29 Eylül 2020 Salı

TELEVİZYONDA YENİ SEZONUN DİZİLERİ NASIL BAŞLADI?

Koronavirüs tehdidi tüm hızıyla, hatta hızını daha da artırarak devam ederken, televizyonda yeni sezon çoktan başladı. Geçtiğimiz sezon dizilerin birçoğu sezon finali bile yapamadan pat diye mecburi koronavirüs tatiline girdiği için, bu sezon da sessiz sedasız, yeni sezonmuş gibi olmadan, diziler yeni bölümleriyle kaldıkları yerden devam ediyorlarmış gibi başladı. Koronavirüsün endişe verici durumuna baktığımızda, bu sezon evlerde her zamankinden çok vakit geçireceğiz gibi görünüyor. Hal böyle olunca, televizyon da mütemadiyen açık olacak. Diziler "seç, beğen, al" rekabetlerine çoktan başladı. Dün akşam başlayan Uyanış: Büyük Selçuklu pazartesinin, Masumlar Apartmanı salının ve Kırmızı Oda cumanın dengesini tamamen değiştirdi. Diziler birbirlerinin ayaklarını kaydıradursun, olan gerçekten de tiyatrolara oldu. O güzelim koltuklara oturup sahne tozu yutamayacağız bir süre daha. Çok üzücü...

Şimdi gelin, benim kısa yorumlarımla ekranda ne var ne yok şöyle bir bakalım.

Pazartesi

Drama olarak başladığı ekran yolculuğuna adeta bir komedi dizisi olarak devam eden Yasak Elma, 4. sezonunda da reyting listesinde hiç fena ilerlemezken, dün akşam başlayan Uyanış: Büyük Selçuklu listede 1.liği kaptı. Onu Çukur, Yasak Elma ve Sefirin Kızı izledi. Her akşam yayınlanan Master Chef'i de unutmamalı... Hiç izlemedim.

Salı

Netflix'te yayınlanan Fransız dizisi Dix pour cent'ten Ay Yapım'ın Türk kültürüne uyarladığı Menajerimi Ara, bizim toplumumuz için fazlasıyla konsept ve spesifik bir dizi olsa da, izleyicinin ilgisini çekmeyi başardı. Bir oyunculuk ajansında yaşananları anlatan dizi, oyunculuğa, dizi sektörüne dair bir ilginiz varsa kesinlikle ilginizi çekecektir. Benim içinde olduğum bir sektör olduğu için keyifle izliyorum mesela. Ahsen Eroğlu, Deniz Can Aktaş, Barış Falay, Canan Ergüder, Fatih Artman ve Ayşenil Şamlıoğlu'nun oluşturduğu ana cast'a, her hafta birbirinden ünlü oyuncular dahil oluyor. Konuk oyuncu açılışını halihazırda zaten Ay Yapım'ın oyuncusu olan Tuba Büyüküstün'le yapan ve sonrasında Çağatay Ulusoy'dan Edis'e pek çok ismi konuk eden dizi, bu açıdan izleyiciye eğlenceli vakit sunuyor ve "Acaba bu haftanın konuğu kim?" diye düşündürtüyor. Ancak öte yandan, orijinal dizinin bir sezonu sadece altı bölüm ve bu aşamadan sonra bizdeki yerel dizinin nasıl ilerleyeceği, biraz senaristlerin marifetine kalmış. Ayrıca ünlü konukların sezon boyunca devam etmesi de bir parça imkansız görünüyor. Ama dizi sektörün içinden müthiş sektör eleştirileri yapıyor: "Artık esas kızın annesi rolü için bile 30 yaşın altındaki oyuncular isteniyor!"

Yeni başlayan Masumlar Apartmanı, Menajerimi Ara'nın reytingini fazlasıyla düşürdü. Menajerli dizi geçen haftaki bölümüyle reyting listesinde sert bir düşüş yaşadı. AB'de 8. olurken, TOTAL'de ilk 10'a bile giremedi. Masumlar Apartmanı ise her iki kategoride de 1. olarak zirveye oturdu. Hekimoğlu AB'de 4., TOTAL'de 7. olarak devamlılığını korurken, Baraj da müthiş düşüşlerle AB'de ilk 10'a bile giremezken, TOTAL'e de ancak 10. sıradan girebildi. Bu şekilde dizinin devam etmesi imkansız. 

