24 Nisan 2018 Salı

YENİ BÖLÜM NE ZAMAN?

Mürekkep Kokunu İçime Çektim’in son bölümünü yayımlamamın ardından bir ay geçmiş… O kadar olduğunun hiç farkında değilim. Sanki daha dün yayımlamışım 15. bölümü. Eh, zaman da acımasız tabii. Peki neden bu kadar bekledim ve yeni bölüm ne zaman?
Cevap: İkinci kitabımı tamamlıyordum. O yüzden tamamen ona odaklanmam gerekiyordu. Bu hafta Prag'a gidiyorum. Kitap zaten çoktan bitmişti de gitmeden önce artık 19843. kez gözden geçirişimin ardından tamamen bitirip aklımdan çıkarmak istiyordum. Nihayet çıkardım (yani, sanırım - kitaplarda yarattığım karakterler ve olaylar hiçbir zaman aklımdan çıkmıyor çünkü. Geri planda sürekli onları düşünürken buluyorum kendimi). 
Prag maceralarımı instagram, twitter ya da facebook, bu üçünden herhangi birinden takip edebilirsiniz. Hepsinde adım ofluoglumert. Ama instagram'da anlık story'ler sayesinde daha çok şey paylaşacağım tabii. Dönüşte de 16. bölümü yayımlayacağım. Şu an yayımlayamam çünkü bazı detayları bir daha yazmam gerek. Heyecan kısa süre içinde kaldığı yerden devam edecek yani!
instagram.com/ofluoglumert
twitter.com/ofluoglumert
facebook.com/ofluoglumert 

19 Nisan 2018 Perşembe

4 ALBÜM 4 SADE / ŞARKI TAVSİYELERİ

80'lerde yaptığı çıkışla gönüllere taht kuran Sade'yi hep çok sevmişimdir, ama şu son zamanlarda yeniden ve iyice bir takıldım geçmişten günümüze dek yaptığı albümlere... Aslında, doğal olarak, Sade'yi sonradan keşfettim ben, çünkü ilk çıktığı zamanlarda haliyle ben yoktum. Ama Smooth Operator'u yazları duyduğumu hatırlar gibiyim. Şimdi bu smooth caz, soul ve R&B kraliçesinin, yaşayan efsanenin en çok sevdiğim 4 albümünden seçtiğim şarkılara bakalım.

Diamond Life (1984)



Sade’nin Diamond Life albümü, sanki bir yaz akşamüstü esen meltem gibi saçınızı okşayan zarif ve naif şarkılardan oluşuyor... Öyle fırıl fırıl, öyle ferah… Tam dinleyip dinleyip salınmalık... Bu albüm, sonraki dönemlerde göreceğimiz ve dinleyeceğimiz Sade'ye dair birçok ipucu da barındırıyor. Karşımızda klas, şık ve kaliteli çizgisini hiç bozmayacak bir şarkıcı olduğunu daha ilk andan itibaren anlıyoruz. Smooth Operator bir dönemler tatil beldelerinde, nezih ve şık caz restoranlarından yükselirdi… İlla bir yerlerden duymuşsunuzdur bu şarkıyı. Ne güzel bir smooth caz şarkısıdır! Eski şarkılar daha mı güzeldi? Şimdi yok sanki o tatta işler… Ya da eskidi diye mi özlemle anan bizleriz? Sade’nin bu zamana kadar ıskaladığı hiçbir şarkı yok. Her şarkısı muazzam. Smooth Operator, Your Love is King, Hang on to Your Love ve bonus olarak da Cherry Pie, benim Diamond Life’teki favorilerim. Hang on to Your Love'ı adeta bir Michael Jackson dinler gibi dinliyoruz. Caz, soul, R&B ve alternatif sevenler Sade'nin bu ilk albümünü kesinlikle keşfetmeli.



