30 Mayıs 2017 Salı

İSVEÇ'TEKİLER KÜTÜPHANEYSE BİZDEKİLER NE?

İsveç'te gittiğim her kütüphane kalbimi çalmayı başardı... Üniversite kütüphaneleri güzel, şehir kütüphaneleri ise muazzam güzel... Üniversite kütüphanelerinden başlayacak olursak, zaten bizim üniversitelerimizdekilerin on katı büyüklüğünde falan. Aradığınızı bulamama gibi bir durum söz konusu bile değil. Bizde oturacak yer bulamazsın, buralarda çeşit çeşit okuma alanları, çalışma köşeleri var, istediğin yere otur. Peki ya şehir kütüphaneleri? Ben böyle bir şey görmedim! Malmö Şehir Kütüphanesi'ni mi anlatsam, Stockholm Şehir Kütüphanesi'ni mi... Öyle ferah, öyle davetkar mekanlar ki, her şey öyle en ince ayrıntısına dek düşünülmüş ki, yeter ki gelin, okuyun, okuyun, okuyun diyorlar... İnsanlar da zevkle gidiyor. Hatta buralarda kütüphaneler öyle kalabalık ki, gözlerinize inanamazsınız!

Stockholm Şehir Kütüphanesi'nden geçen gün şu yazımda bahsetmiştim...



Malmö Şehir Kütüphanesi hakkında ilk kez aylar önce şu yazımda konuşmuştum...


Buralarda kütüphane kültürü çok yaygın... Mayfair Hotel Tunneln'nin kütüphane lobisinden şu yazımda bahsetmiştim... Malmö Üniversitesi'nin harika kütüphanesi hakkında daha detaylı yazmak istiyorum, o nedenle onu sonraya saklıyorum... İsveç'te Erasmus yapmak işte böyle bir şey... 


Uzun lafın kısası döndüğümde, ki geri sayım başladı, bizim üniversitelerimizdeki kütüphaneler beni kesinlikle ama kesinlikle tatmin etmeyecek, çünkü İsveç'te çok daha iyisi olduğunu, istersek bizim de bunu yapabileceğimizi bileceğim ama bizdeki kütüphane anlayışı üç kitap+iki bilgisayardan ibaret ne yazık ki. Ne diyeyim, İsveç'ten sevgiler!

Şarkı - "Funk" Jazz

Sosyal medya hesaplarım: 



28 Mayıs 2017 Pazar

BU SEZONUN "WAOOOUVW" DEDİRTEN YERLİ DİZİSİ HANGİSİYDİ?

Cevabı açıklıyorum: Hiçbiri.


Beni bilirsiniz, çok dikkatli bir dizi izleyicisiyimdir. Bu yazımda yabancı dizileri kastettiğimi sanmayın, aksine, esas olarak yerli dizilerden bahsediyorum. Bildiğiniz gibi artık Türk dizilerini tüm dünya seyrediyor. Herkes bizim hikayelerimizin ve formatlarımızın peşinde koşuyor. Peki dizi kaliteleri açısından böyle iyi gelişmeler varken, ne oldu da benim gibi bir televizyon sevdalısı bu sezon hiçbir dizi karşısında şöyle doya doya "waooouvw" diyemedi dersiniz? Ne oldu da bu sezon televizyonu kapatıp kendimi Youtube'da Aşk-ı Memnu, Umutsuz Ev Kadınları, Avrupa Yakası sahneleri izlerken buldum (ki söylemeden geçemeyeceğim, Umutsuz Ev Kadınları gelmiş geçmiş en iyi uyarlama olabilir; cast'ı da Songül Öden, Bennu Yıldırımlar, Ceyda Düvenci, Özge Özder gibi isimlerle adeta yıldızlar geçidiydi. Öden'in Yasemin karakterini hala açıp açıp izliyorum, müthiş!)?

Bu sezon, şu ana kadar 10 ayda tam 35 dizi başlayıp bitti. Daha 4. bölümü yayınlanmadan yayından kaldırılan dizi bile oldu (Altınsoylar)! Artık şöyle bir gerçek var: Reyting azıcık düştü mü, dizi hemen yayından kaldırılıyor! Yani o diziyi izleyen bir seyirci kitlesi varsa bile (ki her zaman her diziyi izleyen bir seyirci kitlesi vardır) hiç önemsenmiyor, çünkü dizi ilk 3'e girememiş oluyor. Bir de diziler hakkında sürekli "bitti mi bitecek mi" haberleri çıkıyor, e seyirci de ister istemez diziden soğuyor, bitecek olan bir şeyi en iyisi baştan hiç izlemeyeyim psikolojisine giriyor. 

