Hayat, seçimlerden ibaret değil mi?
Ağzımızdan çıkacak bir söz, zamanımızı nasıl
geçireceğimiz, önümüzde uzanan bir günü nasıl dolduracağımız gibi farkına
varmadığımız küçük seçimler ya da daha kritik konulardaki önemli, büyük
seçimlerimiz... Yaşayacağımız şehir, çalışacağımız iş, birlikte olacağımız
insan, hatta nasıl bir insan olmak istediğimiz bile, aslında kendi seçimimiz...
Ve tabii her seçimin, bir sonucu olduğu gerçeği...
Peki ya neyi seçeceğimiz konusunda o kadar da net
değilsek? Söz konusu olan, psikolojisi her an değişebilen insanoğlu; her zaman
o kadar kararlı bir şekilde duramayabiliyor aldığı “kararların” arkasında. Ama
en kötü karar bile kararsızlıktan daha iyi değil mi? Bir yanda sonunda bizi
mutsuz da edecek olsa, ihtimallerin sonsuzluğu varken, eylemsizlik, insanı
içten içe yiyip bitirmez mi?
Her şeye rağmen o küçük adımı atmak en iyisi değil
mi?
İki farklı patikaya ayrılan, iki farklı yola
çatallanan bir yolun başında durduğunu düşün. Hangisine gireceksin? Kararsız
bir şekilde yolun başında dakikalarca, saatlerce, günlerce, haftalarca,
aylarca, senelerce bekleyebilirsin ve belki beklemişsindir de, ama iyi kötü bir
karar alıp, o kararın arkasında tüm riskleriyle, pişmanlık ihtimalleriyle ve
sorumluluklarıyla durup yollardan birini seçmekten daha mı iyidir bu
kararsızlık? Eylemsizlik, hareketsizlik daha mı iyidir? Hayır, hiç şüphesiz o
kararsızlık hepsinden daha kötüdür. İyi veya kötü sonuçlanacak da olsa,
bilinmezliğin tüm korkutuculuğuna rağmen, o yollardan birini seçmek zorundasın.
Ama aklın diğerinde kalmadan. Ya da kalarak. Hiçbir yol dönülmez değildir ki...
Evet, yol seni değiştirir ve geldiğin yoldan geri dönmek istesen bile, dönüş
yolunu o kadar kolay bulamayabilirsin, bir daha geri gelmeyecek bir fırsatı
kaçırmış olabilirsin ya da geçtiğin o yol artık üzerine basılmış, hırpalanmış
bir yoldur (“aynı nehirde iki kez yıkanılmaz”) ama dönüp o girmediğin yola
girme ihtimalinin de bulunduğu bir durumsa bu, hala o ikinci yola girme şansın
varsa, oraya yeniden girebilirsin. Elbette artık sen de o baştaki seçimi
yapacak olan sen değilsindir, çünkü yollardan birini seçip o yolda biraz
ilerlemişsindir ama o yolun senin için bir varış noktası olmadığını
görmüşsündür. Bu arada hiç şüphesiz değerlerinden, zamanından biraz
kaybetmişsindir. Ama yola çıkmadan önce, bu risklerin hepsini göze almış olman
gerekir zaten.
İyisiyle, kötüsüyle, pişmanlıklarıyla, düş
kırıklıklarıyla, karşılanmayan beklentilerle, yolumuza çıkardığı güzelliklerle,
acı sürprizlerle, bizi yarı yolda bırakıp gidenlerle, o yolda tek başımıza
kaldıklarımızla, aldığın bir kararın arkasında sonuna kadar durmak zorundayız.
Onlara sahip çıkmalıyız. Onları kucaklamalıyız. Çünkü onlar bizden bir parça
taşıyor.
Bazen, yolda olmaya devam etmek gerek.
Kim bilir, belki de aslında iki farklı yol diye bir
şey yoktur. Yolların ikisi de sonunda aynı düzlüğe çıkıyordur?
