5. bölüm
4. bölüm
3. bölüm
2. bölüm
1. bölüm
Bölüm şarkıları: Hande Yener - Biraz Özgürlük,
Lana Del Rey - Summertime Sadness
"SELİN... UZAY'LA CİDDİ düşünüyor olamazsın?"
"Hem de gayet ciddi düşünüyorum. Birbirimizi seviyoruz Irmak. Lütfen buna karışma."
Okulun güz dönemi bitmişti ve sömestr tatili öncesi sınav haftasına girmişlerdi. Irmak okulun tıklım tıkış dolu olan kütüphanesine girdiğinde, Selin'i bir moda dergisinin arkasında, kendinden saklanmaya çalışırken yakalamıştı.
"Senin Uzay'ı kandırmadığını nereden bileyim? Bana şantaj yapmak için baktın tehditlerin yetmedi, şimdi onu kullanıyorsun." O sırada yanlarından geçen temizlik görevlisinin kendisine uzaylı gibi baktığını görünce, ses tonunu alçalttı.
"Irmak, hayır. Onu seviyorum. Bak. Senin hayatın çok zor. Benimkinden de. Yalnızca Atlas-Cem durumunu kastetmiyorum, aile hayatını da söylüyorum. Bunu gördüm ve seninle uğraşmaktan vazgeçtim. Geri adım atıyorum."
Irmak ona baktı. Doğruyu mu söylüyordu, yoksa blöf mü yapıyordu?
"Gerçekten. Artık rahatlayabilirsin... Cem'e hiçbir şey anlatmayacağım."
Irmak derin bir nefes aldı ve "Aman ne harika," dedi, ona inanmış gibiydi. "Bunu tam da Atlas'ı terk ettiğimde söylemen yani."
Selin'in gözleri şaşkınlıkla açıldı. "Sahi mi?"
Hiç beklemedikleri bir anda ön sıralarında oturan erkeklerden biri onlara dönüp bağırdı: "Kızlar sessiz olur musunuz? Tüm kütüphane sizin hafta sonunu kiminle geçirdiğinizi öğrenmek zorunda değil!"
"Yapma ya!" diye karşılık verdi Selin. "Ben de on dakikadır senin sandviç yiyip kahve hüpürdetmeni dinlemek zorunda değildim ama dinledim işte!" Kırmızı ojeli parmağıyla "lütfen bu alanda yemek yemeyiniz" yazısını işaret etti.
Çocuk ona el işareti çekti.
Selin öfkeyle sandalyesinden fırlayacakken Irmak onu yakaladı ve "Rezil oluyoruz, hadi çıkalım," dedi. Ders çalışamadığı gibi bir de kütüphaneden çıkmak zorunda kalmıştı ve üstelik Selin'le çıkışa doğru yürürken o sırada kütüphanenin kapısından giren Cem'le yan yana geçiştiler. Cem yan gözle ona bakıp usulca gülümsemişti. Irmak, Selin'in bunu fark edip etmediğini merak etti ama çok gergin görünüyordu. Zaten fark etse bile önemli değildi, nasıl olsa her şeyi biliyordu.
"Okul değil, üstü açık AVM!" diye kendi kendine söyleniyordu Selin. "Kampüste her yere kafe restoran yapmışlar, ama kütüphane elli kişilik! Oturacak yer bulamıyorsun!"
"Haklısın, özel okul işte..." dedi Irmak. Sonra onu kolundan tutup durdurdu. "Sen şimdi benimle uğraşmaktan vazgeçtiğini söyledin değil mi? Cem'e hiçbir şey anlatmayacaksın?"
"Ayy anlatmayacağım dedim ya!"
"Ama neden? Sadece ne kadar berbat bir hayatım olduğunu gördün diye mi?"
"Yalnızca
bu değil… Kardeşinle çıkmaya başladım. Bu hiç etik olmaz, öyle değil mi?" Gülümseyen
gözleri kampüste gittikçe daha çok uzaklaşan Cem'i takip ediyordu. "Ayrıca
senin aşk hayatında ne olup biteceğini yakından takip etmek, bir diziyi
izlemekten çok daha heyecan verici, inan bana."
---***---
Irmak o günün akşamı yurduna gidip bir kase yoğurtlu
müsliyle bilgisayarının karşısına geçtiğinde, kendini tuhaf bir biçimde yalnız
hissediyordu.
Odasının
camını açtı, kirli şehirde sanki distopik bir gelecekten mezar taşları gibi
yükselen gökdelenlere baktı. Atlas’ın da çatı katında daktilosunun başında
oturmuş onunla aynı manzaraya baktığını düşünmek, aralarında hala
düzeltilebilecek bir şeyler olabileceğinin umudunu veriyordu. Ama yağan yağmur
ve art arda çakan şimşekler, içini huzursuz ediyordu.
Ne Atlas
onu aramıştı, ne de o Atlas’ı… İlişkileri gerçekten bitmiş gibiydi. Belki de
Atlas bilerek aramıyordu, bu sessizliği bir fırsat olarak görüp hayatıyla
ilgili her şeye burnunu sokan kızdan uzak durmaya karar vermişti.
Onunla konuşmayalı
tam bir hafta olmuştu. Tekrar kendi kabuğuna dönmek zorunda kaldığı koca bir
hafta. Tanıştıklarından beri de çok düzenli bir iletişimleri olduğu
söylenemezdi, ama gece geç saatlerde telefonuna ondan bir mesaj gelebilir,
sabah telefonda konuşabilirlerdi. Şimdi bu ihtimaller bir anda ortadan
kalkmıştı.
Atlas Kitabı’nı baştan sona tekrar
tekrar okumuştu. Okudukça Atlas’ın Pelin’i neden ve nasıl öldürdüğünü, bunun
Necati’nin eline nasıl bir koz verdiğini giderek daha çok merak ediyordu.
Atlas’la ilgili gerçekleri öğrenmedikçe çıldıracak gibi oluyordu. Onunla ne
olursa olsun konuşmak zorundaydı. Ama ona mesaj atanın kendisi olmayacağına
emindi. Hoş Atlas da yazacak gibi değildi. Irmak belki de ona haksızlık
ediyordu. Belki Atlas da sürekli onu düşünüyordu, ama Necati'nin yanında olduğu
için arayamamıştı ya da belki kendi hayatında bir şeyleri yoluna koymayı
bekliyordu.
Belki de
Irmak’ın haftalar önce yapması gereken şeyi yapması gerekiyordu. Atlas Kitabı'nı çöpe atması, ondan
sonsuza dek kurtulması. Belki bu, kafasındaki Atlas'tan da sonsuza dek
kurtulması için yeterli olabilirdi.
Ama tek
yaptığı onu komodinindeki çekmeceye koymak oldu.
-*-
ERTESİ GÜN CEM aramış ve akşam yemeğine davet etmişti. Irmak bir mikrop yuvası ve sinir harbi olarak görse de, aksıranlar tıksıranlar, kavga edenler ve laf dalaşı yapanlarla dolu otobüse binerek gitmeyi tercih etti. Zaten sıkış tıkış, ezile ezile gidiyorlardı, insanlar bir de o kalabalıkta nasıl becerip birbirleriyle atışmaya mecal buluyorlardı, bunu hiçbir zaman anlamayacaktı. Otobüsten indiğinde, özenle taradığı saçları elektrik çarpmış gibi bir hal almış, tozpembe kabanına birinden çamur bulaşmıştı.
