Beni
biliyorsunuz: Popüler olmamış, pek fazla duyulmamış bir kitabı, filmi, albümü geniş kitlelerin ilgi gösterdiklerinden, her gün her yerde reklamı yapılanlardan daha çok sevdiğim çoktur. Hatta kimse kafasını çevirip bakmazken, ben orada kendi halinde durup keşfedilmeyi bekleyen her ne varsa bulup çıkarırım. Bunun bir sonucu ya da belki sebebi olarak, bir zamanlar popüler olup olmamalarını hiç önemsemeden, günümüzde gündemde, insanların tüketiminde olmayan şeyleri de çok severim. Mesela buna bir örnek olarak bir önceki yüzyılın kültür sanat üretimlerini söyleyebilirim. Yalnızca Türkiye bağlamında değil, dünya geneline baktığınızda da siyah-beyaz yılların sinemasını, şarkılarını pek severim. Arka planda hafif hafif çalan caz ve blues melodilerini severim mesela. Louis Armstrong, Ella Fitzgerald dinlerim. Mesela Marilyn Monroe döneminin melodramatik Hollywood filmlerini severim. Yeşilçam şarkılarını günümüzdeki şarkılardan daha çok severim. Mesela kimselerin ilgi göstermediği bir İsveç polisiyesini okurum, mesela İtalyan çizgi romanlarına bayılırım, mesela Hande Yener'in 2006 yılındaki Apayrı albümünü dinleyip "vay be, kadın zamanında ne şarkılar yapmış, şimdi kendisi bile o çıtayı yakalayamıyor" derim, mesela benim çocukluğumdan beri bildiğim Yürüyen Kentler serisinin, bu kadar iyi bir fikrin nasıl olur da Harry Potter ya da Yüzüklerin Efendisi gibi olay yaratmadığına şaşar kalırım (ama nihayet önümüzdeki haftalarda, oldukça da iyi bir sinema filmiyle vizyona ve görünen o ki kitlelerin de radarına giriyor). İşte böyleyimdir ben. Nostaljiyi sevmek mi bu, yoksa bir şeyin tadını başka kimseler bilmez, istemezken doya doya çıkarmayı sevmek mi? Bilmem.
Şu sıralar tesadüfe bakın ki, vizyonda iki önemli sanatçının hayatını anlatan iki film var: Müslüm Gürses'in hayatını anlatan Müslüm ve Freddie Mercury'nin hayatını anlatan Bohemian Rhapsody. Biyografik film, yarı belgesel, müzikal drama... ne derseniz deyin. Bir hafta arayla vizyona giren bu iki film, müzik dünyasının biri Türkiye'de diğeri dünyadaki iki büyük ismini anlatıyor. Yani şimdilerde sinema salonlarında konser şenliği var! Ben ikisine de bir hafta arayla gittim ve iki önemli sanatçının yolculuğunu anlatan bu iki filmi aralarındaki ortak noktalar, benzerlikler ve farklılıklarla karşılaştırmalı olarak madde madde, açıklamalarla yazmayı kendime görev edindim. İşte notlarım:
1. Müslüm "damardan" girip gözyaşlarını sel ediyor, Bohemian Rhapsody gözyaşının kıyısından kıyısından
dolaşıyor.
2. Müslüm'de Timuçin
Esen, Müslüm Gürses'e gayet benzemiş. Bohemian Rhapsody’de Rami Malek, Freddie
Mercury'ye Freddie Mercury'nin kendisinden bile daha çok benzemiş. Her iki filmin oyuncu kadrosu da muhteşem olmakla birlikte, Bohemian Rapsody’deki oyuncu seçimleri gerçekte yaşamış isimleri daha çok yansıtıyor gibi. Gwilym Lee, Queen üyelerinden Brian May’e aşırı benziyor. Ancak Zerrin Tekindor'la canlandırdığı Muhterem Nur arasında böyle bir benzerlikten söz etmek pek mümkün değil. Malek’in Mercury’nin uzun saçlı gençliğini canlandırdığı birkaç sahnede Michael
Jackson’ı da andırdığı yok değil.
3. Müslüm'de şarkıları Timuçin Esen söylerken, Bohemian Rhapsody'de orijinal Freddie Mercury şarkıları kullanılmış.
4. Müslüm’de Müslüm Gürses'in bilinen şarkılarına pek yer verilmiyor. Bohemian Rhapsody'de ise Freddie Mercury'yi Freddie Mercury yapan hem popüler hem önemli şarkıların çoğuna yer verilmiş: We Will Rock You, We Are the Champions, Another One Bites the Dust, Killer Queen, Bohemian Rhapsody, Somebody to Love, Don't Stop Me Now... Müslüm'de çalmasını beklediğim ama çalmayan, hatta "Aaa, bu şarkı nasıl olmaz filmde" dediğim şarkılar oldu. Belki de bilinçli bir tercih olarak, bilerek kıyıda köşede kalmış şarkıları seçildi, olabilir.
Şimdi de gelelim ortak noktalara... Göreceğiniz gibi, ortak noktalar daha çok.
