21 Şubat 2019 Perşembe

SİSLİ HAVANIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ...


Dün akşam. Saat 18.30'u geçiyor. Dergiden çıkıyorum. Bitirmek üzere olduğumuz Mart sayısının yoğunluğu, yorgunluğu içindeyim. Bir de kafa karışıklığı diye eklemeliyim. Bu dergi işi beni böyle yaptı: Her ay, gelecek ayın dergisini hazırlamaktan kendimi gelecek ayda zannediyorum. Yani şu an Şubat'ın 21'inde değil de, Mart'ın 21'inde gibi hissediyorum kendimi. Sanırım bir çeşit mesleki deformasyon bu. Her ayın son haftası geldiğinde, geride kalan koca bir ayın yorgunluğu hem omuzlarıma çökmüş oluyor hem gözlerime. Neyse ki matbaadan gelen yeni sayıyı nihayet ellerime alabilmenin mutluluğuyla, tatlı bir yorgunluk içinde oluyorum.

Dışarıda ne kar ne yağmur, yalnızca havadaki incecik sis ve buz gibi bir soğuk… Pazartesiden, salıdan beri şehrin üstüne çöktü kaldı bu sis. Kaldırımlara yayılan akşamüstü sisiyle birlikte ilerliyorum adeta. Havadaki ayaz kendini iyiden iyiye hissettiriyor; öyle ki, ellerimi eldivenli olmasına rağmen cebime sokuyorum. Üşümüş bir vaziyette kendimi kafenin birinden içeri atıyorum. İçerisi pek kalabalık sayılmaz. Bir kadın, cam kenarında sokağı gören bir masaya oturmuş; bir yandan manzarayı seyrederken, diğer yandan çayını yudumluyor. Bir başka masada iki genç sevgili, sohbet ederken önlerindeki salep fincanlarını sıkı sıkıya avuçlamayı ihmal etmiyorlar. Ben de hemen siparişimi veriyor ve en sevdiğim kitabı çantamdan çıkarıyorum. Ama çok da uzun oturmuyorum, ne de olsa tek istediğim trafiğin biraz olsun azalması. İş çıkışında arkadaşıma diyorum ki: Şu anda Manhattan sokaklarında eve dönüyor da olabilirdik, gel gör ki Mecidiyeköy'de metrobüse yürüyoruz... Ya da daha da güzeli, Stockholm sokaklarında eve bisikletle dönüyor da olabilirdim. Oysa ayağıma sakız ya da sigara izmariti yapışmasın diye kaldırımlara bakarak yürümek zorundayım bu şehirde. 

Dahası, dün akşam bu gözler neler gördü bir bilseniz! Normalde, ulaşım için, yolumu uzatsa da vapuru tercih ediyorum. Ancak sisten dolayı şu sıralar metrobüsü kullanıyorum. Dün Gayrettepe metrosundan Zincirlikuyu metrobüsüne bağlanan alt geçitte, dakikalarca ilerlemeden duran bir kuyruğun içinde buldum kendimi. Ve pek çok kişi metrobüs izdihamında beklemeye dayanamayıp, aşağı inen yürüyen merdivenden yukarı doğru çıkmaya çalıştı! Kimileri başarılı da oldu... Taksi de bulamadım bu sabah. Arayınca bulamıyorsunuz zaten. İstanbul'un çilesi çekilir gibi değil gerçekten.

Hafta sonu havalar iyice soğuyacak, kar gelecek diyor hava durumu. Şu sıralar elimin altında okunmayı bekleyen çok sayıda kitap var. Aslında bir ay içinde bitirdiğim çok kitap var, sizlere burada uzun uzun yazmak istiyorum. Ama şimdi yeni başladığım iki kitaptan bahsedeceğim. 


Dergi temposuna girdiğimden beri o kadar yoğunum ki, hafta içi kitap okumaya pek fazla vaktim olmuyor desem yeridir. Ama bu açığımı hafta sonları fazlasıyla telafi edebildiğim için de memnunum. İthaki Yayınları'ndan çıkan, geçen hafta sonu okumaya başladığım Carol Gömülmeden'e devam edebilmeyi dört gözle bekliyorum. Bir oturuşta yüz sayfasını sürüklenerek okuyup bitirdiğim kitap, geçtiğimiz aylarda Netflix'te izlediğimiz "Bird Box"a ilham veren "Kafes" kitabının yazarının (Josh Malerman) dilimize çevrilen yeni kitabı. Adı ve kapak tasarımı da zaten başlı başına cezbedici olan kitabın konusu hayli ilginç: Komaya girdiğinde dışarıdan bakanlar için bir ölüden farksız olan Carol Evers ve onun bu sırrını bilip onu diri diri mezara gömerek servetine konmak isteyen kocası. Eski bir zamanda, Harrows adlı kasabada geçen roman gizemli, gerilimli ve bir sonraki sayfasını gerçekten merak içinde çevirdiğiniz, sonunu asla öngöremediğiniz bir okuma keyfi sunuyor. Kitapla ilgili konuşmam için şu an erken, zira daha sadece başlarındayım. Ama nasıl ilerleyeceğiyle ilgili gerçekten hiçbir fikrim yok ve bu beni heyecanlandırıyor. 