Kuru kış soğuğuyla dolu akşam havasını geride bırakıp apartmana girdiğinde, bir an için kendini Atlas'ın gizemlerle dolu o çatı katındaki dairesine çıkıyormuş gibi hissetti. Kapı açılınca bu his hemen kayboldu. Karşısındaki Atlas değil, Cem'di.
"Bugün sende ekstra bir güzellik var," dedi Cem, onu öperken.
"Aslına bakarsan savaştan çıkmış gibiyim," dedi Irmak cevaben. Otobüsle geldiğinden bahsetti. Gülümsediler. İçerisi taze nane kokuyordu. Irmak mutfağa girince, Cem'in fırına iki sebzeli pizza attığını gördü.
"Umarım pizzaya hayır demezsin."
"Kesinlikle demem, nefis görünüyorlar!" dedi Irmak, mutfakta Cem'in yanında ayakta dikilirken. Birden, Atlas'la Cem'in mutfak hallerini karşılaştırmaya başladı. İkisi de mutfakta becerikli iki erkekti, misafir ağırlamayı çok iyi biliyorlardı. Daha Atlas'ın evine bir kez gitmişti ama Atlas ona en güzel fincanlarda çay ve bisküvi ikram etmişti. Ayrıca çok donanımlı, adeta bir gurme mutfağı vardı. Cem'e haksızlık edemezdi ama Atlas'ın yemek işlerinde Cem'den çok daha becerikli olduğunu hissediyordu. Ne var ki bunu test etmeye henüz fırsat bulamamıştı ve bu gidişle de geleceklerinde bir akşam yemeği falan göremiyordu.
Pizzalar fırından çıktığında iki tabağa koyup salona, koltuğa geçtiler.
"İçecek bir şey ister misin?"
"Yok, sağ ol."
Irmak içindeki suçluluk hissini bastırmaya çalışıyordu. Cem onun için her şeyi her zaman en ince ayrıntısına dek düşünüyordu, ama Irmak karşısına geçmiş yüzüne gülümserken içinden Atlas'la olmanın hayallerini kuruyordu. Üstelik onunla Cem'den gizli görüşüyordu ve bunun hatalı olduğunun farkında olduğu halde bu yanlışı sürdürmeye devam ediyordu.
"Bir tanem, pizzan soğuyor?" dedi Cem. Kendisininkini çoktan yarılamıştı bile.
"Cem... Benim sana bir şey söylemem gerekiyor."
"Tamam söylersin, ama hadi yemeye başla önce."
Böylece Irmak isteksizce yemeye başladı. Pizzalarını bitirince Cem tabakları kaldırmaya gitti. Tekrar koltuğa döndüğünde, gözlüğünü burnunun üzerinden indirdi ve "Bu arada, seni o kızla tekrar gördüm, Irmak," dedi.
"Hangi kızla?"
"Sarışın kızla işte."
Irmak, Cem'in Selin'den bahsettiğini hemen anladı. Haftalar önce Cem'e söylediği yalan şimdi ayağına dolanmak üzereydi. Irmak Selin'in Cem'i görmesi durumunda olacaklar için endişelenmişti ama atladığı asıl büyük sorun, Cem'in Selin'i görmüş olmasıydı. Oysa Irmak, Cem ona sorduğunda, Selin'i tanımadığını söylemişti.
"Kim o kız Irmak? Sarı saçlı kızdan bahsediyorum. Ayaküstü epey konuştunuz sanırım."
"O... o şeydi..."
"Evet?"
"Benden ders notlarını istemişti. Malum, vizeler yaklaşıyor."
"Sen ne dedin peki?"
"Hiç işim olmayacağını söyledim. Derse gelip kendi notlarını kendin tutmalısın. Aynen böyle."
Şimdi, aralarındaki bu konuşma ikisinin de kafasında yankılanıyordu. Irmak Cem'e baktı ve "Tamam, onunla arkadaş olmak zorunda kaldım," dedi, ellerini havaya kaldırarak. "Kendisi artık Uzay'ın sevgilisi."
Cem şaşkınlıkla güldü. "Senin kardeşin olan Uzay'dan mı bahsediyoruz?"
"Evet," dedi Irmak sıkıntıyla.
"Yani Uzay'la, derslere gelmeyip senden not isteyen bir kızın arasını yaptın, öyle mi?"
"Aslında tam olarak öyle değil. Uzay onunla bir şekilde tanıştı ve sanırım çıkmaya başladılar."
"Peki bu seni neden mutsuz ediyor?"
"Ben... Of, bilmiyorum."
"Sonuçta onun Aslı'yı unutması iyi bir şey, değil mi?"
"Evet. Ama... Aslı'yı sahiden unuttu mu, yoksa sadece rol mü yapıyor, işte bundan emin değilim."
Cem kanepede ona doğru kaykılarak, "Ona biraz zaman ver, Irmak," dedi. "Bırak, eğer yeni bir ilişkiye başlamak istiyorsa onu engelleme."
"Anlamıyorsun Cem! Selin pek de Uzay'ın tipi olan bir kız değil."
"Yani evet, anlattıklarına ve dış görünüşüne bakılırsa 7/24 sosyal medyada fotoğraf paylaşan şu kızlardan biri gibi duruyor, ki bu benim de en nefret ettiğim kız tipi, ama Uzay onu böyle kabullendiyse..."
"Hayır, yani... Sosyal medya delilerinden falan değil ama... Uzay'ın sınavlarına çalışması lazım. Selin onun vaktini çalıyor! Bizim dönem sonu partimize gelmeye karar verdi mesela! Uzay'ın bizim okulun partisinde ne işi var söyler misin?"
"Ah, ben de sana bu konuyu açacaktım," dedi Cem, gözlüğünü çıkarıp masanın üstüne koyarak. "Bu yıl partiye birlikte gidelim diyorum?"
Irmak cevap vermeden önce düşündü. Şok üstüne şok yaşıyordu resmen. Cem dalga mı geçiyordu? İlişkilerini bu zamana dek herkesten saklamak için büyük özen göstermişlerdi. Şimdi okuldaki muhtemelen bütün öğrencilerin katılacağı bir partiye birlikte gitmek tamamen delilikti. Ayrıca o akşam partiye gidip gitmeyeceğinin kararını bile henüz vermemişti, gitmek hiç içinden gelmiyordu. Aslında son zamanlarda aklındaki tek şey en kısa zamanda Atlas'la konuşup aralarındaki durumu düzeltebilmekti. Şimdi keşke Cem'in yanında değil de Atlas'ın çatı katında, onunla birlikte çay içiyor olabilseydi. Bak işte, dönüp dolaşıp yine onun hatırasına sığınmıştı.
"Eee, ne diyorsun Irmak?"