5. İki film de sanatçıların geleceğinden, gürültülü alkışlar eşliğinde konser sahnesine çıkmadan önceki anlarından başlayıp sonra geriye dönüş yaparak geçmişten itibaren göstererek seyircide merak duygusu uyandırmak istemiş. Müslüm filmi 2006’da Müslüm Gürses'in ilk kez çıktığı Harbiye konseriyle, Bohemian Rhapsody de Queen’in 1985’te Afrika’ya yardım için düzenlenen Live Aid konseriyle başlıyor ve sonra geriye dönüş yaşanıyor. Müslüm Gürses’in çocukluğundan, Freddie Mercury’ninse grup üyeleriyle olan tanışmasından yani gençliğinden başlamış hikayeler. Ve yine bu büyük konser sahneleriyle, coşkulu bir şekilde ve biraz da pat diye sona eriyor.
6. İki filmde de benzer bir yol haritası izlenmiş: İlk yarı daha konulu film gibi, ikinci yarı ve kapanışlarsa daha belgesele kayıyor. İki film de konser sahneleriyle bitiyor ve film sonunda jenerik akarken sanatçıların eski çocukluk fotoğrafları gösteriliyor. Hastalık ve ölüm dönemleri iki filmde de yok. Demek ki aklın yolu bir. Tüm dünyada bu tip filmler böyle çekiliyor. Hoş başka nasıl olacaktı?
7. İki filmde de iki sanatçının bir dönem yasaklanmış olmaları konusuna hiç değinilmemiş. Hatta bahisleri bile açılmamış. Bu anlamda bazı eksiklikler ve boşluklar göze çarpıyor.
8. İki filmle ilgili de sanatçıların gerçek hayatının yansıtılmadığı ya da yanlış yansıtıldığıyla ilgili çeşitli eleştiriler ve iddialar ortaya atıldı, atılıyor ve atılmaya da devam edecek. Ancak nihayetinde belli bir zaman diliminde anlatılması gereken bir hikaye bu. Üstelik belgesel de değil. Tabii bu demek değil ki gerçeklikler çarpıtılsın. Doğrulara sadık kalındığı müddetçe, sinema dinamiği ve yönetmenin/senaristin tercihi gereği bazı olayların üstünde çok durulurken bazıları hiç konusu bile açılmadan geçiliyor.
9. İki film de hayli uzun esasen. Ve ilginç bir tesadüf ki, ikisinin süresi de 132 dakika.
10. Timuçin
Esen’in de, Rami Malek’in de oyunculuk performansları muhteşem.
11. İki filmde
de sanatçının yetiştiği kültür ve toplum yapısı çok ama çok farklı olsa da,
müzik tutkuları, hikayelerini bir yerinden birleştiriyor. Dönüm noktaları, bunalımları ve ikilemleri hemen hemen aynı.
12. İkisinde de sanatçılar müzik kariyerleriyle ilgili çeşitli engellerle karşılaşıyorlar. Mesela Müslüm'de geçirdiği kaza sonrası sağır olan kulağı, bunlardan biri. Bohemian Rhapsody'de ise Freddie, Queen zirvedeyken aklını çelen müzik yapımcıları nedeniyle ekibi dağıtıp kariyerine solo devam etmeye karar veriyor. Neyse ki bu ayrılık kısa sürüyor. Bir diğer engel de, filme de adını veren Bohemian Rhapsody şarkıları yaklaşık altı dakika olduğu için başta yapımcıların kabul etmemesi. Radyoların çalamayacağı bir uzunlukta ve formda diye reddedilen şarkı, sonradan büyük ses getiriyor.
13. Müslüm’de
Müslüm Gürses'in Muhterem Nur’la olan ilişkisi de, Bohemian Rhapsody'de ise Freddie Mercury’nin
Mary Austin ve Jim Hutton’la olan ilişkileri filmde önemli yer tutuyor. Gerçi Freddie'de ilişkiler biraz daha geri planda kalmış.
14. İkisi de sadece sesleriyle değil, duruşlarıyla da farklı olan iki sanatçıyı konu ediniyor.
15. İki filmi de hiçbir ön bilgi olmadan izlemek mümkün: Yani Müslüm ya da Freddie Mercury'nin hayat hikayesi gibi değil de, müzik tutkunu olan, şarkı
söylemek isteyen, geçmişleri trajedilerle, hayat yolları çakıl taşlarıyla
dolu iki karakterin hikayesi diye de izlenebilir. O karakterlerin peşine takılarak da keyif alabilir bir seyirci.
16. Her iki film de, konu edindiği sanatçıları yeniden gündeme getirdi. Müslüm filmiyle Müslüm Gürses yeniden hatırlandı. Bohemian Rhapsody sayesinde, üzerinden onlarca yıl geçmesine rağmen filmde yer alan Queen şarkıları internetteki platformlarda resmen yeniden hit oldu, yeniden 1 numaraya yükseldi.
Ve sonuç: Vizyon tarihleri aynı haftaya denk gelen bu iki önemli film de, bambaşka dünya görüşündeki iki insanı anlatıyor.
Ama söz konusu müzik olduğunda herkes, her şey birleşebilir! Peki siz yazımı nasıl buldunuz? Ve eğer izlediyseniz, bu iki filmle ilgili neler düşünüyorsunuz?
Sosyal medya adreslerim: