.


Olaylı otobüs, vapur ve 1 saatte 29 durak gittiğim tramvay yolculuğunun ardından dilim dışarıda/nefes nefese Bağcılar'a vardığımda saat 14.00'dı! İyi de Hürriyet'in binası neredeydi?

Kime sorduysam bana cevap veremedi... Yahu Bağcılar'daki bir şeyi nasıl bilmezsiniz siz... Hem de Hürriyet... Kanal D de orada... Dolmuşlar da bir şey diyemedi. Sinirli ve ağlamaklı oldum... Moralim çöktü... 15 dakika falan o sıcağın altında "Acaba geri mi dönsem?" diye düşünmeye başladım. Annemi, babamı aradım bir akıl vermeleri için. Sonuç: Her yüz metrede bir farklı bir esnafa sorduğum yol tarifiyle 3,4 km yürüyerek saat 15.00'da Hürriyet'e vardım. Bir blogger daha yeni gelmişti. Salona birlikte girdik.

Sunset Bulvarı filminin ortasına düştük. Filmin tamamına hakim olamadım ama harika bir film olduğunu anladım, yakında tekrar izleyeceğim. Sonra Atilla Dorsay'a sorulan sorular, film konuşmaları... Ama benim gündemim, saatlerce yolda geçirdiğim o anlamsız ve sinir bozucu anlardı...

Girdiğim her ortamdaki gibi, en genç katılımcı bendim. Yaşım 18. Herkes 35-40 yaşlarında, çalışan kişiler. Benim gibi gençler! Neredesiniz yahu?

Hürriyet'in binası, İstanbul'un resmen DIŞINDA. Hatta bana yolu tarif eden bir esnaf "Edirne tarafına doğru git..." deyince hafiften tırstığımı saklamayacağım. Ama bina, sanat galerisi gibi. Tablolar ve heykeller var. Çok şatafatlı, göz doldurucu ve sanat soslu. Ben çok beğendim.

Allah'tan dönüşte şirketin shuttle'ları vardı da onlarla 1,5 saatte dönebildim. En azından tek vasıtayla.

Yok yok... Henüz 6 aylık bir İstanbullu olarak bugün hiç bilmediğim bir coğrafyaya yönelerek bir hayli risk aldım. Sonuç olarak gideceğim yere gidebildim, ama bu şehrin temposu beni çok yoruyor. Aklım almıyor yani. Trafikte geçip giden saatlere bir açıklama getiremiyorum. Feci bir zaman kaybı. Ayaklarıma kara sular indi... Azıcık dinleneyim ben. Bennu Hanım'la yaptığım röportajı 1 Mayıs perşembe günü yayımlayacağım blogda.


 
Bu arada Bennu Hanım cumartesi akşamı kendi Instagram hesabında benimle birlikte olan fotoğrafını paylaşmıştı, sadece o gün epey de beğeni almıştı... Instagram hesabım yok, ama bu jestten sonra açmam şart oldu! Çok mutluyum... Muhteşem röportajımız için 1 Mayıs'a kadar bekleteceğim sizleri!
 

19 Nisan 2014 Cumartesi

SÜRPRİZ!

 
Bennu Hanım (Yıldırımlar) ve ben röportajımızı yaptık, selfie'mizi çektik, yakında geliyoruz! Muhteşem bir insanla çok sıcak bir söyleşi gerçekleştirmiş bulunmaktayım...

18 Nisan 2014 Cuma

TERS DÜZ - YEPYENİ!


Hayatın yükü omuzlarındayken, yeniden ayağa kalkabilir misin?
Ece Duman daha hiçbir şey görmedi.
 
Yeni keşfedenler ve tekrar okumak isteyenler için tüm bölümler burada!
 
"Yeni bölümler nerede?" mesajları atanlar için de, iştah kabartan yepyeni bir fragman. Hem de bu kez Kafa Dergi'de!
 

17 Nisan 2014 Perşembe

HAYATINI RENKLENDİRMEYİ UNUTAN ADAM # NO. 3: FERAYE


Özet: Adam öldürmekle suçlanıp bir süre hapis yattıktan sonra suçsuz bulunarak salıverilen ama özgürlüğüne kavuştuğunda da karısı tarafından terk edilen, şehir dışındaki evi yanan ve yeni aldığı arabası çalınan Ali Cezmi için hayat sona ermiş gibidir. Ta ki ifade vermek için gittiği polis karakolunda, kendisi gibi çaresiz olan genç kız Feraye ile tanışana kadar. Elli ikisindeki Ali Cezmi ile yirmi üçündeki Feraye kısa süre içinde birbirlerinin hayat arkadaşı olurlar ve para kazanmak için akıllarına gelen ilk yolu denemeye karar verirler: Blogger’lık. Fakat Ali Cezmi yerleştiği pansiyonda başına gelen türlü belalar arasında bu işle ilgilenmeye fırsat bulamaz. Nihayet oradan ayrılıp küçük bir ev kiraladığında da intihar etmeye kalkışır, ama Feraye onu kurtarır.
 
