Ayraç koleksiyonumdan bir kesiti bu yazıya fon yaptım. |
Daha dün gelmişti 2019... Biz daha ara sıcaklarını bekliyorduk ki, baş şefin gelip "Tatlınızı da bitirdiyseniz, sizi şu kapıdan uğurlayalım" demesi gibi takvimler 31 Aralık'ı gösteriverdi. İşte, 2020 geldi. Yeni bir sayı. 2-0-2-0. 2020. "Vay canına". Öyle pek uzay çağı gibi değil, ilginç icatların ve uçan arabaların yapıldığı, Mars'ta evlerin inşa edildiği de yok. Tekerleğin ya da radyonun icadı gibi çığır açacak hiçbir şey yok –tabii internet var, o da elle tutulmuyor ki. Kafamızı telefon ekranına gömdük, habire aplikasyon geliştirip duruyoruz da, bana öyle geliyor ki sanki bir parça yerimizde sayıyoruz, bilmem siz ne dersiniz? Zaten bence ileride, radyasyonun zararlı etkileri anlaşılacağı için insanlık veya en azından insanlığın ciddi bir kısmı, ilkel yöntemlere geri dönecek. Televizyon, telefon, bilgisayar veya herhangi başka bir elektronik sistem bulundurmak ve kullanmak yasaklanacak ya da belki hoş karşılanmayacak, ayıplanacak; düşünsenize, böyle bir dünya ne ilginç olurdu! "Eski çağlarda" insanların kullandığı sosyal medya, özellikle de "instagram" denen şey, gelecekteki insanlar için hayret ve şaşkınlık sebebi olacak. Bir neslin kendini bu kadar anlamsız bir şey için heba etmiş ve "selfie" adı verilen yakından çekilmiş ölü surat fotoğraflarının hala internette (uzay boşluğunda, diyelim) dolaşıyor olması, asla anlaşılamayacak. Öte yandan hiç icat yapılmamış olan yıllarda insanların kendilerini aslında var olmayan ve dokunulamayan, tadılamayan, işitilemeyen, adına da internet denen bir sistem için paralayıp durması, "geçmiş çağların" karanlık gizemlerinden sadece biri olarak kalacak. (Gelecekte böyle bir dünyada geçen kısa bir bilim kurgu öyküsü de yazmıştım, bilgisayarımda duruyor).
Neyse, ne diyorduk, 2020. Tüm hızıyla geçip
gitmesine seyirci kalacağımız, nasıl bittiğini anlamayacağımız, çabucak
eskiteceğimiz yepyeni bir yıl daha. Yok yok, ne eskimesi yahu! Daha gelmeden ne
bu düşünceler? Yeni alınmış son model bir telefon, bir ev, bir araba kadar umut
dolu bekliyoruz 2020'nin gelişini, daha dur.
Bunun altına "2019'dan kaçmaya çalışırken ben." yazacağımı sanıyorsanız, çok yanılıyorsunuz. |
Artistlik olsun diye hiç "Bu yıl çok kötü geçti", "2019’da ben (yerde yatan obez kedi fotosu). Temsili." falan diye paylaşmayacağım. Gayet de iyi geçti bu yıl. Hatta baya iyi geçti. İstediğim pek çok şey oldu. Yani bunların büyük bir kısmı istemeden oldu. Beni acayip sevindiren, heyecanlandıran harika olaylar, karşılaşmalar, buluşmalar, tanışıklıklar, dostluklar... Kendi adıma başarı dolu bir yıl geçirdiğimi söyleyebilirim (Bir insanın "Ben başarılıyım" demesi ukalalık sınıfına girer mi acaba? "Ben akıllıyım" demedikten sonra, bir yıl değerlendirme yazısında kişinin yılın geneline baktığında “başarılı bir yıl geçirdiğini” söylemesinin bir sakıncası olmaz sanırım.) Hayallerimden bazıları oldu. Birkaçı da olmadı, hatta en çok istediğim şey yine olmadı, ama olsun(du). Şimdi tek tek yazmayacağım ne olup ne bitti diye, aslında her yıl olduğu gibi bu yıl da en güzel blog’um tuttu arşivimi, duygularımın düşüncelerimin arşivini. Zaten neleri kastettiğimi sıkı okurlarım biliyordur, anlıyordur.
Her paragrafta yeni bir konuya geçtiğim bu yazı
biraz karışık olmuş gibi olacak ama, yazımda bir teşekküre yer vermeden geçmek
istemiyorum. Bildiğiniz gibi 2019, blog’umun da 10. yaşını kutladığım yıl oldu.
