30 Aralık 2021 Perşembe

PERA PALACE'TA BEŞ ÇAYI: HOŞ GELDİN 2022!


Döner kapıdan içeri girdiğiniz anda geçmişin ihtişamı ve nostaljisi, geleceğin zamansızlığıyla harmanlanarak sizi sarıp sarmalıyor adeta. Yeni yıla kısa bir zaman kala, İlham Gencer'in piyano dinletisi eşliğindeki akşamüstü çayı için Pera Palace Hotel'deki yerimi alıyorum. Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere pek çok ünlü ve tarihi ismi ağırlayan bir otel olan Pera Palace, polisiyenin unutulmaz isimlerinden Agatha Christie ve Alfred Hitchcock'un konaklamasıyla da ayrı bir öneme sahip. Bir polisiye yazarı ve çay saati sevdalısı olarak burada bulunmasam olmazdı! Yeni kitabım Uçurum Zamanı ve Ters Düz'ü de alarak çay saatine arz-ı endam ettim... 

Peki hep duyduğumuz bu Pera Palace'ın tarihçesi nedir? Dünyaca ünlü Orient Express, 1888 yılında Paris-İstanbul seferini yapmaya başladığında, trendeki yolcuların İstanbul’da konaklayabilecekleri yüksek standartlara sahip lüks bir otel bulunmuyordu. Bunun üzerine 1892 yılında yapımına başlanan Pera Palace Hotel, 1895’te düzenlenen açılış balosuyla birlikte ilk misafirlerini ağırlamaya başladı. O günden bugüne bu büyük otel kimleri ağırlamadı ki? Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere İsmet İnönü'den Kral VIII. Edward'a, Kraliçe II. Elizabeth'ten Greta Garbo'ya, Ernest Hemingway'den Jacqueline Kennedy'ye, Agatha Christie'den Alfred Hitchcock'a pek çok ünlü ve tarihi ismin kaldığı bir otel burası.




98 yaşındaki piyanist İlham Gencer'in şen şakrak enerjisi, pembe ceketi ve melodileri eşliğinde sunulan akşamüstü çayı ve ikramlık lezzetler, Pera Palace'ta haftanın her günü saat 15-18 arasında Kubbeli Salon’da konuklarını bekliyor. Açık büfe, bu fotoğraflarda gördüğünüz yiyeceklerden ibaret. Açıkçası koskoca Pera Palace'ın çay saati büfesinde daha çeşitli ve orijinal lezzetler olabilirdi. Yani simit içinde kaşar peyniri de ne? Tabii hakkını yemeyelim, güzel kişler ve çörekler de vardı. Benim gittiğim geçen hafta 195 lira olan çay saatinin bugün itibariyle 290 lira olması şokunu atlatarak, satırlarıma devam ediyorum. 

Ben de yeni kitabım Uçurum Zamanı'nın tanıtımı için zamanında Agatha Christie'nin yaptığı gibi otele girdiğimde kaybolsam mı diye düşündüm, ama şöyle ağız tadıyla "sırra kadem basmanın" bile neredeyse imkansız olduğu günümüz sosyal medya dünyasında kayboluşum istenen etkiyi yaratmayabilir diye vazgeçtim. Hem kaybolmak da ne ki, hep birlikte var olalım, çok olalım. 2022 dilerim hepimiz için önce sevdiklerimizle birlikte bol sağlıklı, sonra doludizgin aşklı, ama ayaklarımızın yere bastığı, yine de hayaller kurmaktan hiç vazgeçmediğimiz şahane bir yıl olur. Herkes kendi hayat kitabının baş karakteri, bunu asla unutmayın!




2021'e girerken yazdığım blog yazım 
2020'ye girerken yazdığım blog yazım 
2019'a girerken yazdığım blog yazım

İlk kitabım Ters Düz'ü satın almak için
Yeni kitabım Uçurum Zamanı'nı satın almak için 


Bu da, bu yazının ve yılın şarkısı olsun! (Kulüp dizi müziği)

27 Aralık 2021 Pazartesi

BİR TİYATRO: TİMSAH ATEŞİ - BİR FİLM: THE FRENCH DISPATCH

2021'in son hafta sonunu, kültür sanat etkinliklerinden uzak kalmamak için, koronavirüse rağmen kapalı mekanlarda -tabii çift maskeyle- geçirdim. Düşünüyorum da, bizim ülkemizde başlı başına kendine ait ayrı bir mekanda-binada olan tiyatro ve sinema sayımız çok ama çok az. Bir oyun veya film izlemek için illa bir alışveriş merkezinin içine girmek mi gerekiyor? Cumartesi akşamı izlediğim Timsah Ateşi oyunu Zorlu PSM'de, pazar akşamı izlediğim The French Dispatch de Altunizade'deki Capitol AVM'deydi. Capitol'ü pek seviyorum, şirin ve derli toplu bir yer. Dolayısıyla oraya hiçbir itirazım yok. Ama Zorlu Center o kadar kalabalıktı ki, resmen havaalanı gibiydi! Yemek alanında oturacak yer bile yoktu, öyle bir kalabalık... 

BİR TİYATRO: TİMSAH ATEŞİ


Cumartesi akşamı Zorlu PSM'de en ön sıradan izlediğim Timsah Ateşi'nde Funda Eryiğit, Hazar Ergüçlü ve Kubilay Tunçer oynuyor. 1989 yılında Kuzey İrlanda'da geçen hikaye, işlemediği bir suç yüzünden sekiz yıl hapis yatan asi bir kız olan Fianna (Hazar Ergüçlü), dindar ablası Alannah (Funda Eryiğit) ve yatalak babalarının (Kubilay Tunçer) evlerinde geçen olayları, kara-komedi tarzında anlatıyor. Oyunda +16 yaş sınırı var, zira biraz kanlı bir oyun. 