Feraye kahvaltı sofrasına beyaz peynir tabağını koyarken Ali Cezmi geldi. Kaşları çatıktı. “Jilet setimi yanlışlıkla çöpe mi attın sen?” diye sordu.

   “Hayır, bilerek ve isteyerek yaptım. Yeniden intihara kalkışmayacağından emin olmak için. Ayrıca mutfaktaki bıçakları, ilaç dolabındaki hapları ve küvetteki armut sabunluğunu da yok ettim.”
   “Armut sabunluğumla kendimi nasıl öldürebilirim?”
   “Öldüremezsin. Sadece çok çirkin diye attım.”
   “Feraye, böyle bir anda evime yerleşip hayatıma müdahale edemezsin!”
   “Eğer seni dün gece çok kötü bir şey yapmak üzereyken gördüysem, ederim. Kendine zarar vermeyeceğinden emin olana dek senin yanında kalıyorum. Hem belki bu arada şu blog’u kurup ilk müşterilerimizi bulmakla da ilgilenebiliriz. Kiradan yakınan ben değilim!” 
   “Blog ve para konusunda haklısın, ama artık kendimi öldürmeyi falan düşünmüyorum, Feraye, gerçekten! Yeni bir gün, taze umutlar ve pofuduk terliklerimin artık ayağımı terletmeye başlaması… Dün geceki o karanlık hislerimden eser yok!”
   “Kokmuş ayaklarınla ne ilgisi var?”
   “Yani yaz geliyor demek istiyorum. Her şey çok güzel olacak. Artık evine gidebilirsin.”
   “Biliyor musun, aslında oraya dönmek de istemiyorum. Annemin nasıl biri olduğunu geçen bölümde kendi gözlerinle gördün. Yani bir süre daha buralardayım.” Feraye göz kırptı. “Korkma, market masrafları benden.”
   Ali Cezmi umutsuzca gülümsedi. Sonra ağlamaklı bir ses tonuyla konuşmaya başladı. “Sen hayatımı kurtardın…”
   “Annemi kaç defa intiharın eşiğinden döndürdüm. Eski erkek arkadaşımı bileklerini kesecekken durdurdum. Ayrıca alışveriş merkezindeki tuvalette bir kızı yerleri yalamaktan vazgeçirdim. Demek istediğim, böyle şeyler olur. Ama şanslısın ki, benim gibi bir arkadaşın var da seni çok kötü bir şey yapmaktan vazgeçirdi.”
   “Haklısın. Kendimden utanıyorum.”
   Bir süre sessizlik oldu.
   “Gerçekten de tuvalette yeri yalayan bir kız gördün mü?”
   “Onu uydurdum.”
   “Sordum, çünkü ben de bir keresinde aynından erkekler tuvaletinde görmüştüm.”
   “Artık kahvaltımıza başlayabilir miyiz?”
DEVAM EDECEK...

16 Nisan 2014 Çarşamba

TELEFONLAR TELEF OLSA VE ELEKTRO YILDIZ

Neden mi?

Birkaç gün önce yazdığım "Selfie modası küçücük çocukları da vurdu!" yazımın devamı niteliğinde olsun bu yazı.