"Cem, şey... Bu pek iyi bir fikir değil. Bizi herkes görecek, tüm okul konuşacak. Bu senin için çok daha riskli değil mi?"
Cem güldü. "Dönem sonu partilerine hocalar da katılıyor. Seninle yan yana durup takılmamız inan kimsenin gözüne batmayacak."
Irmak bundan hala emin değildi. "Açıkçası, bunun yanı sıra, sınav haftası öncesi partiye gelebilir miyim bilmiyorum. Daha hala kitap yüzü açmadım." Eh, son zamanlarda açtığı tek kitap kapağının Atlas Kitabı olduğu düşünülürse, bu çok normaldi.
"Oyunbozanlık istemiyorum Irmak," dedi Cem şakayla karışık bir emirle. "Partiye de sevgilimle birlikte gidemeyecek miyim? Hem ayrıca orada o kadar boş kız olacak ki, sen gelmezsen ben de gitmem. Çünkü onlara tek başıma katlanamam."
Irmak bunun "sen gelmezsen beni başkaları kapar" türünden bir ima ya da ikaz mı olduğundan tam emin olamadı. Sonra, Cem'in sadece eğer o gelmezse partiye gitmeyeceğini söyleyerek onu ikna etme amacında olduğunu anladı.
"Tamam..." dedi Irmak. "Beraber gitmek istiyorsan, beraber gidelim."
Cem keyiflenmiş bir şekilde elini dalgalı siyah saçlarının arasından geçirdi ve bacaklarını iki yana açıp gerindi. "Biliyor musun, eğer okuldan ayrılsaydım sevgili olduğumuzu saklamamıza gerek kalmazdı."
"Yok artık! Böyle bir şeyi düşünmüyorsun, değil mi?"
"Bilmiyorum... Aslında babamın yanına dönebilirim."
"O zaman da seni göremem," dedi Irmak, yüzünde sahte bir gülümsemeyle. Ama aklından geçen hala, vanilya kokulu Atlas Siyah'ın aşağı sarkmış dudakları, başının üstünde ahenkle dans eden dalgalı sarı saçlarıydı. Ve o an, bunun böyle daha fazla devam etmeyeceğini anladı.
-*-
Yorgun argın yurda döndüğünde, Selin'i kapısının önünde onu beklerken buldu.
“Üzgünüm,
ama burada kamp kurmak yasak,” dedi, uykulu bir gülümsemeyle.
“Neredesin
kızım sen ya? Ben de beş dakikadır kapını yumruklayıp duruyorum. Işığını açık bırakmışsın,
odadasın sandım!” Sahiden de, kapının altındaki üç santimlik boşluktan, içeride
yanan ışık sızıyordu.
Irmak bir an için ona bakakaldı. Sonra, kapıya sert bir tekme atıp "Nefret ediyorum bu yurttan!" diye bağırdı. "Her yer ses geçiriyor, herkesin nefes alıp verişini bile duyuyorum! Artık sinirime dokunmaya başladı!"
Bir anda neye uğradığını şaşıran Selin, "Dur, sakin ol," diye fısıldadı, çünkü koridordaki odalardan birinin kapısı açılmış ve kızın biri saçlarındaki bigudilerle başını uzatmıştı.
Irmak, anahtarla kapıyı açıp odaya girdi. Yalnızca başını sallıyordu. Elleri titriyor gibiydi. Bornozunu alıp "Ben banyoya giriyorum," dedi ve Selin'i odasında yalnız bırakıp çıktı.
Yirmi dakika sonra odaya döndüğünde, Selin onun yatağında oturuyordu. Yanında içinde iki fincan çay, zencefilli-tarçınlı bisküvi, tuzlu kraker ve üstüne sim dökülmüş gibi duran boyalı jelibonlar olan bir tepsi duruyordu. Yüzünde kocaman bir tebessüm vardı, sanki tiyatronun başlaması için seyircisini bekleyen bir aktris gibi, Irmak içeri girince kondurmuştu suratına. Irmak başını yana eğip o ifadenin gerçek olup olmadığını çalıştı. Sonunda kararsız kaldı, ama Selin o akşam hiç de yapmacık ya da tehditkar gibi değildi. İlk kez farklı bir kişilik çiziyordu. Irmak ne düşüneceğini bilmeden yatağa oturdu ve yavaşça ona dönüp, "Selin, bir anda en yakın arkadaş olmamızla baş edemeyebilirim," dedi.
Selin biraz suçlu, biraz alınmış bakan gözlerini devirdi. "Dediğim gibi, düşündüm de... Senin hayatın benimkinden de beter, o yüzden geri adım atıyorum. Mektubu ve diğer her şeyi unut. Yeni baştan tanışalım." Elini uzattı. "Evet, ben Selin. İki kat aşağıda kalıyorum ve seninle aynı okuldayız." Onu neşelendirmeye çalıştığı her halinden belliydi. "Senin adın ne?"
Irmak ister istemez gülümsedi ve elini sıktı. "Ah, Selin, burada oturup birbirimize şu an tanışıyormuş gibi rol mü yapacağız?"
"Oyunculuk yeteneklerimi geliştirmeme yardımcı olduğun için teşekkürler," dedi Selin, şakacıktan bozulmuş bir ifadeyle. "Tamam. O zaman açık açık soruyorum: Ne oldu? Neyin var senin?"
Irmak derin bir nefes aldı. Konuştuğunda sesi hüzünlüydü. "Hiçbir şey yolunda değil... Her şeyden, yalan söylemekten, bana söylenmeyen gerçeklerden çok bunaldım." Aralarında duran tepsiye baktı. "Çay için çok teşekkürler, ama çok uykum var Selin. Ayrıca üstümü giyinmem gerek." Hala üstünde olan bornozunu işaret etti.
"Peki..." Selin gönülsüzce tepsisini alıp ayağa kalktı. "Ama anlatmak istersen mesaj at tamam mı? Saat kaç olursa olsun. İyi geceler."
Irmak, onun odadan çıkmasını sessizce izledi. Kapı kapanırken, "İyi geceler" diye mırıldandı arkasından.
Ama saat
gece yarısını çoktan geçtiğinde, hala uyanıktı. Selin’e mesaj attı ve mesajı
anında mavi tike döndü. O da henüz uyumamıştı. Irmak ona isterse gelebileceğini
söyledi.
Beş dakika sonra kapı yavaşça vuruldu. Ve sonra ağır ağır açıldı. Irmak gelenin kim olduğundan emin bir şekilde yatağında doğrulurken, Selin'in bu sefer iki bardak süt ve bir mısır gevreği paketi taşıdığı tepsiyle içeri girdiğini gördü. Tepsiyi masanın üstüne koyduktan sonra, "Yana kay, ben de geleceğim," diyerek yatağın yanına gitti. Irmak dediğini yaptı, yana kayıp yatakta ona da yer açtı. Selin cebinden telefonunu çıkarıp Youtube'a girdi.
"Bilmiyor musun, uyumadan önce bir şeyler izlemek hiç iyi değil," diye onu uyardı Irmak.
"Uykuyu boş ver. Sabaha kadar duralım."
