24 Aralık 2025 Çarşamba

Kitap Kulübünde Aralık Ayına Yakışır Bir Gotik Kitap ve 2025'i Bitirirken...

Shirley Jackson’ın 1958 yılında yayımlanan Güneş Saati romanında, dünyanın sonunun yaklaştığına inanan Halloran evindekiler, dünyanın geri kalanından daha ayrıcalıklı oldukları, bu evdekiler olarak kendilerinin kurtuluşa erecek insanlar oldukları fikrine öylesine kapılıyorlar ki, yaşamakta oldukları günleri unutup kopacağını bekledikleri “kıyamet” için hazırlanmaya başlıyorlar.

Merkezleri İskandinavya'nın Gotland bölgesi olan Gotlar, Avrupa'ya inerek ele geçirdikleri yerlerde barbarlıkları, talancılıkları ve yağmacılıklarıyla bilinen bir kavimdi. 5. yüzyılda Batı Roma İmparatorluğu'nun yıkılmasına sebep oldular. Gotların her yere korku salması akıllarda (ve tarih kitaplarında) öyle kaldı ki, onlardan türetilen gotik kelimesi de aşağılayıcı ve pek de hoş olmayan anlamlarda kullanılmaya başlandı. 1500'lü yıllarda yaşayan ressam, yazar, mimar ve sanat tarihçisi Giorgio Vasari (ki kendisini, mitolojik bir hadise olan Uranüs'ün hadım edilmesi freskiyle de hatırlıyor olabilirsiniz) bu kelimeyi kötü anlamıyla kullanan ilk kişi oldu.

Gotik akım ilk önce mimaride ortaya çıktı. En ünlü ve tipik örneği de herhalde Paris'te bulunan Notre Dame Katedrali olsa gerek... Edebiyata sıçraması için ise daha uzun zaman geçmesi gerekecekti. Gotik edebiyat olarak kabul edilen ilk eser, 1764'te Horace Walpole'un Gotik Bir Hikaye alt başlığıyla yayımladığı Otranto Şatosu adlı romanı. Yazar, 1749 yılında, neogotik mimarinin örneklerinden biri olan Strawberry Hill'i yaptırmıştı. Otranto Şatosu'nu da, Strawberry Hill'de kaldığı bir gece gördüğü hayaletli bir kabustan yola çıkarak yazmış...

DİKKAT: YAZININ DEVAMI, KİTAP HAKKINDA KISMEN SPOILER İÇERMEKTEDİR.

Peki bu kısa girizgahı niçin yaptım? İstanbul'da yüz yüze toplandığımız kitap kulübüm Mert'in Kitap Kulübü'nün Aralık ayı için seçtiğim ve 20 Aralık Cumartesi günü Kadıköy'de toplanarak konuştuğumuz kitap Güneş Saati'ydi de ondan.

Güneş Saati, Amerikalı korku ve gotik kurgu yazarı Shirley Jackson'ın (1916-1965) 1958 yılında yayımlanan dördüncü romanı. Kitap için gotik ve apokaliptik kurgu tanımlaması yapılsa da, gotikten izler taşıyor demek sanırım daha yerinde olacaktır: Hayaletler, periler veya çeşitli doğaüstü güçlerle örülü bir gotik edebiyat yok burada, kitabı gotik yapan mütemadi tekinsizlik ve bir sonraki aşamada ne olacağını bilememenin verdiği belirsizlik hali. Eh, olayların büyük, gizemli bir malikanede geçmesi de gotik edebiyatın olmazsa olmazlarından... Netice itibariyle gotik olmasına gotik, ama ilk anda anlaşılan şekliyle değil. 

Yazarın en bilinen kitabı, Netflix'e dizisi de çekilen Tepedeki Ev. Güneş Saati ise ondan bir yıl önce, 1958'de yayımlanmış. Zaten Jackson'ın 48 yıllık yaşamında toplamda altı kitabı, ama iki yüzden fazla da hikayesi var. En bilinen hikayesi ise, 1948 yılında The New Yorker dergisinde yayımlanan Piyango adlı öyküsü. Bu hikaye, okurlardan pek çok eleştiri mektubu almasına ve dergi aboneliklerinin de iptal edilmesine neden olmuş, meraklısına okumasını öneririm. Ama aynı zamanda Shirley Jackson'ı da ünlü biri haline getirmiş. Bu arada Jackson'ın eşinin edebiyat eleştirmeni Stanley Edgar Hyman olduğunu da yeri gelmişken belirteyim. Yazar ve edebiyat eleştirmeni birlikteliği ilk etapta birbirini besleyen bir uyum gibi görünüyor. Fakat Hyman, Jackson'la olan evliliği boyunca başka başka kadınlarla da açık ilişkiler yaşamış. Biraz garip bir çift anlayacağınız... Nitekim sonunda da boşanmışlar.