Ellerinizden düşürmüyorsunuz telefonlarınızı. Gittiğiniz her yerde, dosta düşmana gösterir gibi masanın üzerine koyuyorsunuz onları. Ve cazibesine kapılmadan duramayıp, saniyede bir kontrol ediyorsunuz.
Onlar sizin her an peşinizden gelmek mecburiyetinde olan sihirli cinleriniz değil ki...
Siz de bir iş adamı değilsiniz!
İki dakika elinize almasanız, ne kaybedeceksiniz sanki? Oysa siz yanınızda olan gerçek arkadaşlarınızla konuşmak yerine, sanal olanları tercih ediyorsunuz. Konuşacak bir şeyiniz olmasa bile, onlarla mesajlaşmak istiyorsunuz. Nasıl olsa “bedava” ya! Belki de parmaklarınızla ekrandaki klavyeye dokunmak hoşunuza gidiyor ve bunu tatmin ediyorsunuz, bilmiyorum.
Ama bu durum yüz yüze olan ilişkilerin kuyusunu kazıyor.
Telefon bağımlılığınız yüzünden, etrafınızdaki gerçek insanları görmüyorsunuz. Sesinizi camın arkasındakilere duyurmaya çalışıyorsunuz.
Bu durumda telefonlar telef olsa, demek geliyor benim de içimden.
Ve tekrar etmek:
Haksız mıyım?
Artık çekilen fotoğraflar albümlerden önce internete konuluyor. Kimsenin kendine sakladığı özel bir şey kalmıyor.
Mesajlaşma üstünden yapılmaya başlanan kopyalaşmayı durdurmak için sınav esnasında telefonları topluyor öğretmenler.
Neler oluyor yahu?
Not düşümü: "Siz" dedim, özellikle "siz"e vurgu yaptım, çünkü ben telefonumdan mümkün olduğunca uzak duruyorum. Sabah da dedim ya, benim bağımlılığım blogging diye...
Yeni çıkardığı "Şivesi Sensin Aşkın" albümündeki "Şivesi Sensin" -o "aşkın" kelimesi nereye kayboldu diye soramadan duramıyor insan- şarkısıyla yine müthiş bir çalışmaya imza atmış Yıldız Tilbe! Şarkı harika bir elektronik altyapı içeriyor. Ama herkes bunun Yıldız Tilbe'nin ilk elektroniği olduğunu sanıyor: Hayır! Ben blogda bas bas bağırmıştım hatta, Tilbe artık elektroniğe de selam çakıyor diye... Tilbe'nin önceki albümlerinden birindeki asi elektronik parça "Ne Var" ve hatta "Oynama"nın yanına ekleyebiliriz "Şivesi Sensin"i... Demek istediğim, bu parça onun ilk elektronik denemesi değil... Ama bundan sonra bu tip çalışmaları daha da artırmalı!

BLOGGING BAĞIMLILIĞI

Uyarı: Yalnızca blogger'lar okuyabilir!

Eğer siz de benim gibi bir blogging bağımlısıysanız Facebook, Twitter, Instagram ve hatta WhatsApp bile çareniz olmaz (Kaldı ki ben WhatsApp nedir bilmiyorum, kullanmıyorum) ve hiçbiri sizi kesmez. Blog'un köşe yazarlığı, edebiliği ve nezihliği hiçbirinde yoktur. Benim güncellediğim tek hesabım blog'um ve en iyi sosyal medya da bence blog'lar. Ama öyle diğer internet sitelerini kastetmiyorum. Blog dediğin, blogspot olmalı.

Eylül 2009'dan beri blog dünyasındayım, ama hiçbir zaman şimdi olduğum kadar "bağımlı" olmamıştım. Bilgisayarı açma sebebim Microsof Word'de romanımı yazmak ve blog'uma girmek. Her gün yazıyorum, bazen günde iki kez yazıyorum, kendimi durduramıyorum!

Blogging bağımlısı olmayan anlamaz bu tutkuyu...

Not düşümü: Dünkü yazımda duyurduğum büyük röportaj haberinden sonra bir sürü mesaj aldım: "Kim? Kim? Kim?" diye soruyorsunuz. İlginiz karşısında çok mutlu oluyorum, kim olmaz, ama ısrar etmeyin lütfen, nasıl olsa ben röportajı yapıp yazıya geçirir geçirmez okuyacaksınız. Şunu bilin ki, çok heyecanlıyım çok!

Not düşümü 2: Yan taraftaki ankete oy vermeyi unutmayın!

15 Nisan 2014 Salı

ÇOK ŞEY HAKKINDA BİR YAZI

Artık net olarak söyleyebileceğim bir şey varsa, o da en az günlük köşe yazanlar kadar çok çalıştığım!

Neredeyse her gün bloga yazdığım yazılar, öyküler, okul dergisine yazdığım yazılar ve bir an önce bitirmeye çalıştığım romanım derken kendimi bazen öğrenci değil de bir dergide çalışan editör gibi hissettiğim oluyor.

Yakında, bunun gerçekleşecek olmasına hala inanamasam da, çok yakından tanıdığınız ve çok sevdiğiniz bir isimle röportaj da yapacağım.

Yani ajandam dolu!

Öte yandan, okul notlarım yine çok iyi. Sanırım notları en yüksek olan öğrenci de benmişim...

Cengiz Semercioğlu bugünkü köşesinde "Yeni yıldız Ece'dir" diye bir yazı yazmış. Hayır, ne yazık ki bizim Ters Düz'deki Ece'den bahsetmiyor. Kutlukhan Perker'in her pazar günü Kelebek'te çizdiği Ece'den bahsediyor. Çizgi roman delisi olan ben de, Perker'in olağanüstü çizimleri ve senaryosuna bayıla bayıla okuyorum Ece'yi...

