31 Ocak 2017 Salı

RUH HALİM: Å, Ä, Ö.

İsveç'te üç haftanın ardından ruh halim: å, ä, ö. 
Aslında daha yeni pazar akşamı yazmıştım, ama bugün İsveç'e gelişimin tam üçüncü haftası ve ilk ayımın son günü olduğu için yeni mini bir yazı yazayım dedim.
Hadi ama! Türkiye'de her yere kar yağarken, dünyanın en soğuk ülkesi İsveç'te sadece sert rüzgarlar esmesi hiç adil değil! Daha doya doya bir kar fotoğrafı çekmedim yahu! Malmö'deki ilk ayımın son gününden biraz kar diliyorum! Şubat'ta gelse de olur!
Dünkü İsveççe sınavından önce, comics dersinin lunch arasında, okulun Niagara kampüsündeki restorana gideyim dedim. Ne var ki gittikten sonra fark ettim buranın öğrenciler tarafından değil de daha çok öğretmenler ve diğer zengin kişiler tarafından tercih edildiğini. Ama yalan yok, çorbam verdiğim 78 SEK'in her bir kronuna değdi! Ayrıca istediğiniz kadar ekmek ve mini salata da alabiliyorsunuz. (Dün 78 SEK'i 31 olarak çevirmişti, şimdi yazıp baktım 33 olmuş! SEK her gün artıyor!)
Evet, İsveç usulü kızarmış pırasa ve patates çorbasından bahsediyorum.
Acayip lezzetliydi! 
Klockan tolv äter Mert lunch på en restaurang i stan. Idag äter Mert potatis och purjolökssoppa med bakad purjolök och smetana.

Çorbanın üstündeki bu şeyse, siz yorumlarda "o ne, böcek mi düşmüş" demeden ben açıklayayım (hoş belki de demeyecektiniz ama neyse), kızarmış pırasa ve patates. Benim aklıma bile gelmedi böcek diye algılanabileceği ama fotoğrafı gören birkaç Türk arkadaşım "böcek mi o" diye sordu. 

İsveççe sınavında başımızda pek çok "nöbetçi" (görevli öğretmen) vardı ve ortam LYS gibi gergindi. İnce uzun bir sınıfta girdik sınava ve tam puan 107 idi. Sınavdan önce kuralları okuyan görevli öğretmen, yangın alarmının çalması durumunda ne yapacağımızı BİLE söyledi. Evet, uçak kalkarken hosteslerin okuduğu talimatları dinliyormuşum gibi hissettim o an.


Bu arada sınavdan sonra Daniel'le yurda birlikte döndük yine. Ve bisikletimi alırken çok komik bir şey fark ettim: Birisi bisikletimin ön ışığını çalmış. Eh, işine yarasa bari çünkü ben hiç kullanmıyordum, zaten doğru dürüst yanmıyordu da. Böyle de pozitif yaklaşırım olaylara.

Ve yurda dönerken Lilla Torg'daki lamba heykelini bulmaya çalıştık ama bulamadık. Sonra bugün Deniz'e sordum, "kaldırıldı o" dedi. 


Bu sabah 10.15'teki comics dersi için 8.30'da çıktım yurttan ve biraz fotoğraf çektim. Tabii sonra uğrayacağım dükkanları ve kafeleri de tespit ettim. Ya rüzgar esmese bisiklet sürmek çok keyifli. Yarın Lund'a bisikletle gideceğiz, bakalım nasıl olacak? 




Öğle arasında 7-Eleven'dan bir Kex aldım, 17 SEK (7 lira). Çikolata sandım ama gofret çıktı, ayrıca 7-Eleven her şeyi normalden pahalı satıyor sanırım. Neyse kütüphaneye gittim, görevliye Ejderha Dövmeli Kız'ın İsveççe'sini sordum, ama yoktu, evet kütüphanede orijinali yok İngilizcesi var! Hayal kırıklığına uğradım. 

Ve Sunny ile birlikte Karen'e yani öğrenci kulübüne üye olduk bugün (Daniel birkaç gün önce olmuş), hayır bedava değil, evet o da paralı, 79 SEK (34 lira). Aslında bu üyeliğin tam olarak ne işe yaradığını kimse bilmiyor. Bedava kahve, çarşambaları ucuz çorba ve şehirdeki bazı kafelerde indirim gibi avantajları var. Ama kart ancak iki hafta sonra çıkıyormuş, çok geç! 

Dün ve bugün totalde 174 SEK harcamışım (74 lira). SEK'in her gün arttığını düşünecek olursak, sanırım marketten belli başlı bazı şeyleri önceden alıp depolamak gerek (ki yapmayacağım, biliyorum).