Diyeceksiniz ki, o kadar dizi var be Mert: Vatanım Sensin, Cesur ve Güzel, Anne, İçerde, Çoban Yıldızı, İstanbullu Gelin... Savaşçı, Söz, Diriliş Ertuğrul, EDHO... Bir kere mafya vs. temalı dizileri hiç izlemiyorum, bunu baştan söyleyeyim. Hepsi sıkıyor beni. Bu sezonun en iyi iki dizisinin İçerde ve Vatanım Sensin olduğu kesin gibi, ama ne yazık ki ikisini de baştan sona izleyemediğim için onları da yazımın dışında tutmam gerek (İçerde final yapıyor).


Şimdi tek tek dizileri saymayacağım/isim vermeyeceğim ama, bu sezon ekranda ya çok kötü diziler vardı ya da iyi diziler. Ama bana soracak olursanız, "çok iyi" bir dizi yoktu. Dediğim gibi, eskiden Aşk-ı Memnu, Yaprak Dökümü, Öyle Bir Geçer Zaman Ki, Muhteşem Yüzyıl vardı, her günün bir dizisi vardı adeta. Ekran başına kilitlenir, izlerdik. Bakın tam 3 yıl önce yine burada, blogumda aynen şöyle yazmıştım: 

"Ah, ah, eskiden böyle miydi? 'Perşembe dizim' diyerek sahiplendiğimiz ve uğruna dost meclislerini ektiğimiz dizimiz bir bakmışız hop diye pazartesi gününe, olmadı salıya, oradan pazara alınabilirdi. Şimdi bu heyecanla beklediğimiz bir 'günün dizisi' kaldı mı da, gün ve saat değişikliğine şöyle ağız tadıyla üzülebilelim! Sahiden de, sezon finalini ya da büyük finalini gün sayarak beklediğimiz bir dizi kaldı mı İşimizden, okulumuzdan evimize bir an önce yetişmek için bir sebebimiz vardı: Bugün Aşk-ı Memnu günü derdik, şu gün Yaprak Dökümü günü."

3 yıl önce yazdığım bu cümleleri, bugün de aynen söyleyebilirim... Demek ne olduysa 3 yıl önce olmuş! :) Demek son 3-5 yıldır, öyle büyük heyecanlarla beklediğim(iz) bir dizi kalmamış. Ben öyle izlemeyi seviyorum bir diziyi. İzlerken dizi olduğunu unutup, tamamen o hikayenin içine beni çekmeyi başarmışsa, o diziye başarılı dizi derim ben. Gelin görün ki bu sezon öyle bir dizi yoktu. Dediğim gibi tek tek dizileri saymayacağım/isim vermeyeceğim ama, bu sezon ekranda çok kötü diziler de vardı, iyi diziler de. Ama beni heyecandan uykusuz bırakan, gelecek haftayı iple çektirten bir dizi yoktu; ki eskiden Aşk-ı Memnu, Umutsuz Ev Kadınları, Yaprak Dökümü bunu yapabiliyordu. 

Bu sezon hep birbirinin aynısı diziler var ekranda... Belki de bu yüzden istediğim tatta bir dizi bulamadım, çünkü bir kanalda ne varsa diğer kanallar da aynısını taklit edip durdu! Aslında yeni bir şey değil bu, her zamanki gibi!