"Polisiye kitap" denilince aklıma Altın Kitaplar'dan başkası gelmiyor. Ya da en azından ilk sırada o geliyor diyeyim. Agatha Christie serisinin hepsi kütüphanemde sıralı bir şekilde durur. Hatta yeni birkaç kitabı daha yayımlanmış, onları da çok merak ediyorum. Şimdi bahsedeceğimse bir Stephen King kitabı. İlk kez 1998'de yayımlanan, hatta biraz araştırınca öğrendim ki filme de çekilen romanın yeni baskısı bu: "Hayatı Emen Karanlık". Bu sefer karakterimiz bir yazar. Thad Beaumont. Yıllarca George Stark takma adını kullanarak romanlar yazıyor ve kitapları "çok satanlar" arasına giriyor. Ama bu yazarın karanlık bir sırrı var... Konusunun yanı sıra, kapak tasarımı da gerçekten muazzam ve içeriğine dair pek çok ipucu veriyor. "Hayatı Emen Karanlık"tan da yine geçen hafta sonu yüz sayfa okudum ve yarın devam etmek için sabırsızlanıyorum. İkisiyle ilgili de bitirdikten sonra daha detaylı yazacak vakti bulmayı umuyorum!

Hazır günlerdir havada esrarengiz bir sis dolanıyorken ve hafta sonu kar da yağacakken, sıcak bir fincan çay alıp okuma koltuğuma gömülmek için bu iki kitaptan daha iyisini düşünemiyorum.

Beni sosyal medya hesaplarımdan da takip edebilirsiniz:

instagram: @ofluoglumert

twitter: @ofluoglumert

facebook: @ofluoglumert

9 yorum:

  1. Sis pek sevmiyorum kitapları not aldım teşekkür ederim

    YanıtlaSil
  2. Sisi seviyorum sanırım ben :))

    YanıtlaSil
  3. Metrobüsler gerçekten dehşet kalabalık oluyor.
    İstanbul bu kadar kalabalık olmasa ne kadar güzel bir şehirde yaşadığımızın daha çok farkına varırdık :)
    Stephen King kitaplarını da filmlerini de çok severim bu kitabı ilk defa duydum notumu aldım :)
    Bird Box severek izlemiştim kitap daha ilginç bir konuya sahip onunda notunu aldım :) Teşekkürler ve iyi okumalar dilerim :)

    YanıtlaSil
  4. İş çıkışı ve mecidiyeköy trafiği...ne diyeyim kolay gelsin. sisi severim ben tabiki doğadaysam. ya da İstanbul'da boğaz kıyısında. 10 yıl yaşadım o şehirde. Çok güzel ama çok yorucu

    YanıtlaSil
  5. Dergi heyecanını yıllarca yaşadım ve ne kadar yorucu olsa da verdiği haz bambaşkaydı. Son zamanlarda araya başka uğraşlar girmiş olsa da bana tekrar hatırlattın ilk paragrafında güzel anları :)

    YanıtlaSil
  6. Ohh hava sisli ama okumaya fırsat bulmak için buna avantaja dönüştürmüş olmak da ne güzel ! İstanbul kalabalığı da bence sınırı çoktan aşmış :/

    YanıtlaSil
  7. ha haaaa dur ne deformasyonu daha yeni başladııın. metroda okumak keyifli oluyoooo :)

    YanıtlaSil
  8. Genelde sisli havalar ve soğuk enerjimizi düşürüyor sanki, lakin dediğiniz gibi kitap okumak için birebir :)

    YanıtlaSil
  9. Sisli havalar hüzünlendir beni hep.
    Kitaplara gelince, şu an için tercih ettiğim tarz değil. Ama aklımda bulunsun.

    YanıtlaSil

Gmail hesabı olmayanlar, anonim seçeneği ile yorum yapabilir... Yorumlarınız için çok teşekkür ederim!

SİNEMADA İKİ FİLM

Son günlerde sinemada iki filme gittim. İlki, The Substance. Yani Cevher. Bence mutlaka görülmesi gereken, ama son derece rahatsız edici bir...