27 Mayıs 2020 Çarşamba

BEŞ YABANCI DİZİ MİMİ

Eğer tüm hayatınız boyunca sadece beş yabancı dizi izleyebilecek olsanız, bunlar hangileri olurdu?
Benimkiler Skam, Desperate Housewives, Bates Motel, Mad Men ve Rita olurdu. Bu liste asla şaşmaz. Beşini de döndürüp döndürüp yeniden izleyebilirim, o kadar çok seviyorum. 
(Bunlardan yalnızca Rita devam ediyor, o da ülkemizde pek fazla bilinmeyen bir Danimarka dizisi. Skam da bir Norveç dizisi, bu diziyi ben İsveç'teyken canlı canlı yayınlanırken izlediğim için bende ayrı bir yeri var. Diğer dizilerimizse bildiğiniz gibi Amerikan dizileri.)
Bu soruyu aslında geçen gün twitter'da yazdım ama sonra blog'da mim olarak çok daha uygun olacağını düşündüğüm için buradan sormaya karar verdim. Yani aslında mim bile olamayacak kadar kısa bir cevabı var, ama tabii isteyen sebepleriyle birlikte açıklayabilir. Benim sebeplerimi blog'umda bu dizileri yıllardan beri yazıp durduğum için hemen herkesin bildiğini düşünüyorum, bu yüzden kendimi tekrarlamamak adına susuyorum. Çok sevdiğim başka diziler de var ama eğer beşini seçmem gerekiyorsa, bu dizilerin dünyasında yaşamaya tamamen hazırım.
İyi düşünün! Seçeceğiniz beş diziden başka dizi izleme hakkınız olmayacak. :) 
Bir de buralardayım:
instagram.com/ofluoglumert
twitter.com/ofluoglumert 

23 Mayıs 2020 Cumartesi

GÜZEL ŞEYLER


Kütüphanemde benzer kitaplar var, öyleyse bunlar neden olmasın? Şu korona işi biter bitmez Amazon'dan sipariş edeceğim ilk kitaplar kendileri olacak. Sadece leziz kapak tasarımları bile akıl çelmeye yetiyor. Eğer ilginiz varsa Taschen'in sanat kitaplığına mutlaka bakın derim.


Korona, dünyanın gidişatı, gelecekte bizi muhtemelen daha da tehlikeli bir dünyanın beklediği düşünceleri filan aklıma geldikçe bir umutsuzluğa kapılıyorum. Sonra aklıma gezegenin bir yerinde tıpkı benim gibi bu sorularla boğuşan Sade geliyor, rahatlıyorum ya.


Geçen gün, vizyondayken bir türlü izleyemediğim Knives Out (Bıçaklar Çekildi)'u izledim. Benim gibi eski malikanelerde geçen entrikalı aile polisiyelerini seviyorsanız hiç vakit kaybetmeyin. Ayrıca film, türe yeni bir soluk getirerek işin içine komediyi de katıyor. Filmde pek çok başrol var. Daniel Craig, Chris Evans, Ana de Armas, Jamie Lee Curtis, Toni Collette ve Katherine Langford bunlardan bazıları. Kübalı aktris Ana de Armas'ın adeta Türk gibi göründüğünü kesinlikle söylemeliyim! Hani buralara gelse bir romantik komedide başrolü anında kapacak sempatiklikte... Oyunculuğu da tam bizim buralardan esintiler taşıyor.


Şu bisküvinin desenindeki retro bisiklete binip gitmek vardı şimdi... Nereye? Nereye olursa. Ama geleceğe falan değil. Kesinlikle geçmişe. Daha naif, daha siyah-beyaz yıllara, edebiyat ve sinemanın el üstünde tutulduğu bir döneme... Cazın daktilo seslerine karıştığı zamanlara... Bir önceki yazımda yazdığım Mad Men'i izlemeyi en çok da bu yüzden seviyorum belki de. 4. sezonu bitirmeme son iki bölüm kaldı. Benim şansıma, 9 Haziran itibariyle Netflix'ten kaldırılıyormuş. Ben de izlemeye internetten devam ederim! Bir dizinin Netflix'te olup olmaması çok da şart değil.