Semercioğlu'nun yazısında katılmadığım nokta ise, "Ece bu popülerliğiyle yakında dizi teklifleri almaya hiç şaşırmam" demesi...

Çünkü Ece'nin teklif alıp da kabul etmesini hiç istemem.

Ece bir çizgi roman karakteri, hatta "bant" karakteri ve bu formatını korumasını tavsiye ederim.

Kitaptan beyaz perdeye, beyaz perdeden tiyatroya, tiyatrodan çizgi romana atlayan "benzerleri" gibi bir kariyer çizmesine gönlüm razı gelmez!

Not düşümü: Bizim Ece de Bozbalık Köyü'nde ölümden döndü, ya, haberiniz var mı? Eh inşallah kitabımı bitireceğim ve çıkaracağım da olacak... Sevgilerimle!

13 Nisan 2014 Pazar

BUGÜN NELER YAPTIM?

Ne yaptım?

1. Küçükyalı'daki Gül Çıkmazı'na gittim.
2. Tchibo'da lezzet ikilisinden yedim.
3. Faber-Castell'in kurşun kalem setinin "coffee" teması olanından, yani kahverengi ve tonlarını içereninden aldım.
4. Banyo yaptım.

Neden yaptım?

1. Umutsuz Ev Kadınları'nın çekildiği yer. Bu eğlenceli pazar gezmemden fotoğraflar yarın blogda!
2. Tchibo'nun kahve-pasta ikililerini de diğer rünlerini de seviyorum.
3. Bu setin aynısını Ocak'ta almıştım 4.50 liraydı. Şimdi -belli ki çok satılıyor- 6 lira olmuş.
4. Sıcak bir duş her derde deva!

8 Nisan 2014 Salı

SELFİE MODASI KÜÇÜCÜK ÇOCUKLARI DA VURDU!

Gün geçmiyor ki sümüklü burnunuzu ortalayacak şekilde bir selfie çekip sosyal mecralarınızda paylaşmayın! Arabada selfie, yatakta selfie ve hatta tuvalette selfie derken bu narsist hareketlerin size imrenen küçükler üzerindeki etkisini hiç mi düşünmediniz?

"Anne, bu adam objektifi yanlış yöne çevirmiş!"

Al işte, sonunda bu da oldu!

Bakın şu bizzat çektiğim fotoğrafa hele:


Yer: Trump Towers
Tarih: 8 Nisan 2014
Saat: 12.38

Kalabalığın ortasında, Kidz Mondo ekibinden olduğu belli olan küçük bir kız çocuğu... Elindeki de cep telefonu değil ha, fotoğraf makinesi... Çevirmiş kendi yüzüne doğru... Çilli suratını çekecek... Belki de ilk selfie'sini yapacak... Selfie'sini yapabilmekten dolayı mutlu, huzurlu ve biraz da gururlu belki de... Artık onun da bir selfie'si var... Şimdi yapması gereken şey ise, selfie'sini arkadaşları Ali, Atacan, Burak, Nazlıcan ve Elif ile paylaşabileceği bir facebook hesabı açmak...

Güle güle büyü çocuk... Güle güle...

Not düşümü: Sakın yanlış anlaşılmasın, o tatlı kız çocuğunu eleştirmiyorum ben... Asla ve ne haddime... Toplumu eleştiriyorum ben... Bak işte o hepimizin haddine...

BAHARA "SADE VE DERİN" BİR GİRİŞ!


Deep, Sade ve Derin blogunda başka blogları tanıtıp duruyor. Güzel de yapıyor. Ama şimdi de birilerinin onu tanıtması lazım. Pek ihtiyacı olmasa da... Kafa'nın 9. sayısı için bahara "Sade ve Derin" bir giriş yapayım dedim!

Yaşınız kaç?

(Pas geçiyor galiba bu soruyu!)

Mesleğiniz?
 

Ekonomi ve yabancı diller okudum. Yurt dışında okudum bursla. Ülkeye döndüm ve bir süredir iş yaşamındayım. Çevirmenlik yapıyorum, yazılı, sözlü. Bir de İngilizce business dersleri veriyorum. İki işte çalışıyorum yani.

Blogunuzda en sevdiğiniz köşe hangisi?


Blogda yazdığım her şeyi eşit derecede seviyorum.

Bahar sizin için ne demek?

Sonbahar seviyorum. İlkbahar ilgimi çekmiyor.

İstanbul'daki duraklarınız nereler?


Galata, Beşiktaş, Nişantaşı, Kadıköy. Hep bu dört semtte duraklarım. Bu dört semt dışına çıkmam.

Sırasıyla hangi semtlerde yaşadınız?

 Kozyatağı, Bostancı, Dördüncü Levent, Şişli, Kadıköy.