2009'dan beri tam 10 yıldır, düzenli olarak blog'uma yazılar yazıyorum. Zaman
içinde pek çok okurum, takipçim, yorumcum oldu –yani sizler. Bir önceki uzun
yazıma ("Yazmak üzerine") gelen detaylı, zeki ve gülümseten yorumlarınız
karşısında hayran hayran bakakaldım, nasıl sevindim! Sadece o yazım için değil,
genel olarak blog’um ve yazılarımın aldığı geri dönüşler için konuşuyorum. Upuzun
bir yazının okunup yine upuzun bir şekilde yorumlanmasına, günümüzün "sosyal
medya" şartlarında pek rastlanmıyor. Bu nedenle çok mutlu olduğumu söylemek
isterim. Sadece benim okurlarım-takipçilerim olan sizler için de söylemiyorum
bunu. Zaten her defasında söylediğim bir şey var: Blog'ların okur kitlesi çok
başka. Sosyal medyanın aksine, uzun yazıları okuyan, yazıp düşünmeye önem veren
insanlar var burada. Buradaki tek bir yorum bile benim için çok kıymetli. Zahmet
edip uzun bir yazıyı okuyup bir de o yazıya yorum yazmak, blog dünyasında çok
şey ifade ediyor. Tabii büyük çoğunluk, yazıları sessiz sedasız okuyanlar.
Onların da varlıklarını hissediyorum. Bazen öyle birkaç mail ve mesaj kutuma
mesaj da geldiği de olur. "Seni/sizi bunca zamandır takip ediyorum, hiç yorum
yapmadım, ama şu yazın/ız beni yorum yapmak için harekete geçirdi..." diye
başlayıp, uzun uzun iç döken o yorumlar, mesajlar...
"Yazmak üzerine" adlı yazımın bahsini biraz da şu
yüzden açtım: Tabii ki hiçbirinizi
tanımadığım gibi onu da tanımıyorum, ama sanırım yaşı da bir hayli genç olan
İrem'in, –yani benden de genç demek istiyorum– yazdığı şey beni çok sevindirdi: "Ben de ilk kitabımı yazmaya başladım. Özellikle de siz örnek aldığım
kişilerden birisiniz." Birilerine ilham olabilmek, örnek olabilmek ne kıymetli,
ne mutluluk verici bir şey... Umarım bir gün daha fazla kişiye ulaşıp örnek olabilirim... Yeni
yılda da ben sırf yazı yazmayı sevdiğim için buralarda olmaya, aklıma geleni,
kafamdan geçeni yazmaya devam edeceğim...
Bu yıl yine cazdan popa, güzel şarkılar dinledim,
pek çok yabancı şarkıcı keşfettim. Belki 750-800 tane yeni kitap aldım, eve yeni
bir (hatta belki iki) kitaplık yaptırmak şart oldu. Kitaplıklarımdan taşan
kitaplar odaların çeşitli köşelerinde kuleler gibi yükseldi. Toplam 120
civarında kitap okudum; aşağı yukarı bir ayda 10 kitap. E benim AVM AVM kıyafet
mağazası gezeyim, yok üç tane bot, beş tane mont alayım merakım yoktur, alırım
tabii, temiz ve şık giyinmeyi severim de, ama yani genelde severek yapmam bu
alışverişleri. Böyle kitaptı, kırtasiye ürünüydü, ev dekorasyonuydu, daha çok
severim. Olan paramı gene onlara harcarım. Ha seyahat etmeyi de çok severim,
fırsat buldukça gezerim ama tabii Euro'nun dışı da içi de sizi bizi yakar. Güzel
ve lezzetli yemeklere de bayılırım, hoş bayılmayan da yoktur diye düşünüyorum.
Evet, ne diyorduk? 2020. Uçan arabalar, komşunun evine yahut dünyanın bir ucuna
ışınlanmalar hala yok ama 2020 diye bir yıla geldik işte. 2000'ler, 2010'lar
bitti, yarından itibaren 2020'ler başlayacak. Aman sanki ne olacak; faturalar
pahalı, yaşamak pahalı, her şey pahalı, pazarda satılan muz bile artık pahalı.