Gerçek bir hayat hikayesi olarak lanse edilen Masumlar Apartmanı, Gülseren Budayıcıoğlu'nun romanından esinlenen dizilerden yalnızca bir tanesi. Bildiğiniz gibi İstanbullu Gelin ve Kırmızı Oda da kendisinin kitaplarından uyarlandı. Farah Zeynep Abdullah, Birkan Sokullu, Ezgi Mola ve Merve Dizdar'ı bir araya getiren dizi, yaşamı takıntılarla dolu insanların hayatını gözler önüne seren bir dram. İlk adı Çöp Apartman olan dizininin bu yeni adını ve afişini çok beğendiğimi de söylemeliyim. 

Çarşamba

Yaz dizisi olarak başlayan Fox dizisi Sen Çal Kapımı çarşamba akşamları zirveye otururken, haftaya Kanal D'de başlayacak olan Sadakatsiz'in bu listeyi nasıl etkileyeceği merak konusu... Cansu Dere ve Caner Cindoruk'u buluşturan dizi, aldatılan bir kadının öfkesini ele alacak. Her yeni dizisini merakla beklediğim MED Yapım'ın bu yeni işini de merakla bekliyorum. Sadece adı acaba Sadakatsiz değil de Sadakat mi olmalı diye sesli düşünüyorum. Vatanım Sensin'in ilk adı Vatan Haini'ydi mesela. Küçük bir algı oyunu, ama izleyiciye daha sempatik gelmesi açısından etkisi büyük. Bu arada, geçtiğimiz sezon çarşamba akşamının dizisi olan Öğretmen'e hala gün bulunamadı.

Perşembe

Mucize Doktor ve Bir Zamanlar Çukurova kızışması devam ediyor... TOTAL'de Çukurova, AB'de ise Mucize Doktor 1. oluyor. 

Cuma

Geçtiğimiz sezondan devam eden diziler arasında yeni sezonun en iyi ilk bölümü Babil'indi bence. Listedeki yeri pek parlak olmasa da (kaliteli işlerin aldığı sonuç... şaşırmadık), şahane bir bölümdü. Ozan Güven'in boşluğunu dolduran Onur Saylak kadroya yakışmıştı, Birce Akalay'ın performansı çok iyiydi. Aslı Enver, Halit Ergenç, Nur Fettahoğlu, Selahattin Paşalı hepsi öyle... Ama dizi, tıpkı Hercai ve Bay Yanlış'ta olduğu gibi, Kırmızı Oda'nın karşısında tutunamıyor. Bu üç dizinin de yakında bitmesi büyük ihtimal...

Netflix

Ve gelelim Netflix'e... Rita bittiğinden beri Netflix'te yeni bir diziye başlamamıştım. Biraz Away'e baktım. Bir de, The Home Edit diye bir ev programı keşfettim! Ünlülerin "vakitsizlikten" fırsat bulup düzenleyemedikleri gardıroplarının içini hizaya sokan bir format. Bir de sanki dünyayı kurtarıyorlarmış gibi tamı tamına altı kişilik bir ekip var. Oysa yaptıkları hepi topu bir çantayı alıp alt raftan üst rafa koymak. Tonla da para istiyorlar. Tam bir sosyete işi, tam bir "ekmek bulamayan pasta yesin" durumu. Korkarım ki bu trend yakında Türkiye'ye de gelir. Ben yazdım ya, kesin gelir.

Sosyal medyada beni takip etmek için:

instagram.com/ofluoglumert

twitter.com/ofluoglumert

25 Eylül 2020 Cuma

KLASİKLER: ZAMANSIZ ROMANLAR

"Klasikleri okuyamıyorum" ya da "Okurken çok sıkılıyorum" diyenlerinizden aldığım mesajlar doğrultusunda, onlara bakış açınızı tamamen değiştirecek iki kitap önerisinde bulunmak istiyorum.

Peki belli başlı klasiklerin kitapçılarda sürekli çoksatanlarda olmasının (şükürler olsun) sebebi ne? Klasiklerin şöyle bir özelliği var ki; içinde bulunduğumuz, bizzat yaşamakta olduğumuz çağdan önce yazılmış olan bir klasik, bize insanların her dönem aslında aynı sorunlarla, aynı duygularla, aynı hislerle mücadele ettiğini anlatır ve aslında bizi rahatlatır. Yalnız olmadığımızı, bizden yüzyıllar önce yaşamış olan birinin bile bizimle benzer sorunlara karşı göğüs gerdiğini hatırlatır. Bu nedenle iyi klasikler her dönem için zamansızdır, vazgeçilmezdir ve popüler kitaplar kadar, hatta onlardan çok daha fazla, klasiklere ihtiyacımız var. 