Irmak şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. Bütün bunlar çok beklenmedikti. Selin gerçekten de çok dostane davranıyordu ve Irmak onun bu tarafıyla ilk kez karşılaşıyordu. Bir an için, Aslı'dan sonra ilk kez yeni, gerçek bir arkadaş bulmuş gibi hissetti.
"Bak şimdi sana Efe'yi açacağım," dedi Selin.
"Bırak şu Efe'yi ya! Mezun olamayınca millete sarıp durmaya başladı."
"Sen onun videosunu izlemiş miydin?"
"Yok ya ne videosu, o gıcığı takip eder miyim ben?"
"Yok kızım, öyle değil! Bunun eski sevgilisi bunun görüntülerini kaydetmiş. Yani çocuğun da haberi var aslında ama kızı terk edince, kız da çektiklerini Youtube'a yükledi! Oradan çoktan kaldırıldı ama ben zamanında uyanıklık edip telefonuma kaydettim tabii. Ayy tam komedi! Dur izleteceğim."
"Selin valla izlemek istemiyorum ya," dedi Irmak, ama aslında içten içe merak etmeye başlamıştı.
Ve elli beş saniyelik video başladı. Açılışta Efe aynanın karşısında üstünü giyinirken kameranın onu çektiğini fark ediyor, sonra şaklabanlıklar yapmaya başlıyordu. Kaslarını sergiliyor, ukala bakışlar atıyordu. Videonun bir yerinde yatakta yatarken kameraya gülümsüyordu. Son olarak, duşta havlusunu çıkarırken gülerek kamerayı eliyle kapatıyordu. Ve en komik yanı, tüm bu kayıtların Sünger Bob'un jenerik müziğiyle edit'lenmesiydi. Efe havlusunu çıkarırken, jenerikte Kaptan'ın "ooooooo" dediği kısım tekrar tekrar çalıyor, görüntü başa sarıyordu. Gerçekten komikti. Ama on yaşındaki çocuklar için.
"Bu ne ya?" dedi Irmak, izlemeyi bitirdiklerinde.
Selin, sanki bu soruyu bekliyormuşçasına hararetle işin iç yüzünü anlatmaya başladı. "Ya bak, kız aslında bunu Efe'den intikam almak için yapmıştı ama bu Efe'nin işine geldi tabii. Çünkü ertesi gün okulda herkes ondan bahsetmeye başlamıştı. Eh, sonuçta videoda kaslı bir erkek var ve Efe'nin erkeklik egosu kabardıkça kabardı tabii. Sonuç olarak o, videodan sonra gayet halinden memnundu, olan yine kızcağıza olmuştu çünkü onu kimse Efe'yle yakıştırmıyordu. Sonunda videoyu da kız kaldırdı sanırım."
Irmak onu dinledikten sonra, "Bunu hafızamdan silmek istiyorum. İzlediğim en salak video. Ama Efe adına büyük kayıp olmuş. Youtube'dan kaldırılmasaydı milyonlar izleyebilirdi. Efe de ünlenirdi, ona da bir iş kapısı olurdu belki."
Selin kahkaha attı. "Fena çocuk değil aslında," dedi sonra.
"İsterse dünya yakışıklısı olsun. O kadar boş ve itici bir insan ki... Sen de izleyip durma şu videoyu." Sonra şakayla karışık ekledi. "Bak yoksa Uzay'a söylerim seni."
"Efe'den banane! Sadece çok matrak bir video diye kaydetmiştim. Sana da biraz neşelen diye izlettin."
"Biliyorum," dedi Irmak, hüzünlü bir gülüşle.
"O zaman bana artık her şeyini anlatmak zorundasın! Neden moralin bozuk? Neler oluyor?"
"Selin, gerçekten sağ ol ama anlatıp başını şişirmemi istemezsin..."
"Kızım, ben sana ne dedim? Biz artık en yakın arkadaşız, kankayız demedim mi?"
"Dedin," dedi Irmak, gülerek. Ama neredeyse ağlayacaktı.
"O zaman bana her şeyini söylemek zorundasın. Çünkü en yakın arkadaşlar öyle yapar."
"Of, tamam," dedi Irmak, gözünden akan birkaç damla yaşı elinin tersiyle silerek. "Hangi biriyle başlayayım? Atlas'la bir haftadan daha uzun bir süredir görüşmüyoruz. Ama ben onu çok özledim. Keşke şimdi onun yanında olsaydım. Ve... ...ve'si yok. Sadece onun yanında olsam bana yeter."
Selin ona bakıp başını sallayarak devam etmesini söyledi.
"Bak...
Dışarıdan öyle görünmüyor olabilir ama benim hayatım da pek kolay değil Selin. Babam
annemi aldattı, boşandılar. Annem için üzülmem gerek belki ama bunu
yapamıyorum, çünkü onunla aram hiçbir zaman iyi olmadı. Uzay’la da sandığın
kadar iyi bir ilişkim yok. En yakın arkadaşım, dostum dediğim Aslı gitti. Hem
de hiçbir sebep olmadan! Cem desen, eh işte, bu kısmı zaten biliyorsun. Bazen
gerçekten boğulacakmışım gibi hissediyorum ya da rayından çıkmış bir trende
nereye toslayacağımı bilmeden gidiyormuşum gibi. İşte böyle bir dönemde karşıma
Atlas çıktı ve ben ona tutunmak istedim, anlıyor musun? Ama tutunduğum meğerse
bir hiçmiş, kocaman bir soru işaretinden başka bir şey değilmiş." Gözleri
sulanmıştı.
“Irmak,” dedi
Selin, o da duygulanmıştı. “Sen bu çocuğa baya aşık olmuşsun!”
Irmak
ağlamamak için dudaklarını ısırırken başını salladı. “Öyle oldu galiba,” diye
fısıldadı kendi kendine.
"Bunu bana başından söyleyeydin ya! Ben de sırf okulumu bitirmek için, aşıkların arasına girmeye çalışıyormuşum!" Selin espri yaparak ortamı yumuşatmak istemişti, ama pek de başarılı olamadı. Yine de Irmak o memnun olsun diye gülümsedi. Gözyaşlarını silip kendine geldi. Selin'in getirdiği sütlerden birine uzandı. "Yaa, çok merak ediyorum, nasıl biri bu Atlas, anlatsana," dedi Selin, o biraz toparlandığında.
"Çoktan bildiğini sanıyordum," dedi Irmak, ona bakıp gülümseyerek. Sesinde, Selin'in onun Atlas'la buluşmalarını takip ettiğine yapılan bir gönderme ya da iğneleme yoktu. Aksine, birkaç hafta önce şantaj, tehdit ve olabilecek bütün çirkefliklerle gerçekleşen tanışmalarıyla ilgili her şeyi unuttuğunu, yeni bir başlangıca hazır olduğunu gösteriyordu. Selin de bunu anladığını belirtircesine hafifçe koluna vurup gülümsedi. Irmak yataktan kalktı ve komodininin en alt çekmecesini açıp Atlas Kitabı'nı çıkardı ve aralarına koydu. "İşte böyle biri."
"Mm... Olay kitap bu demek?" dedi Selin, kitaba temkinle bakarken.