Bir önceki sezondan devam eden ve yakında final yapacak olan Hayat Şarkısı ve bu sezon büyük umutlarla başlayan ama şu sıralar pek de iyi gitmeyen Cesur ve Güzel... Şimdi, bu yazıyı bundan 7-8 hafta önce yazmış olsaydım, Cesur ve Güzel için bu sezonun "waooouvw" dedirten dizisi deme ihtimalim yüksek olurdu. Hatta bununla ilgili şurada detaylı bir yazı yazmıştım. Ama o tren çoktan kaçtı be Cesur. Yahu geçen haftaki 26. bölümde, 72 saat boyunca evden çıkmayan bir Tahsin Korludağ izledik! Şöminenin başında terden su oldu adam! Yani Cesur ve Güzel'de anlatacak hikaye kalmadı artık, dizi adeta final yapmaya hazırlanır gibi konularını kapatıyor, yavaştan toparlıyor. Cesur ve Sühan'ın aşkı hiç inandırıcı olmadığı gibi, Cahide'nin hamile olmadığının zamansızca açığa çıkması ve Hülya'yla gizli saklı çevirdiği dolapların bir öneminin kalmamasıyla birlikte dizi adeta söndü. Diziyi bir müddet yan karakterlerin hikayeleri kurtarmaya devam etti ama o da önce Fü'nün, sonra Adalet'in ölümüyle son buldu. Şimdilik Şirin, Cahide, Mihriban ve Hülya hala elimizde ama hikayenin içinde amaçsızca gezinen yan karakterler olmaktan öteye gitmiyorlar. Cesur ve Güzel ilk başta entrikalarla dolu bir soap opera olarak yana çıkmıştı ve gerçekten reytinglere ağırlığını koymuştu, çünkü o ilk tanıtım fragmanlarından bize verilen beklenti buydu: Büyük bir köşk, köşkün içinde birbirlerinin arkasından entrika kuran aile üyeleri. Evet, klişe, ama bu hep böyledir ve nitekim başarıyı da yakaladı. Ama son 10 bölümdür sadece kaçma-kovalamacadan ibaret, adeta Arka Sokaklar'a döndü! Scooby Doo gibi her bölüm sonunda bir cinayet çözülür oldu. Bu da haliyle seyirciyi sıkmaya başladı. Bölümler alelacele, duygusuz... Bu dizi nasıl bu hale geldi aklım almıyor.  Dizinin reytingleri yine de fena değil, Vatanım Sensin'in ardından en çok izlenen dizi oluyor ama bu gidişle ikinci sezonu göreceği şüpheli. (Dün akşam saatlerinde internete bu sezon final yapacağı yönünde bir haber düştü)

Umutsuz Ev Kadınları gelmiş geçmiş en iyi uyarlama olabilir; cast'ı da Songül Öden, Bennu Yıldırımlar, Ceyda Düvenci, Özge Özder gibi isimlerle adeta yıldızlar geçidiydi. Öden'in Yasemin karakterini hala açıp açıp izliyorum, müthiş!

Uzun lafın kısası... Bu sezon ben televizyon dizilerinden aradığımı, istediğimi bulamadım. Her hafta düzenli olarak izlediğim bir dizi olmadı, olamadı. Hayır ekranda şöyle güzel bir yarışma/reality show programı da yok ki izleyelim... Eskiden ne güzel canlı yayınlanan dans yarışmaları, buzda dans falan olurdu, ağzımız açık izlerdik... Sahi, ne oldu da bitti o formatlar? Azra Akın'ın dans performanslarını hatırlayan kaldı mı? 

Dizilerin süresi uzadıkça uzamaya ve dön dolaş hep aynı senaristler yazmaya devam ettikçe, önümüzdeki sezonlar da değişen hiçbir şey olmayacaktır... Artık genç, dinamik hikayelerle ekranın tazelenmesi gerek. İyisi mi, ben şuradan bir Umutsuz Ev Kadınları bölümü açıp izleyip azıcık güleyim, eğleneyim. (Bu Yasemin'in nasıl sonradan sinema filmi çekilmez, kesin çekilmeli.)

Peki sizin bu sezon "waooouvw" dediğiniz bir dizi var mıydı? Varsa hangisi(ydi)? Veya benim gibi eskilerden izlediğiniz bir dizi var mı? Cevaplarınızı merakla bekliyorum! 

Daha çok içerik için sosyal medya hesaplarım:

instagram.com/ofluoglumert

twitter.com/ofluoglumert

facebook.com/ofluoglumert 

26 Mayıs 2017 Cuma

STOCKHOLM'DE MİKAEL BLOMKVİST'İN EVİNE GİTTİM!


Stockholm'deki bir haftalık tatilimi anlattığım yazımda Mikael Blomkvist'in evine gittiğimi yazmış, detaylarıysa sonraya saklamıştım. Şimdi konuya şöyle girmek istiyorum. Aslında bu, geçen yıl yine blogumda yazdığım bir yazımdan:


Başucu kitaplarınız hangileridir? 📚 Ya da öncesinde şunu belirlemek gerek: Başucu kitabı neye denir? Yani komodinimizde, yatağımızın başucunda süs olarak duran kitap mı kastedilir bu sözle, şu sıralar ne okuduğumuz mu, yoksa açıp açıp tekrar okuduğumuz kitap mı? Ben başucu kitabı derken hep sonuncusunu anlarım. Yani, kütüphanemizde dururken elimize alıp tekrar tekrar okuduğumuz, okumalara doyamadığımız, her sefer o aynı edebi hazla okuduğumuz kitaptır başucu kitabı. Mesela benim çocukluğumdan bu yana başucu kitaplarımdan birkaçı şunlardır: Talihsiz Serüvenler Dizisi-Lemony Snicket, Ulysses Moore-Pierdomenico Baccalario, Ölümsüz Aile-Natalie Babbitt, Nehrin Oğlu-Tim Bowler, Yaptığı En Kötü Şey-Alice Kuipers, Yürüyen Kentler-Philip Reeve, Kağıt Kız-Guillaume Musso, Zagor ve Çiko'nun tüm çizgi romanları-Sergio Bonelli&Gallieno Ferri ve tabii ki Millennium Üçlemesi-Stieg Larsson (bu konuyla ilgili yazdığım oldukça detaylı yazım için şuraya alalım sizleri). Elbette başımın ucunda durmuyorlar, kütüphanemdeki raflarında titizlikle saklıyorum onları. Sayfaları matbaadan daha yeni çıkmış gibi tertemiz, yepyeni hala. 