Böyle işte... Kar yağsa da biraz fotoğraf çeksem karlı... 

Daha çok içerik için beni sosyal medyadan da takip etmeyi unutmayın!




29 Ocak 2017 Pazar

İSVEÇ'TE ERASMUS HAYATIMDA SON DURUM NE?




Soğuk, karanlık bir İsveç gününden daha herkese merhaba! 8'de aydınlanan ve 16.30'da kararan, en kısa günler... İsveç'te Erasmus hayatıma başlayalı neredeyse 20 gün olmuş, zaman ne hızlı geçiyor! Bu da Erasmus hayatımı anlattığım dördüncü yazım, önceki üç yazıma -eğer hala okumadıysanız- şuradan ulaşabilirsiniz.

İsveç'te yaşam pahalı. Gerçekten. Üstelik ben Erasmus'a başlamadan yani bir ay önce 0,33 olan SEK, şimdi 0,45. Ben dönene kadar 1 SEK 1 lirayı bulur sanırım! 

Her neyse, bu İsveç'in abur cuburları bir harika! 


Çarşamba günü, soğuk ve rüzgarlı havayı saymazsak, çok hoş bir kır yolunu kullanarak Emporia ve IKEA'ya gittik. İkisi de şehir merkezinin dışında olduğu için, adeta Amerikan suburb'larını andıran geniş bahçeli evlerin önünden geçtik. Yol yaklaşık otuz dakika sürdü, eminim yazın çok daha keyifli bir sürüş olacaktır çünkü rüzgar gerçekten çok sert esiyor (bunun yanı sıra, ne kar ne yağmur yok-sadece bugün biraz yağmur çiseliyor). Emporia İsveç'in güneyinin en büyük alışveriş merkezi güya ama ben bir şey anlamadım. Belki de biz Türkiye'deki AVM'leri bildiğimizden, Emporia bana biraz küçük ve boş geldi. Evet, boştu, çünkü pek müşteri yoktu. Dükkan sahipleri müşteri bekliyordu, ama hallerinden de memnun gibiydiler.



Ben yemeğimin yanı sıra kanelbulle de aldım. Şu ana kadar iki İsveç tatlısı/çöreği denedim. Biri kanelbulle, diğeri semla. Geçen pazar Ab Smaland'da tam tamına 45 SEK vererek yediğim semlayı hiç sevmedim, çünkü gerçekten tadı yoktu! IKEA'da yediğim bu kanelbulle ise, sıkı durun, sadece 5 SEK! Mormors Bageri'de kanelbulleyi 15'e yemiştim ve eminim şehirdeki başka kafelerde fiyatı 20-30'u da buluyordur. IKEA'da her şey gerçekten çok ucuz! Çıkışta IKEA marketten kızılcık reçeli de aldım (20 SEK).

Perşembe günü, yaklaşık iki buçuk haftalık İsveççe dersinin son günüydü. İsveççe sınıfımı gerçekten özleyeceğim, çünkü Erasmus öğrencileri olarak gerçekten kaynaşmıştık. Şubat'ın sonunda başlayacak olan ikinci İsveççe dersini ise isteyenler alacak, tabii ki ben ders kredime sayılmasa bile alacağım, çünkü yeni bir dil öğrenmek gerçekten güzel. Ve Daniel'i de zor da olsa ikna etmeyi başardım: O da alacak! Böylece yine aynı sınıfta olabileceğiz. Yurdun yanı sıra okulda da beraberiz yani. 

İsveççe dersinin hocası Karin son derste bize yine Kahoot'ta takım oluşturmalı oyun oynattı ve birinci gelen gruba kanelbulle verdi! Ama bu kesinlikle haksızlıktı, çünkü birinci olan grubun üyeleri yerken bizler bakakaldık. Neyse ki ucundan aldım ben de. 

Daniellerle birlikte Willys'e gittik, 1,5 litre süt (17,25), müsli (29,50) ve makarna aldım (6,50): 53 SEK (23 lira diyebiliriz).



Cuma günü günü Daniel, Sunny, Tiffany, Jessie ve ben Green Mango diye bir Thai food restoranına gittik. Aslında ben sadece ortama uydum, çünkü Thai food pek ilgi alanıma girmiyor. Onun yerine, Daniellerin ikide bir bahsettiği Rice and Soup'a gitmek isterdim ama Tiffany ve Jessie burayı seçti. Neyse, öğle saati olduğu için içerisi kalabalıktı, biraz kapıda bekledik.


Tiffany, Triangeln'deki ikinci el kıyafet dükkanlarını keşfetmiş ve bize de gitmemizi söyleyip durdu. Bu fotoğraftaki kahverengi uzun ceketini (Daniel ona "dedektif" diyor) bir ikinci el dükkanından sadece 100 SEK'e almış. Bana ikinci el bir şey alıp giyme fikri şimdilik uzak geliyor. Ama alana mani olmayayım. 