Güneş Saati, Halloran ailesinin malikanesinde, evin oğlu ve her şeyin sahibi Lionel'in cenazesinin ardından eve dönüş sahnesiyle açılıyor. Roman bize daha ilk cümlesiyle, "artık tartışmasız bir şekilde Bayan Halloran'a ait olan eve" dönüldüğü bilgisini vererek başlıyor. Lionel'in ölümünde Bayan Halloran'ın parmağı olduğunu, Lionel'in artık bir dul olan karısı Maryjane ve on yaşlarındaki kızı Fancy'nin, Bayan Halloran hakkındaki düşüncelerinden öğreniyoruz. İkisi de onun ölmesini istiyor. Fancy, kelimenin tam anlamıyla "creepy" denecek cinste bir çocuk. On yaşında olduğuna inanmak güç. "Onu iteyim mi? Onun babamı ittiği gibi!" diye diye ortalıkta dolaşıyor. Belli ki bu ailede tekinsiz, entrikalar peşinde ve hepsi birbirinden çatlak üyeler var. Evin ve mirasın Lionel'e değil kendisine kalmasını istediği için, Bayan Halloran'ın onu ittiği fikrindeler. Bununla ilgili asla bir yüzleşme yaşanmasa da, sayfa 67'de Bayan Halloran'ın düşünceleriyle, evi kaybetmeyi göze alamayacağını öğreniyor, yani oğlunu sahiden de onun öldürmüş olduğunun imasını seziyoruz. Burada "merdivenden itmek" romanda birkaç yerde daha geçtiği, melodik bir biçimde tekrarlandığı için, benim aklıma leitmotiv kavramını getirdi, söylemeden geçemeyeceğim... 

Sonra çok geçmeden, Bayan Halloran'ın eşi Bay Halloran'ın (ki kendisi tekerlekli sandalyede ve aklı da gidip geliyor) kız kardeşi Fanny Hala'ya bahçede, güneş saatinin yanında bir "vahiy" iniyor: Çoktan ölmüş olan babası onunla konuşuyor ve kıyametin gelmek üzere olduğunu, herkesin evde kalmasını, evin güvenli alan olduğunu söylüyor. Ona neredeyse kimse pek de kulak asmayacakken, şöminenin içinde beliriveren bir yılan (sayfa 40), birdenbire Fanny Hala'ya inanmalarını sağlıyor. Devamında da, kitapta benim en sevdiğim şu cümleleri okuyoruz:

"Dünyada herhangi bir şeye inanmayan tek bir kişi bile yoktur. En eksantrik şeylere bile inanan birilerinin bulunacağı öne sürülebilir, kolay kolay çürütülemeyecek bir iddiadır bu. Öte yandan soyut inanç büyük oranda imkansızdır, inancı pekiştiren somut olandır; kupanın, mumun, sunak taşının gerçekliğidir; heykel gözyaşı dökene kadar değersizdir, felsefe filozof şehit düşene kadar değersizdir. ... Soyut bir inanç imkansız olduğundan ona ancak alametler sayesinde güven duyulur; tanrının, yerine geçtiği katılığın üzerinde silik de olsa kendi şeklini çıkarması sayesinde. Fanny Hala'nın çevresini saran kimse babasının uyarısına inanmamıştı ama hepsi yılandan korkmuştu."

