31 Ağustos 2015 Pazartesi

BU DÜNYA KING'E DE KALMAZ...


Hepinizin –daha doğrusu meraklılarının ve ilgilenenlerinin– bildiği üzere Millennium serisinin dördüncü kitabı olan "Örümcek Ağındaki Kız" tüm dünyada 27 Ağustos tarihinde satışa çıktı. Bizde Pegasus Yayınları’nın yayımlayacağı kitabın da 27 Ağustos’ta tüm dünyayla eş zamanlı olarak çıkacağı duyurulmuştu (hatta yayınevinin sözcüsü bunu ta kıştan beri her fırsatta dile getirip duruyordu), ama Pegasus Yayınları sözünü tutmadı ve kitap o gün piyasaya çıkmadı. Aylardan oldu Eylül, bakalım kitap ne zaman, kaç gün gecikmeyle raflardaki yerini alacak, ben de koşa koşa gidip alacağım, bir “Nihayet…” çekip okumaya başlayacağım…

Öte yandan şu sıralar Stephen King’in 22/11/63 isimli kitabını okuyorum -daha doğrusu artık okumuyorum, ama buna sonra geleceğim. Tamı tamına 815 sayfadan oluşan bu kitap, klişe bir konuyu takip ediyor: Bir adam, geçmişe uzanan bir kapı bulur ve tavşan deliğinden içeri girer. Gördünüz değil mi, hayli klişe, hayli tekrar. Tabii yazan Stephen King olunca ve işin içine bir de Kennedy suikastı eklenince, tüm bunlar kitaba azıcık da olsa ilgiyle bakmanızı sağlıyor.
Sağlıyor, sağlıyor da sonuç tam bir hayal kırıklığı… Yine bana hasret, yine bana hüsran geceler…
Kitapta edebiyat öğretmenimiz Jake Epping’in hayatı, ölmek üzere olan lokantacı arkadaşı Al Templeton’un ona anlattıklarıyla değişiyor. Al, Jake’ten saplantı haline getirdiği görevi devralmasını, Kennedy suikastını engellemesini istiyor ve Jake de işini gücünü bırakıp 1958 yılına gitmeye karar veriyor! Hayır yani birisi benden böyle bir şey istese değil 2015’ten 1958’e gitmek, şuradan şuraya bile kılımı kıpırdatmam! (Desem de inanmayın, tabii ki de giderim, hem de “çekilin çekilin” deyip en ön sıradan giderim, zira çocukluğumdan beri bu tip “kapı”lı ve zamanda/mekanda yolculuklu hikayelere aşırı ilgim vardır!)
Kitabın konusu iyi hoş da olayların ilerleyişi ağır ağır ve bu da benim kitabı 290. sayfasında bir köşeye kaldırmama sebep oldu, üzgünüm King. Laf aramızda ama kitabın ilerleyişi gerçekten bir kaplumbağanınkinden daha yavaş, sayfalar resmen ilerlemiyor, hatta geri geri gidiyor. Neredeyse hiçbir olay olmuyor, roman benim beklentimin çok altında kaldı. Jake 1958 yılına gidiyor ve kitabın yüzde doksanı sadece eski-nostaljik-sigara dumanı kokulu şehir betimlemelerinden ibaret. Oysa kitabın kapağında “Zamanda yolculuk hiç bu kadar inandırıcı ve bu kadar ürkütücü olmamıştı!” deniyordu, hani nerede? Zaten bu kapaklar hep yalan söylerler.
22/11/63’ü okurken, meğer bu kitabın bir de diziye çekileceğini öğrendim (nedense hiç şaşırmadım!) ve bu bilgi (bir de Marilyn Monroe’yla karşılaşma ihtimali) kitabı okumaya bir müddet daha dayanmamı sağladı, ama hayır, bu bile fazla uzun ömürlü olmadı. Kitap beni resmen boğdu. Resmen ilerlemedi. Oysa ben bir günde bitireceğimi tahmin ediyordum bu kitabı. Ama Stephen King kitabı uzattıkça uzatmış, ilk 300 sayfada JFK’den eser yok, e hani kitabın konusu buydu, niye konudan sapıyorsunuz yani? Okuduğum sayfalar boyunca Jake’in 1958 Amerika’sında o şehirden bu şehre gezmesi, eski motel odalarında kalması, sigara ve bira içilen barlara gitmesi falan anlatılıyordu.
JFK belki ancak 800. sayfadan sonra karşımıza çıkıyor, bunu asla bilemeyeceğim. Ama merak da etmeyeceğim yani. Kitap, sıkıcı bir belgesel tadında ilerliyor. Olay örgüsü, kişiler diye bir şey yok! (Vallahi yok, inanmıyorsanız bakın!)
Kısacası… Sevmedim ben bu kitabı. Bitiremedim ki sevebileyim! Ama dizisi (James Franco'nun başrolü oynadığı dizi şu sıralar çekim aşamasında) daha iyi olabilir. Ona bakacağım. Şöyle bir. Göz ucuyla.

5 yorum:

  1. Lisbeth'in geri dönmesine/döneceğine çook sevindim hemen kitabın ingilizce çevirisinin peşine düşeceğim.. King konusunda haklısın son kitapları hiç de o eski King gibi değil nerede bir Shining nerede bir Mr. Mercedes bunu da aldım ama hakikaten kalınlığından gözüm korktu bir türlü elim gitmedi.. Dome'u yarım bıraktım Lisey's Story yine yarım kaldı hiç adetim değildir halbuki umarım eski günleri gibi bir kitap yazar artık...

    YanıtlaSil
  2. noldu yaaa öykünün bikaç bölümünü kaldırmışsın. ben 3'teydim yaaa nolduuu :)

    YanıtlaSil

Gmail hesabı olmayanlar, anonim seçeneği ile yorum yapabilir... Yorumlarınız için çok teşekkür ederim!

SİNEMADA İKİ FİLM

Son günlerde sinemada iki filme gittim. İlki, The Substance. Yani Cevher. Bence mutlaka görülmesi gereken, ama son derece rahatsız edici bir...