Bu bahar için planınız ne?

Hiçbir şekilde plan yapmam hayatta. Anlık yaşarım.

Bu soruları cevapladıktan sonraki planınız ne?

Şimdi öğlen yemeğini nerde yicem diye düşünüyorum.

Tam şu anda kafanızda ne var?


(Sanırım sorudaki "ince"yi anlamadı! Siz de anlamadıysanız, bakınız: Şu yazım)

Peki kafanızdan geçen şey ne?

Kafam boştur hep. Bir şey düşünmem.

Kafa’da en sevdiğiniz köşe hangisi?

Kafa'da sanatsal yazıları, gezi ve öyküleri seviyorum.

"Bak, kişisel düşüncelerimi ve bilgileri, duyuru başlığındaki blognot yazılarında veriyorum, bütün okurlarım oradan biliyor, nasıl biri olduğumu, nelere ilgi duyduğumu, yalnızlığa bayıldığımı, insanlardan tamamen uzak yaşadığımı, insanlarla hiçbir şart altında görüşmediğimi, her şeyi yalnız yaptığımı." diye bitiriyor Deep.

Deep sorularımı mail üstünden yanıtlamayı istemediği için, eski bir yazısının yorum kutusunda adeta mesajlaştım onunla. Aslında biraz da ben ısrarcı oldum, o yüzden soracağım daha çok soru vardı, ama geride kalanlar yalnızca bu "tadımlıklar" oldu.


Bir de şeyi merak ediyorum aslında: Deep'in Deep olduğunu ailesi ve çevresi biliyor mu acaba?

Ve: Sıradaki blogger kim olmak istiyor?
 

6 Nisan 2014 Pazar

ROMAN


My novel is being written by myself!
 
*
Bitirene kadar roman okul / roman okul / roman okul / roman okul... Yazdıklarım, içime ÇOK siniyor. Ters Düz olmaya hazır olun!
 

RADYOCU KAFA?

Bir radyo programı yapsam mı, ha, ne dersiniz?

"Bir o eksik kalmıştı, Mert!" falan demeyin sakın!

Profesyonel bir şekilde değil çünkü, okul radyosunda.

Ama zamanımı alacak mı? Alacak.

Hem de çok.

Roman zaten başlı başına çok vakit istiyor. Blog da ondan geri kalmıyor, hem de hemen her gün yazdığım düşünülürse. Asıl işimse öğrencilik. Onu da gayet başarılı bir şekilde sürdürdüğüme göre, denklemde bir sorun yok.

Ama radyo... Ne bileyim? İçeriği ne olacak? Sanat, kültür, yaşam, magazin, televizyon gibi şeyler mi? Yoksa daha mı ciddi? Tek mi olmalıyım? Yanıma biri gelmeli mi? Aslında aklımda "ikili" olabileceğim biri var gibi...

Ne dersiniz? Radyocu Kafa olsam, dinler misiniz?

Ama öyle ilk programı dinledikten sonra reytingimi düşürüp moralimi bozacaksanız, hiç "dinlerim" diye atılmayın, sevgili dostlarım!

Şimdi bir daha soruyorum:

Bir radyo programı yapsam mı, ha, ne dersiniz?

PERFECT! GRAM RABBIT, ANNA CALVI, FEIST!

Siz hala Rihanna, Lana Del Rey, Pitbull, Christina Aguilera, Adele, Inna, Daft Punk, Britney Spears ya da Justin Timberlake falan mı dinliyorsunuz?

Ben hiçbirini dinlemiyorum!

Bir tek şarkılarını bile bilmem denebilir.

Ama hepsi de kesinlikle harika bir sese ve müziğe sahip.

Benim derdim, ben böyle herkesin bildiği ve dinlediği yabancı şarkıcıları çok sevemiyorum... Çünkü bana biraz ticari gelmeye başlıyorlar ve herkes dinledikten sonra "bana özel" olmaktan çıkıyor şarkılar...

Benim favori üç yabancı şarkıcım şunlar: Gram Rabbit, Anna Calvi ve Feist.

Hepsini de kısa süre önce keşfettim, ama her albümleri hakkında bilgim var.

Bir de böyle bir durum var bende: Bir şarkıcının tek bir şarkısıyla yetinmiyorum, illa öncesi ve sonrasıyla da ilgileniyorum. Yani yapmış oldukları her şarkıyla, her albümle. Sözlerindeki, müziklerindeki değişimle. (Mesela Funda Arar, Gülşen ve Hande Yener'in de her şarkısını bilirim.)

