4 Mart 2014 Salı

HAYATINI RENKLENDİRMEYİ UNUTAN ADAM # NO.1: NÜ PORTRELERDE ARANAN MUTLULUK


hayatını renklendirmeyi unutan adam.
 
NO.1: nüportrelerdearananmutluluk#


 
Ali Cezmi karısının omuzlarını okşamaya devam ediyordu, kadın da huzursuzca kıpırdanmaya devam etti ve en sonunda yataktan kalkıp sabahlığını giyerek odadan çıkmak zorunda kaldı.
 
   Kahvaltı. Ali Cezmi, Zeliha ve Maya masada oturuyorlardı. Ali Cezmi çapak dolu gözleriyle kapıcının getirdiği gazeteye şöyle bir baktı. Sevdiği dizi yayından kaldırılmıştı ve gerekçe olarak reyting sıralamasında dokuzuncu olması yazıyordu, acı olansa listenin zaten on diziden oluşmasıydı. Maya masadan kalkıp saçının şeklini değiştirmek için aynaya doğru koştu. “Çok çirkinim!” diye bağırdı.
   “Muhteşem görünüyorsun,” dedi Ali Cezmi. “Yanıma gel.
   Maya hızla masanın yanına gitti ve babasına görev icabı sarıldıktan sonra çantasını sırtına takıp evden çıktı.
   “Güzelliğini anneden almışsın,” dedi Ali Cezmi, gazetesiyle ilgileniyormuş gibi görünerek. “Doğanın-sunduğu-kusursuz-bir-ağaç-dalları-seremonisi-üstünde-iri-taze-damlalar-olan-yeşil-yapraklar-gibi-kokan-gün-batımının-sarısından-çok-kırmızısına-benzeyen-ama-sarısına-da-benzeyen-zamansız-bir-lütuf.
   “Ali Cezmi, Maya az önce çıktı,” dedi kadın.
   Ali Cezmi’nin suratı kıpkırmızı oldu. Tam ağzında bir şeyler gevelemeye başlamıştı ki, Cenk mutfağa girince derin bir nefes aldı.
   “Günaydın, oğlum,” dedi çabucak. Böylelikle konunun değişmesini umuyordu.
   “Eğer bu adam burada kalmaya devam edecekse,” dedi Cenk, annesine bakarak. “Ben evi terk ediyorum!” Kapıyı gürültüyle çarparak çıktı.
   “Hey, döneli sadece üç gün oldu!” diye arkasından bağırdı Ali Cezmi.
   Zeliha sırtını dikleştirerek, gözlerini Ali Cezmi’de sabitleştirdi. “Gerginliğin çocuklara da yansıyor.”
   “Gerginlik mi? Ne kadar neşeli olduğumu görmüyor musun?”
   “Neşeli değilsin.”
   “En azından neşeli davranmaya çalışıyorum.”
   “Çocuklarım hapse girmiş bir babayla aynı masaya oturmak istemiyorlar.”
   Masada kısa süreli bir sessizlik oldu.
   “Onlar benim de çocuklarım.”
   “Patronumla konuşup seni yeniden işe alması için bir şeyler söyleyecektin?”
   “Benimle konuşmadı. Asistanı şirketten sadece beni değil, benim gibi birkaç kişiyi daha çıkarttıklarını söyledi.”
   “Besbelli ki seni kandırmış.”
   “Beni kandırmadı!”
   “Ali Cezmi, çocukların gözündeki saygınlığını yitirdiğini görmüyor musun? Bu evde bundan böyle kimse sana değer vermeyecek.”
   “Ama ben onların babasıyım!”
   “Aradan koca bir yıl geçti, her şeyin aynı kalacağını mı sanıyordun?”
   “O adamı ben öldürmedim, biliyorsun! İşlemediğim bir suç yüzünden hapse girmiş olabilirim, ama suçsuzluğum kanıtlanınca salıverildim. Devletin gözünde aklandım, sizse bana hala o cinayeti işleyen benmişim gibi davranıyorsunuz. Özellikle de sen!”
   “Bundan sonra yürümez, Ali Cezmi. Her şey çok değişti.”
   “Ben kaldığım yerden devam etmeye hazırım.”
   “Ben bir başkasıyla birlikteyim.”
   Masada uzun süreli bir sessizlik oldu.
   “Kim ki?”
   “Kimse kim, ne önemi var?”
   “Buralardan biri mi? Ben tanıyor muyum?”
   Zeliha gözlerini kaçırdı.
   “Sen evlisin be kadın!” Ali Cezmi, Zeliha’ya karşı kontrolü ilk kez elden kaçırıyordu. “Özür dilerim, sana bağırmak istemedin.”
   “Ama bağırdın.”
   “Gerçekten bunu yapmak istemedim.”
   “İsteme. Sadece yap. Kafandan geçenleri ben bilemem. Zaten evliliğimiz de bugün bu yüzden bu noktaya geldi. Senin yapman gerekenleri bir türlü yapamaman yüzünden. Evliliğimiz çoktan bitti, bunu anla.”
   “Bitemez. Biz on yedi yıldır evliyiz. İki tane çocuğumuz var.”
   “On yedi yıldız evliyiz, ama ben mutlu değilim.”
   “O adam benden daha mı zengin? Ya da daha yakışıklı?”
   “Boşanma davası açtım bile, Ali Cengiz. Lütfen işleri daha da zorlaştırma. Çocuklarımın bu boşanmadan etkilenmesini istemiyorum.”