Love Deluxe (1992) 


Love Deluxe de başlı başına bir efsane… Muazzam bir slow olan No Ordinary Love klibinde girdiği deniz kızı hali, bugünün kliplerine taş çıkartıyor desek abartmış olmayız. Sade'nin klipleri gerçekten her zaman geçerli klipler oluyor, sanki daha dün çekilmiş gibi hala yeni duran bir klip bu da. Feel No Pain, Cherish the Day ve Pearls albümün diğer kıymetlilerinden. Cherish the Day'i canlı söylediği konser videosu internette haklı olarak büyük ilgi görüyor. Pearls'te de "Hallelujah" diye haykırdığı kısım çok iyi. Love Deluxe Sade'nin en iyi ve önemli albümlerinden biri hiç şüphesiz. Aşağıya No Ordinary Love'ı bırakıyorum. Hem dinleyin hem izleyin. Bir benzeri daha görülmedi. Ama bu tatta şarkıları tekrara düşmeden yine Sade yaptı. Şu şarkıyı dinleyip de kalbi titremeyen var mıdır? 



Lovers Rock (2000)


Lovers Rock'ta favorilerim By Your Side ve King of Sorrow, ikisi de muazzamdır! İki şarkıda da R&B ve soul sularında yüzüyor Sade. King of Sorrow muhteşem... By Your Side'ın klibi de öyle. Kararsız kaldım, aşağıya King of Sorrow'ı bırakıyorum. Ama kalın yazdığım her şarkıyı bulup dinleyin zaten. Bir de bu albüm kapağında, alakasız bir şekilde, Ufak Tefek Cinayetler'deki Burcu'ya benzetiyorum Sade'yi. Bazı karelerde de İsveçli caz sanatçısı Lisa Ekdahl'ı andırıyor suratı. 




Soldier of Love (2010) 


Sade 8-10 yılda bir albüm çıkarıyor ve bu gerçekten ü-zü-yor... Ama çıkardığı albümler de size bir 10 yıl yetiyor, asla çabuk tüketmiyorsunuz. Bu Şubat ayında bir film için yaptığı şarkıyı saymazsak, en son albümü 2010 yılında çıkmıştı. Smooth cazın ve R&B'nin kraliçesinin, çizgisinden ödün vermeden zamana, çağa ve sektöre ayak uydurduğu bir albüm oldu bu. Açıkçası albüme de adını veren Soldier of Love şarkısını (albümlerinde genelde hep "love" kelimesi geçmiş) ilk dinlediğimde pek ısınamamış, yani Sade'nin tarzının dışında bir iş olduğunu düşünmüştüm. Ama şimdi en çok sevdiğim Sade şarkılarından biri kendisi... Ve çıkış şarkısı olarak seçilmiş olsa da, aslında albümün genel ruhunu yansıtmıyor. Ama yeniliği, farklılığı ve özgünlüğü severim! Soldier of Love, trip hop ve alternatif sularında yüzen bir şarkı. Bir savaş (ya da barış) marşısını andıran, cesur, gümbür gümbür bir iş. Klibi de bu ruhla çekilmiş. Dinledikçe çok seviyorsunuz. Özellikle "in the wild wild west, I'm doing my best" kısmı dillere takılıyor. Bir tek hala, şarkıda enstrümanlar vokalin önüne fazla mı geçiyor diye düşünüyorum. Öte yandan albümdeki Bring Me Home ve In Another Time, tipik eski Sade şarkıları. Muazzam slow'lar. The Moon and the Sky da değişik bir şarkı. Yani aslında Sade'nin, Sade'liğinden hiçbir şey kaybetmemiş olduğunu anlıyorsunuz. Caz, soul ve R&B duruşunun üstüne bu sefer trip hop, pop ve yer yer hafif elektronik de ekleyerek kendini yenilemiş diyebiliriz Sade için. 



Uzun lafın kısası: Eğer hala tanışmadıysanız, Sade ile KESİNLİKLE tanışın. Daha fazla zaman kaybetmeden hemen yapın bunu. Kaliteli bir müzik, güçlü bir vokal ve muhteşem şarkılar sizi bekliyor olacak. 