Böylece, evdekileri birdenbire bu kıyamet gününün hazırlığı alıyor. Kasabaya gidip erzak ve hayatta kalmak üzere gerekli olan ne varsa satın almaya başlıyorlar. Hatta buna bir erkek de dahil. Evet. Kıyamet koparsa üremek için Essex dışında bir başka erkeğe daha ihtiyaç duyacaklarının hesabını yapan Fanny Hala, kasabada gördüğü ve Yüzbaşı adını taktığı bir adamı tutup eve getiriyor. Adam da onlarla yaşamaya başlıyor. Okuma önerisi: Olup biten hiçbir şeyi sorgulamadan okuyunuz... Bu, durup ikide bir olanı biteni ve karakterlerin akılalmaz davranışlarını eleştirebileceğiniz romanlardan biri değil. Halloran evinde yaşayan herkes, dünyanın geri kalanından daha ayrıcalıklı oldukları, bu evdekiler olarak kendilerinin kurtuluşa erecek insanlar oldukları fikrine kendilerini fazlasıyla kaptırıyorlar. Müthiş bir elitizm! Üstelik mücevher ya da evin odaları gibi konularda da hala yarış halindeler. Hepsi, kıyamete o kadar odaklanıyorlar ki, yaşamakta oldukları günleri unutuyorlar. Shirley Jackson da biz okurlarına bunu düşündürmek istemiş olsa gerek.

Zaten bununla ilgili de Fancy karakteri kitap boyunca sadece burada (sayfa 171) aklı başında bir laf ediyor: 

"Şahsen ben buna anlam veremiyorum. Baksana, hiçbiriniz bir şeyleri sadece sevmekle yetinemiyor musunuz? Hep dünya için endişeleniyorsunuz. Baksana. Fanny Hala çok güzel bir dünya olacağını söyleyip duruyor; her şeyin yeşil, durgun, mükemmel olacağını, hepimizin orada huzur içinde mutlu mesut yaşayacağını. Bu kulağıma gayet hoş geliyor ama halihazırda zaten çok güzel bir dünyada yaşıyorum, yemyeşil, durgun ve mükemmel, gerçi burada kimse pek huzurlu ya da mutlu görünmüyor; ama düşünüyorum da bu yeni dünyada Fanny Hala, büyükannem, sen, Essex, bu diğer delilerle annem olacak; insanlar neden geride sadece bir tek onlar kalacağı için daha mutlu ya da huzurlu olacaklarını sanıyorlar ki?" 

Halloran ailesi bu tekinsiz çocuğu bile kitabın sonunda çokbilmiş bir filozof yaptı!

Nitekim kitap, olup olmayacağı bile belli olmayan, "kıyamet"ten önceki son günle bitiyor. Aslında gelmesi beklenen o kıyamet değil de, karakterlerin bu anın geleceğine inanıp o süreçte yapıp ettikleri, yani bekleyişleri önemli olan. Ertesi gün nasıl bir dünyaya uyanacaklarını bilmiyoruz. Bir önemi de yok. Kıyamet haberini alan Bayan Halloran, hemen bir hiyerarşi kurup, daha önce göndermeyi planladıkları da dahil herkesin evde kalmasına izin verdiğini açıklıyor. Hatta eve dışarıdan gelen arkadaşları, Augusta Willow, kızları Julia ve Arabella ile babası Bayan Halloran'ın kuzeni olan Gloria Desmond da artık kendi hayatlarını bırakıp sorgusuz sualsiz bu evde yaşamaya başlıyor. Aklı gidip gelen Bay Halloran'ın bile, hemşiresinden kendisine Robinson Crusoe okumaya başlamasını istemesi, kitaba ilişkin iyi bir detaydı.

Evin çalışanları da dahil olmak üzere karakterlerin her biri o kadar kendi halinde ve o kadar narsisist ki, evin çalışanı Miss Ogilvie bile, "Acaba düzgün bir akşam yemeği olacak mı? Buraya geldiğimden beri ilk cenazem bu" deme cüretinde bulunabiliyor ve bunu herkes doğallıkla karşılıyor. Veya, Fanny Hala "Gelen babamdı" dediğinde, Bayan Halloran, "Umarım ona hürmetlerimi iletmişsindir" diyor. Kitapta ironi ve kara mizah her an her diyalogda karşımıza çıkıyor. Dahası, kitapta karakterlerin diyaloglarından ziyade monologları olduğunu söylemek isabetli olacaktır. Zira herkesin ayrı telden çalıp oynadığı roman boyunca, karşılıklı sağlıklı bir iletişim kuran karakterlere pek de rastlayamıyoruz. Herkesin kendi söylemek istediğini söylediğini, ama birbirini hiç de dinlemediği bir atmosfer hakim.