O gün Ali Cengiz için başladığı gibi kötü devam etti. Zeliha, boşanma davası sonuçlanana dek isterse eşyalarının evde kalabileceğini ama onu içeriye almayacağını söyledi. Böylece Ali Cengiz, bir saat sonra soluğu şehir dışındaki evinde aldı. Bu ev ona babasından miras kalan iki katlı eski bir villaydı.
   Villa ve önündeki bahçe uzun süredir bakım görmemişti. Bir zamanlar sağlıklı çimlerle kaplı olan bahçede şimdi bir metre boyunda yabani otlar vardı. Uzun adımlarıyla otların arasından geçerek kapıya varan Ali Cezmi, anahtarları çıkarıp kapıyı açtı ve bir yıl önce karısıyla yaptığı hafta sonu kaçamağından beri adım atmadığı eve girdi. Kapı direkt salona açılıyordu ve Ali Cezmi salondaki kanepede yatan gölgeyi gördü. Işıkları yakar yakmaz, Cenk başını kaldırıp gelenin kim olduğuna baktı. Yüzü gözü kurumuş kanla kaplıydı.
   Ali Cezmi gördüğü bu manzara karşısında beyninden vurulmuşa döndü. Göz açıp kapayıncaya kadar salona, korkudan titreyen Cenk’in yanına gitti.
   “Burada ne işin var senin? Bu ne hal?” diye sordu.
   “Senin… evine meraklı değilim…” diye güçlükle konuştu Cenk, patlamış iki dudağının arasından.
   “Başlatma benim evimden, kim yaptı sana bunu?”
   “Git başımdan, baba.”
   “Kim yaptı diye sordum!”
   “Sevdiğim kızın sevgilisi. Beni takip etti, buraya geldi. Komşunun biri beni kurtarmaya geldiğinde de, bu işin burada bitmediğini ve beni öldüreceğini söyledi.”
   “Sen de sadece durup dayak mı yedin? Kabadayılığın yalnızca bana yani, öyle mi?”
   “Bana dayak atmayı öğrettin sanki! Ayrıca o iri yarıydı, kendimi savunmama imkan yoktu! İyi ki evimin burası olduğunu sandı, böylece bir daha asla karşıma çıkamaz.”
   “Seni bir hastaneye götüreyim, kaşınla gözün yer değiştirmiş!”
   “İstemez, ben eve gidiyorum,” diyen Cenk güç bela kanepeden kalktı ve topallaya topallaya kapıya doğru yürümeye başladı. Ali Cezmi, oğlunu kapıdan çıkana dek izledi. Bu arada onu beş yaşından beri ilk kez bu kadar savunmasız gördüğünü fark etti.
   O gece boyunca kendini, Çocuklarım beni artık sevmiyor, diye düşünürken bulacaktı.

