10 Ocak 2018 Çarşamba

MÜREKKEP KOKUNU İÇİME ÇEKTİM - 10. BÖLÜM: "MÜREKKEPTEN BİR OKYANUS"

6. bölüm
5. bölüm
4. bölüm
3. bölüm
2. bölüm
1. bölüm 


Bölüm şarkıları: Hande Yener - Biraz Özgürlük,
Lana Del Rey - Summertime Sadness
"SELİN... UZAY'LA CİDDİ düşünüyor olamazsın?"
"Hem de gayet ciddi düşünüyorum. Birbirimizi seviyoruz Irmak. Lütfen buna karışma."
Okulun güz dönemi bitmişti ve sömestr tatili öncesi sınav haftasına girmişlerdi. Irmak okulun tıklım tıkış dolu olan kütüphanesine girdiğinde, Selin'i bir moda dergisinin arkasında, kendinden saklanmaya çalışırken yakalamıştı.
"Senin Uzay'ı kandırmadığını nereden bileyim? Bana şantaj yapmak için baktın tehditlerin yetmedi, şimdi onu kullanıyorsun." O sırada yanlarından geçen temizlik görevlisinin kendisine uzaylı gibi baktığını görünce, ses tonunu alçalttı.
"Irmak, hayır. Onu seviyorum. Bak. Senin hayatın çok zor. Benimkinden de. Yalnızca Atlas-Cem durumunu kastetmiyorum, aile hayatını da söylüyorum. Bunu gördüm ve seninle uğraşmaktan vazgeçtim. Geri adım atıyorum."
Irmak ona baktı. Doğruyu mu söylüyordu, yoksa blöf mü yapıyordu?
"Gerçekten. Artık rahatlayabilirsin... Cem'e hiçbir şey anlatmayacağım."
Irmak derin bir nefes aldı ve "Aman ne harika," dedi, ona inanmış gibiydi. "Bunu tam da Atlas'ı terk ettiğimde söylemen yani."
Selin'in gözleri şaşkınlıkla açıldı. "Sahi mi?"
Hiç beklemedikleri bir anda ön sıralarında oturan erkeklerden biri onlara dönüp bağırdı: "Kızlar sessiz olur musunuz? Tüm kütüphane sizin hafta sonunu kiminle geçirdiğinizi öğrenmek zorunda değil!"
"Yapma ya!" diye karşılık verdi Selin. "Ben de on dakikadır senin sandviç yiyip kahve hüpürdetmeni dinlemek zorunda değildim ama dinledim işte!" Kırmızı ojeli parmağıyla "lütfen bu alanda yemek yemeyiniz" yazısını işaret etti.
Çocuk ona el işareti çekti.
Selin öfkeyle sandalyesinden fırlayacakken Irmak onu yakaladı ve "Rezil oluyoruz, hadi çıkalım," dedi. Ders çalışamadığı gibi bir de kütüphaneden çıkmak zorunda kalmıştı ve üstelik Selin'le çıkışa doğru yürürken o sırada kütüphanenin kapısından giren Cem'le yan yana geçiştiler. Cem yan gözle ona bakıp usulca gülümsemişti. Irmak, Selin'in bunu fark edip etmediğini merak etti ama çok gergin görünüyordu. Zaten fark etse bile önemli değildi, nasıl olsa her şeyi biliyordu.
"Okul değil, üstü açık AVM!" diye kendi kendine söyleniyordu Selin. "Kampüste her yere kafe restoran yapmışlar, ama kütüphane elli kişilik! Oturacak yer bulamıyorsun!"
"Haklısın, özel okul işte..." dedi Irmak. Sonra onu kolundan tutup durdurdu. "Sen şimdi benimle uğraşmaktan vazgeçtiğini söyledin değil mi? Cem'e hiçbir şey anlatmayacaksın?"
"Ayy anlatmayacağım dedim ya!"
"Ama neden? Sadece ne kadar berbat bir hayatım olduğunu gördün diye mi?"
"Yalnızca bu değil… Kardeşinle çıkmaya başladım. Bu hiç etik olmaz, öyle değil mi?" Gülümseyen gözleri kampüste gittikçe daha çok uzaklaşan Cem'i takip ediyordu. "Ayrıca senin aşk hayatında ne olup biteceğini yakından takip etmek, bir diziyi izlemekten çok daha heyecan verici, inan bana."
   ---***---      
Irmak o günün akşamı yurduna gidip bir kase yoğurtlu müsliyle bilgisayarının karşısına geçtiğinde, kendini tuhaf bir biçimde yalnız hissediyordu.

Odasının camını açtı, kirli şehirde sanki distopik bir gelecekten mezar taşları gibi yükselen gökdelenlere baktı. Atlas’ın da çatı katında daktilosunun başında oturmuş onunla aynı manzaraya baktığını düşünmek, aralarında hala düzeltilebilecek bir şeyler olabileceğinin umudunu veriyordu. Ama yağan yağmur ve art arda çakan şimşekler, içini huzursuz ediyordu.

Ne Atlas onu aramıştı, ne de o Atlas’ı… İlişkileri gerçekten bitmiş gibiydi. Belki de Atlas bilerek aramıyordu, bu sessizliği bir fırsat olarak görüp hayatıyla ilgili her şeye burnunu sokan kızdan uzak durmaya karar vermişti.

Onunla konuşmayalı tam bir hafta olmuştu. Tekrar kendi kabuğuna dönmek zorunda kaldığı koca bir hafta. Tanıştıklarından beri de çok düzenli bir iletişimleri olduğu söylenemezdi, ama gece geç saatlerde telefonuna ondan bir mesaj gelebilir, sabah telefonda konuşabilirlerdi. Şimdi bu ihtimaller bir anda ortadan kalkmıştı.

Atlas Kitabı’nı baştan sona tekrar tekrar okumuştu. Okudukça Atlas’ın Pelin’i neden ve nasıl öldürdüğünü, bunun Necati’nin eline nasıl bir koz verdiğini giderek daha çok merak ediyordu. Atlas’la ilgili gerçekleri öğrenmedikçe çıldıracak gibi oluyordu. Onunla ne olursa olsun konuşmak zorundaydı. Ama ona mesaj atanın kendisi olmayacağına emindi. Hoş Atlas da yazacak gibi değildi. Irmak belki de ona haksızlık ediyordu. Belki Atlas da sürekli onu düşünüyordu, ama Necati'nin yanında olduğu için arayamamıştı ya da belki kendi hayatında bir şeyleri yoluna koymayı bekliyordu.

Belki de Irmak’ın haftalar önce yapması gereken şeyi yapması gerekiyordu. Atlas Kitabı'nı çöpe atması, ondan sonsuza dek kurtulması. Belki bu, kafasındaki Atlas'tan da sonsuza dek kurtulması için yeterli olabilirdi.

