25 Ağustos 2020 Salı

MARMARİS'TEYİM...

Marmaris'teyim. Ağustos'un başından beri buradayım. Günlerim sabahları erkenden bisiklet sürerek ve bazen denize girip eve öyle dönerek geçiyor. Sonra hem iyice bastıran sıcak hem de malum korona yüzünden pek bir şey yapamıyorum. Yani yaşadığımı hissettiğim anlar, doğayı özgürce içime çektiğim sabah saatleri. Sonrası sıkıcı ve tekdüze geçiyor. Arada instagram hikayelerime ve twitter'a manzara fotoğrafları yüklüyorum, belki görmüşsünüzdür.

Sahiller sabahları bile çok kalabalık oluyor. Hatta, herhalde herkes sabah serinliğinden ve insan tenhalığından faydalanmak isterken, aksine, en kalabalık saatler sabah saatleri oluyor. Sabah saatlerinde sahil yolunda bisiklet sürerken koşanlarla, yürüyenlerle, benim gibi bisiklete binenlerle karşılaşıyorum. Acaba yanından geçtiğim birinde korona var mı? Muhtemelen vardır, ama Marmaris’e de evde oturmak için gelmedim ki. İlk başta yabancı turistler yoktu ama artık yabancı turistler de var; özellikle de Ukraynalılar. Denizler hep çok kalabalık. Kalabalık yerlerden uzak durmaya çalışıyorum. Zaten Marmaris’e geldiğimi pek anlamadım çünkü bu sene hiçbir şekilde bir plajda şezlongda yatmadım, dahası denize bile çok az gidildi. Ben sabahları kendi başıma bisiklet sürerken denize giriyorum ve hepsi bu.

Biliyorsunuz, pembe ve beyaz begonviller buralarda her yerde. İşte bu begonvillerin küçük dikenleri, bisikletlerin lastiklerini acımasızca patlatabiliyor. Geçenlerde dönüş yolunda bisikletimin lastiği patladı ve eve kadar elimde sürerek götürmem gerekti mesela. Küçücük ve incecik bir diken bunu nasıl yapabiliyor bilmiyorum ama yapabiliyor işte. Dolayısıyla her hafta mutlaka bisiklet tamircime uğramış oluyorum. Bana, "Biz belediyeyle birlikte çalışıyoruz, her yere begonvil dikin de bize de müşteri çıksın diyoruz" diyen, esprili bir adam. Her hafta gelmeye başladığımı görünce biraz indirim de yapmaya başladı.

Sıcakta maske takmak gerçekten zor. Günün birinde, Marmaris’in 40 derece sıcağında maske ile bisiklet sürmem gerekeceğimi asla tahmin edemezdim. Ama insan her şeye alışıyor. Neydi o şarkı sözü? Ah be korona, ben senin olmadığın her yerde yeşillenirim, yeter ki düş yakamızdan kutupta bile güneşlenirim ama gel gör ki bu ortamda hiç canım çekmiyor... En iyisi gene ev. 

Burada hayat açık havada yaşandığı için, evdeysen bile balkonlarda, bahçelerde, dışarılarda oluyorsun. Balkonunun ön tarafından yol geçiyor ama, maske takmıyorsun. Biri hapşırıyor, biri tıksırıyor. Sokaktan kimin geçtiğini bilemezsin ki. Aslında düşününce maske takman gerekir. Ama evde de maske takarsak... O kadar da değil yani.

Yalnızlığa demir atmak... (Kızkumu / Marmaris)

Bisiklet sürerken kulağımda müziklerim oluyor. Şu sıralar, biraz yabancı genç pop dinliyorum. Yani Lizzo, Dua Lipa, BENEE, Miley Cyrus filan. Cyrus’ın yeni çıkardığı şarkıyı çok sevdim. Midnight Sky. "I was born to run, I don’t belong to anyone, oh no," diyor şarkıda. "I don’t need to be loved by you."

Tatil iyi, güzel ama her güzel şeyin de bir sonu var, malum... Üstelik bu sene o son, her zamankinden daha belirsiz ve korkutucu. Bir korona tehdidiyle karşı karşıyayız. Şehir hayatına geri döndüğümüzde kim bilir neler olacak? Bu korona belli ki daha uzun zaman böyle sürüp gidecek... Vakalar azalmak bir yana, ilk baştakinden bile daha yüksek sayılara ulaştı ama artık tükendiğimiz bir noktadayız. İlk baştaki kadar paranoyakça tedbirler almıyoruz. Aslında korona aynı korona. Ama işte. Yorulduk mu, bıktık mı ne? Yorulmamalıyız, bıkmamalıyız.

Taslak halinde bıraktığım (ve büyük ihtimalle öyle kalacak olan) bir romandan... 

Marmaris'teyim... Tatildeyim, bisiklet sürüyorum, denize giriyorum... Unutmaya çalıştığım bazı şeyleri unutmaya çalışıyorum... Ama kendini unutabilir misin?

instagram.com/ofluoglumert

twitter.com/ofluoglumert

SİNEMADA İKİ FİLM

Son günlerde sinemada iki filme gittim. İlki, The Substance. Yani Cevher. Bence mutlaka görülmesi gereken, ama son derece rahatsız edici bir...