Olanları öğrenen Zeliha, eninde sonunda arayıp Cenk’i hastaneye götürmediği için Ali Cezmi’yi bir güzel tartaklayacaktı. Hatta bunun için ayrıca bir dava bile açabilirdi.
   Zaten Ali Cezmi de bir türlü uyuyamıyordu. Karısıyla boşanacak olması, daha doğrusu karısının onu boşayacak olması bir anda önemini kaybetmiş ve bu son dakika gelişmesi daha önemli bir hal almıştı. Bir süre sonra yorgunluktan uykuya yenik düştü.
   Saat gecenin üçünü gösterirken, Ali Cezmi burnunda bir yanık kokusuyla uyandı. Gözlerini açar açmaz, oda kapısının altından sızmakta olan dumanları gördü. Kapının önündeki alevlerin çatırdısını duyabiliyordu. Büyük bir korku içinde, ne yaptığını bilmeden pencereyi açtı. İkinci kattaydı, ama çimenliğe atlayacağı için belki en fazla bir kolu kırılacaktı. Hiç düşünmeden atladı, şans eseri ayaklarının üzerine düştü. Bir dakika sonra doğrulduğunda, yangının evin her iki katını da ele geçirmek üzere olduğunu gördü.
   Yemek yapmamıştı. Hatta yangın çıkmasına sebep olacak hiçbir şey yapmamıştı. Cenk’i döven çocuk olmalı, diye düşündü. Şimdiki gençler çok ileri gidiyor!
   İtfaiyeyi aramadı, artık her şey için çok geçti. Biraz da umursamaz davranmıştı. Onun yerine arabasına doğru koştu ve çabucak binip oradan uzaklaştı. Köşeyi dönene dek dikiz aynasından, karanlık geceyi aydınlatan yangını ve evinin yanıp kül oluşunu izledi.

Ali Cezmi polise gitmedi. Ne gerek vardı ki. “İki çocuk arasındaki kız meselesi” yüzünden boşuna dil dökmeyecekti. Onun yerine, şu anda karısının ve çocuklarının mışıl mışıl uyumakta olduğu evine doğru yola koyuldu. Sabahın beşinde –hem de kovulduğu–  evine kötü bir haberle gitmek canını sıkıyordu ama, sokakta yatacak hali de yoktu. Eve vardığında anahtarını bulamadı, bu yüzden mecburen kapı ziline bastı. Kapının arkasından ayak sesi duyana kadar, tam olarak otuz sekiz saniye, parmağını zilden çekmedi.
   Kamil Burun kapıyı açtığında üzerinde yalnızca iç çamaşırı vardı ve oldukça öfkeli görünüyordu. Yine de Ali Cezmi onu görünce gülmeden edemedi.
   “Özür dilerim komşum, yanlış zile bastım. Asansörden bir kat önce indim herhalde.”
   Kamil Burun, nü portreler üzerinde çalışan tuhaf bir ressamdı. Ali Cezmi ile Zeliha bir keresinde onun sergisine gitmişlerdi, ama açıkçası Ali Cezmi “sanat” adı altında sunulan tablolardan pek de bir şey anlamamıştı. İri yarı bir adamdı. Göğsü epeyce kıllı, kafası da neredeyse dazlaktı. Belli ki iki haftadır da sakal tıraşı olmuyordu.
   “Dalga mı geçiyorsun XYZ!” diye, Ali Cezmi’nin ömrü hayatında duymadığı bir küfür savurdu. Herhalde sanat camiası kendi aralarında konuşurken böyle sövüyordu.
   “Estağfurullah. Haklısınız, bu saatte rahatsız ettim sizi. Ben de karşımda Zeliha’yı beklerken, böyle-nasıl-derler-bilirsiniz-işte-anadan-doğma-yani-anamızdan-çamaşırımızla-doğmuyoruz-tabii-ama sizi görünce şaşırdım tabii. Zeliha, karımın adı, belki unutmuşsunuzdur diye söylüyorum.”
   “Burası onun evi zaten be adam!” diye kükredi Kamil.
   Ali Cezmi donakaldı. “Ne?”
   Kamil daha cevap veremeden Zeliha göründü. Beyaz sabahlığının kuşağını bağlayarak geliyordu. Kapıda Ali Cezmi’yi görünce koridorun ortasında kalakaldı.
   “Ben de uyandırmış olmaktan korkuyordum! Ama zaten uyanıkmışsınız, Zeliha Hanım! Ayıptır ayıp! Bitişikteki odada çocuklarımız uyuyor!”
   Kamil şişko kollarını kaldırıp Ali Cezmi’yi yakasından tutacaktı ki Zeliha, “Bu saatte niye geldin?” diye sordu.
   “Ev yandı.”
   “Olamaz,” dedi Zeliha, bir eliyle ağzına kapatarak.