Yiyeceklere şüpheyle yaklaşıyoruz. Paket gıdalar kötü diyoruz ama organik
olduğu öne sürülen şeylerden de artık emin olamıyoruz. Diş fırçaları,
şampuanlar, sabunlar, aklımıza gelen gelmeyen her şeyin içinde zehir var. Sülfatlı
şampuanlar saçlarımızda, titanyum dioksit diş macunlarımızda,
deterjanlarımızda, hatta leblebi ve sakızlarda bile kol geziyor. E ne yapalım? Yalan
Dünya’daki Vasfiye Teyze ses tonuyla: "Çekecez, mecbuuuuur." Biz de böyle bir
zaman dilimine denk gelmişiz. Kötü zamanlardan geçiyoruz. Yani belki 500 veya
1807 yılında yaşayanlar için de "eskiden her şey çok daha güzeldi" ve "şimdiki
zaman çok berbat", ama ne yapalım, bu 2019'da da öyle olmadığı anlamına
gelmiyor. Sadece ülke olarak da değil,
dünya olarak da bir garibiz. Siyaset, ekonomi, toplum, doğa olayları, her şey
olumsuz. Hadi diyelim dış dünyada olup biten her şeye kulaklarımızı tıkamayı,
gözümüzü yummayı başardık, bireysel olarak kendi dünyamızda da işler yolunda mı
sanki? Kime güveneceğimizi bilmiyoruz. Bilmiyorum teknoloji mi veya
teknolojiyle gelen gösteriş merakı mı, ama bir şeyler bizden samimiyeti ve
güvenilirliği çaldı. Aşk yaşayacak doğru düzgün, derinlikli insan bulamamaktan bile
yakınır hale geldik (herkesin bunu dert edindiği yok tabii). Evet, o insan mutlaka
bir yerlerde var, belki köşe başında, belki bulunduğumuz yerden bin kilometre
uzakta, ama nerede, nasıl karşılaşacaksın ki onunla? Hem de tek yaptığın
saatlerini boş boş sosyal medyada geçirmekken! Filmlerdeki gibi koridorda
çarpışıp kitaplarını devirdiğin kız sana "Merhaba, tanışalım mı?" değil, "Önüne
baksana, öküz!" diyecek (çok affedersiniz, o kız adına sizden özür diliyorum).
Ki zaten koridorda (hangi koridorsa o) kitap taşıyan birileriyle çarpışma
ihtimalin de pek kalmadı.
Her şeyde olduğu gibi, ilişkilerde de bir yapaylık
var. Yeni yılda 1-3-5 günlük, sığ, hiçbir derinliği olmayan, söz gelimi tanışır
tanışmaz "instagram’da beni eklesene" türü arkadaşlıklara kapılarımı tamamen
kapatıyorum. Zaten hep kapalıdır benim geçici ve yüzeysel ilişkilere kapılarım,
ama bu sefer kilidi de değiştiriyorum, çünkü çok zorlayanlara açıyordum o kapıyı.
Bazı kızlar; çok yüzeyselsiniz. Karakterleriniz beş para etmez. Genel
kültürünüz yok. Tek bildiğiniz şey son çıkan iPhone modeli ve doğru selfie'yi
hangi açıdan çekilmeniz gerektiği. Bir de dibi gelmiş saçlarınıza yaptığınız
saç boyası. Zariflikten uzaksınız. İstediğiniz kadar güzel olun. Ruhunuz boş
ya, işte en çok da bu yüzden bence acayip iticisiniz. Bazı erkekler; tek
bildiğiniz şey spor salonuna gidip "daha, daha ve daha çok kas" çalışmak. Bir
de metal kolye modası çıktı şimdi, onu boynuna asmayanı dövüyorlarmış gibi.
Ayrıca hepinizin oyuncu olması gerekmiyor. Biraz kendinizi geliştirin, hobi
falan edinin. Hep ve hep kızlara değil, azıcık da sanata yönelin mesela.
Bazen bir kız ne kadar güzel, bir erkek ne kadar
yakışıklı olursa olsun, "o kişinin" dışı hiçbir şeye yaramaz, çünkü içinde kalp
yoktur. Zarafet, ruhsal güzellik ve dünya algısı... Asıl önemli olan budur.
İşte günümüzdeki insanlık (elbette genel olarak konuşuyorum) bunu kaybettiği
için, ilişkiler kaybediyor, ilişkilerde kaybediliyor. Neyse ki benim çevremde,
benden yaşça büyük de olsa örnek alabileceğim bu tarz kaliteli, zarif ve
romantik ilişkiler var. Ama onlara baktıkça da aklıma şu soru geliyor: Ben
böyle bir aşk bulabilecek miyim? Ya da önümde böylesine iyi örnekler varken,
bulduğum beni ruhsal açıdan ne kadar tatmin edecek? Dahası, edebilecek mi?
Bilemiyorum...
Hangimiz bilebiliyoruz ki?
Hayat devam ediyor.
Gene de 2020'den umutluyuz (boşa çıktı).
Yok yok, boşa çıkmasın.
Samimi, içten insanların yolları kesişsin, onlar
birbirini bulsun.
Hayatlarımızda hep kalıcı dostluklar ve güvenilir
aşklar olsun.
Olsun ya.
Olacak!
Sosyal medya hesaplarıma göz atmak isterseniz: