30 Temmuz 2023 Pazar

BARBİE VE OPPENHEİMER'DAN ÖNCE İZLEMENİZ GEREKEN O FİLM

Ne Barbie ne de Oppenheimer kadar ses getirdi, oysa yakın zamanın en çok izlenip üstüne düşünülmesi gereken filmi buydu: Hüzün Üçgeni.

Ruben Ostlund'un son filmi Triangle of Sadness, yani Türkçesiyle Hüzün Üçgeni, hiyerarşiyle kara mizahı harmanlıyor. Tüketim toplumu, sınıf çatışması, zengin-fakir ayrımı, sosyal medya çağına ilişkin nokta atışı tespitleri olan bir film sunuyor.



Yaya, yaşadığı her an'ın ve yaptığı her şeyin sevgilisi Carl tarafından görüntülenmesini isteyen bir Instagram çılgını "zamane" kızı. Daha ilk sahnede Carl ve Yaya arasında izlediğimiz bir diyalog, toplumsal cinsiyet ve sosyal statü konularında da filmin lafını esirgemediğini gösteriyor. Daha çok birbirlerine Instagram takipçisi kazandırmak üzere kurulu bir ilişkileri var ama Carl bu durumdan artık son derece rahatsız. O ilişkide eşit olmayı isterken Yaya "erkek" olarak onun daha baskın ve güçlü rolleri olmasını, mesela hesabı onun ödemesini istiyor.

Film, model bir çift olan Carl ve Yaya'nın çok pahalı bir yatta lüks bir gezintiye çıkmasını, sosyetenin ultra zenginleriyle tanışmasını ve sonunda hem onlara hem de seyirciye sistemi sorgulatacak beklenmedik durumlarla karşılaşmalarını anlatıyor. Filmde günümüz ilişkilerine, kapitalizme, sınıfsal çatışmalara dair pek çok ayrıntı gizli. Gemilerde ve açık denizde geçen filmleri sevenleriniz filme ayrıca bayılacaktır. Harris Dickinson, Charlbi Dean, Dolly de Leon başrollerde.

Mutlaka izleyin.

instagram.com/ofluoglumert

twitter.com/ofluoglumert

23 Temmuz 2023 Pazar

MASLOW'UN İHTİYAÇLAR PİRAMİDİNDEN AŞAĞI TEPETAKLAK DÜŞMEKTEYİZ


Bir süredir Maslow'un ihtiyaçlar piramidinden aşağı tepetaklak düşmekteyiz.


Uygar bir ülkenin insanları olarak aslında piramidin birinci basamağından beşinci basamağına doğru yol almamız gerekirken, yok, rüzgar nicedir tersten esip alaşağı ediyor bizi.


Beşinci ve dördüncü basamaklardaki kendimizi gerçekleştirme, estetik ve sanatsal ihtiyaçlarımız zaten en kolay vazgeçtiklerimiz, vazgeçmek zorunda kaldıklarımız oldu. Hayallerimizi hayata geçirebilmek şöyle dursun, tiyatroya, sinemaya gitmek, hatta kitap ve dergi almak bile bir lüks haline geldi. Haliyle en kültürel aktivitemiz evde ailecek televizyon izlemek; neyse ki -reklamlar sağ olsun- o hala bedava.


Düştük mü üçüncü basamağa. Ait olma, sevgi, sevecenlik gereksinimi (arkadaşlık, aile, cinsellik gibi ilişkiler) bu basamakta karşılamamız gereken ihtiyaçlarımız. İnsan ilişkilerinin neresinden bakarsanız bakın mayın tarlasına dönüştüğü günümüzde, kimin ne zaman patlayacağını önceden kestirebilmek mümkün değil. 'Yalnız geldik yalnız gideceğiz'i kabulleneli çok mu oldu diyorsunuz, yok yok demeyin, çıkmadık candan ümit kesilmez.


İkinci basamakta karşımıza güvenlik gereksinimi çıkıyor. Sokakta sakin sakin yürürken her an sinir krizi geçirip gözü dönen bir vatandaş tarafından bıçaklanmayacağımızın, canı öyle istedi diye havaya ateş eden magandadan bir kör kurşun yemeyeceğimizin garantisi yok.


Ve geldik en temel basamağa: Fizyolojik gereksinimlere. Nefes alma, o tamam, uyku, o da bedava, ama yemek ve su – işte oralar biraz sakat! Karnımız aç, başımızı sokacak bir yerimiz yok, barınma ihtiyacımızı karşılayamıyoruz, istediğimiz yere ulaşım sağlayamıyoruz. Kendimizi ait hissettiğimiz bir yer kaldı mı, o bile tartışılır oldu artık.


Düşünmeden edemiyor insan: Acaba biz bu dünyada yaşıyor muyuz, yoksa çile mi dolduruyoruz?


instagram.com/ofluoglumert

twitter.com/ofluoglumert

SİNEMADA İKİ FİLM

Son günlerde sinemada iki filme gittim. İlki, The Substance. Yani Cevher. Bence mutlaka görülmesi gereken, ama son derece rahatsız edici bir...