“Yarın okula gidip Cenk’in öğretmenleriyle görüşmeliyim.”
   “Ne yani, tek diyeceğin bu mu?” dedi Ali Cezmi. Zeliha, Kamil’i sakinleştirip yatak odasına göndermişti ve şimdi –eski, aslında daha eskimemiş ve hatta gayet taze olan– kocasıyla mutfakta oturuyordu.
   “Geçmiş olsun, ne diyeyim. ‘Kim vurdu’ya gitti senin ev… ‘Kim yaktı’ya gitti demek daha doğru olur! Cimriliğin yüzünden sigortan da yoktu, ortada kalakaldın işte!”
   “Sen onu bırak da, biz daha boşanmadan buna nasıl cesaret edebiliyorsun? Bunun adı resmen ‘aldatma’! Hem de bizim komşuyla. Ressam Kamil’le. Çocuklar onunla goril diye dalga geçerken nasıl da gülüyordun ama!”
   “Hisler ve duygular zamanla değişebilir. Ben onu seviyorum.”
   “Daha boşanmadık bile!” Ali Cezmi derin bir nefes aldı. “Çocuklarım nerede?”
   “Bu akşam annemde kalacaklardı.”
   “O adam benim evimde duramaz! Çok istiyorsan onun evine gidebilirsin!”
   “Biliyorsun ki annesi ve üç kız kardeşiyle birlikte yaşıyor. Neyse ne, Ali Cezmi! Boşanır boşanmaz onunla evleneceğim, kocama saygı duymak zorundasın. Boş kıskançlıklara kapılma.”
   “Hiç de kıskanmadım, bu gorille yetinmezsen istersen zürafayla bile… Tövbe tövbe! Neyse, ben bu gecelik salonda bir köşeye kıvrılayım bari.”
   “Kesinlikle olmaz!”
   “Ne?”
   “Olmaz işte. Eski kocam ve flörtüm aynı evde… Bu kadarı benim için de fazla!”
   “Ama burası benim evim!”
   “Arabada uyu, Ali Cezmi. Üzgünüm. Şimdi git haydi, ben de sevgilimin yanına döneyim.”
   “Bu kadar çabuk beni unutabileceğini mi sanıyo–”
   Zeliha kapıyı Ali Cezmi’nin yüzüne kapadı. 

Ali Cezmi, Zeliha’nın dediği gibi arabasında uyumaktan başka bir çaresi olmadığını bilerek, otoparka doğru yürüdü. Ama arabası, hapisten çıktıktan sonra yeniden özgürlüğüne kavuşmanın verdiği hevesle aldığı yepyeni arabası yerinde yoktu. Yok artık, diye söylendi ve ağlamaya başladı. Soluğu evlerinin yakınındaki polis karakolunda aldı. İfade verdikten sonra –ama yalnızca arabasıyla ilgili, yani yangından söz etmemişti– oradaki koltuklarda otururken, yanına bir kız geldi. Yirmili yaşlarında, cılız, renksiz bir kızdı. Kız, yanındaki koltuğa oturdu.
   “Çantam çalındı,” dedi.
   “Bu gece herkesin bir derdi var!” diye karşılık verdi Ali Cezmi.
    Kız birdenbire neşelenerek elini uzattı ve “Benim adım Feraye,” dedi. “Sen kimsin?”
   “Anlatayım da dinle,” dedi Ali Cezmi ve anlatmaya başladı. “Ben Ali Cezmi. Hayatımdaki en büyük dönemecin hapse girmek olduğunu sanıyordum, ama bugün yaşadıklarım bana dışarının içeriden çok daha belalı bir yer olduğunu hatırlattı! Adam öldürmekle suçlanıp bir süre hapis yattıktan sonra suçsuz bulunarak salıverildim, fakat özgürlüğüne kavuştuğumda neler oldu dersin? Karım beni terk etti, şehir dışındaki evim yandı ve yeni aldığım arabam çalındı.” Evet, Ali Cezmi için hayat sona ermiş gibiydi. Ta ki ifade vermek için gittiği polis karakolunda, kendisi gibi çaresiz olan genç kız Feraye ile tanışana kadar.
   Ali Cezmi’nin anlattıklarını soluksuz dinleyen Feraye bir süre dilini yutmuşçasına sessizce oturduktan sonra, “Bir günde film gibi şeyler yaşamışsın!” dedi. “Kendini nasıl hissediyorsun?”
   Ali Cezmi birden huzursuz oldu. Kaşlarını çatıp başını salladı. “Şöyle böyle,” dedi çabucak. İşe bak! Çocuğum yaşındaki kızla dertleşir oldum!
   “Şimdi gidecek bir yerin de yoktur sanırım?”
   Ali Cezmi başını iki yana salladı.
   “Açıkçası benim de. Yani annemle yaşıyorum, ama benden nefret ediyor. Eve gitmeye çekiniyorum. Bu saatlerde böyle sokaklardayım. İşte bugün de çantam çalındı. Bende para yok. Ama sen paralı birine benziyorsun. Önerebileceğim, ucuz bir pansiyon var. Ne dersin?”
   “Olabilir. Ama sakata gelmeyelim.”
   “Bana güven.”