Irmak başını salladı.
Selin başta tereddütle, sonra giderek artan bir cesaretle parmaklarını kitaba uzattı ve sayfaları karıştırmaya başladı. On dakika boyunca rastgele çevirdiği bazı sayfaları okudu. Yüzü şaşkınlıkla şekilden şekle giriyordu.
"Bir saniye, doğru anlamış mıyım? Evine gidip az kalsın öpüşecek kıvama geldiğin, bana bir dakika önce anlattıklarının sebebi olan çocuk, bir şekilde kız arkadaşının ölümüne sebep olmuş ve bu yüzden de hayatının geri kalanı boyunca kızın abisinin kirli işlerini yapmaya mecbur. Aynı zamanda çok yetenekli bir yazar, sanatçı ruhlu bir kişiliği var ama bunu, kendi başından geçenleri anlatıp rahatlamak için kullanmış. Ve tüm bu trajedileri yaşayan Atlas Siyah –ki bunun hala onun gerçek adı olup olmadığını bilmiyoruz– felaket çekicilikte bir sarışın. Atladığım bir şey?"
“Necati
onun kimseyle birlikte olmasını istemiyor. Onu benden uzak tutmaya çalışıyor. Ama
ben bu meselenin içinde, Atlas’ın Pelin’in ölümüne sebep olmasından daha fazla
bir şeyler olduğunu hissediyorum. Yani Necati, onun hakkında başka bir şeyler
daha biliyor olmalı. Onu bu yüzden istediği gibi kullanabiliyor. Ne olduğunu
henüz çözemedim, ama mutlaka öğreneceğim.”
Selin bir ona, bir kitaba baktı ve "Okay, bu benim için too much," deyip kitabı kapattı. Bir süre sessizlikten sonra Irmak konuştu:
"Önceleri hep kitapçılara gidip hayatımı değiştirecek o kitabı bulmaya çalışırdım. Hani hep öyle derler ya. 'Bir kitap okudum ve hayatım değişti.' İşte ben de hayatımı değiştirecek o kitabı aradım hep. Beni etkilesin ve sonrasında hayata farklı bir gözle bakayım istedim. Ama bak," Atlas Kitabı başlığındaki Atlas sözcüğünü işaret etti. "Ben yalnızca o kitabı değil, o adamı da buldum."
Sustuğunda,
Selin ona kocaman açılmış gözleriyle, hayret dolu bir şekilde bakıyordu. “Vay
canına, ben buna aşk derim! Ne şanslısın ki kader karşına bu kitabı çıkardı…”
Irmak başını salladı. Şimdi gözlerinin içi gülmeye başlamıştı. “Yağmurlu bir gündü. Aslı'yla
buluşmuştuk ve... karşılıklı son konuşmamız oldu o. Sonra giderken, köşe
başında bir seyyar sahaf tezgahı gördüm. En üstte de bu duruyordu. Atlas Kitabı. Bir kere adı çok basitti,
kapağı da öyle.”
“Cidden
kötü bir tasarım,” dedi Selin, kitaba bakarken. Kurumuş sonbahar yaprağı
rengindeki kapağın üstüne koyu maviyle Atlas
Kitabı diye yazılmıştı. “Kapağa kendi resmini bassaymış ne satarmış be kitap!
Hani şimdi kitapların çok satması için öyle yapıyorlar ya. Yarı çıplak erkekler
falan bakıyor kapaklardan. Bizim insanlarımız da aşk romanı diye alıp okuyor
işte.”
“İşte Atlas
bunları, yani bu kötü kapağı ve ismi, hep kasıtlı yapmış, adeta okunmasın diye
yazıp bastırmış kitabını. Bu çok tuhaf, ama aynı zamanda çok da müthiş bir
durum değil mi? Sonra da içine sinmeyince kendisi geri aldı işte hepsini. Ah,
eğer dediğin gibi öyle ucuz bir kapağı olsaydı, inan bana almazdım. O zaman da
Atlas’la tanışamamış olurdum.”
“O gün ben
de parkta senin peşine takılmıştım. Ama sizi izlediğimi fark etmeyin diye, çocuğu
tam olarak göremedim hiç… Ayy, bana bak, bu Atlas’ın sosyal medya hesabı var mı
acaba?”
“Bilmiyorum.
Ama yok sanırım... Yahu, ben sana çocuk koca bir soru işareti diyorum, sen bana
internette var mı diyorsun. Öyle biri değil ki o. İnternet kullandığından bile şüpheliyim.
Yazılarını bile daktiloda yazıyor.”
“Ayy, sus
sus, biraz daha anlatırsan ben de aşık olacağım! Ama... Sen onu terk ettin be
kızım.”
"Terk etmedim, yalnızca bana gerçekleri söyleyene kadar ondan uzak
durma kararı aldım.” Birden romantik hayaller geride kalmış, konu tekrar
ciddileşmişti.
“Peki bu
kararına ne kadar sadık kalabileceksin?”
Irmak dikkatle ona baktı ve derin bir nefes aldı.
"Cem'le konuşacağım. Ondan ayrılacağım."
"SEN DELİRDİN Mİ?" Selin, kendisinin bile beklemediği abartıda bir tepki vermişti ama Irmak'ın bunu söylemesi gerçekten şok ediciydi. "Irmak... Bunu kendine yapma. Seni tehdit etmiyorum artık. Cem'den ayrılmana gerek yok. Hem ayrıca bunun ne kadar tehlikeli olabileceğini görmüyor musun? Sen kendin dedin, Cem sana ondan uzak dur dememiş miydi? Şimdi ondan ayrılırsan bunun Atlas yüzünden olduğundan kesin şüphelenecektir. Bu senin öğrencilik hayatını da tehlikeye sokabilir. Bunu kendine YAPMA." Sanki bunu yapmasına engel olabilirmiş gibi elini Irmak'a doğru uzattı.
Irmak elini onun elinin üstüne koydu. Şimdi elleri Atlas Kitabı'nın üstünde birleşmişti. "Sen dediğin için yapmayacağım zaten. Doğrusu bu olduğu için yapacağım. Ben ne olursa olsun Atlas'ı seviyorum. Cem'e uygun bir dille ilişkimizin yürümeyeceğini anlatmam ve ondan ayrılmam gerek. Ben Atlas'ı çok seviyorum. Daha fazla zaman kaybedemem."
---***---
Parti günü geldiğinde, Irmak hala Cem’e mesaj atıp
partiye gitmekten vazgeçtiğini bildirmeyi düşünüyordu. Ne var ki ondan önce
davranan Cem mesaj atıp akşam yedi gibi onu taksiyle yurdun kapısından
alacağını söyleyince, Irmak omuzlarını düşürüp gardırobunu açtı ve ne
giyeceğine bakmaya başladı. İşin aslı, partide giymeye uygun kıyafetlerinin
çoğu hala evdeydi ama sırf onları almak için eve gitmeyi hiç istemiyordu. Annesiyle
karşılaşmasına ne gerek vardı?