İşte Millennium Üçlemesi benim en sevdiğim kitap serilerinden bir tanesidir... Fotoğrafta gördüğünüz bu kırmızı ev de, Millennium Üçlemesi'nin ilk kitabı olan Ejderha Dövmeli Kız'da tanıştığımız Mikael Blomkvist'in Stockholm'de Bellmansgatan 1'deki hayali evi! Bu dönem İsveç'e gelmemin en büyük sebeplerinden biri buydu (zaten şu yazımdan biliyorsunuz) ve işte sonunda buradayım! Mikael'la kahve içip biraz cinayet çözeceğiz. 🔎🔪(Derken kapı çalar ve Lisbeth Salander gelir...)

İşte böyle... Mikael Blomkvist'in evine de gitmiş oldum!


Daha fazla paylaşım için, beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın:



24 Mayıs 2017 Çarşamba

İSVEÇ'E GELMİŞKEN ÇİZGİ ROMAN SERGİSİ AÇIVERDİM!


Dedim İsveç'e gelmişken bir çizgi roman sergisi açmadan dönmeyeyim! Şaka şaka, dersimin final projesi. İsveç'teki hayatımı anlattığım Mert'in İsveç Günlüğü'nün 1. bölümünü sizinle şurada paylaşmıştım, çok da güzel yorumlar aldım, herkese çok teşekkürler. İşte çizgi romanımın tamamını fotoğrafta arkamdaki panoda görüyorsunuz. 


Sergi açılışı Malmö Högskola'nın Niagara binasında oldu. Atıştırmalıklar da tam İsveç usulüydü! Burada çok tüketilen lakritz şekerleri ve jelibonlarıyla tam üç çeşit cips vardı. Çizgi romanımda da bahsettiğim gibi, bu İsveçliler sabah kahvaltılarında yulaf ve avokado yiyorlar ama aslında o kadar da sağlıklı beslenmiyorlar, abur cubur yemeye bayılıyorlar ve çok fazla şeker tüketiyorlar. Yani sabahları sebze meyve yiyorsunuz tamam ama, onlar sizi kurtarmaz, n'aber?



Benim kalemimden, klasik Türk kahvaltısı vs İsveç kahvaltısı... 




Daha çok paylaşımım için beni sosyal medyadan da takipte kalmayı unutmayın!



21 Mayıs 2017 Pazar

STOCKHOLM'DE MUHTEŞEM BİR HAFTA: NELER YAPTIK?


İsveç'ten Stockholm'ü görmeden dönmek olmazdı... Biz de Malmö'den hızlı trene binip Stockholm'e gittik! Deniz botuyla tura katılınıp Stockholm adacıkları denizden görüldü, Gamla Stan'dan eski çizgi roman kapaklarının teneke afişleri, karakter figürleri ve başka vintage parçalar alındı, Millennium Üçlemesi'nin geçtiği sokaklarda (Bellmansgatan, Götgatan, Hornsgatan, Zinkensdamm) dolaşıldı, Mikael Blomkvist'in evi ziyaret edildi, İsveç'in minimalist ve ferah dekorasyon stilinden ilham alındı, kahve içildi, bol bol fika yapıldı, gezildi, görüldü, yaşandı... Yüzlerce fotoğraf çekildi ama çoğu kendine saklandı... Bu yazıda sizler için seçtiğim fotoğraflar eşliğinde Stockholm günlerimi anlatacağım, neredeyse bir hafta kaldık Stockholm'de: Harikaydı! Dünyanın en pahalı şehirlerinden birinde, belki de en pahalı şehrinde!