Neyse, nihayet Green Mango'da yerimizi aldık. Bu tabak 72 SEK. Eh, aslında tadı güzel olsa fiyat makul karşılanabilir ama çok acı ve baharatlıydı, ben pek sevemedim. 


Skam izlemeye devam ediyorum. 2. sezonun 4. bölümünde Noora Stieg Larsson'un Millennium serisinden bir kitap okuyor. Bu arada cuma akşamı öğrenci kulübünün müzik etkinliği de vardı, Triangeln'den sonra biraz sahilde bisiklet sürerek, biraz da okulda oturarak saatin 18 olmasını bekledik Daniel, Sunny ve ben. Sahilde çekildiğimiz fotoğrafı Daniel paylaştı, ben de paylaştım. 


Cumartesi sabah 7.40 karanlığında Willys'e gittim. 143 SEK'lik alışveriş yaptım, 62,5 liraya denk geliyor. Dondurulmuş somon balığı (86,90), yumurta (14,90), Wasa (8,50), ıslak mendil (9,90) ve sıvı sabun aldım (22,90, geldiğimde aldığım sıvı sabunu biraz hızlı tüketmişim). Dün ve bugün tavada somon balığı kızarttım, tadı nefis!

Görüntünün olası içeriği: 5 kişi, gülümseyen insanlar, ayakta duran insanlar, gökyüzü, açık hava ve doğa

Yine dün Daniel, Sunny ve ben Triangeln'e gittik çünkü Tiffany'nin tarif ettiği ikinci el dükkanlarını görmek istiyorlardı. Daniel kendine 125 SEK'e kot bir ceket aldı, Sunny'ye olsa o da alacaktı. Ve sonra Triangeln alışveriş merkezine gittik. Triangeln sadece semtin adı mı, sadece AVM'nin adı mı, yoksa her ikisinin de adı mı hala bilmiyorum. Ve AVM'de turlarken, şu meşhur Rice and Soup'ın önünden geçerken Jiwon ve Kim'i gördük! Jiwon'a akşam bizim Celsius'ta doğum günü partisi hazırlıyorduk, ama ben sürpriz olduğunu sanıyordum, meğer o da biliyormuş. Yine de akşam pastayı çıkarınca şaşırdı. Pastayı İsveçli Fredrik Konditori Katarina diye bir pastaneden almış. Anlaşılan oraya da gitmem gerekecek çünkü tadı gerçekten harikaydı, hafif ve limoni bir aroması vardı. Süslemeleri de on puandı.



İsveç günleri şaka maka hızla geçip giderken, ben daha Malmö'den dışarı çıkamadım! Bu hafta içi çarşamba günü kesin Lund'a gitmem gerek, çünkü Lund'a gitmeyen bir Daniel, ben ve Sunny kaldık! Çarşamba boş günümüz, o nedenle gitmeyi planlıyoruz. Ve okulun Lapland gezisine de gitmeyi planlıyorduk ama otobüs Helsinki'den kalkacakmış ve Helsinki'ye kendi başımıza gidecekmişiz. Yani Lapland turu Helsinki'den başlıyor, Malmö'den değil. Bu da bir organizasyon eksikliği... Biraz soğuduk o yüzden. Benim için Stockholm daha önemli zaten, oraya gideyim, o yeter. Çarşambadan bugüne totalde 338 SEK (148 lira) harcamışım. Yarın İsveççe sınavı ve gündüz de comics dersim var. Şimdilik haberler böyle... Beni instagram başta olmak üzere diğer sosyal mecralardan da takip etmeyi unutmayın!



25 Ocak 2017 Çarşamba

AŞK, SIRLAR, ENTRİKA... HEPSİ İSVEÇ'TE!


Sakın düşme. Bak zor tutuyorum. 


Çok da güzel fotoğraf çekerim! Hele malzeme de güzel olunca... 


Önceki yazımı yayımlar yayımlamaz, perşembe günü bisikletimi aldım (350 SEK) ve okula bisikletle gittim! Bisiklet oldukça eski (hatta dökülüyor: örneğin gidonu sabit durmayıp sürekli dönüyor, ayrıca freni de çok iyi tutmuyor) ve bana küçük olmasına rağmen, işimi görmeye yetiyor ve önemli olan da bu aslında. Bisikletimi ilk günler hep bahçeye park ettim, ama sonra her gün selemde yağmur damlaları görmeye başlayınca, dünden itibaren yurdun altındaki garaja koymaya karar verdim (tabii ki bu, bisikleti bahçeye park etmekten daha meşakkatli olduğundan Daniel ve Sunny hala bahçeye park etmeyi tercih ediyor).