Aslında bu
durum onu biraz üzüyordu... Ama gerçek buydu, annesine tahammül edememeye
başlamıştı. Ne yapıyor ne ediyor, bir şekilde sinirine dokunuyordu. Annesiyle
babası boşandıktan sonra, Irmak babasıyla pek görüşmez olmuştu. Yani ortada bir
aldatma vardı ve aldatan, evliliklerini bitiren babasıydı. Ama Irmak annesine
karşı da en az babası kadar mesafeli ve öfkeliydi. Neden bilmiyordu, ama
hisleri bu yöndeydi. Belki de boşanmadan önce de iyi bir anne olmayı
başaramadığı içindi. Boşandıktan sonra çocuklarına karşı iyice umursamaz biri
olup çıkmıştı. Mutlaka kendi içinde yaşadığı zorluklar vardı, ama ne olursa
olsun çocuklarını ihmal etmemeliydi. Irmak ona en çok da bu yüzden kızgındı.
Sonunda, eve
gidip annesiyle karşılaşma riskini göze alamayacağına karar vererek, yurttaki
gardırobunda asılan kıyafetlerden birini seçmeye yöneldi. Akşam muhtemelen
okuldan herkes şıkır şıkır giyinmiş bir vaziyette arz-ı endam edecek ve o gölgede
kalacaktı. Ama umurunda bile değildi. Ne de olsa kendini beğendirmek istediği
bir arkadaşı da, bir sevgilisi de yoktu artık.
Hazırlanırken Cem’le mesajlaşıp yedide kapının önüne ineceğini söyledi. Ama
yediyi birkaç dakika geçe kapıya çıktığında ortalıkta ne bir taksi ne de Cem
vardı, yalnızca kuru bir kış soğuğu... Hemen onu aradı.
“Bebeğim,
ben yetişemiyorum,” dedi Cem. “Direkt partide buluşalım mı?”
Irmak biraz
bozulmuştu ama belli etmedi. “Peki, orada görüşürüz.”
Ama partiye gittiğinde Cem orada da yoktu. Saat yedi buçuğa kadar bekledi, yediyi kırk geçe Cem'e mesaj attı, ama cevap gelmeyince sekize beş kala müzik gürültüsünü arkasında bırakarak kapının önüne çıkıp onu aradı.
"Cem! Nerede kaldın sen?"
"Irmak...
Biliyorum, çok kızacaksın ama son anda bir problem çıktı. Ben gelemiyorum."
İşte Irmak
da tam olarak bunun olmasından korkmuştu. “Ne oldu ki?” diye sordu.
“Anneannem
rahatsızlandı. Bizden kimse gidecek durumda değildi, mecbur ben yanına gelmek
zorunda kaldım.”
"Tamam. Kusura bakma aşkım ya."
Irmak telefonu
kapatıp içeri, partiye geri döndü. Cem bir anda “gelemiyorum” deyince hayal
kırıklığına uğramıştı. Ama eğer son anda ortaya çıkan bir sağlık sorunu varsa,
haber verememesi tabii ki affedilebilir bir şeydi. Yine de, başından beri
katılmak istemediği bir partide yapayalnız kalacak olmak hiç hoşuna gitmedi.
Parti
mekanının ışıklı antresinden geçerken Efe’yle göz göze geldi. Efe geleni geçeni
gözetlemek, istediğine sataşmak istercesine girişteki kanepenin ortasında
krallar gibi yayılmış, başının arkasını avuçlamıştı. Bacaklarını iki yana
olabilecek en aykırı biçimde açmıştı –neredeyse yüz seksen derece, teknik
olarak imkansız gibiydi. Saçlarını kısa kestirmiş, önlerini havaya kaldırmıştı;
başının arkasından beyaz bir bere sallanıyordu. Yanında oturan sarışın kızla
ilgilendiği pek söylenemezdi. Sanki Irmak’ı bekliyormuşçasına, ağzının
kenarıyla çiğnediği sakızı göstererek gevşek bir şekilde güldü. Irmak yanından
somurtup dil çıkararak geçti. O an gözünde Efe'nin baba parası yiyen zengin
züppelerden hiçbir farkı yoktu, ki zaten baba parası yiyen zengin bir züppeydi.
Göz alıcı
mor, yeşil ve sarı ışıkların insanların yüzünü yalayıp durduğu mekan çok
kalabalık ve çılgındı. Bangır bangır müzik çalıyordu. Hayli neşeli bir ortam
vardı ama Irmak nerede durması, kimin yanına gitmesi gerektiğini bilmiyordu.
Cem yokken o partide ne işi vardı, bunu da bilmiyordu. Aslı’yı da göremedi, hoş
görse bile birlikte eğlenemeyecekleri belliydi. Ama bir köşede tek başına
dikilmek hiç de onun tarzı değildi. Tanımadığı pek çok insan vardı. Kızlardan
biri bir masanın üstüne çıkmış, o çirkin sesiyle Hande Yener’in Sarhoş Dünya şarkısını söylemekte ısrar
ediyordu. Belli ki biraz sarhoş da olmuştu.
Irmak karanlık bir köşeye çekilip telefonundan
Aslı’nın instagram’ına girdi. Partide olup olmadığını koymuş olduğu bir story ile öğrenebilirdi. Ama onu stalk’lamak şöyle dursun, hesabına bile giremedi,
çünkü birbirlerini engellemiş olduklarını bir an için unutmuştu. Morali
bozularak Facebook profiline girmeyi denedi. Artık orada da arkadaş değildiler
ama onun daha eski yıllarda herkese açık olarak paylaştığı bazı fotoğraflarını
hala görebiliyordu. İki yıldır hiç değiştirmediği profil fotoğrafını o
çekmişti. Yeşil sarmaşıkların kapladığı tuğla bir duvarın önünde duran Aslı, dalgalı
saçlarıyla kameraya yandan bakmıştı. Zaman tünelinde hızla en aşağı indi. Herkese
açık olarak paylaştığı en eski fotoğraf, ta lisenin ikinci sınıfındayken gittikleri
bir sinemanın tuvaletinde aynanın önünde çekildikleri bulanık bir resimdi. Aslı
onu hala kaldırmamıştı ama bunun nedeni muhtemelen onu orada unutmuş olmasıydı.
Irmak o günü çok net bir şekilde hatırlıyordu. Aslı’nın bir anda çektiği o
aptal fotoğrafı internete koymasını hiç istememişti ama Aslı çok güzel olduğunu
söyleyip “best girl friends even go to the hell-a together!!!” gibi fotoğrafın
kendisinden daha da aptal olan bir notla koymuştu, buna ikisi de çok gülmüş ve ardından
Irmak da onun gönderisini paylaşmıştı. Sonra lise sonda Aslı’nın Irmak’ın
dizine yattığı bir fotoğraf vardı. Irmak görünmüyordu ama dizin kendi dizi
olduğunu biliyordu. Bir gün batımında, Aslı’nın bir buğday başağı tarlası
içinde saçını bıyık gibi yapıp poz verirken zafer işareti yaptığı pozsa
Irmak’ın favorisiydi. Sarımsı kumral saçlarına güneş vururken gerçekten katalog
modellerine benziyordu. Üniversite sınavına girdikleri yaz senesi birlikte
gittikleri bir tatilden kalma, Aslı’nın rengarenk sörf tahtasını beline koyduğu
ve sanki çıplakmış gibi göründüğü fotoğraf da çok eğlenceliydi. Sonra ikisinin
arkadan kafa kafaya verdikleri ve gün batımına baktıkları bir manzara fotoğrafı
vardı, yurt dışı tatillerinden kalmaydı. Sonra denizde sırt üstü yatıp kalp
işareti yaptıkları bir poz vardı. Ah, birlikte ne çok fotoğrafları vardı! Aslı
neredeyse hiçbirini silmemişti. Irmak daha fazla dayanamayacaktı, sanal dünyayı
geride bırakıp, gerçek hayata geri döndü.