Malmö'den Stockholm'e tek yön hızlı tren biletleri 350-400 SEK arası, yani 140-170 lira arası. Yukarıdaki fotoğrafta hızlı Stockholm treninden bildiriyorum! Yemek/bistro vagonunun hemen yanındaki vagondan masalı koltuk almanın rahatlığı da bir başka oluyormuş... Kahveler, çaylar, sandviçler, tarçınlı kanelbulle çörekleri, yaban mersini reçelli muffin'ler derken hem yiye içe hem manzara seyrede seyrede 4 saatte Stockholm'e gittik! Harika bir tren yolculuğuydu gerçekten! İyi ki bistro vagonunun yanından masalı koltuk almışız, en konforlusu da oydu...


Stockholm'e ne zaman gitmeli? Biz Mayıs ortasında gittik ve aslında hava İsveç'te Nisan'da epey ılınmıştı, ama sonra tekrar soğudu ve Stockholm'e gittiğimizde hava buz gibi soğuktu, -4 dereceydi, yani normalde o tarihte o kadar soğuk olmaz ama ara ara kar bile atıştırdı ilk gün, ekstrem bir şeydi yani. Bu İsveç'in hava durumu hiç belli olmuyor yani yazın bile gitseniz donabilirsiniz, kışın gitseniz şansınıza sıcak da olabilir, bilinmez. Stockholm'e gider gitmez Stockholm Şehir Kütüphanesi'ne (Stadsbiblioteket) gittim! Gerçekten harika bir yer, zaten İsveç'te bütün kütüphaneler muhteşem. Malmö'deki cam kütüphane başka güzel, Stockholm'deki bu kütüphane başka güzel... Ve bu harika fotoğrafı çektim! Anlayacağınız Stockholm'de dakika bir, gol yüz! 


Stockholm Malmö'den de kuzeyde olduğu için orada hava iyice erken aydınlanıyor: 03.30'da! Ben de ilk günün sabahı hava aydınlanır aydınlanmaz uyandım. Sabah 03.30'da havanın aydınlanmasıyla birlikte, kuş cıvıltıları eşliğinde kalkıldı. 04.00'da cam bahçe kapısının önünde Stockholm haritası üzerinden günün planı yapıldı. 07.15'te cranberry'li, taze, nefis bir İsveç ekmeğiyle kahvaltı yapıldı. Hava buz gibi, -4 derece, ama içim sıcacık. Yeni güne hazırım! 


Başkaları Stockholm'e niye geliyor bilmem, ama benim şehirde ilk duraklarım tabii ki kitabevleri ve sahaflar oldu! Zaten dediğim gibi hava buz gibi soğuktu ve ara ara kar bile yağdı, Mayıs'a hiç yakışmayan bir hava vardı ve mağaza gezip alışveriş yapmak için birebirdi. Bu fotoğraf, Stockholm'ün Södermalm Adası'ndaki en eski ve ünlü kitabevlerinden biri olan Söderbokhandeln'den. 


Stockholm sendromu! Kastettiğim; bir sürü tatlı, pasta, kahve, çörek... İsveç'in bütün şehirleri pahalı ama Malmö'yle kıyaslayınca Stockholm en pahalıları diyebiliriz. Stockholm'de ne yemelisiniz? Benim Stockholm'de en sevdiğim yerel kafe Cafe Belmondo oldu, eğer yolunuzun üstünde görürseniz, ki Drottninggatan'da olduğu için illa önünden geçersiniz, mutlaka içeri girip o süslü vitrinden bir şeyler seçmelisiniz. Ben yaban mersinli ve cheesecake'li dondurma (40 SEK-17 lira) ve elmalı-kremalı tart yedim (69 SEK-28,50 lira). Elmalı tart harikaydı, gerçekten muhteşemdi! Buralarda bu tip tartları/kekleri/pastaları kremayla servis ediyorlar ve gerçekten harika oluyor. Evet biraz pahalı ama, İsveç'te her yer böyle. Hele ki Stockholm'de...



Stockholm'den ne almalı, ne alınır? Burası, Stockholm'ün meşhur Gamla Stan'ı... Old town'u... Eski şehri yani... Rengarenk evler, sokaklar... Burada bir sürü kafenin yanı sıra bir sürü hediyelik eşya dükkanı ve vintage parçalar satan mağazalar da var... Alışveriş yaparak saatlerinizi geçirebilirsiniz, çünkü bakılacak çok fazla şey var! Gamla Stan'dan eski çizgi roman kapaklarının teneke afişleri, karakter figürleri ve başka vintage parçalar almak kaçınılmaz oldu!


Dediğim gibi, Stockholm'de neredeyse bir hafta kaldık ve hava da değişkenlik gösterdi. Stockholm bize Mayıs ayında dört mevsimi bir arada yaşattı... Birkaç gün içinde 0 derecede kar da yağdı, 18 derecede güneş de çıktı! Üstteki fotoğraf da ılık bir günden, artık eldiven ve atkılarla vedalaşma zamanı. 