Uzun lafın kısası 2: Caz, blues, R&B gibi alternatif türleri seviyorum, biliyorsunuz. Hande Yener'in 2006'daki Apayrı albümü de R&B idi ve oradaki şarkılar için de zamansız şarkılar diye yazmıştım bir yazımda... Bu türün özelliği de bu sanırım; enstrümanlarından mı sound'ından mı nedir bilinmez, cidden zamansız şarkılar oluyor. Sanki daha dün yapılmışlar gibi. İşte 1984'ten 2018'e Sade'yi dinlerken de, bu zamansızlık hissine kapılmadan edemiyorsunuz. Sade'yi dinleyin.

Uzun lafın kısası 3: Sade kendini gizleme çabasında falan değil ama yine de ortalıkta yok. Sosyal medyayı hiç kullanmıyor diyebiliriz. Bu da onun duruşunun bir parçası aslında. Sade nerelerdesin, yeni bir albüm yap artık ve geri dön lütfen... 

Sosyal medyadaki paylaşımlarımı kaçırmayın!

instagram.com/ofluoglumert
twitter.com/ofluoglumert
facebook.com/ofluoglumert 

15 Nisan 2018 Pazar

SAFFET EMRE TONGUÇ İLE KEŞİFLERDEYDİK!


Beni instagram hesabımdan takip edenleriniz görmüştür, pazartesi günü Hürriyet Seyahat'in Saffet Emre Tonguç rehberliğinde düzenlediği turdaydım. Gün boyu story paylaşımı yaptım, bazılarınız anlık olarak takip etti. Hoş anlatımı ve güler yüzüyle Saffet Emre Tonguç'la Beyoğlu, Taksim ve Çukurcuma'da girilmedik ara sokak bırakmadık. Şansımıza hava da çok güzeldi, artık iyice bahar geldi, havalar baya ısındı. Öyle ki, sanat ve tarih dolu keşif turumuzda zaman zaman sıcaktan bunaldık. 


Günü Tomtom Gardens'ta, çay kahve molası vererek noktaladık. Sürpriz bir arp resitali de bizleri bekliyordu. Tomtom Gardens'ın arka avlusu/bahçesini gerçekten çok rahatlatıcı bir atmosfere sahip. Günün detaylarını bugün Hürriyet Seyahat'ten de okuyabilirsiniz. 

Sosyal medyadaki paylaşımlarımı kaçırmayın!

instagram.com/ofluoglumert
twitter.com/ofluoglumert
facebook.com/ofluoglumert 

8 Nisan 2018 Pazar

KİTAP ÇALIŞMALARI NASIL GİDİYOR?


Sebepsizce erken kalkılan bir pazar sabahından daha herkese merhaba! 

Benim gibi hafta sonu sabahları bile erkenden uyananlar burada mı? 

7’de kalktım, biraz kitap okudum, kahvaltımı yaptım, bilgisayarımda klavyemin başına geçtim. 

Yani belki çoğunuz hala mışıl mışıl uyuyorken, ben günü çoktan yarıladım!

Ama ne demişler, erken kalkan yol alır! 

Şimdi üçüncü fincan açık çayımın yanında kurabiyeler, bisküviler yiyerek dişlerimi test ediyorum. 

Tahmin edeceğiniz gibi, kitap yazma çalışmalarına da her zamanki gibi gözümü açar açmaz başladım. 

Bir yanda ekrandan, bir yandan önümde basılı duran kağıtlardan, yeni kitabımın revizyon/rötuş aşamasında son sürat ilerliyorum. 

Tam şu anda 359. sayfadan gidiyorum. 

İlk kitaptan daha hacimli bir kitap olacak bu. 

Prag’a gitmeden önce artık kitabı 19843. kez gözden geçirişimin ardından tamamen bitirip aklımdan çıkarmak istiyorum. 


Evet, bu ayın son haftası Prag’a gidiyorum! Cuma günü yazmıştım. 

Kitabı bitirip aklımdan çıkarmak istiyorum artık!

Bitti diyorum, bitmiyor. Başa dönüp tekrar düzeltmeler yapıyorum. Böyle böyle yıllar geçti, kitap hala çıkacak... 

Yine, nereden baksanız polisiye gerilim ve tabii çok fena aşk ve ihanet ve tabii aile dramı ve tabii sırlar ve tabii Bozbalık. 

Bozbalık!



Bir de bu şarkıya taktım fena halde. 