Fotoğrafta benim çok ama çok sevdiğim iki klasiği görüyorsunuz: Biri zaten, "yazarın yolculuğu" olması bakımından neredeyse benim hayat hikayemin (!) anlatıldığı, Jack London'ın muazzam edebi eserlerinden biri olan Martin Eden (ki, blog’da geçtiğimiz aylarda yazdığım "Türkiye’de Genç Bir Yazar Olmak... Ya Da Olamamak" başlıklı yazımda da ondan bolca alıntı yapmıştım). 

Diğeri de, Gonçarov'un Oblomov'u. Oblomovluk terimini de hayatımıza sokan kitap. 

İkisini de Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'ndan sipariş etmiştim. Bilgi Yayınevi gibi diğer yayınevlerinde de bu kitapları bulmanız mümkün. 

Eğer henüz hiçbir klasik roman okumadıysanız ya da klasiklere ön yargınızı değiştirecek kitaplar arıyorsanız, bu ikisini şiddetle tavsiye ederim. 

Biraz hacimli kitaplar olsalar da, sıkılmadan okuyacağınızın ve elinizden bırakamayacağınızın garantisini verebilirim. Eğer benden duyup okumuş olacaksanız da, önce yazarlara, sonra onları okurla buluşturan yayınevlerine, sonra da bana teşekkür edeceğinize eminim. 

Bu arada söylemeden geçemeyeceğim: Hepimiz biraz Martin Eden, biraz Oblomov değil miyiz zaten?

Peki sizin en çok sevdiğiniz klasikler hangileri? 

Sosyal medyada beni takip etmek için:

instagram.com/ofluoglumert

twitter.com/ofluoglumert

20 Eylül 2020 Pazar

BLOG'UM 11 YAŞINDA!

Yine o gün geldi çattı... Blog'um Kafa Dergi 11 yaşında! 20 Eylül 2009'da yazdığım ilk yazıdan beri durmak bilmeksizin yazmaya, blog'umu güncel tutmaya devam etmişim.

2009'dan beri kitaplar, diziler, filmler, tiyatro oyunları, seyahat yazıları, röportajlar, popüler kültür konuları, kendi yaşantıma dair yazılar ve hikayeler yazdığım blog'um... Büyümeme tanıklık eden, yazılarımın satır aralarına dikkatli gözler için sırlarımı serpiştirdiğim canım blog'um... Dile kolay, tam 11 yılı geride bırakıp 12. yaşından gün almaya başladı... Nice 10'lu yıllara... Bu gidişle 20., 30. yılını da görürüz gibime geliyor, ne dersiniz? 

Bu konuda en güzel yazı geçen yılki 10. yıl dönümünde yazdığım yazıydı diyerek, sizleri o yazıyla bir kez daha baş başa bırakıyorum... Yıllar boyunca beni yalnız bırakmayan hepinize teşekkürler!

http://kafadergi.blogspot.com/2019/09/blogum-kafa-dergi-10-yasinda.html

Not: Blog'da yeni bir hikaye serisine mi başlasam diyorum. Aynı zamanda bir de Spotify'da bir podcast yayınına mı başlasam diyorum. Diyorum da diyorum yani, bilmiyorum :) Bu podcast işi ta geçen yıldan beri aklımda zaten, biliyorsunuz... Öyle bir podcast programı yapsam, içeriği ne olur ki? 

instagram.com/ofluoglumert

twitter.com/ofluoglumert

15 Eylül 2020 Salı

YOL'A ÇIKMAK

 

Hayat, seçimlerden ibaret değil mi?

Ağzımızdan çıkacak bir söz, zamanımızı nasıl geçireceğimiz, önümüzde uzanan bir günü nasıl dolduracağımız gibi farkına varmadığımız küçük seçimler ya da daha kritik konulardaki önemli, büyük seçimlerimiz... Yaşayacağımız şehir, çalışacağımız iş, birlikte olacağımız insan, hatta nasıl bir insan olmak istediğimiz bile, aslında kendi seçimimiz...

Ve tabii her seçimin, bir sonucu olduğu gerçeği...

Peki ya neyi seçeceğimiz konusunda o kadar da net değilsek? Söz konusu olan, psikolojisi her an değişebilen insanoğlu; her zaman o kadar kararlı bir şekilde duramayabiliyor aldığı “kararların” arkasında. Ama en kötü karar bile kararsızlıktan daha iyi değil mi? Bir yanda sonunda bizi mutsuz da edecek olsa, ihtimallerin sonsuzluğu varken, eylemsizlik, insanı içten içe yiyip bitirmez mi?

Her şeye rağmen o küçük adımı atmak en iyisi değil mi?