Stockholm adacıklarla çevrili bir "su şehri" olduğundan, bir sürü bot turu da var... Hepsi farklı farklı... Biz, elli dakika süren, Djurgarden Adası'nın etrafını dolaştıran Royal Kanal Turu'na katıldık. Kişi başı 200 SEK, yani 82 lira, biraz tuzlu, ama Stockholm'e gitmişken bir bot turuna katılmadan dönmek de olmazdı. 

Stockholm alışveriş yapmak, yürümek, fotoğraf çekmek, kafelere gitmek, müzelerde gezmek (en harika müze şu diyemeyeceğim, ilgi alanınıza göre ve vaktiniz varsa değişir çünkü) için harika bir şehir... Ve ben tabii ki Ejderha Dövmeli Kız'ın geçtiği mekanlara da gittim, Mikael Blomkvist'in evi bunlardan bir tanesiydi! Ama dediğim gibi bir sürü fotoğraf içinden bunları seçtim, belki daha sonra başka bir yazı daha hazırlayıp paylaşmadığım fotoğrafları paylaşırım. Ve son olarak; Stockholm'de de harika ekmekler yedim! İşte onlardan bir tanesi de dünya haritası gibi olan bu ekmekti: 


Umarım yazımı beğenmişsinizdir! Stockholm'de neler yapılır, ne yapmalı, Stockholm'de ne yemeli, Stockholm'de hangi müzeye gitmeli, hangi tura katılmalı, Stockholm'den ne alınmalı bu yazımda sizlere hepsini anlatmaya çalıştım. Stockholm'e gitmeden bu yazıma tekrar göz atmayı unutmayın!



20 Mayıs 2017 Cumartesi

BEN BOZBALIK'I ÇOK ÖZLEDİM! / TERS DÜZ




Ben ikinci kitabımı yazmayı bitirdim, hatta üçe de başladım, ama nasıl ve ne zaman çıkacağı hakkında hiçbir fikrim yok... Bir an önce çıksa da okusanız istiyorum... Bunun için sabırsızlanıyorum hatta... Ama dediğim gibi, ben de bilmiyorum... Biraz önce Youtube'a bir video yükledim, Ters Düz'ü okuyan Aynur Hanım, kitap hakkında yorum yapıp ikinci kitapla ilgili tahminlerini söylüyor. Gerçekten samimi ve sıcak bir video, izleyin.


Ters Düz'ün devamı olan, adını ve konusunu şimdilik kendime sakladığım ikinci kitabım bu yaza yetişse iyi olmaz mıydı... Ben sırlar ve entrikalarla dolu Bozbalık Köyü'nü, Ece'yi, Burak'ı, Nilgün'ü, Mehmet'i, Ali'yi, Meryem'i, Bora'yı, Melek'i ve diğerlerini çok özledim. Arada laflıyoruz, onlar da sizi çok özlemiş.



17 Mayıs 2017 Çarşamba

MALMÖ'DEN LEZZETLER: LİMONLU PİZZA, ELMALI TART VE DAHASI!

Merhaba! Bu yazımda sizlere Erasmus yaptığım Malmö'de geçen hafta gidip denediğim birkaç kafe hakkında yazacağım. Yani bu bir yemek yazısı olacak. İsveç'te ne yenir, ne tür yiyecekler vardır gibi sorularınızı yanıtlamış olacağım bir başka yazı yani... Malmö'de Mayıs'a hiç yakışmayan buz gibi bir soğuk vardı ve en iyisi iç mekanlarda oturmaktı çünkü. Malmö'den sonra geçen hafta Stockholm'de tatildeydim! Tatilimden yeni döndüm ve şimdi bu yazıyı yazıyorum, sonra da detaylı bir Stockholm yazısı gelecek. 


Önce çok kısaca şu fotoğraftan bahsetmek istiyorum (evet, bu fotoğrafı çekildikten hemen sonra gidip 180 SEK'e kestirdiğim saçlarımı dünkü yazımda anlatmıştım)... Burası Malmö'deki Mayfair Hotel Tunneln'in kütüphane lobisi. Bir sürü eski kitapla dolu, harika bir mekan. "Yalancı ateş"in yandığı şöminesi bile var. Burayı kendime yeni yazı-okuma köşesi yapıyorum! Hele bu üst üste dizilmiş kitaplar şeklindeki orijinal sehpaya bayıldım! Hadi raflardaki en eski kitabı bulma yarışı yapalım! 