Sade'yi hatırlayan var mı? 90'lı yıllarda Smooth Operator şarkısı vardı... Ne güzel sesi var... Bu da No Ordinary Love şarkısı, yine o yıllardan. R&B, soul, caz söylüyor kadın. Şu şarkıyı dinleyip de kalbi titremeyen var mıdır? Of Sade, nerelerdesin geri dön... Eski şarkılar gibisi var mı? 

Neyse, ben yine çayımı atıştırmalıklarımı alıp yazmaya geri döneyim...

Siz de beni instagram'da story'lerde yakalayabilirsiniz, belki! 

Blog dışında da görüşelim, konuşalım: 

instagram.com/ofluoglumert
twitter.com/ofluoglumert
facebook.com/ofluoglumert 

6 Nisan 2018 Cuma

PRAG YOLCUSU KALMASIN!


Bu ayın son haftası Prag’a gidiyorum.

Tabii nereleri gezmeli, hangi kafeye gitmeli diye araştırmalara şimdiden başladım.

Ama eğer gideniniz, bileniniz, duyanınız varsa, sizden de tavsiye almak için bu yazıyı yazıyorum.

Prag’la ilgili gitmeden önce bilmek gereken epey şey var.

Mesela Euro değil, Çek korunası kullanıyorlar. Parayı Praha Exchange’de bozdurun çünkü kur çok farklı, en uygun orasıymış diye okudum.

Clementinum Kütüphanesi’ni çok merak ediyorum. Barok mimaride yapılan bu kütüphane, sanırım dünyanın en güzel kütüphanesi seçilmiş (internette pek bilgiye rastlayamadım). Ama dünyanın en güzel kütüphanesi olmasa bile, en güzellerinden biri olduğu kesin! (300 CZK imiş giriş. Yani 58 lira yapıyor. Öğrenciye 200 CZK diyor yani 40 lira ama öğrenci olduğunu nasıl kanıtlayacaksın, kartını göstersen inanırlar mı o da ayrı konu). Her neyse, burayı kesin görmeliyim!

Strahov Kütüphanesi’ni de çok merak ediyorum. Giriş için ayrı, fotoğraf çektirmek için ayrı para alınıyormuş. (Strahov çok daha ucuz. Yani fotoğraf için ekstra para alıyorlar diye bizi diken diken etmesine hiç gerek yok aslında, çünkü Clementinum öyle bir şey demeden zaten 60 liranızı alıyor. Burada da sivil 120 CZK, yani 23 lira, öğrenci 60 CZK yani 12 lira. E fotoğraf da olsun olsun 50 CZK falan.)

Halk kütüphanesi de varmış. (Ona giriş de Strahov gibi 120-60 CZK. Demek en pahalıları Clementinum ama normal çünkü en güzelleri de o!)

Neyse ben en çok Clementinum’u merak ediyorum! Yurt dışına gidip de kütüphane görmeden dönmek olmaz, hatta İsveç’e gittiğimde İsveç’tekiler kütüphaneyse bizdekiler ne diye bir yazı yazmıştım, hatırlarsınız.

Mesela Prag’a iki saat mesafede olan Karlovy Vary’e gidip dönmeye, günün yarısını yolda harcamaya değer mi? 2-2 git gel 4 saat, Karlovy Vary’e gidene kadar Prag’ı keşfetmek daha mı mantıklı?

Kütüphaneler ve boğazıma düşkün olduğum için yeme içme yerleri şimdilik listemin en yukarılarında, her zamanki gibi.

Yemek çeşidi olarak öyle pek farklı bir şeyi yok, aslında tatlı olarak da çok enteresan şeyleri yok… Ama yine de tatlılarından trdelnik, medovnik ve trhanec yemeden dönmem!