Gram Rabbit kendi ülkesinde bile o kadar az biliniyor ki, twitter'da yalnızca 728 takipçisi var! Onu, Ters Düz'ün fragmanları için müzik ararken keşfettim. Aslında iki kişilik bir grup Gram Rabbit. Hatta bakın şu yazımda aynen şöyle demiştim Gram Rabbit hakkında:

"Ters Düz'le özdeşleşecek ve bizim ülkemizde fazla bilinmeyen yabancı bir müzisyen veya müzik grubu bulmak gerçekten zor oldu. Ben arayış içindeyken karşıma tesadüfen Gram Rabbit grubu çıktı. Bir şarkılarını dinledim, hoşuma gitti. Sonra bir tane daha ve bir tane daha derken bugüne dek yapmış oldukları her albümü ve single'ı defalarca dinlerken buldum kendimi. Tamam, dedim, Ters Düz'deki atmosfere bu grubun şarkıları çok güzel uyuyor. Müzik grubunu kararlaştırdıktan sonra farklı şehirlerden farklı kitapçılara ve müzik mağazalarına gittim. Hangi çalışana sorarsam sorayım, grubun ne adını ne şarkılarını duymuş birine rastladım! Bu duruma çok üzüldüm. Oysa çok orijinal, çok kaliteli, çok farklı, çok sıra dışı bir grup bu. Müzikleri ve sözleri harika. Hatta içlerinden biri ölürse, efsane bile olabilirler. Neyse, bu sonuncusu pek hoş olmadı. İnternette araştırdım ve kendi ülkelerinde de çok meşhur olmadıklarını öğrendim. O zaman bu müthiş grubu Ters Düz'le keşfedin! Elektronik müzikten alternatif caza, western tınılarından country'ye, akustikten rock müziğin alt türlerine dek çok geniş bir yelpazede şarkı söylüyorlar. Bu da Ters Düz'de olayların gerçekleşeceği kurgu ürünü Bozbalık Köyü’nün gizemli atmosferine dediğim gibi tam uyuyor. Eski aşkların yeniden küllenişine, sırların gün ışığına çıkışına, ihanet zincirlerinin kopuşuna ve kötü bir kaderin başlangıcına "Dirty Horse"tan daha iyi hangi şarkı gidebilir ki?"

Anna Calvi ve Feist de harika. Bu ikisi, yine daha çok bilinen şarkıcılar. Ama bizim ülkemizde pek fazla takipçileri yok.

O zaman, şimdilik bu kısa yazıyla geçiştireyim bu hayranlığımı...

Ve ilk üç favori şarkılarımla:

Gram Rabbit - Dirty Horse
Anna Calvi - Suddenly
Feist - My Moon My Man

Sonuç: Ben daha az bilinen yabancı şarkıcılardan daha çok zevk alıyorum!

4 Nisan 2014 Cuma

4.4.2014


Bugün tesadüflerle dolu bir gün oldu.

Hem de ne tesadüflerle...

"Coincidence" günü.

Günün ruhuna uygun.

Günün ruhu işte: Bugün 4.4.2014 ya.

Benim günüm güzel geçti. Çok sevdiğim ama bir türlü buluşamadığım arkadaşım S ile ikinci buluşmamızı, Beşiktaş'ta çok güzel bir mekanda gerçekleştirdik.

Ama şimdi, yazının yıldızı yukarıdaki soru-cevap.

Okuyun, bakın.

Kıskanırsanız, aynısını yapmanıza izin veriyorum.

Format olarak Kafa'yı göstermeniz şartıyla!

Hepinize iyi bir hafta sonu diliyorum!

3 Nisan 2014 Perşembe

DİZİ DİZİ SORULAR...

Öyle Bir Geçer Zaman Ki salının, Yaprak Dökümü çarşambanın ve Aşk-ı Memnu perşembenin dizisiydi… Kanal D zirvedeki yerini kaybetti ve artık hiçbir kanalda "günün dizisi" yok.
 