Sıcacık, taptaze, nefis İsveç ekmekleri kalp ben! İsveç gerçekten çok çok pahalı bir ülke ve bu ekmekler de en az 6-7 liradan başlıyor ama gerçekten çok lezizler. Favorilerimi hemen üstteki fotoğrafta görebilirsiniz: Taneli, çekirdekli kara lingon ekmeği, çavdar ekmeği, sert ekmek knackebröd (bizde de bilinen wasa'nın orijinali) ve tarçınlı kanelbulle çöreği! Lingon ve yaban mersini reçellerini, balı da unutmayalım! Sizce reçelsiz bir kahvaltı masası olur mu?


Burası Malmö'nün en eski ve en şık pastanesi: Konditori Hollandia. Alışveriş arası, şehrin en şık pastanesinde kahve-pasta molası! Fotoğraftaki cappuccino 39, latte 39, krema ilaveli elmalı tart 52, çilekli pasta 52 SEK. Total 182 SEK, yani 75 lira. 


Burası Malmö Saluhall'in içindeki pizzacı! Son zamanlarda yediğim, önce "o nasıl olur ki", sonra "of bir daha mı yesem" dediğim, kısacası en orijinal ve en lezzetli şeydi: Peynirli-limonlu pizza! Limonlu pizza başta kulağa gerçekten tuhaf geliyor ama harika bir tadı olduğunu söyleyebilirim. Kendisi 110 SEK, yani 45 lira. Ah İsveç. 


Buralarda da bizdeki gibi salata pek yaygın, ama bildiğimiz anlamda değil: Mesela limon ve zeytinyağı asla bulamıyorsunuz, sos olarak kapalı kutular içinde bir şeyler veriyorlar. Neyse ki bir limon dilimi isteyince verdiler. Siyah pirinç, sarı turp, ceviz ve chevre peynirinden oluşan bu salata 75 SEK. 30,50 lira. 


Daha önce de yine gidip size bahsettiğim, Lilla Torg'daki Pronto'nun nefis cheesecake'lerinden biri daha! Yaban mersinli cheesecake, yanında kremasıyla. Buralarda bu krema olayı çok yaygın. Bu cheesecake 79 SEK, 32 lira.


Malmö'den trenle beş dakika mesafedeki Lund'a gidip yaptığımız öğle yürüyüşünden... Hani Lund'a bisikletle de gidip size anlatmıştımHava gerçekten buz gibiydi ve çabucak dönüp Stockholm çantalarını hazırladık! Stockholm macerası da bir sonraki yazıda gelsin o zaman, neler neler anlatacağım sizlere! 

Takipte kalın! 



16 Mayıs 2017 Salı

SONUNDA BU DA OLDU... 180 SEK'E SAÇIMI KESTİRDİM!

Herkese merhaba! Bir süredir yeni yazı yazamadım çünkü Malmö ve Stockholm'de tatildeydim! Beni sosyal medya hesaplarımdan takip edenleriniz görmüştür. Tatilimden yeni döndüm ve şimdi ayağımın tozuyla yazmaya başlıyorum... Önce Malmö, sonra da detaylı bir Stockholm yazısı gelecek, ama şimdi kısaca saç kestirmemden bahsetmek istiyorum. Evet, sonunda bu da oldu! 


78 SEK'e çorba (yazısı), 100 SEK'e bisiklet tamirinden sonra (yazısı), İsveç'te 180 SEK'e saç kestirmedim de demem artık! Yani saç kesimi dediğin nedir, 15-20 lira, ama İsveç'teyseniz 75 lira ödeyebiliyorsunuz bunun için. İsveç gerçekten çok pahalı bir ülke... Eh, çizgi romanımın yeni bölümüne konu olacak bir olay daha çıktı işte. Bu arada ilk bölüme harika yorumlar geldi, geliyor, çok teşekkürler!

Peki yabancı berberin bile beni Kenan İmirzalıoğlu'na benzetmesi... Evet, gözlüksüz beni herkes Kenan İmirzalıoğlu'na benzetiyor. Sonunda gözlükleri attırıp lens attıracaksınız bana! Ama gözlüklerimi seviyorum ben, o yüzden gözlüğe devam. 

Kenan İmirzalıoğlu meselesine gelince... Evet, sanırım benziyoruz. 