***
Psikolojide üç tür çatışma vardır: Kaçınma-kaçınma çatışması, kaçınma-yaklaşma çatışması ve yaklaşma-yaklaşma çatışması. Kaçınma-kaçınma, ki en zoru bu gibi gelir, kişinin ikisi de olumsuz olan durumlardan birini seçmek zorunda olmasıdır (ne bu ne o). Yaklaşma-kaçınma (hem isterim hem istemem), kişinin bir şeye karşı hem olumlu hem de olumsuz değer beslemesidir. Yaklaşma-yaklaşma ise, kişinin iki olumlu durumdan yalnızca birini seçmeye mecbur olmasıdır (hem bu hem o). İstediğiniz iki şey vardır, ama seçim hakkınızı yalnızca birinden yana kullanmanız gerekmektedir. Belki de en kolay gibi görünüp en zor olan çatışma türü budur, kim bilir?
Martin Eden'dan sonra, Jack London okumaya devam ediyorum. Bilgi Yayınevi’nden çıkan Deniz Kurdu’nun daha bu sabah okuduğum 272. sayfasında karşıma çıkan diyalog, bu yaklaşma-yaklaşma çatışmasına bir örnek gibi. Kurt Larsen ve Maud adlı karakterler arasında geçen diyalog şöyle:
"Bana göre insan yaptığı şeyi öyle arzuladığı için yapar. Pek çok arzusu vardır. Acıdan kaçmayı ya da zevkin tadına varmayı arzular. Ancak ne yaparsa yapsın, işini arzusu için yapar."
"Ancak birinin diğerini yapmasına izin vermeyecek birbirine zıt iki şey yapmayı arzuladığını varsayalım, o zaman ne olacak?"
İşte. Soru tam olarak bu. O zaman ne olacak?
instagram.com/ofluoglumert
twitter.com/ofluoglumert
Güzel konulara temas etmişsin:) Şu kaçınma-yaklaşma seçeneğine taze gelinin "hem ağlarım hem giderim" sözü örnek gösterilebilir. Jack London en sevdiğim yazarların başında geliyor. Epey kitabını okudum zevkle.
YanıtlaSilBir de iki yoldan bahsetmişsin, olmadı geri dönüp bıraktığın yola dönebileceğini söylüyorsun ki bu her zaman bir seçenek olarak karşına çıkmıyor elbette. Yahya Kemal'in dediği gibi dönülmez akşamın ufkunda kalabiliyoruz bazen. Bıraktığımız yola dönüş asla mümkün olamıyor o zaman. Bu yüzden her ne kadar şans faktörü işin içinde olsa da yolumuzu dikkatli bir şekilde seçmek konusu mühim. Hatta bilinmedik yollar bazen güzel yerlere çıksa da eğer mümkünse, taşıyamayacağımız riskleri göz ardı etmemek gerektiğine inanıyorum:)
insan hangisine istediğine karar vermek durumunda kalacak kendi insiyatifini alacak neden çünkü tercih etmeli ,o tercihle yaşamayı kabul etmeli ve tercih etmediğinin yokluğuyla da yaşamayı öürenmeli . zor olan tercih etme aşaması değil sanki sonra o tercihle yaşamak .
YanıtlaSilAdımı at da hangisine olursa olsun yerinde saymaktan iyidir :)
YanıtlaSilİnsanlar her zaman tercih yapmak zorundadır ve kendi tercihleri de yaşamını belirler doğru düşünmek önemli
YanıtlaSilBreaking bad izledikten sonra daha iyi anladığım bir mesele :)
YanıtlaSilçıktım bir yola uzun ince bir yoldayım :)
YanıtlaSilgüzel blog !
"Ancak birinin diğerini yapmasına izin vermeyecek birbirine zıt iki şey yapmayı arzuladığını varsayalım, o zaman ne olacak?"
YanıtlaSilBence kalbinin derinliklerine bakacak. Biri mutlaka daha özel bir yerdedir :)