"Spor yapıyor musun?" sorusunun günümüzde tek
karşılığı aslında şu: "Bir spor salonuna gidiyor musun?"
Ben peşin peşin söyleyeyim... Hayatımda spor
salonuna hiç gitmedim!
Ama bu demek değil ki "spor yapmıyorum"!
Yürüyüş yapıyorum, bisiklet sürüyorum, yüzüyorum...
Kendimi AVM'lere tıkıştırılmış kapalı spor
salonlarında ticari amaçlarla üretilmiş ortamlara hapsetmiyorum, açık havaya çıkıyorum yani!
Bundan daha iyi spor var mı?
Spor salonlarında çılgınlar gibi spor yapmak son beş-on yıl içinde hayatımıza
girdi.
Bazılarına gerçekten faydalı oluyordur ama bazıları
da sadece gitmiş olmak (nasıl olsa herkes gidiyor ya) için gidip kendini kandırıyor.
Şu anda dünyada "idealize" edilmiş olan; kadınların
zayıflayıp incecik olması, erkeklerinse kas yapması.
Peki ideal beden ölçülerini kim tanımlıyor? Tabii ki endüstri. Sinema endüstrisi, reklamcılık sektörü, ilaç ve kozmetik sanayisi. Neden? Siz de
bundan ticaret kokusu almıyor musun?
Eskiden de balık etli kadın olmak idealdi mesela, çünkü sağlıklı ve revaçta olan oydu! Öbürü çelimsiz, zayıf, hastalıklı olarak tanımlanıyordu.
Erkekler için bakacak olursak; biraz sosyal medya, biraz bu kas yapan ilaçların piyasaya sürülmesi derken derken ideal olarak kaslı erkek bedeninde karar kılındı... Günümüzde spor salonuna gitmekle yetinmeyip bu ilaçları
kullanıp kısa yoldan son derece tehlikeli bir şekilde karın kası yapmak isteyenler, yapanlar var... Sırf böylesi idealize edildiği için! Ama böyle ilaçları kullanıp hayatını kaybedenler de var.
Bir de bu kadınlar için sürekli bir diyette olma hali ve erkekler için de daha, daha, daha fazla kaslı olma isteğinden dolayı market raflarına sokuluveren şu az yağlı, light ürünler, protein sütleri meselesi var...
Bunlar öyle böyle değil, çok zararlı!
Markette satılan kutu süt zaten süt değilken, bir de bunu diyet süt, light süt, proteinli süt diye ambalajlayıp sattıkları şey, çok çok daha zararlı!
Uzmanlar ve doktorlar uyarıyor zaten, diyet ve az yağlı bir şeyi hiç almayın diye...
Dönelim kas konusuna geri...
Kas deyince akla şu günlerde en çok gelen isim
olduğu için onu örnek vereceğim.
Can Yaman...
Hayatımıza ekranlarda hoş bir sada olarak kalan
Gönül İşleri ile giren Can Yaman’ın çok değil, birkaç yıl içinde geldiği nokta
kaslı dev tank adam Hulk’ı aratmıyor. Zaten bununla ilgili çok sayıda caps de dönüyor sosyal medyada. Kötü bir oyunculuğunuz, ama iyi bir vücut
yapınız varsa, gelsin milyon dolarlar ve instagram’da milyonları aşan takipçi
sayıları!
Samimi soruyorum: Şimdilerde Erkenci Kuş’la gündemde olan Can Yaman’ın
vücut şeklini siz beğeniyor musunuz? Ben çok abartılı buluyorum. Pek sevimli
bir görüntüsü yok. Kas yapıp “kas”ıla “kas”ıla gezenler hiç sempatik gelmiyor.
Diyeceğim o ki, bence kendinizi spor salonlarına boşu boşuna
tıkmayın...
Yürüyün, koşun, bisiklet sürün...
Kendini spor salonuna hapsetmektense, doğal havada
ve gerçekten sağlıksa sağlık, sporsa spor için sporu işte o zaman yapmış
oluyorsun çünkü.
Yine bu konu çerçevesinde değinmek istediğim birkaç farklı nokta daha var ki, o da kozmetik, ilaç ve yeme içme mevzularına dair.
Mesela geçenlerde kozmetik/güzellik/bakım
mağazalarından birinde yüzde elli indirim olmuştu, insanlar nasıl birbirlerinin
altından üstünden atlayarak reyonları talan etmişti, hatırlıyor musunuz?
Arkadaşlar, yapmayın.
Şunu hiçbir zaman unutmayın ki, bu tip mağazalar aslında
sizin güzellik sorununuza deva olmak için değil, o sorunlarınızı devam ettirmek
için varlar.
O “mucize” kremlerin kaç tanesi gerçekten işinize yaradı?
Ben
söyleyeyim: Hiçbiri!
Ama siz yine de bir ümit ve içimde kalacağına alıp bir
deneyeyim mantığıyla almaya devam ediyorsunuz. Hayır, yararı olmadığı gibi cilde
ve sağlığa zararları var böyle şeylerin.
Aynı şekilde ilaç endüstrisi de böyle.
Çoğu ölümcül
hastalığın tedavisinin aslında çoktan bulunduğunu, ama ilaç satmak uğruna hiç açıklanmadığını, piyasaya sürülmediğini duymayanınız var mı?
Çünkü tedavi yöntemi açıklansa, o zaman o ilaçlar satmayacak... E o zaman birileri nasıl para kazanacak?
Bunların hepsi ticaret!
Bir de, dün akşam televizyonda bir sağlık programında tartışan
doktorları dinledim. Özetle hepsinin söylediği ortak şey şu: “İster vegan ol,
ister etobur; nasıl olsa artık hiçbir şey sağlıklı değil, her şey ilaçlı!”
Hayır biz ne
yiyeceğiz ne içeceğiz? Et-tavuk yeme, hepsi iğneli, aşılı, kapalı ortamlarda yetişen mutsuz, sinirli inekleri yiyoruz, sütler süt değil,
yoğurtlar da öyle, meyve sebze yiyeyim desen onlar da iğneli, ilaçlı, üstlerine
spreyler sıkılıyor, balık diyorsun dip balıkları da denizler kirletildiği için
tehlikeli, marketlerdeki paketli ürünlerden zaten uzak durmamız gerek. Ne yiyelim, aç mı kalalım? Aç kalmak cidden daha iyi gibi görünüyor.
Artık lafı iyice uzattığım yazımı kapatırken, hazır televizyon demişken, dün Zuhal Topal’la Sofrada programında denk geldiğim bir şeyi de paylaşmak istiyorum: Montajda suflörü
kesmeyi unutmuşlar! Suflör kız, masada yarışmacılar kavga ederken birbirlerine
söyleyecekleri lafları kulaklarına fısıldarken, talimat verirken görünüyor! Bu tam bir "ŞOK!!!" değilse nedir? Acaba
ne söylüyordur? “Sen onu şuradan vur... Sen bunu söyle... Ortalığı karıştır...
Bak şunu demeyi aman ha unutma... Senin elinde bu koz var, hadi onu kullan...”
Kullan ki, reyting alalım anacım! Kadın da başını sallıyordu. Hayır zaten
biliyoruz da, kurguda siz kesmeyi unutmuşsunuz, herhalde gözünüzden kaçmış...
Eh, bunların hiçbiri aslında bilmediğiniz şeyler değildi ama gene de yazayım dedim.
Ayın son günü de olsa araya bir yazı sıkıştırayım dedim.
Kendinize çok iyi bakın!