Ama tek yaptığı onu komodinindeki çekmeceye koymak oldu. 
  -*-     
ERTESİ GÜN CEM aramış ve akşam yemeğine davet etmişti. Irmak bir mikrop yuvası ve sinir harbi olarak görse de, aksıranlar tıksıranlar, kavga edenler ve laf dalaşı yapanlarla dolu otobüse binerek gitmeyi tercih etti. Zaten sıkış tıkış, ezile ezile gidiyorlardı, insanlar bir de o kalabalıkta nasıl becerip birbirleriyle atışmaya mecal buluyorlardı, bunu hiçbir zaman anlamayacaktı. Otobüsten indiğinde, özenle taradığı saçları elektrik çarpmış gibi bir hal almış, tozpembe kabanına birinden çamur bulaşmıştı.
Kuru kış soğuğuyla dolu akşam havasını geride bırakıp apartmana girdiğinde, bir an için kendini Atlas'ın gizemlerle dolu o çatı katındaki dairesine çıkıyormuş gibi hissetti. Kapı açılınca bu his hemen kayboldu. Karşısındaki Atlas değil, Cem'di.
"Bugün sende ekstra bir güzellik var," dedi Cem, onu öperken.
"Aslına bakarsan savaştan çıkmış gibiyim," dedi Irmak cevaben. Otobüsle geldiğinden bahsetti. Gülümsediler. İçerisi taze nane kokuyordu. Irmak mutfağa girince, Cem'in fırına iki sebzeli pizza attığını gördü.
"Umarım pizzaya hayır demezsin."
"Kesinlikle demem, nefis görünüyorlar!" dedi Irmak, mutfakta Cem'in yanında ayakta dikilirken. Birden, Atlas'la Cem'in mutfak hallerini karşılaştırmaya başladı. İkisi de mutfakta becerikli iki erkekti, misafir ağırlamayı çok iyi biliyorlardı. Daha Atlas'ın evine bir kez gitmişti ama Atlas ona en güzel fincanlarda çay ve bisküvi ikram etmişti. Ayrıca çok donanımlı, adeta bir gurme mutfağı vardı. Cem'e haksızlık edemezdi ama Atlas'ın yemek işlerinde Cem'den çok daha becerikli olduğunu hissediyordu. Ne var ki bunu test etmeye henüz fırsat bulamamıştı ve bu gidişle de geleceklerinde bir akşam yemeği falan göremiyordu.
Pizzalar fırından çıktığında iki tabağa koyup salona, koltuğa geçtiler.
"İçecek bir şey ister misin?"
"Yok, sağ ol."
Irmak içindeki suçluluk hissini bastırmaya çalışıyordu. Cem onun için her şeyi her zaman en ince ayrıntısına dek düşünüyordu, ama Irmak karşısına geçmiş yüzüne gülümserken içinden Atlas'la olmanın hayallerini kuruyordu. Üstelik onunla Cem'den gizli görüşüyordu ve bunun hatalı olduğunun farkında olduğu halde bu yanlışı sürdürmeye devam ediyordu.
"Bir tanem, pizzan soğuyor?" dedi Cem. Kendisininkini çoktan yarılamıştı bile.
"Cem... Benim sana bir şey söylemem gerekiyor."
"Tamam söylersin, ama hadi yemeye başla önce."
Böylece Irmak isteksizce yemeye başladı. Pizzalarını bitirince Cem tabakları kaldırmaya gitti. Tekrar koltuğa döndüğünde, gözlüğünü burnunun üzerinden indirdi ve "Bu arada, seni o kızla tekrar gördüm, Irmak," dedi.
"Hangi kızla?"
"Sarışın kızla işte."
Irmak, Cem'in Selin'den bahsettiğini hemen anladı. Haftalar önce Cem'e söylediği yalan şimdi ayağına dolanmak üzereydi. Irmak Selin'in Cem'i görmesi durumunda olacaklar için endişelenmişti ama atladığı asıl büyük sorun, Cem'in Selin'i görmüş olmasıydı. Oysa Irmak, Cem ona sorduğunda, Selin'i tanımadığını söylemişti.
"Kim o kız Irmak? Sarı saçlı kızdan bahsediyorum. Ayaküstü epey konuştunuz sanırım."
"O... o şeydi..."
"Evet?"
"Benden ders notlarını istemişti. Malum, vizeler yaklaşıyor."
"Sen ne dedin peki?"
"Hiç işim olmayacağını söyledim. Derse gelip kendi notlarını kendin tutmalısın. Aynen böyle."
Şimdi, aralarındaki bu konuşma ikisinin de kafasında yankılanıyordu. Irmak Cem'e baktı ve "Tamam, onunla arkadaş olmak zorunda kaldım," dedi, ellerini havaya kaldırarak. "Kendisi artık Uzay'ın sevgilisi."
Cem şaşkınlıkla güldü. "Senin kardeşin olan Uzay'dan mı bahsediyoruz?"
"Evet," dedi Irmak sıkıntıyla.
"Yani Uzay'la, derslere gelmeyip senden not isteyen bir kızın arasını yaptın, öyle mi?"
"Aslında tam olarak öyle değil. Uzay onunla bir şekilde tanıştı ve sanırım çıkmaya başladılar."
"Peki bu seni neden mutsuz ediyor?"
"Ben... Of, bilmiyorum."
"Sonuçta onun Aslı'yı unutması iyi bir şey, değil mi?"
"Evet. Ama... Aslı'yı sahiden unuttu mu, yoksa sadece rol mü yapıyor, işte bundan emin değilim."
Cem kanepede ona doğru kaykılarak, "Ona biraz zaman ver, Irmak," dedi. "Bırak, eğer yeni bir ilişkiye başlamak istiyorsa onu engelleme."
"Anlamıyorsun Cem! Selin pek de Uzay'ın tipi olan bir kız değil."
"Yani evet, anlattıklarına ve dış görünüşüne bakılırsa 7/24 sosyal medyada fotoğraf paylaşan şu kızlardan biri gibi duruyor, ki bu benim de en nefret ettiğim kız tipi, ama Uzay onu böyle kabullendiyse..."
"Hayır, yani... Sosyal medya delilerinden falan değil ama... Uzay'ın sınavlarına çalışması lazım. Selin onun vaktini çalıyor! Bizim dönem sonu partimize gelmeye karar verdi mesela! Uzay'ın bizim okulun partisinde ne işi var söyler misin?"
"Ah, ben de sana bu konuyu açacaktım," dedi Cem, gözlüğünü çıkarıp masanın üstüne koyarak. "Bu yıl partiye birlikte gidelim diyorum?"
Irmak cevap vermeden önce düşündü. Şok üstüne şok yaşıyordu resmen. Cem dalga mı geçiyordu? İlişkilerini bu zamana dek herkesten saklamak için büyük özen göstermişlerdi. Şimdi okuldaki muhtemelen bütün öğrencilerin katılacağı bir partiye birlikte gitmek tamamen delilikti. Ayrıca o akşam partiye gidip gitmeyeceğinin kararını bile henüz vermemişti, gitmek hiç içinden gelmiyordu. Aslında son zamanlarda aklındaki tek şey en kısa zamanda Atlas'la konuşup aralarındaki durumu düzeltebilmekti. Şimdi keşke Cem'in yanında değil de Atlas'ın çatı katında, onunla birlikte çay içiyor olabilseydi. Bak işte, dönüp dolaşıp yine onun hatırasına sığınmıştı.
"Eee, ne diyorsun Irmak?"
"Cem, şey... Bu pek iyi bir fikir değil. Bizi herkes görecek, tüm okul konuşacak. Bu senin için çok daha riskli değil mi?"
Cem güldü. "Dönem sonu partilerine hocalar da katılıyor. Seninle yan yana durup takılmamız inan kimsenin gözüne batmayacak."
Irmak bundan hala emin değildi. "Açıkçası, bunun yanı sıra, sınav haftası öncesi partiye gelebilir miyim bilmiyorum. Daha hala kitap yüzü açmadım." Eh, son zamanlarda açtığı tek kitap kapağının Atlas Kitabı olduğu düşünülürse, bu çok normaldi.
"Oyunbozanlık istemiyorum Irmak," dedi Cem şakayla karışık bir emirle. "Partiye de sevgilimle birlikte gidemeyecek miyim? Hem ayrıca orada o kadar boş kız olacak ki, sen gelmezsen ben de gitmem. Çünkü onlara tek başıma katlanamam."
Irmak bunun "sen gelmezsen beni başkaları kapar" türünden bir ima ya da ikaz mı olduğundan tam emin olamadı. Sonra, Cem'in sadece eğer o gelmezse partiye gitmeyeceğini söyleyerek onu ikna etme amacında olduğunu anladı.
"Tamam..." dedi Irmak. "Beraber gitmek istiyorsan, beraber gidelim."
Cem keyiflenmiş bir şekilde elini dalgalı siyah saçlarının arasından geçirdi ve bacaklarını iki yana açıp gerindi. "Biliyor musun, eğer okuldan ayrılsaydım sevgili olduğumuzu saklamamıza gerek kalmazdı."
"Yok artık! Böyle bir şeyi düşünmüyorsun, değil mi?"
"Bilmiyorum... Aslında babamın yanına dönebilirim."
"O zaman da seni göremem," dedi Irmak, yüzünde sahte bir gülümsemeyle. Ama aklından geçen hala, vanilya kokulu Atlas Siyah'ın aşağı sarkmış dudakları, başının üstünde ahenkle dans eden dalgalı sarı saçlarıydı. Ve o an, bunun böyle daha fazla devam etmeyeceğini anladı.
   -*-   
Yorgun argın yurda döndüğünde, Selin'i kapısının önünde onu beklerken buldu.
“Üzgünüm, ama burada kamp kurmak yasak,” dedi, uykulu bir gülümsemeyle.