-*-
Uzay partiye Selin’den önce gelip kendine bir içki almıştı. Annesi şu halini görecek olsa kıyameti koparırdı, neyse ki ablasının kendisini ispiyonlamayacağından emindi. Kalabalığın içinde Irmak’ı şöyle bir görmüş ama sonra kaybetmişti. Çok gürültülüydü. Hande Yener’den Kim Bilebilir Aşkı çalıyor, bir çocuk saksafonla eşlik ediyordu. Ortam retro Hande şarkılarıyla dolu, baya iyi, diye düşündü.
Sonra aniden Selin’i gördü. İnsanların arasından ona doğru geliyordu. Uzay gülümseyerek ona doğru birkaç adım attı. Selin de onu görmüştü. Ama... peşinde başka bir adam, bakışlarında da tuhaf bir ifade vardı. Açıklama yapmak istercesine ağzını açtı ama tam da o an elektrikler kesildi ve partidekiler kısık sesle tiz bir çığlık attı.
Sonra aniden Selin’i gördü. İnsanların arasından ona doğru geliyordu. Uzay gülümseyerek ona doğru birkaç adım attı. Selin de onu görmüştü. Ama... peşinde başka bir adam, bakışlarında da tuhaf bir ifade vardı. Açıklama yapmak istercesine ağzını açtı ama tam da o an elektrikler kesildi ve partidekiler kısık sesle tiz bir çığlık attı.
Müzik, her
şey bir anda kesilmiş, insanlar susmuştu. Sonra hep bir ağızdan uğultu başladı.
Her kafadan bir ses çıkıyordu, yakınlarda bir yerde birkaç bardak yere düşüp
kırıldı. Tek görünen insanların telefonlarının ışığıydı. Karanlığın içinden
çeşitli sesler şöyle söylüyordu: “Herkes sakin olsun!”, “Jeneratör filan yok mu
ya?”, “Elektrikler eminim hemen geri gelecektir”, “Gelmezse de hoş bir romantik
ortam olur, değil mi ama?”
Böylece bir
anda elliden fazla mum yakıldı. Şimdi mumların ve telefonların ışıklarından
başka hiçbir ışık yoktu ama en azından az önceki gibi zifiri karanlık da
değildi. Uzay’ın görüş alanına tekrar o adam girdi. Birini arıyor gibi bir hali
vardı.
Uzay onu
hiç sevmemişti. Görünüşünde onu rahatsız eden, uğursuz bir şeyler vardı. Sonra
bir aydınlanma yaşadı. Onu daha önce bir yerde gördüğünü hatırlamıştı. Bu çok garipti, onu gördüğü yer hiç hoşuna
gitmemişti. Düşündü, düşündü. Sonra birden hatırladı: Onu birkaç hafta önce,
Irmak'la buluşup arabaya bindiklerinde Irmak'ın takip etmesini istediği
motosikletli çocuğun yanında görmüştü. Motosikleti takip ederken kaybolmuşlardı
ve kendilerini şehrin dışında, ormanlık bir alandaki depo gibi bir yerin önünde
bulmuşlardı. Irmak arabadan inip o adama yol sormaya gitmişti. Adı Necati’ydi!
Sonra o motosikletli, sarışın erkek gelmişti. Ablasını arabada beklemekten
sıkılan Uzay da en sonunda inip onların yanına gitmişti, ama Irmak yanlış
geldiklerini söyleyerek onu bile beklemeden arabaya doğru yürümeye başlamıştı.
Uzay sonra neler olduğuyla ilgili ablasını konuşturmaya çalışmış, ama Irmak çok
yorgun olduğunu söyleyerek geçiştirmişti.
Ama artık
emindi.
Bir şeyler
oluyordu.
O gün takip
ettikleri motosikletli kimdi, bu Necati kimdi, partiye Selin’le birlikte mi
gelmişti ve Uzay neden tüm bunlar etrafında olup biterken kendini her şeyin
dışında kalmış gibi hissediyordu?
Hemen
Irmak'ı bulması gerekiyordu.
Masanın
yanından ayrılıp hızlı adımlarla yürümeye başladı. Karşısına çıkan ilk kişiyi,
ki bu ablasıyla aynı sınıfta olan Efe'ydi, kolundan tutup çevirdi.
"Onu
gördün mü?"
"Kimi
be?" dedi Efe. Daha şimdiden sarhoş olmuş gibi bir hali vardı.
“Irmak'ı.”
Efe omuz
silkti. “Eğer ona rastlarsan ona beni bulmasını söyle.”
Uzay
uflayarak kolunu bırakınca, zaten sarhoş olan Efe dengesini kaybedip yere düştü
ve yandaki kokteyl masasını devirdi. Etraftaki birkaç kişi onu kaldırmaya
çalışırken, Uzay tekrar yürümeye başladı. Etrafına bakıyor ama her yer yarı
karanlık olduğu için Irmak’ı göremiyordu.
Sonra biri
pat diye yoluna çıkıp onu durdurdu.
Selin
meraklı gözlerle ona bakıyordu. “Uzay, neler oluyor?”
"Selin,
sonra," dedi Uzay.
“Necati'yle
ne konuştunuz? Sana ne söyledi bilmiyorum, ama beni dinlemen gerek."
"Sonra,"
dedi Uzay ve önünde duran Selin'in omzuna çarparak karanlıkta ilerlemeye devam
etti. Onu arkasında bırakmıştı.
Irmak’ı...
acilen... bulmalıydı.
-*-
IRMAK, CEM GELMEDİĞİ için kendisi için zaten hiçbir anlamı olmayan partiden, elektrikler de kesilince kesin olarak ayrılmaya karar vermişti. Ama tam kabanını giyinmiş gidiyordu ki, yarı-karanlığın içinde onu gördü. Aslı'yı. Tek başına, ağır ve telaşsız adımlarla merdivenlerden aşağı iniyordu. Üzerinde parlak turuncu bir tişört ve kot pantolon vardı. Uzun saçları omuzlarına dökülüyordu. Çok güzel görünüyordu. Ama biraz mutsuz gibiydi.
Büyük şamdanın yanına gidince yüzü iyice aydınlandı. Evet, gerçekten ters giden bir şeyler var gibiydi. Kokteyl masasından bir içki aldı, sonra bütün şişeyi kaldırıp başını arkaya eğerek kocaman bir yudum aldı. Şişeyi neredeyse yarılamıştı. Kimseyle konuşmuyor, etrafına bile pek bakmıyordu. Yanına gelen birkaç kişi de o ilgilenmedi diye gitti. Irmak bir an için yanına gitmeyi düşündü ama gitmedi. Bütün dikkatini vererek Aslı'ya baktığı sırada, karanlığın içinden nefes nefese bir ses duydu.