Oyuncuların performansı (özellikle de Funda Eryiğit'in) ve sahne dekoru şahaneydi (bu tip oyunlarda kurulan o kutu gibi evlerde yaşama isteği...) lakin oyunun metni beni pek tatmin etmedi. Daha alt metinli, görünenin ötesinde alt anlamların kastedildiği, yoğun bir oyun beklerdim. Ama beklentim pek karşılanmadı. Biraz da gereksiz fazla uzundu. Timsah Ateşi'ne notum, 6/10.

BİR SİNEMA: THE FRENCH DISPATCH

Dün Capitol AVM'deki Spectrum'da izlediğim The French Dispatch, Wes Anderson imzası taşıyor. 20. yüzyılda hayali bir Fransız kasabasında geçen film, bölgenin popüler dergisi The French Dispatch'te yayımlanan farklı farklı hikayeleri ele alıyor. Film, derginin genel yayın yönetmeninin ölümü ile başlıyor. Dergi ekibi bir araya gelerek, anma niteliğindeki sayıda yer vermek üzere üç yazı seçiyor. Bu üç yazı için; çifte cinayet nedeniyle müebbet hapis cezasına çarptırılan bir sanatçı, 68’in öğrenci protestoları ve bir şef tarafından çözülen kayıp vakası seçiliyor. Birbirinden bağımsız skeçler gibi, film içinde üç farklı kısa film izliyorsunuz. Filmdeki siyah-beyaz ve animasyon olan sahneler de çok güzel. Şahsen ben film sırasında aklımda bazı düşünceler olduğu için filme çok odaklanamasam da (itiraf), harika bir film, sahneler, müzikler, oyunculuklar ve tabii senaryo mükemmel. Ama ikinci bir kez daha izlemem gerek. 

Filmin oyuncu kadrosunda kimler yok ki? Tilda Swinton, Bill Murray, Willem Dafoe, Jason Schwartzman, Bob Balaban, Anjelica Huston, Owen Wilson, Adrien Brody, Benicio Del Toro, Frances McDormand, Saoirse Ronan, Léa Seydoux, Timothée Chalamet, Mathieu Amalric... Call Me By Your Name ile şöhret kazanan Timothée Chalamet, yine geçtiğimiz haftalarda benim de seyrettiğim Dune ile oyunculuğunu farklı bir yere taşımıştı. The French Dispatch'te de izliyoruz genç oyuncuyu. Hatta Netflix'te yayınlanan Don't Look Up'ta da var, henüz izlemedim, son aylarda Netflix'i pek açmıyorum. Filmin müziklerinde bugüne kadar 11 kez Oscar’a aday olan Fransız besteci Alexandre Desplat'in imzası var. The French Dispatch'e puanım, 8/10. 

Veee, haftaya bugün 2022 mi gelmiş olacak yani? Hayır, buna hazır değilim.


8 Aralık 2021 Çarşamba

YENİ KİTABIM UÇURUM ZAMANI'NA İLK OKUR YAZILARI SİZLERDEN GELDİ!

Yeni kitabım Uçurum Zamanı'na dair kitap yorumu olarak yazılmış ilk yazılar, siz sevgili blog okurlarımdan geldi. Ben de mutlulukla paylaşayım. 

İlk yazı Okuma Günlüğüm blog'undan gelmiş. "Ece bu romanda bir taraftan Bozbalık'ta kardeşleri ile kurduğu yeni yaşamına alışmaya çalışıyor, bir taraftan gizemli mesajların sırrını araştırıyor,  bir taraftan da kalbindeki gerçek aşkı arıyor. ... Mert Ofluoğlu yine Trabzon'un eşsiz güzelliğini, yaşam tarzını, kendine özgü tatlarını arka plana yerleştirip okuruna her sayfasını merakla çevirttiği heyecanlı ama aynı zamanda psikolojik yönü de olan harika bir romana imza atmış. ... 400 sayfaya yakın roman su gibi akıyor."


Diğer yazımız da Makbule Abalı'nın blog'undan... "Romanda olaylar Karadeniz dolaylarında Bozbalık adlı bir köyde geçer. Ana kahramanın etrafında olaylara karışan pek çok insan vardır. Ve hayatın  içinde yaşanabilecek pek çok sürpriz olay... Mert Ofluoğlu toplumdaki yozlaşmaların, kısa süreli aşkların, sataşmaların, aldatmaların, ihanetlerin yansıyan yüzünü romanda da işlemiş. Kitaptaki karakterler arasındaki ilişkiler bazen basit sallantılarla çatırdıyor ya da yıkılıyor. Romanı okurken bazen bir aşk romanı okuduğunuz izlenimine kapılıyor, bazen bir polisiye roman tadı alıyorsunuz. Yazar genç yaşına rağmen çok ustaca karakter tahlilleri ve doğa tasvirleri yapmış."


Umarım atladığım hiçbir yazı yoktur... Her gün instagram veya diğer sosyal medya mecralarından bir sürü yorum/düşünce/mesaj geliyor, ama benim için böyle uzun blog yazılarının değeri her zaman bir başka, biliyorsunuz... Lütfen yazdığınız yazılardan haberdar olmamı sağlayın! Ve bu vesileyle, 2015 yılındaki Ters Düz'e gelen ilk kitap yazısının linkini de şuraya bırakmak isterim. 

Bozbalık'ta görüşmek üzere!


SİNEMADA İKİ FİLM

Son günlerde sinemada iki filme gittim. İlki, The Substance. Yani Cevher. Bence mutlaka görülmesi gereken, ama son derece rahatsız edici bir...