“Neredesin kızım sen ya? Ben de beş dakikadır kapını yumruklayıp duruyorum. Işığını açık bırakmışsın, odadasın sandım!” Sahiden de, kapının altındaki üç santimlik boşluktan, içeride yanan ışık sızıyordu.
Irmak bir an için ona bakakaldı. Sonra, kapıya sert bir tekme atıp "Nefret ediyorum bu yurttan!" diye bağırdı. "Her yer ses geçiriyor, herkesin nefes alıp verişini bile duyuyorum! Artık sinirime dokunmaya başladı!"
Bir anda neye uğradığını şaşıran Selin, "Dur, sakin ol," diye fısıldadı, çünkü koridordaki odalardan birinin kapısı açılmış ve kızın biri saçlarındaki bigudilerle başını uzatmıştı.
Irmak, anahtarla kapıyı açıp odaya girdi. Yalnızca başını sallıyordu. Elleri titriyor gibiydi. Bornozunu alıp "Ben banyoya giriyorum," dedi ve Selin'i odasında yalnız bırakıp çıktı.
Yirmi dakika sonra odaya döndüğünde, Selin onun yatağında oturuyordu. Yanında içinde iki fincan çay, zencefilli-tarçınlı bisküvi, tuzlu kraker ve üstüne sim dökülmüş gibi duran boyalı jelibonlar olan bir tepsi duruyordu. Yüzünde kocaman bir tebessüm vardı, sanki tiyatronun başlaması için seyircisini bekleyen bir aktris gibi, Irmak içeri girince kondurmuştu suratına. Irmak başını yana eğip o ifadenin gerçek olup olmadığını çalıştı. Sonunda kararsız kaldı, ama Selin o akşam hiç de yapmacık ya da tehditkar gibi değildi. İlk kez farklı bir kişilik çiziyordu. Irmak ne düşüneceğini bilmeden yatağa oturdu ve yavaşça ona dönüp, "Selin, bir anda en yakın arkadaş olmamızla baş edemeyebilirim," dedi.
Selin biraz suçlu, biraz alınmış bakan gözlerini devirdi. "Dediğim gibi, düşündüm de... Senin hayatın benimkinden de beter, o yüzden geri adım atıyorum. Mektubu ve diğer her şeyi unut. Yeni baştan tanışalım." Elini uzattı. "Evet, ben Selin. İki kat aşağıda kalıyorum ve seninle aynı okuldayız." Onu neşelendirmeye çalıştığı her halinden belliydi. "Senin adın ne?"
Irmak ister istemez gülümsedi ve elini sıktı. "Ah, Selin, burada oturup birbirimize şu an tanışıyormuş gibi rol mü yapacağız?"
"Oyunculuk yeteneklerimi geliştirmeme yardımcı olduğun için teşekkürler," dedi Selin, şakacıktan bozulmuş bir ifadeyle. "Tamam. O zaman açık açık soruyorum: Ne oldu? Neyin var senin?"
Irmak derin bir nefes aldı. Konuştuğunda sesi hüzünlüydü. "Hiçbir şey yolunda değil... Her şeyden, yalan söylemekten, bana söylenmeyen gerçeklerden çok bunaldım." Aralarında duran tepsiye baktı. "Çay için çok teşekkürler, ama çok uykum var Selin. Ayrıca üstümü giyinmem gerek." Hala üstünde olan bornozunu işaret etti.
"Peki..." Selin gönülsüzce tepsisini alıp ayağa kalktı. "Ama anlatmak istersen mesaj at tamam mı? Saat kaç olursa olsun. İyi geceler."
Irmak, onun odadan çıkmasını sessizce izledi. Kapı kapanırken, "İyi geceler" diye mırıldandı arkasından.
Ama saat gece yarısını çoktan geçtiğinde, hala uyanıktı. Selin’e mesaj attı ve mesajı anında mavi tike döndü. O da henüz uyumamıştı. Irmak ona isterse gelebileceğini söyledi.
Beş dakika sonra kapı yavaşça vuruldu. Ve sonra ağır ağır açıldı. Irmak gelenin kim olduğundan emin bir şekilde yatağında doğrulurken, Selin'in bu sefer iki bardak süt ve bir mısır gevreği paketi taşıdığı tepsiyle içeri girdiğini gördü. Tepsiyi masanın üstüne koyduktan sonra, "Yana kay, ben de geleceğim," diyerek yatağın yanına gitti. Irmak dediğini yaptı, yana kayıp yatakta ona da yer açtı. Selin cebinden telefonunu çıkarıp Youtube'a girdi.
"Bilmiyor musun, uyumadan önce bir şeyler izlemek hiç iyi değil," diye onu uyardı Irmak.
"Uykuyu boş ver. Sabaha kadar duralım."
Irmak şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. Bütün bunlar çok beklenmedikti. Selin gerçekten de çok dostane davranıyordu ve Irmak onun bu tarafıyla ilk kez karşılaşıyordu. Bir an için, Aslı'dan sonra ilk kez yeni, gerçek bir arkadaş bulmuş gibi hissetti.
"Bak şimdi sana Efe'yi açacağım," dedi Selin.
"Bırak şu Efe'yi ya! Mezun olamayınca millete sarıp durmaya başladı."
"Sen onun videosunu izlemiş miydin?"
"Yok ya ne videosu, o gıcığı takip eder miyim ben?"
"Yok kızım, öyle değil! Bunun eski sevgilisi bunun görüntülerini kaydetmiş. Yani çocuğun da haberi var aslında ama kızı terk edince, kız da çektiklerini Youtube'a yükledi! Oradan çoktan kaldırıldı ama ben zamanında uyanıklık edip telefonuma kaydettim tabii. Ayy tam komedi! Dur izleteceğim."
"Selin valla izlemek istemiyorum ya," dedi Irmak, ama aslında içten içe merak etmeye başlamıştı.
Ve elli beş saniyelik video başladı. Açılışta Efe aynanın karşısında üstünü giyinirken kameranın onu çektiğini fark ediyor, sonra şaklabanlıklar yapmaya başlıyordu. Kaslarını sergiliyor, ukala bakışlar atıyordu. Videonun bir yerinde yatakta yatarken kameraya gülümsüyordu. Son olarak, duşta havlusunu çıkarırken gülerek kamerayı eliyle kapatıyordu. Ve en komik yanı, tüm bu kayıtların Sünger Bob'un jenerik müziğiyle edit'lenmesiydi. Efe havlusunu çıkarırken, jenerikte Kaptan'ın "ooooooo" dediği kısım tekrar tekrar çalıyor, görüntü başa sarıyordu. Gerçekten komikti. Ama on yaşındaki çocuklar için.
"Bu ne ya?" dedi Irmak, izlemeyi bitirdiklerinde.
Selin, sanki bu soruyu bekliyormuşçasına hararetle işin iç yüzünü anlatmaya başladı. "Ya bak, kız aslında bunu Efe'den intikam almak için yapmıştı ama bu Efe'nin işine geldi tabii. Çünkü ertesi gün okulda herkes ondan bahsetmeye başlamıştı. Eh, sonuçta videoda kaslı bir erkek var ve Efe'nin erkeklik egosu kabardıkça kabardı tabii. Sonuç olarak o, videodan sonra gayet halinden memnundu, olan yine kızcağıza olmuştu çünkü onu kimse Efe'yle yakıştırmıyordu. Sonunda videoyu da kız kaldırdı sanırım."
Irmak onu dinledikten sonra, "Bunu hafızamdan silmek istiyorum. İzlediğim en salak video. Ama Efe adına büyük kayıp olmuş. Youtube'dan kaldırılmasaydı milyonlar izleyebilirdi. Efe de ünlenirdi, ona da bir iş kapısı olurdu belki."
Selin kahkaha attı. "Fena çocuk değil aslında," dedi sonra.
"İsterse dünya yakışıklısı olsun. O kadar boş ve itici bir insan ki... Sen de izleyip durma şu videoyu." Sonra şakayla karışık ekledi. "Bak yoksa Uzay'a söylerim seni."
"Efe'den banane! Sadece çok matrak bir video diye kaydetmiştim. Sana da biraz neşelen diye izlettin."
"Biliyorum," dedi Irmak, hüzünlü bir gülüşle.
"O zaman bana artık her şeyini anlatmak zorundasın! Neden moralin bozuk? Neler oluyor?"
"Selin, gerçekten sağ ol ama anlatıp başını şişirmemi istemezsin..."
"Kızım, ben sana ne dedim? Biz artık en yakın arkadaşız, kankayız demedim mi?"
"Dedin," dedi Irmak, gülerek. Ama neredeyse ağlayacaktı.
"O zaman bana her şeyini söylemek zorundasın. Çünkü en yakın arkadaşlar öyle yapar."
"Of, tamam," dedi Irmak, gözünden akan birkaç damla yaşı elinin tersiyle silerek. "Hangi biriyle başlayayım? Atlas'la bir haftadan daha uzun bir süredir görüşmüyoruz. Ama ben onu çok özledim. Keşke şimdi onun yanında olsaydım. Ve... ...ve'si yok. Sadece onun yanında olsam bana yeter."
Selin ona bakıp başını sallayarak devam etmesini söyledi.
"Bak... Dışarıdan öyle görünmüyor olabilir ama benim hayatım da pek kolay değil Selin. Babam annemi aldattı, boşandılar. Annem için üzülmem gerek belki ama bunu yapamıyorum, çünkü onunla aram hiçbir zaman iyi olmadı. Uzay’la da sandığın kadar iyi bir ilişkim yok. En yakın arkadaşım, dostum dediğim Aslı gitti. Hem de hiçbir sebep olmadan! Cem desen, eh işte, bu kısmı zaten biliyorsun. Bazen gerçekten boğulacakmışım gibi hissediyorum ya da rayından çıkmış bir trende nereye toslayacağımı bilmeden gidiyormuşum gibi. İşte böyle bir dönemde karşıma Atlas çıktı ve ben ona tutunmak istedim, anlıyor musun? Ama tutunduğum meğerse bir hiçmiş, kocaman bir soru işaretinden başka bir şey değilmiş." Gözleri sulanmıştı. 
“Irmak,” dedi Selin, o da duygulanmıştı. “Sen bu çocuğa baya aşık olmuşsun!”