Kanal D’nin üstünde kara bulutlar dolaşıyor!
Aşk, Kayıp, Fatih, Cinayet, Zeytin Tepesi... Bu sezonun birbirinden zengin oyuncu kadrolarına rağmen birer birer yayından kaldırılan Kanal D dizilerinden bazıları. Öyle Bir Geçer Zaman Ki, Yaprak Dökümü ve Aşk-ı Memnu dönemi çok da eskide değil oysa. Bu sezon ne oldu da en çok izlenen dizilere ev sahipliği yapan Kanal D’nin yıldızı sönüverdi? Nurgül Yeşilçay’lı, Dolunay Soysert’li, Nebahat Çehre’li diziler çok da iddialı başlamışlardı oysa. Aslına bakılırsa Kanal D, bu sezon sessiz sedasız yola çıkmayı kendi istedi. Her yıl gösterişli bir sezon tanıtımı yapan ve belli bir konsept etrafında kısa film çeker gibi tanıtım filmi çeken kanal, bu yıl hiçbir dizisinin istikrar sağlayamayacağını sezinlediğinden midir nedir tanıtım filmi çekmedi. Hal böyle olunca, meydan diğer dizilere kaldı. Özellikle Fox’un çektiği tanıtım filmi çok başarılı bulundu.
Günün dizileri nereye kayboldu?
Ah, ah, eskiden böyle miydi? “Perşembe dizim” diyerek sahiplendiğimiz ve uğruna dost meclislerini ektiğimiz dizimiz bir bakmışız hop diye pazartesi gününe, olmadı salıya, oradan pazara alınabilirdi. Şimdi bu heyecanla beklediğimiz bir “günün dizisi” kaldı mı da, gün ve saat değişikliğine şöyle ağız tadıyla üzülebilelim! Sahiden de, sezon finalini ya da büyük finalini gün sayarak beklediğimiz bir dizi kaldı mı Allah aşkına? İşimizden, okulumuzdan evimize bir an önce yetişmek için bir sebebimiz vardı: Bugün Aşk-ı Memnu günü derdik, şu gün Yaprak Dökümü günü. Yani, hemen hepimize hitap eden bir dizi illa ki olurdu. Ama bu sezon öyle olmadı. Muhteşem Yüzyıl bile artık herkesin gözdesi değil, hele Meryem Uzerli’nin olaylı ayrılışından ve kendisiyle birlikte seyircisini de “tüketişinden” sonra! Kara Para Aşk ve Zeytin Tepesi gibi dizilere dağılmaya başladı Kanuni’nin seyircisi. İki ay gibi uzun bir süre ekranlarda dönen iddialı fragmanlarıyla kendini tüketmeyi başaran Kurt Seyit ve Şura da beklenen etkiyi yaratmadı. Uzun lafın kısası bu sezon bu dizi salı akşamının dizisidir, şu dizi cumanın dizisidir diye bir muhabbet dönmedi.
Yükselişteki kanal: Fox!
Kim ne derse desin, bu sezonun gizli bir yıldızı varsa o da ne Kanal D ne Star: Fox! Dizileri yükselişte, seyircisi de kanala gönülden bağlı. Ayrıca çok fazla reyting almayan dizilerini de hemen yayından kaldırmayıp izleyicisine sadık bir imaj yaratıyor. Karagül, Umutsuz Ev Kadınları ve kısa süre önce biten Sana Bir Sır Vereceğim kanalın ünlü dizilerinden. Hele Karagül, laf aramızda kendini tekrarlamaya başlasa da, cuma akşamları zirveden inmek bilmiyor. Hem de karşısında Medcezir gibi bir dizi varken. Kalbimden geçen de sevgili Yalan Dünya aslında… Sahi ne oldu ona, cuma akşamlarının istisnasız reyting rekortmeni dizisi değil miydi o? Belki de kanallarda ya da senaryo matematiklerinde hiçbir suç yok. Suç bizzat biz ne izlemek istediğini bilmeyen kararsız seyircilerde!
Umutsuz Ev Kadınları'nda son bölümlere doğru şok edici gelişmeler!
Yüksek dozda spoiler içeren bir yazı, dikkat! Sonra bana "Kafa n'aptın sen ya?" demeyin sakın...
Gülşah'a saldıran üvey kocası, olaya şahit olan Kudret tarafından öldürülecek. Olay yerine varan Yasemin, Elif ve Nermin de cesedin saklanmasına yardım ederek suç ortakları olacaklar. Tam bu noktada Umutsuz Ev Kadınları'nı doğuran orijinal dizimiz Desperate Housewives yedinci sezon finalini yaparak son sezon olan sekizinci sezonuna başlamıştı. Bu cinayetten sonra Kudret ve Yasemin grubun vicdan azabını en çok çeken üyeleri olacak, bu ortak noktaları da onları yakınlaştıracak. Bir tek Yasemin ve Kudret'in aşk yaşamadığı kalmıştı, diyecekseniz, haklısınız; ancak şimdilik ufukta bir aşk yok. Sadece Sinan bundan şüphelenecek. Gülşah da depresyona giren kocası Kudret'le baş etmek zorunda kalacak. Bu arada (çoktan) ayrılan Elif ve Ömer de yeni sevgilileriyle birbirlerine hava atacak. Ve: Nermin de, dahil olduğu bu cinayetin beraber olduğu polisin dikkatini çekmemesi için elinden geleni yapacak. Ama işler hiç de umduğu gibi gitmeyecek...
Orijinal dizideki bu olayların bize ne kadarının yansıyacağı uyarlamayı yapan senaristlere bağlı. İki dizi arasında pek çok değişiklik yaptılar/yapıyorlar çünkü, ama sakın yanlış anlamayın, bu uyarlama işini muhteşem yapıyorlar. Yani hiç sırıtmıyor ve çok "bizden" duruyor. Mesela Ejder'in ölümüne ve Altay'ın sakat kalmasına neden olan (ayrıca Elif'in bebeklerinden birini kaybetmesine de) araba kazası aslında bir uçak kazasıydı (Şimdi uzun uzun anlatamam, sorarsanız anlatırım). Ya da Gülşah'a saldıran aslında üvey babası. Ve Nermin de polis sevgilisinden ayrılıp dedektif birisiyle birlikte olmaya başladı. Ama bizde aynı kişiyle olan ilişkisi devam ediyor, çünkü öteki türlüsü abartılı bulunur. Hele de Nermin için.
Bu arada: Desperate Housewives'ta yani orijinal sonda Sinan ölüyor. Ama bizde Yasemin-Sinan fanlarının tepkisinden korkup böyle bir şeyi yapmaktan vazgeçebilirler. Dizi normalde bu sezon bitecek, ama bakalım uzatacaklar mı? Merakla bekliyoruz.