Kitaptaki en tuhaf karakterler herhalde Bayan Halloran, Fanny Hala ve çocuk Fancy. Bayan Halloran öyle bir kadın ki, dünya sona ererken ne giyeceğini, yeni dünyaya nasıl uyanacağını düşünüyor ve evde kasabalılara verecekleri son davette kendine bir taç takarak gösteriş yapıyor. Tabii dünyanın sona ereceğini Halloran ailesi dışarıdan hiç kimseyle paylaşmıyor. Bayan Halloran'sa, müthiş hazırlıklar yaptığı kıyamet gününü göremiyor: Çünkü o gece, merdivenlerin dibinde ölü olarak bulunuyor. Birisi de onu merdivenden aşağı itmiş. Ama bu olayın üstünde hiç durulmuyor. Evin erkekleri onun cansız bedenini bahçedeki güneş saatine yaslayıp tekrar eve geri dönüyorlar. Fanny Hala, "Buralarda ona gerçekten benzeyen tek şey güneş saatiydi" diyor. Sayfa 123'te, Fanny'nin oyuncak bir bez bebeğine iğneler batırıldığı sahnesi (vudu büyüsü), kitabın sonunda bir ölümle karşılaşacağımızın sinyalini veriyordu. Meğer o kişi Bayan Halloran'mış...

Kitapta, kitabın kalanıyla biri hiçbir ilgisi olmayan, diğeri bağlantılı, iki yan hikaye de var. Bunlardan ana kurguyla tamamen alakasız olanı, Harriet Stuart hikayesi. Kasabada geçmişte ailesini katleden Harriet diye bir kız varmış ve şimdi onların yaşadığı ev, Stuart Evi ve tüm bu hikaye, kasaba için bir turizm malzemesi haline dönüşmüş durumda. Acaba Jackson bize benzer bir durumun Halloran malikanesi için de geçerli olabileceğini mi söylemeye çalışıyor? Diğer hikaye de, Halloran evinden ayrılmaya karar veren Julia'nın nihayetinde bunu başaramayıp sonrasında eve geri dönmesiyle sonuçlanan sisli araba yolculuğu. Bu bölüm başlı başına ayrı bir hikaye olarak bile atmosfer yaratmada hayli iyi.

Mert'in Kitap Kulübü'nün Aralık ayındaki Kadıköy buluşmasında da işte bu kitabın kurgusunu masaya yatırdık, karakterleri çekiştirdik, konular konuları açtı ve nasıl başlayıp bittiğini şahsen hiç anlamadığım 2,5 saatlik keyifli bir sohbet daha kitap kulübü tarihindeki yerini aldı. Aramıza her zamanki gibi hem yeni kitapseverler dahil oldu hem de daimi katılımcılarımız katıldı. Bu kitapta da karakterlerden yola çıkarak insanları, insanların birbirlerine yapıp ettiklerini konuşurken aslında yine hırsları, entrikaları, yalanları, yani insana ait ne var ne yoksa onu konuştuk. Bu, aynı zamanda 2025'in de son kitap kulübü buluşmasıydı. Kitaplarla dolu bir yıl daha ne çabuk geçti, inanılır gibi değil...

Herkesin söz alıp konuşabileceği samimi bir ortam için kulübe katılım kontenjanla sınırlı. İlk kez katılacaksanız, sizi ve kitaplarla olan ilişkinizi daha iyi tanıyabilmemiz için profilde bulunan kayıt formunu doldurmanız gerekiyor. 📬 Mert'in Kitap Kulübü birbirinden iyi okurların ve insanların buluştuğu bir yer olma çizgisini sürdürüyor. Kapımız kitaplardan konuşmak isteyen herkese sonuna kadar açık. Kulüpte konuştuğumuz kitapların reklam olmadığını, kitapları tamamen şahsi tercihlerimle seçtiğimi de bir kez daha belirtmek isterim. Bu kitaplar beğendiğim kitaplar olabileceği gibi; farklı perspektiflerden okurlar olarak hep beraber tartışmak ve kimi zaman birlikte eleştirmek üzere seçtiğim kitaplar da olabilmektedir. 

Bu arada bu yazıyı İstanbul'da yazdım, ama yılbaşını memleketimde geçirmek üzere geldiğim Trabzon'da yayımlıyorum. Dilerim ki sağlıklı, mutlu, huzurlu bir 2026 yılı geçiririz.

2026'da yeni blog yazılarında görüşmek üzere!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Kitap Kulübünde Aralık Ayına Yakışır Bir Gotik Kitap ve 2025'i Bitirirken...

Shirley Jackson’ın 1958 yılında yayımlanan Güneş Saati romanında, dünyanın sonunun yaklaştığına inanan Halloran evindekiler, dünyanın geri k...