Irmak ağlamamak için dudaklarını ısırırken başını salladı. “Öyle oldu galiba,” diye fısıldadı kendi kendine.
"Bunu bana başından söyleyeydin ya! Ben de sırf okulumu bitirmek için, aşıkların arasına girmeye çalışıyormuşum!" Selin espri yaparak ortamı yumuşatmak istemişti, ama pek de başarılı olamadı. Yine de Irmak o memnun olsun diye gülümsedi. Gözyaşlarını silip kendine geldi. Selin'in getirdiği sütlerden birine uzandı. "Yaa, çok merak ediyorum, nasıl biri bu Atlas, anlatsana," dedi Selin, o biraz toparlandığında.
"Çoktan bildiğini sanıyordum," dedi Irmak, ona bakıp gülümseyerek. Sesinde, Selin'in onun Atlas'la buluşmalarını takip ettiğine yapılan bir gönderme ya da iğneleme yoktu. Aksine, birkaç hafta önce şantaj, tehdit ve olabilecek bütün çirkefliklerle gerçekleşen tanışmalarıyla ilgili her şeyi unuttuğunu, yeni bir başlangıca hazır olduğunu gösteriyordu. Selin de bunu anladığını belirtircesine hafifçe koluna vurup gülümsedi. Irmak yataktan kalktı ve komodininin en alt çekmecesini açıp Atlas Kitabı'nı çıkardı ve aralarına koydu. "İşte böyle biri."
"Mm... Olay kitap bu demek?" dedi Selin, kitaba temkinle bakarken.
Irmak başını salladı.
Selin başta tereddütle, sonra giderek artan bir cesaretle parmaklarını kitaba uzattı ve sayfaları karıştırmaya başladı. On dakika boyunca rastgele çevirdiği bazı sayfaları okudu. Yüzü şaşkınlıkla şekilden şekle giriyordu.
"Bir saniye, doğru anlamış mıyım? Evine gidip az kalsın öpüşecek kıvama geldiğin, bana bir dakika önce anlattıklarının sebebi olan çocuk, bir şekilde kız arkadaşının ölümüne sebep olmuş ve bu yüzden de hayatının geri kalanı boyunca kızın abisinin kirli işlerini yapmaya mecbur. Aynı zamanda çok yetenekli bir yazar, sanatçı ruhlu bir kişiliği var ama bunu, kendi başından geçenleri anlatıp rahatlamak için kullanmış. Ve tüm bu trajedileri yaşayan Atlas Siyah –ki bunun hala onun gerçek adı olup olmadığını bilmiyoruz– felaket çekicilikte bir sarışın. Atladığım bir şey?"
“Necati onun kimseyle birlikte olmasını istemiyor. Onu benden uzak tutmaya çalışıyor. Ama ben bu meselenin içinde, Atlas’ın Pelin’in ölümüne sebep olmasından daha fazla bir şeyler olduğunu hissediyorum. Yani Necati, onun hakkında başka bir şeyler daha biliyor olmalı. Onu bu yüzden istediği gibi kullanabiliyor. Ne olduğunu henüz çözemedim, ama mutlaka öğreneceğim.”
Selin bir ona, bir kitaba baktı ve "Okay, bu benim için too much," deyip kitabı kapattı. Bir süre sessizlikten sonra Irmak konuştu: 
"Önceleri hep kitapçılara gidip hayatımı değiştirecek o kitabı bulmaya çalışırdım. Hani hep öyle derler ya. 'Bir kitap okudum ve hayatım değişti.' İşte ben de hayatımı değiştirecek o kitabı aradım hep. Beni etkilesin ve sonrasında hayata farklı bir gözle bakayım istedim. Ama bak," Atlas Kitabı başlığındaki Atlas sözcüğünü işaret etti. "Ben yalnızca o kitabı değil, o adamı da buldum."
Sustuğunda, Selin ona kocaman açılmış gözleriyle, hayret dolu bir şekilde bakıyordu. “Vay canına, ben buna aşk derim! Ne şanslısın ki kader karşına bu kitabı çıkardı…”

Irmak başını salladı. Şimdi gözlerinin içi gülmeye başlamıştı. “Yağmurlu bir gündü. Aslı'yla buluşmuştuk ve... karşılıklı son konuşmamız oldu o. Sonra giderken, köşe başında bir seyyar sahaf tezgahı gördüm. En üstte de bu duruyordu. Atlas Kitabı. Bir kere adı çok basitti, kapağı da öyle.”

“Cidden kötü bir tasarım,” dedi Selin, kitaba bakarken. Kurumuş sonbahar yaprağı rengindeki kapağın üstüne koyu maviyle Atlas Kitabı diye yazılmıştı. “Kapağa kendi resmini bassaymış ne satarmış be kitap! Hani şimdi kitapların çok satması için öyle yapıyorlar ya. Yarı çıplak erkekler falan bakıyor kapaklardan. Bizim insanlarımız da aşk romanı diye alıp okuyor işte.”

“İşte Atlas bunları, yani bu kötü kapağı ve ismi, hep kasıtlı yapmış, adeta okunmasın diye yazıp bastırmış kitabını. Bu çok tuhaf, ama aynı zamanda çok da müthiş bir durum değil mi? Sonra da içine sinmeyince kendisi geri aldı işte hepsini. Ah, eğer dediğin gibi öyle ucuz bir kapağı olsaydı, inan bana almazdım. O zaman da Atlas’la tanışamamış olurdum.”

“O gün ben de parkta senin peşine takılmıştım. Ama sizi izlediğimi fark etmeyin diye, çocuğu tam olarak göremedim hiç… Ayy, bana bak, bu Atlas’ın sosyal medya hesabı var mı acaba?”

“Bilmiyorum. Ama yok sanırım... Yahu, ben sana çocuk koca bir soru işareti diyorum, sen bana internette var mı diyorsun. Öyle biri değil ki o. İnternet kullandığından bile şüpheliyim. Yazılarını bile daktiloda yazıyor.”

“Ayy, sus sus, biraz daha anlatırsan ben de aşık olacağım! Ama... Sen onu terk ettin be kızım.”
"Terk etmedim, yalnızca bana gerçekleri söyleyene kadar ondan uzak durma kararı aldım.” Birden romantik hayaller geride kalmış, konu tekrar ciddileşmişti.
“Peki bu kararına ne kadar sadık kalabileceksin?”
Irmak dikkatle ona baktı ve derin bir nefes aldı.
"Cem'le konuşacağım. Ondan ayrılacağım."
"SEN DELİRDİN Mİ?" Selin, kendisinin bile beklemediği abartıda bir tepki vermişti ama Irmak'ın bunu söylemesi gerçekten şok ediciydi. "Irmak... Bunu kendine yapma. Seni tehdit etmiyorum artık. Cem'den ayrılmana gerek yok. Hem ayrıca bunun ne kadar tehlikeli olabileceğini görmüyor musun? Sen kendin dedin, Cem sana ondan uzak dur dememiş miydi? Şimdi ondan ayrılırsan bunun Atlas yüzünden olduğundan kesin şüphelenecektir. Bu senin öğrencilik hayatını da tehlikeye sokabilir. Bunu kendine YAPMA." Sanki bunu yapmasına engel olabilirmiş gibi elini Irmak'a doğru uzattı.
Irmak elini onun elinin üstüne koydu. Şimdi elleri Atlas Kitabı'nın üstünde birleşmişti. "Sen dediğin için yapmayacağım zaten. Doğrusu bu olduğu için yapacağım. Ben ne olursa olsun Atlas'ı seviyorum. Cem'e uygun bir dille ilişkimizin yürümeyeceğini anlatmam ve ondan ayrılmam gerek. Ben Atlas'ı çok seviyorum. Daha fazla zaman kaybedemem."
---***---      
Parti günü geldiğinde, Irmak hala Cem’e mesaj atıp partiye gitmekten vazgeçtiğini bildirmeyi düşünüyordu. Ne var ki ondan önce davranan Cem mesaj atıp akşam yedi gibi onu taksiyle yurdun kapısından alacağını söyleyince, Irmak omuzlarını düşürüp gardırobunu açtı ve ne giyeceğine bakmaya başladı. İşin aslı, partide giymeye uygun kıyafetlerinin çoğu hala evdeydi ama sırf onları almak için eve gitmeyi hiç istemiyordu. Annesiyle karşılaşmasına ne gerek vardı?