Biraz da mutfaktan fotoğraf paylaşayım. Evlerde olduğumuz son iki buçuk - üç aydır herkes gibi benim de instagram hikayelerim evde pişen çeşitli tatlı, kek ve pasta fotoğraflarıyla doldu taştı. İki muhallebiyi buraya da koyarak kalıcılaştırayım isterim. Bu aralar her zamankinden daha çok tweet atıyorum. Twitter daha çok ilgimi çekiyor. Şimdilik böyle.

Bir de buralardayım:


8 Mayıs 2020 Cuma

MAD MEN


Düzenli olarak takip ettiğim CNBC-e Dergi'de görüp de Desperate Housewives'tan sonra en çok merak ettiğim ikinci dizi Mad Men'di. Merlin'i ve Gossip Girl'ü filan kaçırmadan izlerdim ama Mad Men'i sanırım hem geç yayınlandığı hem de o zamanlar küçük olduğum için izlememiştim. Desperate Housewives'ı sonrasında internetten izleyeli ve favori dizilerim arasına ekleyeli çok oldu. Mad Men de hep aklımın bir köşesindeydi ama fırsat bulamıyordum. Kısmet bu karantina akşamlarınaymış. (Bir de yine CNBC-e döneminden merak ettiğim Nip/Tuck, Breaking Bad -evet hala izlemedim- ve Dexter kaldı sanırım.) 

1960'ların Amerika'sında reklamcılık dünyasında olup bitenleri arka fonuna dönemin siyasi ve kültürel olaylarını da katarak anlatan dizi, aslında pek çok iyi dizi gibi hayatlarını takip ettiği karakterlerin psikolojilerini ele alan, derinlikli bir diziBu zamana dek hep o şahane jeneriğini biliyordum ama günlerin saçma bir rehavetle birbirini kovaladığı bu karantina günlerinde 1. sezonu bitirip 2. sezonu da çoktan yarıladım bile. Don Draper, Betty Draper, Peggy Olson, Joan Holloway, Roger Sterling, Pete Campbell... Hepsi tek tek mükemmel. Bununla birlikte dizi çok yavaş ilerliyor, pek fazla olay olmuyor, öyle ki bazen "Ben bu diziyi neden izliyorum ki?" dediğiniz bile olabiliyor. Üstelik örneğin ilk sezonda Peggy'nin sezon boyunca hamile olduğunu anlamayıp sezon finalinde birdenbire doğurması gibi gizemli ve saçma olaylar da yaşanabiliyor ama yine de bir şekilde acayip keyifle izleniyor.

Öte yandan Mad Men, Desperate Housewives'ı da içine alan, meseleye erkekleri de dahil eden daha geniş bir dünyada geçiyor gibi. Dönem farklılığını saymazsak, banliyödeki umutsuz ev kadını Betty Draper'ı pekala Wisteria Lane'deki kadınlarımızın komşuculuk ilişkileri içinde görmek mümkünBu arada Mad Men 2007-2015 yılları arasında 7 sezon olarak yayınlanmıştı. Desperate Housewives ise 2004-2012 yılları arasında 8 sezonluk bir ekran macerasına imza atmıştı. İki dizi de olaylı ve ödüllüydü. (Not: Mad Men Netflix'te var, Desperate Housewives NEDENSE hala yok. 13 Mayıs 2020 güncellemesi: Konuyla ilgili heyecanımı dile getiren şöyle bir tweet atmıştım. "Maşallah dediğim üç gün yaşamıyor" dedikleri bu olsa gerek: Mad Men, 9 Haziran 2020 itibarıyla Netflix'i terk ediyor. Damn it. Bu can sıkıcı gelişmeyi de hemen tweet'ledim tabii.)