 
“Bana güven.” diyen hangi insana güvenilir ki?
   Feraye’nin Ali Cezmi’yi götürdüğü pansiyon, Ali Cezmi’nin adını daha önce hiç duymadığı bir semtte, yedi katlı ve duvarları çatlak bir yerdi. Feraye, bir erkek arkadaşının evden ayrıldığı bir süre boyunca burada kaldığını anlatıyordu. Odalar tekli, ikili, üçlü, dörtlü, altılı, sekizli ve on beşliydi. Ali Cezmi, tek kişiliğe para vermek istemedi. Kendisi için en uygunu üç kişilikti. Ama hiç tanımadığı iki kişiyle aynı odada nasıl kalabilirdi? Bu noktada devreye hapisteki deneyimi girdi ve bunun o kadar da korkunç bir şey olmadığına karar verdi. Resepsiyonda bir aylık parasını peşin ödeyince, bir anda bir milyarını kaybetti.
   “Ne iş yapacağım ben. Kendimi öldürmek istiyorum!”
   Feraye aklına gelen ilk şeyi söyledi. “Bir blog kur. Bundan kolay şey mi var?”
   “Blog mu? O ne ya? Hem benim bilgisayarım yok ki.”
   “Burada bilgisayar odası da var!” dedi Feraye, sanki çok büyük bir şey müjdelemiş gibi. “Blogger’lık şu: Bir blog kuruyorsun. Ve oraya yazıyorsun. Mesela kimliğini gizli tutup Güzin Abla’lık yapabilirsin. Böylece hem insanlara cüzi bir miktar karşılığında dert gidericiliği yaparsın, hem de, kim bilir, belki sana reklam veren çıkar ve oradan da para kazanmaya başlarsın.”
   Hey, yavaş ol! Genç bir kız Ali Cezmi’ye neler yapması gerektiğini anlatıyordu. Bu kız bir biçimde kontrolü ele geçirmiş, kendisinin bir türlü düşünemediği bir davranış stratejisi geliştiriyordu.
   “Fikirlerin için sağ ol, ama internetten pek anlamam açıkçası.”
   “Ben ne güne duruyorum? O işleri ben hallederim. Sana sadece insanlarla dertleşmek kalır. Benim de ücretimi ödeyeceksin ama.”
   “Bir süre düşüneyim. Yarın tekrar uğramaya ne dersiniz? Şimdi odama çıkayım da yerleşeyim.”
   “Yarın mı? Zaten yarın oldu! Tamam, tamam. Siz yerleşin efendim, ben tekrar gelirim.”

 
Ali Cezmi'nin odası yedinci kattaydı. Odaya girdiğinde kendiyle aynı yaşlarda bir adam yatakta uzanmış, bilgisayarını da kucağına koymuş bir şeyler yapıyordu. Odadaki ikinci adamsa daha gençti ve o da bilgisayarıyla ilgileniyordu. Ali Cezmi’ye başını kaldırıp baktı.
   “Merhaba, ben Ali Cezmi,” dedi Ali Cezmi.
   “Aaa, cidden mi? Benim adım da Cezmi Ali,” dedi Cezmi Ali.
   “Üçüncü kişi,” dedi diğeri, daha çok kendi kendine. Adı önemsizdi. Ali Cezmi kendisine böyle hitap eden adamdan daha ilk anda hiç hoşlanmamıştı, kendisinden birkaç yaş küçük olan Cezmi Ali ise daha kibar ve normal birine benziyordu.
   “Bu saatte… Uyanıksınız?” dedi Ali Cezmi, ortaya. Ama cevabı Cezmi Ali’nin vereceğini biliyordu.
   “Ben işten yeni geldim,” dedi Cezmi Ali. “O da… genelde gündüzleri uyur.”
   Ali Cezmi tek kaşını şüpheyle kaldırdı. “Ne işiymiş o?” dedi, olabildiğince rahat görünmeye çalışarak.
   “Barmenlik canım,” dedi Cezmi Ali.
   “Ah, ne hoş!” dedi Ali Cezmi, oysa o tip yerlerden hiç de hazzetmezdi.
 