Aslında bu durum onu biraz üzüyordu... Ama gerçek buydu, annesine tahammül edememeye başlamıştı. Ne yapıyor ne ediyor, bir şekilde sinirine dokunuyordu. Annesiyle babası boşandıktan sonra, Irmak babasıyla pek görüşmez olmuştu. Yani ortada bir aldatma vardı ve aldatan, evliliklerini bitiren babasıydı. Ama Irmak annesine karşı da en az babası kadar mesafeli ve öfkeliydi. Neden bilmiyordu, ama hisleri bu yöndeydi. Belki de boşanmadan önce de iyi bir anne olmayı başaramadığı içindi. Boşandıktan sonra çocuklarına karşı iyice umursamaz biri olup çıkmıştı. Mutlaka kendi içinde yaşadığı zorluklar vardı, ama ne olursa olsun çocuklarını ihmal etmemeliydi. Irmak ona en çok da bu yüzden kızgındı.

Sonunda, eve gidip annesiyle karşılaşma riskini göze alamayacağına karar vererek, yurttaki gardırobunda asılan kıyafetlerden birini seçmeye yöneldi. Akşam muhtemelen okuldan herkes şıkır şıkır giyinmiş bir vaziyette arz-ı endam edecek ve o gölgede kalacaktı. Ama umurunda bile değildi. Ne de olsa kendini beğendirmek istediği bir arkadaşı da, bir sevgilisi de yoktu artık.

Hazırlanırken Cem’le mesajlaşıp yedide kapının önüne ineceğini söyledi. Ama yediyi birkaç dakika geçe kapıya çıktığında ortalıkta ne bir taksi ne de Cem vardı, yalnızca kuru bir kış soğuğu... Hemen onu aradı.

“Bebeğim, ben yetişemiyorum,” dedi Cem. “Direkt partide buluşalım mı?”

Irmak biraz bozulmuştu ama belli etmedi. “Peki, orada görüşürüz.”

Ama partiye gittiğinde Cem orada da yoktu. Saat yedi buçuğa kadar bekledi, yediyi kırk geçe Cem'e mesaj attı, ama cevap gelmeyince sekize beş kala müzik gürültüsünü arkasında bırakarak kapının önüne çıkıp onu aradı.
"Cem! Nerede kaldın sen?"
"Irmak... Biliyorum, çok kızacaksın ama son anda bir problem çıktı. Ben gelemiyorum."
İşte Irmak da tam olarak bunun olmasından korkmuştu. “Ne oldu ki?” diye sordu.
“Anneannem rahatsızlandı. Bizden kimse gidecek durumda değildi, mecbur ben yanına gelmek zorunda kaldım.” 

"Ah... Şey, tamam. Çok geçmiş olsun. Ne yapalım, ben de biraz daha takılır, dönerim."
"Tamam. Kusura bakma aşkım ya."
Irmak telefonu kapatıp içeri, partiye geri döndü. Cem bir anda “gelemiyorum” deyince hayal kırıklığına uğramıştı. Ama eğer son anda ortaya çıkan bir sağlık sorunu varsa, haber verememesi tabii ki affedilebilir bir şeydi. Yine de, başından beri katılmak istemediği bir partide yapayalnız kalacak olmak hiç hoşuna gitmedi.
Parti mekanının ışıklı antresinden geçerken Efe’yle göz göze geldi. Efe geleni geçeni gözetlemek, istediğine sataşmak istercesine girişteki kanepenin ortasında krallar gibi yayılmış, başının arkasını avuçlamıştı. Bacaklarını iki yana olabilecek en aykırı biçimde açmıştı –neredeyse yüz seksen derece, teknik olarak imkansız gibiydi. Saçlarını kısa kestirmiş, önlerini havaya kaldırmıştı; başının arkasından beyaz bir bere sallanıyordu. Yanında oturan sarışın kızla ilgilendiği pek söylenemezdi. Sanki Irmak’ı bekliyormuşçasına, ağzının kenarıyla çiğnediği sakızı göstererek gevşek bir şekilde güldü. Irmak yanından somurtup dil çıkararak geçti. O an gözünde Efe'nin baba parası yiyen zengin züppelerden hiçbir farkı yoktu, ki zaten baba parası yiyen zengin bir züppeydi.

Göz alıcı mor, yeşil ve sarı ışıkların insanların yüzünü yalayıp durduğu mekan çok kalabalık ve çılgındı. Bangır bangır müzik çalıyordu. Hayli neşeli bir ortam vardı ama Irmak nerede durması, kimin yanına gitmesi gerektiğini bilmiyordu. Cem yokken o partide ne işi vardı, bunu da bilmiyordu. Aslı’yı da göremedi, hoş görse bile birlikte eğlenemeyecekleri belliydi. Ama bir köşede tek başına dikilmek hiç de onun tarzı değildi. Tanımadığı pek çok insan vardı. Kızlardan biri bir masanın üstüne çıkmış, o çirkin sesiyle Hande Yener’in Sarhoş Dünya şarkısını söylemekte ısrar ediyordu. Belli ki biraz sarhoş da olmuştu.
Irmak karanlık bir köşeye çekilip telefonundan Aslı’nın instagram’ına girdi. Partide olup olmadığını koymuş olduğu bir story ile öğrenebilirdi. Ama onu stalk’lamak şöyle dursun, hesabına bile giremedi, çünkü birbirlerini engellemiş olduklarını bir an için unutmuştu. Morali bozularak Facebook profiline girmeyi denedi. Artık orada da arkadaş değildiler ama onun daha eski yıllarda herkese açık olarak paylaştığı bazı fotoğraflarını hala görebiliyordu. İki yıldır hiç değiştirmediği profil fotoğrafını o çekmişti. Yeşil sarmaşıkların kapladığı tuğla bir duvarın önünde duran Aslı, dalgalı saçlarıyla kameraya yandan bakmıştı. Zaman tünelinde hızla en aşağı indi. Herkese açık olarak paylaştığı en eski fotoğraf, ta lisenin ikinci sınıfındayken gittikleri bir sinemanın tuvaletinde aynanın önünde çekildikleri bulanık bir resimdi. Aslı onu hala kaldırmamıştı ama bunun nedeni muhtemelen onu orada unutmuş olmasıydı. Irmak o günü çok net bir şekilde hatırlıyordu. Aslı’nın bir anda çektiği o aptal fotoğrafı internete koymasını hiç istememişti ama Aslı çok güzel olduğunu söyleyip “best girl friends even go to the hell-a together!!!” gibi fotoğrafın kendisinden daha da aptal olan bir notla koymuştu, buna ikisi de çok gülmüş ve ardından Irmak da onun gönderisini paylaşmıştı. Sonra lise sonda Aslı’nın Irmak’ın dizine yattığı bir fotoğraf vardı. Irmak görünmüyordu ama dizin kendi dizi olduğunu biliyordu. Bir gün batımında, Aslı’nın bir buğday başağı tarlası içinde saçını bıyık gibi yapıp poz verirken zafer işareti yaptığı pozsa Irmak’ın favorisiydi. Sarımsı kumral saçlarına güneş vururken gerçekten katalog modellerine benziyordu. Üniversite sınavına girdikleri yaz senesi birlikte gittikleri bir tatilden kalma, Aslı’nın rengarenk sörf tahtasını beline koyduğu ve sanki çıplakmış gibi göründüğü fotoğraf da çok eğlenceliydi. Sonra ikisinin arkadan kafa kafaya verdikleri ve gün batımına baktıkları bir manzara fotoğrafı vardı, yurt dışı tatillerinden kalmaydı. Sonra denizde sırt üstü yatıp kalp işareti yaptıkları bir poz vardı. Ah, birlikte ne çok fotoğrafları vardı! Aslı neredeyse hiçbirini silmemişti. Irmak daha fazla dayanamayacaktı, sanal dünyayı geride bırakıp, gerçek hayata geri döndü. 
 -*-
Uzay partiye Selin’den önce gelip kendine bir içki almıştı. Annesi şu halini görecek olsa kıyameti koparırdı, neyse ki ablasının kendisini ispiyonlamayacağından emindi. Kalabalığın içinde Irmak’ı şöyle bir görmüş ama sonra kaybetmişti. Çok gürültülüydü. Hande Yener’den Kim Bilebilir Aşkı çalıyor, bir çocuk saksafonla eşlik ediyordu. Ortam retro Hande şarkılarıyla dolu, baya iyi, diye düşündü.