Ben daha naif, daha siyah-beyaz yıllarda, edebiyat ve sinemanın el üstünde tutulduğu bir dönemde yaşamayı tercih ederdim. Bu denli sosyal medya çılgınlığının olmadığı, cazın hala çok popüler olduğu, analog fotoğraf makinelerinin telefon kameralarına yenik düşmediği, çizgi romanların sadece sahaflarda bulunmadığı, matbu kelimesinin anlamını herkesin bildiği, gazetelerin mürekkebinin insanların elini boyamaya devam ettiği...

Retroya, vintage'a, daktilo sesine, jazz'a, 50'li-60'lı yıllara, kitaba, dergiye, gazeteye merakımı zaten bilen biliyor. Yine yazmıştım, yine tekrarlıyorum: Sanırım ben daha naif, daha siyah-beyaz yıllarda, edebiyat ve sinemanın el üstünde tutulduğu bir dönemde yaşamayı tercih ederdim. Bu denli sosyal medya çılgınlığının olmadığı, insanların yolda karşılaştıklarında kafalarını telefonlarına gömmek yerine birbirlerine selam verdiği, cazın hala çok popüler olduğu, analog fotoğraf makinelerinin telefon kameralarına yenik düşmediği, çizgi romanların sadece sahaflarda bulunmadığı, matbu kelimesinin anlamını herkesin bildiği, gazetelerin mürekkebinin insanların elini boyamaya devam ettiği, kitapların story'ye koymak için satın alınmadığı ve fotoğrafların instagram'da paylaşmak için değil de gerçekten o an'ı ölümsüzleştirmek için çekildiği yıllar beni kesinlikle daha çok mutlu ederdi. Evet, her ne kadar sosyal medyayı son derece aktif bir şekilde kullanmam belki bunun tam tersini gösteriyor gibi olsa da, bu çağın yapaylığına uygun bir insan olamadım pek. Retro ve vintage gibi kelimeler bile beni mutlu etmeye yetiyor. Zaten seveceğim bir dizi olan Mad Man'i, bugünlerde izlediğim için daha ve daha da çok sevmiş olabilirim. Hatta, son sezonu olan 7. sezonunun fragmanına ve çalan müziğe bayıldım.


CNBC-e'nin dergisine de değinmiş oldum böylece... Aslında bir kanalın dizilerinin reklamını görmek için üstüne bir de para verip dergisini satın almak kulağa biraz tuhaf geliyor olabilir. Ama pişman değilim. Yine olsa yine alırım. Kanalın dizilerini o kadar da yakından takip etmememe rağmen ilk sayısından son sayısına dek aldığım bir dergiydi. Hala koleksiyonumdaki yeri ayrıdır.

Evet, 2020'nin ve bundan sonrasının bir bilim kurgu filminin içindeymişçesine geçeceği aşikar, koronavirüsle ya da başka herhangi bir virüsle/salgın durumuyla yaşamayı bir şekilde öğrenmemiz gerekecek. Yani eski yıllara -elbette savaşsız ve salgınsız- özlem de giderek artacak gibi görünüyor. Şimdi Carl Sagan, Isaac Asimov, Ray Bradbury, Stanislaw Lem filan ne muhabbet döndürüyordur be. 

Not: Blog panelinin teması mı değişti? Yazı şablonunu pek sevemedim ve kullanışlı bulmadım. Blogspot'ta her şey sürekli değişiyor da şu yorum kısmı niye hiç gelişemedi acaba? Mesela "yorumları beğen" gibi bir tuş da gelsin madem! 13 Mayıs 2020 güncellemesi: Blogspot sesimi duymuş olacak ki, blog paneli eski haline geri gelmiş!

instagram.com/ofluoglumert

twitter.com/ofluoglumert

facebook.com/ofluoglumert

SİNEMADA İKİ FİLM

Son günlerde sinemada iki filme gittim. İlki, The Substance. Yani Cevher. Bence mutlaka görülmesi gereken, ama son derece rahatsız edici bir...