Sonraki gün, aslında aynı gün, Feraye söz verdiği gibi gelmedi ve Ali Cezmi o kızın kendisiyle dalga geçen bir liseli olabilme ihtimali üzerine epey kafa patlattı. İlerleyen günlerde ise Ali Cezmi yeni hayatına ve yeni odasına zor da olsa alışmaya başlamıştı. Çalınan arabasıyla ilgili bir gelişme yoktu. Ayrıca Zeliha'nın da sesi soluğu çıkmıyordu, anlaşılan o ressam bozuntusuyla gayet mutluydu. Mutluluğu nü portrelerde arayıp duracaktı yani! Tüm bunlar, Ali Cezmi'yi sinirlendirmekten ve üzmekten başka bir işe yaramayan gerçeklerdi.

   Cezmi Ali de olmasa, odasındaki diğer kişi epey anormal bir insandı. Gün boyu uyuyordu. Uyandığında da odadan dışarı çıkmayıp sürekli bilgisayarda oyun oynuyor ve sigara içiyordu. Odada sigara içilmesi bir kere baştan hatalı bir davranıştı ve böyle giderse Ali Cezmi onu şikayet edecekti. Acaba o niçin bu pansiyonda kalıyordu? Acaba diğerleri de böyle şeyler düşünüyor muydu?
   Ali Cezmi artık şu blog işini ciddi ciddi düşünmeye başlamıştı, ama Feraye olmadan ne yapacağını bilmiyordu. Derken bir akşamüstü, kulaklarında çok acı bir çığlık ve ardından düşme sesi yankılandı. Odada şu daha adını bile bilmediği adamla birlikteydi. Cezmi Ali mutfağa omlet pişirmeye gitmişti. Ali Cezmi de neler olduğunu merak edip odadan çıktı ve pek çok kişinin koşar adımlarla merdivenlerden aşağı indiğini gördü.
   "Biri düşmüş!" dedi biri.
   "Kendini attı!" dedi bir diğeri.
   "İntihar mı etti?" dedi bir başkası.
   "Twitter'da en son ne yazdığına bakın!" dedi bambaşka biri.
   Nihayet zemin kata, pansiyonun arka bahçesine indiler. Yere düşen kişinin etrafında büyük bir kalabalık vardı.
   "Ölmüş!" dedi biri.
   "Yedinci kattan kendini atmış!" dedi bir diğeri.
   "Bakın bakın, kafası patlamış!" dedi bir başkası.
   "Bu pansiyon gittikçe tekinsizleşiyor!" dedi bambaşka biri ve oradan hemencecik ayrıldı.
   Ali Cezmi de insanların arasından bakarak atlayan, düşen ya da intihar eden kişinin suratını görmeye çalıştı. Biraz çabaladıktan sonra görebildi.
   Cezmi Ali, kaldırımı yalayan dilinin yukarısındaki dışarı pörtlemiş gözleriyle Ali Cezmi’ye baktıktan sonra gözlerini kapattı.
devam edecek…
 

8 yorum:

  1. Geldim ama çok uzun okuyamadım :S Boş zaman buldukça ziyaret edip okumayı planlıyorum. Selamlar :)

    YanıtlaSil
  2. Ahu ya katılıyorum çok uzun ben de okuyamadım hepsini :(

    YanıtlaSil
  3. Gayet güzel olmuş. :D Biraz uzun olmuş. Ama akıcıydı :) Emeğinize sağlık.

    YanıtlaSil
  4. Gayet güzel olmuş devamını bekliyorum :) emeğine sağlık

    YanıtlaSil
  5. selamlar 'hayatını renklendirmeyi unutan adam' okunur çünkü hayatı hepimizin hayatına benziyor ,olabilecek şeyler de bizi kendine çekmez mi zaten ? devamı takip edeceğiz tabiki.

    YanıtlaSil
  6. burdayım burdayım,Ali Cezmi'ye üzüldümmm

    YanıtlaSil
  7. okudum heyecanla. nolcak yaw. ali de iyi ece de. burda isimler komik olmuş sevdim yani. seç dersen ececiyim tebisi :)

    YanıtlaSil

Gmail hesabı olmayanlar, anonim seçeneği ile yorum yapabilir... Yorumlarınız için çok teşekkür ederim!

KİTAP ALINTISI

Yeni romanım Benim Küçük Şaheserim'den bir alıntı:  "Kitaplar onun ecza dolabıydı. Hastalanırsa -ruhu hastalanırsa- hangi kitabı aç...