Sonra aniden Selin’i gördü. İnsanların arasından ona doğru geliyordu. Uzay gülümseyerek ona doğru birkaç adım attı. Selin de onu görmüştü. Ama... peşinde başka bir adam, bakışlarında da tuhaf bir ifade vardı. Açıklama yapmak istercesine ağzını açtı ama tam da o an elektrikler kesildi ve partidekiler kısık sesle tiz bir çığlık attı.



Müzik, her şey bir anda kesilmiş, insanlar susmuştu. Sonra hep bir ağızdan uğultu başladı. Her kafadan bir ses çıkıyordu, yakınlarda bir yerde birkaç bardak yere düşüp kırıldı. Tek görünen insanların telefonlarının ışığıydı. Karanlığın içinden çeşitli sesler şöyle söylüyordu: “Herkes sakin olsun!”, “Jeneratör filan yok mu ya?”, “Elektrikler eminim hemen geri gelecektir”, “Gelmezse de hoş bir romantik ortam olur, değil mi ama?”

Böylece bir anda elliden fazla mum yakıldı. Şimdi mumların ve telefonların ışıklarından başka hiçbir ışık yoktu ama en azından az önceki gibi zifiri karanlık da değildi. Uzay’ın görüş alanına tekrar o adam girdi. Birini arıyor gibi bir hali vardı.

Uzay onu hiç sevmemişti. Görünüşünde onu rahatsız eden, uğursuz bir şeyler vardı. Sonra bir aydınlanma yaşadı. Onu daha önce bir yerde gördüğünü hatırlamıştı. Bu çok garipti, onu gördüğü yer hiç hoşuna gitmemişti. Düşündü, düşündü. Sonra birden hatırladı: Onu birkaç hafta önce, Irmak'la buluşup arabaya bindiklerinde Irmak'ın takip etmesini istediği motosikletli çocuğun yanında görmüştü. Motosikleti takip ederken kaybolmuşlardı ve kendilerini şehrin dışında, ormanlık bir alandaki depo gibi bir yerin önünde bulmuşlardı. Irmak arabadan inip o adama yol sormaya gitmişti. Adı Necati’ydi! Sonra o motosikletli, sarışın erkek gelmişti. Ablasını arabada beklemekten sıkılan Uzay da en sonunda inip onların yanına gitmişti, ama Irmak yanlış geldiklerini söyleyerek onu bile beklemeden arabaya doğru yürümeye başlamıştı. Uzay sonra neler olduğuyla ilgili ablasını konuşturmaya çalışmış, ama Irmak çok yorgun olduğunu söyleyerek geçiştirmişti.

Ama artık emindi.

Bir şeyler oluyordu.

O gün takip ettikleri motosikletli kimdi, bu Necati kimdi, partiye Selin’le birlikte mi gelmişti ve Uzay neden tüm bunlar etrafında olup biterken kendini her şeyin dışında kalmış gibi hissediyordu?

Hemen Irmak'ı bulması gerekiyordu.

Masanın yanından ayrılıp hızlı adımlarla yürümeye başladı. Karşısına çıkan ilk kişiyi, ki bu ablasıyla aynı sınıfta olan Efe'ydi, kolundan tutup çevirdi.

"Onu gördün mü?"

"Kimi be?" dedi Efe. Daha şimdiden sarhoş olmuş gibi bir hali vardı.

“Irmak'ı.”

Efe omuz silkti. “Eğer ona rastlarsan ona beni bulmasını söyle.”

Uzay uflayarak kolunu bırakınca, zaten sarhoş olan Efe dengesini kaybedip yere düştü ve yandaki kokteyl masasını devirdi. Etraftaki birkaç kişi onu kaldırmaya çalışırken, Uzay tekrar yürümeye başladı. Etrafına bakıyor ama her yer yarı karanlık olduğu için Irmak’ı göremiyordu.

Sonra biri pat diye yoluna çıkıp onu durdurdu.

Selin meraklı gözlerle ona bakıyordu. “Uzay, neler oluyor?”

"Selin, sonra," dedi Uzay.

“Necati'yle ne konuştunuz? Sana ne söyledi bilmiyorum, ama beni dinlemen gerek."

"Sonra," dedi Uzay ve önünde duran Selin'in omzuna çarparak karanlıkta ilerlemeye devam etti. Onu arkasında bırakmıştı.

Irmak’ı... acilen... bulmalıydı. 
-*-
IRMAK, CEM GELMEDİĞİ için kendisi için zaten hiçbir anlamı olmayan partiden, elektrikler de kesilince kesin olarak ayrılmaya karar vermişti. Ama tam kabanını giyinmiş gidiyordu ki, yarı-karanlığın içinde onu gördü. Aslı'yı. Tek başına, ağır ve telaşsız adımlarla merdivenlerden aşağı iniyordu. Üzerinde parlak turuncu bir tişört ve kot pantolon vardı. Uzun saçları omuzlarına dökülüyordu. Çok güzel görünüyordu. Ama biraz mutsuz gibiydi.
Büyük şamdanın yanına gidince yüzü iyice aydınlandı. Evet, gerçekten ters giden bir şeyler var gibiydi. Kokteyl masasından bir içki aldı, sonra bütün şişeyi kaldırıp başını arkaya eğerek kocaman bir yudum aldı. Şişeyi neredeyse yarılamıştı. Kimseyle konuşmuyor, etrafına bile pek bakmıyordu. Yanına gelen birkaç kişi de o ilgilenmedi diye gitti. Irmak bir an için yanına gitmeyi düşündü ama gitmedi. Bütün dikkatini vererek Aslı'ya baktığı sırada, karanlığın içinden nefes nefese bir ses duydu.
"Irmak... Uzay'ı gördün mü?"
Selin'di bu. "Hayır. Siz birlikte değil misiniz?"
"Of hayır," dedi Selin ve yanından uzaklaştı.
O gittikten sonra Irmak tekrar Aslı'nın olduğu yöne baktı. Ama Aslı yoktu. Irmak yakındaki her yüzü tek tek taradı. Aslı gitmişti.
O sırada ışıklar geldi ve etraf yeniden aydınlandı, müzik de tekrar çalmaya başladı. Irmak'ın eli yaprak desenli metal kolyesindeydi, bir şeylere karar verme aşamasında olduğunda hep kolyesiyle oynardı. Sonunda yerinden fırladı ve karşısına çıkan herkese Aslı'yı görüp görmediğini sormaya başladı. İkinci sınıftaki çocuklardan biri onu üst kata çıkarken gördüğünü söylemişti ama gördüğünün o olduğundan emin değildi. Yine de Belki odur diyerek üst kata koştu Irmak.