Malmö ve Stockholm yazılarım bu yazımın arkasından geliyor, takipte kalın!

instagram.com/ofluoglumert

facebook.com/ofluoglumert

twitter.com/ofluoglumert 

4 Mayıs 2017 Perşembe

YENİ ÇİZGİ ROMAN DİZİSİ: MERT'İN İSVEÇ GÜNLÜĞÜ - BÖLÜM 1


İsveç'teki Erasmus günlerimi anlattığım 4 bölümlük çizgi roman dizim "Mert'in İsveç Günlüğü"nün 1. bölümü işte karşınızda! Ben çocukken hep çizgi roman yapardım, bir sürü farklı karakterlerim ve dünyalarım vardı, hatta bu yazma işine yine 1. sınıfta, yani okuma yazmayı öğrenir öğrenmez resimli hikayeler yaparak başladım. İsveç günlerimi çizgi romanlaştırma bahanesiyle yeniden çizgi roman yapmaya başladığım için mutluyum! Üstelik hiç bilgisayar işi yok, tamamen elimle çizdim ve siyah-beyaz olarak bıraktım. O nedenle bilgisayarda düzeltmediğim bazı hataları mazur görün lütfen. Evet, böyle dizi Netflix'te yok! Ocak-Şubat'ta geçen 1. bölüm 3 sayfadan oluşuyor. Sayfaların üstüne tıklayarak metinleri büyütebilir ve detayları inceleyebilirsiniz. 

Okuduktan sonra yorumlarınızı benimle paylaşmayı unutmayın lütfen! Keyifli okumalar...


Dizide kendim oynadığım (!) için, bakın blogum benimle röportaj yaptı. O soru cevap aşağıda:

Kafa: Mert Bey yeni diziniz hayırlı olsun... Bize biraz diziden bahseder misiniz?
Mert: Çok teşekkürler... Dizimiz 4 bölümlük mini bir dizi. Ocak-Şubat, Mart, Nisan ve Mayıs-Haziran olmak üzere İsveç'teki 4 farklı zaman dilimimde geçen 4 bölümlük bir dizi olacak. 

Kafa: İlk bölümün çekimlerinde zorlandınız mı?
Mert: Evet, Ocak'ta İsveç'e geldiğim ilk haftalar kar yoktu ama hava buz gibiydi. Nehirler, göller donmuştu. Zaten benim ellerim buraya gelir gelmez çatladı, buna dizide de yer verdik. Onun dışında, bulduğumuz bisiklet bana biraz küçük geldi, ama rol gereği sürekli kullanmak zorundayım. Ayrıca yeme-içme de burada büyük gündem, İsveç'in pahalı bir şehir olması da işleri zorlaştırıyor tabii. 

Kafa: Şu anki çekimler nasıl gidiyor?
Mert: Havalar neyse ki biraz ısındı, ama burası hala çok rüzgarlı ve rüzgar çekimleri gerçekten etkiliyor. Uçmamayı başardığımız için kendimizi tebrik etmemiz gerek! Ayrıca bisikletten mi neden bilmiyorum ama son günlerde bacağıma bir uyuşukluk da girince, çekimlere birkaç gün ara vermek zorunda kaldık. Sağ olsunlar, yönetmenimiz ve ekip arkadaşlarımız çok anlayışlılar.

Kafa: İkinci bölüm Mart ayında geçecek... Bize biraz ipucu verebilir misiniz?
Mert: Dediğiniz gibi Mart'ta geçeceği dışında, hiçbir ipucu veremem! Ayrıca biz de senaryoyu son anda gördüğümüz için bir şey söyleyemeyeceğim! 

Kafa: Ama şu an Mayıs, Mart'ı çoktan çekmiş olmalısınız?
Mert: Evet, aynen öyle. Ama şimdilik sürpriz olsun. İlk bölümde Mert'in İsveç'teki ilk iki ayını, hava durumuyla, kaldığı yerle, okuluyla, alışveriş yapmayla ilgili maceralarını gördük. Dizi sonraki bölümlerde de onun hayatını olduğu gibi aktarmaya devam edecek.

Kafa: Peki ikinci bölüm ne zaman gelecek?
Mert: Çok yakında, takipte kalın!

instagram.com/ofluoglumert

twitter.com/ofluoglumert

facebook.com/ofluoglumert

3 Mayıs 2017 Çarşamba

KENDİME NOT: BİZ NE DÜŞÜNÜRSEK O'YUZ


Aklımızdan ne geçiyorsa, ömrümüz de öyle geçiyor aslında... 

İstersek dünyanın en güzel manzarasına bakıyor olalım, kafamızın içinde dönüp duran düşünceden başka hiçbir şeyi görmez gözümüz. 

Biz ne düşünürsek o'yuz.

 İyi düşünürsek iyi oluruz. 

Bu seferki en çok da kendime...



SİNEMADA İKİ FİLM

Son günlerde sinemada iki filme gittim. İlki, The Substance. Yani Cevher. Bence mutlaka görülmesi gereken, ama son derece rahatsız edici bir...