İki farklı patikaya ayrılan, iki farklı yola çatallanan bir yolun başında durduğunu düşün. Hangisine gireceksin? Kararsız bir şekilde yolun başında dakikalarca, saatlerce, günlerce, haftalarca, aylarca, senelerce bekleyebilirsin ve belki beklemişsindir de, ama iyi kötü bir karar alıp, o kararın arkasında tüm riskleriyle, pişmanlık ihtimalleriyle ve sorumluluklarıyla durup yollardan birini seçmekten daha mı iyidir bu kararsızlık? Eylemsizlik, hareketsizlik daha mı iyidir? Hayır, hiç şüphesiz o kararsızlık hepsinden daha kötüdür. İyi veya kötü sonuçlanacak da olsa, bilinmezliğin tüm korkutuculuğuna rağmen, o yollardan birini seçmek zorundasın. Ama aklın diğerinde kalmadan. Ya da kalarak. Hiçbir yol dönülmez değildir ki... Evet, yol seni değiştirir ve geldiğin yoldan geri dönmek istesen bile, dönüş yolunu o kadar kolay bulamayabilirsin, bir daha geri gelmeyecek bir fırsatı kaçırmış olabilirsin ya da geçtiğin o yol artık üzerine basılmış, hırpalanmış bir yoldur (“aynı nehirde iki kez yıkanılmaz”) ama dönüp o girmediğin yola girme ihtimalinin de bulunduğu bir durumsa bu, hala o ikinci yola girme şansın varsa, oraya yeniden girebilirsin. Elbette artık sen de o baştaki seçimi yapacak olan sen değilsindir, çünkü yollardan birini seçip o yolda biraz ilerlemişsindir ama o yolun senin için bir varış noktası olmadığını görmüşsündür. Bu arada hiç şüphesiz değerlerinden, zamanından biraz kaybetmişsindir. Ama yola çıkmadan önce, bu risklerin hepsini göze almış olman gerekir zaten.

İyisiyle, kötüsüyle, pişmanlıklarıyla, düş kırıklıklarıyla, karşılanmayan beklentilerle, yolumuza çıkardığı güzelliklerle, acı sürprizlerle, bizi yarı yolda bırakıp gidenlerle, o yolda tek başımıza kaldıklarımızla, aldığın bir kararın arkasında sonuna kadar durmak zorundayız. Onlara sahip çıkmalıyız. Onları kucaklamalıyız. Çünkü onlar bizden bir parça taşıyor.

Bazen, yolda olmaya devam etmek gerek.

Kim bilir, belki de aslında iki farklı yol diye bir şey yoktur. Yolların ikisi de sonunda aynı düzlüğe çıkıyordur?

***

Psikolojide üç tür çatışma vardır: Kaçınma-kaçınma çatışması, kaçınma-yaklaşma çatışması ve yaklaşma-yaklaşma çatışması. Kaçınma-kaçınma, ki en zoru bu gibi gelir, kişinin ikisi de olumsuz olan durumlardan birini seçmek zorunda olmasıdır (ne bu ne o). Yaklaşma-kaçınma (hem isterim hem istemem), kişinin bir şeye karşı hem olumlu hem de olumsuz değer beslemesidir. Yaklaşma-yaklaşma ise, kişinin iki olumlu durumdan yalnızca birini seçmeye mecbur olmasıdır (hem bu hem o). İstediğiniz iki şey vardır, ama seçim hakkınızı yalnızca birinden yana kullanmanız gerekmektedir. Belki de en kolay gibi görünüp en zor olan çatışma türü budur, kim bilir? 

Martin Eden'dan sonra, Jack London okumaya devam ediyorum. Bilgi Yayınevi’nden çıkan Deniz Kurdu’nun daha bu sabah okuduğum 272. sayfasında karşıma çıkan diyalog, bu yaklaşma-yaklaşma çatışmasına bir örnek gibi. Kurt Larsen ve Maud adlı karakterler arasında geçen diyalog şöyle:

"Bana göre insan yaptığı şeyi öyle arzuladığı için yapar. Pek çok arzusu vardır. Acıdan kaçmayı ya da zevkin tadına varmayı arzular. Ancak ne yaparsa yapsın, işini arzusu için yapar."

"Ancak birinin diğerini yapmasına izin vermeyecek birbirine zıt iki şey yapmayı arzuladığını varsayalım, o zaman ne olacak?"

İşte. Soru tam olarak bu. O zaman ne olacak?

instagram.com/ofluoglumert

twitter.com/ofluoglumert

SİNEMADA İKİ FİLM

Son günlerde sinemada iki filme gittim. İlki, The Substance. Yani Cevher. Bence mutlaka görülmesi gereken, ama son derece rahatsız edici bir...