1 Nisan 2014 Salı

BU SEZON FİNALİ ASLA UNUTULMAYACAK!


Hayatını Renklendirmeyi Unutan Adam'ın sezon finaline, trajikomik gelişmeler damgasını vuruyor! İşte en trajikomik olanlardan dört tanesi:


1 - Kader onları yeniden buluşturuyor!


Birinci sezonun finalinde Ali Cezmi ile eski karısı Zeliha'nın yolu internette kesişecek. Hem de bizzat Ali Cezmi'nin blog'unda! Önceleri Ali Cezmi rumuzu "umutsuz Z." olan bu yeni müşterisini de sadece para olarak görecek. Ancak internet yazışmaları sırasında kadının anlattıkları ona öyle tanıdık gelecek ki, Feraye'yi, para teslimatı sırasında kadının fotoğrafını çekmesi için görevlendirerek müşterisinin eski karısı Zeliha olduğunu öğrenecek. Tabii Zeliha'nın, ona mutluluk tüyoları veren bu adamın, kocası olduğundan haberi olmayacak. Eski karısının, internette kadınların aşk hayatı için Güzin Abla'lık yapan bir erkeğe içini dökecek kadar mutsuz ve yalnız olduğunu anlayan Ali Cezmi'nin sezon finalinde aşk hayatıyla ilgili bir karar vermesi gerekecek. Bu karar ve sonuçları en çok kimi etkileyecek dersiniz?

2 - Çocuklar babalarının yanına taşınıyor!

Bu boşanmadan sonra çiftin çocukları Cenk ve Maya herkesi şaşırtan bir seçim yaparak babalarının yanında kalmayı tercih edecek. Zeliha da onları sık sık ziyaret etmek isteyince, ortalık fena halde karışacak.

3 - Yeni ortak Feraye'nin kariyerini riske sokuyor!

Ali Cezmi'nin sunduğu hizmetten fazlasıyla memnun kalan bir müşterisi, ona ulaşmak için Feraye'nin peşine takılacak. Ali Cezmi'yi gördüğünden onun fiziğinden de çok etkilenecek olan bu kadın, cazibesini kullanarak Feraye'yi işten attırıp yeni iş ortağı olmak için Ali Cezmi'ye baskı uygulayacak. Üstelik eğer kendisini seçmezse, Zeliha'ya her şeyi anlatacağı gibi gayet ciddi tehditlerde de bulunacak. Zor durumda kalan Ali Cezmi'nin seçimi hangisinden yana olacak, göreceğiz.


4 - Sırlar açığa çıkacak mı?

Çocuklarının onun yanına taşınması, ağzından kaçırdığı sözler, Feraye gerçeği ve sırrını bilen cazibeli müşterisinin tehditleri derken Ali Cezmi'nin erkek Güzin Abla olduğu her an açığa çıkabilir! Para döktürdüğü adamın kocası olduğunu öğrenirse, Zeliha'nın tepkisi ne olur dersiniz? Sizin anlayacağınız, Ali Cezmi'yi sezon finalinde pek çok sıkıntı bekliyor! Bu heyecana ortak olmak için eğer hala okumadıysanız 1. ve 2. bölümü mutlaka okuyun!

SİNEMADA İKİ FİLM

Son günlerde sinemada iki filme gittim. İlki, The Substance. Yani Cevher. Bence mutlaka görülmesi gereken, ama son derece rahatsız edici bir...