"Irmak... Uzay'ı gördün mü?"
Selin'di bu. "Hayır. Siz birlikte değil misiniz?"
"Of hayır," dedi Selin ve yanından uzaklaştı.
O gittikten sonra Irmak tekrar Aslı'nın olduğu yöne baktı. Ama Aslı yoktu. Irmak yakındaki her yüzü tek tek taradı. Aslı gitmişti.
O sırada ışıklar geldi ve etraf yeniden aydınlandı, müzik de tekrar çalmaya başladı. Irmak'ın eli yaprak desenli metal kolyesindeydi, bir şeylere karar verme aşamasında olduğunda hep kolyesiyle oynardı. Sonunda yerinden fırladı ve karşısına çıkan herkese Aslı'yı görüp görmediğini sormaya başladı. İkinci sınıftaki çocuklardan biri onu üst kata çıkarken gördüğünü söylemişti ama gördüğünün o olduğundan emin değildi. Yine de Belki odur diyerek üst kata koştu Irmak.
Eğer biraz aklı olsaydı, onu hiç umursamazdı. Aslı, peşinden koşulmayı asla hak etmiyordu. Yine de yapamazdı. Onu öyle bırakıp gitmek içine sinmezdi. Belli ki bir şeyler olmuştu. Irmak onunla ilgilenmeliydi.
Üst kata çıktı, Aslı gerçekten de oradaydı. Ters çevrilmiş sandalyeler ve masalarla dolu boş katta, duvarın dibinde tek başına duruyordu.
Sanki orada Irmak'ı bekliyor gibiydi.
Ya da Irmak saçma bir şekilde öyle hissediyordu.
Aslı'nın sessizce ağladığını fark etti.
"Aslı?"
Aslı başını çevirip ona baktı. Gözyaşları yanaklarından akarken, yüzünde küskünlük ve öfkenin sessiz bir mücadelesi yaşanıyor gibiydi.
"Aslı neyin var?"
Ona doğru tereddütle birkaç adım attı. Şimdi elini kaldırsa onun omzuna dokunacaktı, ama böyle bir şeye cesaret edemezdi. Aslı'nın bunu istemeyeceğini biliyordu.
"Irmak..."
"Evet?" Evet. Ne? Acaba Uzay'ı Selin'le görmüştü de o yüzden mi ağlıyordu? Ama hayır, bu çok daha derinlerde, çok daha başka bir mevzuydu. "Evet, bana anlatabilirsin."
"Ama biz artık en yakın arkadaş değiliz ki," dedi Aslı omzunu silkerek.
Irmak aslında "İstersen tekrar olabiliriz," diyecekken, son anda "Doğru, değiliz," dedi.
Aslı dudaklarını bükerek başını iki yana salladı. Gözyaşları daha da hızlanmıştı şimdi.
"Yeter artık, benimle kafa bulmaktan vazgeç Aslı."
"Hayır, hayır, öyle bir şey değil..."
"Buraya gelmem hataydı."
"Yanılıyorsun..."
Irmak ona doğru bir adım atıp "Ne var biliyor musun, artık seni gördüğümde hiçbir şey hissetmiyorum," dedi.
Aslı ona baktı.
Irmak başını salladı. "Yalnızca kendi hayatını mahveden bir kız görüyorum. Ama beni," Uzay'ı da dahil etti. "Bizi tercih ettiğin kişi her kimse, belli ki sana iyi gelmiyor." Gitmek üzere arkasını döndü.
“Irmak
dur.”
Irmak ona
döndü.
"O iyi bir
çocuk, tamam mı?” dedi Aslı, gözlerinden yaşlar akarken. “Onu seviyorum…”
İşte, Aslı
ilk kez bir ilişkisi olduğunu itiraf ediyordu. Irmak tüm bunların sebebi olan o
çocuğun kim olduğunu deli gibi merak ediyordu. Ama hiçbir şey söylemedi, onun
hayatında olup bitenler artık umurunda bile değilmiş gibi görünmek için en ufak
bir tepki vermekten kaçındı. Sebepsizce ağlamaklı olmuştu. Aslı’nın yüzüne
bakmaktan kaçınarak merdivenlere koşup aşağı inmeye başladı.
Loş merdivenlerden
tekrar kalabalık ve ışıltılı parti salonuna indiğinde titriyordu. Zor ve hiçbir
yere varmayan kırık dökük bir konuşmayı geride bırakmıştı. Tek istediği bir an
önce yurda geri dönmek ve yorganın altında çılgınlar gibi ağlamaktı. Kimseye
görünmeden mekanın kapısından çıkmıştı ki, telefonuna bir mesaj geldi. Cem’den
diye düşündü ama hayır, Atlas’tandı.
"Tamam. Sana her şeyi anlatacağım. Şimdi her neredeysen gel. Eğer gelmezsen her şey bitti sayacağım ve ikimiz de yolumuza devam edeceğiz. Beni istiyor musun? Tüm hatalarımla. Tüm günahlarımla. Bununla yüzleşmeye hazırsan, gel. Çatı katımda seni bekliyor olacağım."
10. bölüm sonu, devam edecek
-----------********------------
instagram.com/ofluoglumert
twitter.com/ofluoglumert
twitter.com/ofluoglumert
Çok sürükleyici etkileyiciydi 11. Bölümü hemen paylaşırsan çok güzel olur
YanıtlaSilTeiekkürler
Nasıl bir bölüm bu ya özellikle sonu. 11’i bir an önce yayınlasan güzel olurduu :)
YanıtlaSilBrn biraz geç başladım ama kelimelerin anlatımın harika 👏 👏
YanıtlaSilBaşa dönüp tekrar okumam lazım..
Kalemine sağlık
.
hımmm bak en sonda açıklama yapmışsın yaaa orda işte bu bölümdeki en ilginç konuları sölemişsin. bana en ilginç selin ırmak yakınlaşması ve necati selin durumu geldi. necati selin ne ilgi olabilir ki? selin herhalde samimi gibi. ama hiçbişey tahmin edemiyorum ki. karıştırdın ortalığı :) başından beri öyküde sadece ırmakı seviyorum :)
YanıtlaSilDemek Selin, Skam'daki Vilde'ya benziyor, o ayrıntı hoşuma gitti, Skam çok sevdiğim bir dizidir çünkü. :)
YanıtlaSilSelin'i bu bölümde sevmeye başladım. Ayrıca Irmak'ın Selin'e Atlas'tan bahsettiği kısım duygusal ve anlamlıydı. :) Duyguları çok iyi yansıtmışsın gerçekten. ^_^
Umarım Aslı'yla Irmak yeniden barışır. :/
Uzun olmasına rağmen akıcı bir şekilde sürükleyen bir bölüm oldu benim için. 11. bölüm çabuk gelsin lütfen! ^_^