Eğer biraz aklı olsaydı, onu hiç umursamazdı. Aslı, peşinden koşulmayı asla hak etmiyordu. Yine de yapamazdı. Onu öyle bırakıp gitmek içine sinmezdi. Belli ki bir şeyler olmuştu. Irmak onunla ilgilenmeliydi.
Üst kata çıktı, Aslı gerçekten de oradaydı. Ters çevrilmiş sandalyeler ve masalarla dolu boş katta, duvarın dibinde tek başına duruyordu.
Sanki orada Irmak'ı bekliyor gibiydi.
Ya da Irmak saçma bir şekilde öyle hissediyordu.
Aslı'nın sessizce ağladığını fark etti.
"Aslı?"
Aslı başını çevirip ona baktı. Gözyaşları yanaklarından akarken, yüzünde küskünlük ve öfkenin sessiz bir mücadelesi yaşanıyor gibiydi.
"Aslı neyin var?"
Ona doğru tereddütle birkaç adım attı. Şimdi elini kaldırsa onun omzuna dokunacaktı, ama böyle bir şeye cesaret edemezdi. Aslı'nın bunu istemeyeceğini biliyordu.
"Irmak..."
"Evet?" Evet. Ne? Acaba Uzay'ı Selin'le görmüştü de o yüzden mi ağlıyordu? Ama hayır, bu çok daha derinlerde, çok daha başka bir mevzuydu. "Evet, bana anlatabilirsin."
"Ama biz artık en yakın arkadaş değiliz ki," dedi Aslı omzunu silkerek.
Irmak aslında "İstersen tekrar olabiliriz," diyecekken, son anda "Doğru, değiliz," dedi.
Aslı dudaklarını bükerek başını iki yana salladı. Gözyaşları daha da hızlanmıştı şimdi.
"Yeter artık, benimle kafa bulmaktan vazgeç Aslı."
"Hayır, hayır, öyle bir şey değil..."
"Buraya gelmem hataydı."
"Yanılıyorsun..."
Irmak ona doğru bir adım atıp "Ne var biliyor musun, artık seni gördüğümde hiçbir şey hissetmiyorum," dedi.
Aslı ona baktı.
Irmak başını salladı. "Yalnızca kendi hayatını mahveden bir kız görüyorum. Ama beni," Uzay'ı da dahil etti. "Bizi tercih ettiğin kişi her kimse, belli ki sana iyi gelmiyor." Gitmek üzere arkasını döndü.
“Irmak dur.”

Irmak ona döndü.

"O iyi bir çocuk, tamam mı?” dedi Aslı, gözlerinden yaşlar akarken. “Onu seviyorum…”

İşte, Aslı ilk kez bir ilişkisi olduğunu itiraf ediyordu. Irmak tüm bunların sebebi olan o çocuğun kim olduğunu deli gibi merak ediyordu. Ama hiçbir şey söylemedi, onun hayatında olup bitenler artık umurunda bile değilmiş gibi görünmek için en ufak bir tepki vermekten kaçındı. Sebepsizce ağlamaklı olmuştu. Aslı’nın yüzüne bakmaktan kaçınarak merdivenlere koşup aşağı inmeye başladı.

Loş merdivenlerden tekrar kalabalık ve ışıltılı parti salonuna indiğinde titriyordu. Zor ve hiçbir yere varmayan kırık dökük bir konuşmayı geride bırakmıştı. Tek istediği bir an önce yurda geri dönmek ve yorganın altında çılgınlar gibi ağlamaktı. Kimseye görünmeden mekanın kapısından çıkmıştı ki, telefonuna bir mesaj geldi. Cem’den diye düşündü ama hayır, Atlas’tandı.
"Tamam. Sana her şeyi anlatacağım. Şimdi her neredeysen gel. Eğer gelmezsen her şey bitti sayacağım ve ikimiz de yolumuza devam edeceğiz. Beni istiyor musun? Tüm hatalarımla. Tüm günahlarımla. Bununla yüzleşmeye hazırsan, gel. Çatı katımda seni bekliyor olacağım."
10. bölüm sonu, devam edecek
-----------********------------
instagram.com/ofluoglumert
twitter.com/ofluoglumert

5 yorum:

  1. Çok sürükleyici etkileyiciydi 11. Bölümü hemen paylaşırsan çok güzel olur
    Teiekkürler

    YanıtlaSil
  2. Nasıl bir bölüm bu ya özellikle sonu. 11’i bir an önce yayınlasan güzel olurduu :)

    YanıtlaSil
  3. Brn biraz geç başladım ama kelimelerin anlatımın harika 👏 👏
    Başa dönüp tekrar okumam lazım..
    Kalemine sağlık
    .

    YanıtlaSil
  4. hımmm bak en sonda açıklama yapmışsın yaaa orda işte bu bölümdeki en ilginç konuları sölemişsin. bana en ilginç selin ırmak yakınlaşması ve necati selin durumu geldi. necati selin ne ilgi olabilir ki? selin herhalde samimi gibi. ama hiçbişey tahmin edemiyorum ki. karıştırdın ortalığı :) başından beri öyküde sadece ırmakı seviyorum :)

    YanıtlaSil
  5. Demek Selin, Skam'daki Vilde'ya benziyor, o ayrıntı hoşuma gitti, Skam çok sevdiğim bir dizidir çünkü. :)
    Selin'i bu bölümde sevmeye başladım. Ayrıca Irmak'ın Selin'e Atlas'tan bahsettiği kısım duygusal ve anlamlıydı. :) Duyguları çok iyi yansıtmışsın gerçekten. ^_^
    Umarım Aslı'yla Irmak yeniden barışır. :/
    Uzun olmasına rağmen akıcı bir şekilde sürükleyen bir bölüm oldu benim için. 11. bölüm çabuk gelsin lütfen! ^_^

    YanıtlaSil

Gmail hesabı olmayanlar, anonim seçeneği ile yorum yapabilir... Yorumlarınız için çok teşekkür ederim!

NAKANO ESKİCİ DÜKKANI VE ÇOKSATAN KİTAP PROBLEMATİĞİ

Genelde kitapçıların çoksatan raflarından uzak durup, aksine hiç satmayan, kimsenin ilgi göstermediği, kıyıda köşede kalmış kitapları arar b...