Kafelerinden hangisine girsem? Muj Salek Kavye (kahvaltısını ve kahvesini duydum-rezervasyon istiyor, aslında hepsi istiyor), Artisan Cafe Bistrot, Choco Cafe, Cafe Savoy (instagramda popüler), Cafe Letka (kahve-farmest kahvaltısı), Cafe Louvre, Cafe Cafe, Cafe Slavia, Kavarna Co Hleda Jmeno… O kadar çok kafe var ki, işte pek çok ismi not ettim. Bakalım, hangisine gidebileceğim ya da yolda sokaktan geçerken gördüğüm herhangi bir güzel kafeye dalarak planımı alt üst mü edeceğim? Bir de rezervasyon istiyor diyorlar, ama sanmıyorum ya. Normal, kendi halinde bir kafeye rezervasyonsuz da gidilebiliyordur herhalde…

Yani Prag konusunda liste kabarık, kafalar karışık. Nereye gitmeli? Ne yapmalı değil de nereye mutlaka gitmeli, neyi mutlaka yapmalı, neyi mutlaka tatmalı diyorum…

Mutlaka gitmem/gezmem gereken yerleri, yemem gereken lezzetleri bana yazın, tavsiyelerinizi bekliyorum!

Beni takip edin:


1 Nisan 2018 Pazar

SONGÜL ÖDEN'LE KARŞILAŞTIM!


Bugün, yeni ayın ilk günü, çok sevdiğim arkadaşlarımla Nişantaşı’nda buluştum. 

Günün sonunda beni bekleyen sürprizden haberim yoktu elbette… 

Çok kalabalıktı, gittiğimiz mekanın girişinde sıra beklemek bana pek mantıklı gelmedi; zira kısacık hayatımızda kuyruklarda kaybedecek zamanımızın olmadığını görüşündeyim. 

“Bahçeyi boş verelim, yer varsa üst kata çıkalım,” dedim, çıktık. Hava güzel olduğundan, içerisi, hele de üst kat, pek kimse tarafından tercih edilmemiş tabii. İleride, camın önünde uzun bir masa var. Bir ucunda üç kadın oturuyor, diğer ucuna da biz üçümüz geçtik. Benim kitap işlerinden, dizilerden, filmlerden konuşmaya başladık. Sol tarafıma hafifçe dönünce, dalgalı saçlarından tanıdım onu. 

Songül Öden

Kalbim o an güm güm çarpmaya başladı. Dönüp bir daha baktım. Sahiden de oydu. Işıl ışıl, resmen parlıyor, ışık saçıyor. Beni tanıyanlar bilir ona olan hayranlığımı… Onun Umutsuz Ev Kadınları’ndaki Yasemin karakterini nasıl da severim. Yasemin’le üç sezon boyunca hem kahkahalarla güldürmüş hem de hüngür hüngür ağlatmıştır çünkü beni, o kadar gerçek bir karakterdir ve sanki hala Gül Çıkmazı’nda bir yerde yaşamını sürdürmektedir. Yasemin'le gerçekten sıkı bir oyunculuk dersi verdi, almasını bilene. Hala ne zaman canım sıkılsa açıp açıp izlerim. Hiç şüphesiz ülkedeki en iyi aktrislerden biri. Yanına gittim, tanıştım. Bir mütevazı, bir samimi ki sormayın! Koskoca bir oyuncu, bu kadar mı tatlı, içten, candan olur? Yanına oturdum, konuştuk biraz, oralar bende kalsın... Bir kez daha hayran oldum ona. Kesinlikle ekranda göründüğünden on kat daha sempatik ve güzel. Gittikçe de güzelleşiyor mu ne? Belli ki gerçekten dost canlısı bir kadın, onun dostu olanlar ne kadar şanslı… Daha hiç tanımadığı benimle konuşurken bile gözlerinin içi gülüyor resmen. Sanırım o kısacık süre içinde iyi de anlaştık.

Yanından ayrılırken “Sayenizde Nisan ayına çok güzel bir başlangıç yapmış oldum,” dedim sevinçle. İşte 1 Nisan böyle geçti benim için. Gerçekten şaka gibi, muhteşem bir gündü. 

Dilerim ileride bir gün yollarımız konuştuğumuz gibi güzel bir projede kesişir. 

Belli mi olur canım?

Beni takip edin:

SİNEMADA İKİ FİLM

Son günlerde sinemada iki filme gittim. İlki, The Substance. Yani Cevher. Bence mutlaka görülmesi gereken, ama son derece rahatsız edici bir...