İsveç için aldığım "fiyort mavisi" montum bir harika! Özellikle cumartesi ve pazar günü deneyimledim: İki buçuk-üç saat sahil yolunda bisiklet sürerken yağmur yağdı, ama damlacıklar montun üstünde kaldı. Mont asla su geçirmiyor. Yani kar yağmıyor, bu montu boşuna mı aldım diye üzülmüştüm ama montumun fazlasıyla işe yaradığını söyleyebilirim. Aynı şekilde yine burası için aldığım su geçirmez botlarım ve su geçirmez eşofmanım da bisiklet sürerken bana kolaylık sağlıyor. Hava soğuk mu soğuk, kapalı mı kapalı, ama insanları incecik kıyafetler ve spor ayakkabılarla görürseniz şaşırmayın, Malmö'desiniz! Spor salonları da koşu yolları da sabahın erken saatlerinden itibaren dolmaya başlıyor. İnsanlar bu hava şartlarına alışmışlar. Hemen hemen her iki kişiden biri koşarken aynı zamanda ya bebek arabasını itiyor ya da köpeğinin tasmasını çekiştiriyor. Yani aynı anda iki işi birden yapıyorlar. E onlar da haklı. Spor yapmak için bu soğuk ve kapalı havaların geçmesini bekleyecek olsalar, daha çok beklemek zorunda kalırlar. Çünkü biliyorlar ki yaz kış burada durum hemen hemen aynı.

Turning Torso ve civarı, Malmö'nün kesinlikle en nezih semtlerinden. Ve Turning Torso da Malmö'nün en çok fotoğrafı çekilen simgelerinden. Sisin içinde kaybolan Turning Torso fotoğrafım, şimdilik favorilerimden. 

Bazen İsveç'e geldiğimi unutuyorum. Sanki hala Türkiye'deymişim gibi hissettiğim olabiliyor. Bunun iki sebebi var: Sokakta gördüğünüz 10 insandan belki de sadece 2'si İsveçliyken, kalanı dünyanın farklı yerlerinden gelmiş insanlar oluyor. Türkiye'den de çok kişi var, Uzak Doğu'dan da... Yani İstanbul gibi, çeşitlilik var. İkinci sebebi de, sokaklar öyle aman aman temiz değil. Stockholm Malmö'den kesinlikle daha iyidir. Bu arada Erasmus grubumuzda da en çok Türkler ve Hong Konglular var. Türkler de, Hong Konglular da dünyanın her yerinde! Ve dün yolda bir Türk teyzeye rastladım, ayak üstü epey konuştuk. Bana Türk marketi tarif etti, gittim ve gerçekten de Türkiye'de satılan her markaya rastladım. Malmö'de pek kar yağmadığından da bahsetti. İsveç'te Erasmus notlarım devam ediyor...


Off, ben burada ne polisiye yazarım, biliyor musun?

Cumartesiden beri hava genelde sisli ve çiseli. Ve her zaman olduğu gibi, rüzgarlı! Ve tabii ki kar olmasa da BUZ gibi! Bir gün birisi bana 0 derecede saatlerce bisiklet süreceğimi söylese asla inanmazdım, saatlerce soğuk havada dışarıda kalmak da ne, ama insan bulunduğu ortama böyle uyum sağlayabiliyor işte. Yani deli misin, o soğukta, rüzgara karşı direnerek bisiklet sürmeye çalışıyorsun, git evine otur aşağı değil mi? Ama soğuk moğuk unutuluyor. Çünkü herkes koşuyor, herkes bisiklet sürüyor. Bu arada sis şehre gerçekten gizemli bir hava veriyor. Ee, ne de olsa polisiye romanlarıyla ünlü İsveç'tesiniz!


Artık bisikletim de olduğuna göre... Let's discover the town! 


Fotoğraf makinesinin telefondan daha iyi fotoğraflar çektiği bir gerçek... Şehirde harika kareler yakalıyorum ama yayımlamaya kıyamıyorum. Hepsini aynı anda değil de, yavaş yavaş paylaşacağım. Bisikletimle şehrin pazarı olan Möllan'a gittim. 



Bazen, Türkiye'de olsam harcamayacağım parayı burada harcadığımı fark ediyorum. Örneğin, Willys'ten aldığım bir salataya 77 SEK (32 lira) vermek gibi... 


Ya da pazar günü fika için gittiğimiz Ab Smalan'da ekmek içi krema bir tatlı olan "semla"ya 45 SEK (19 lira) vermek gibi... Bu semlanın esprisini gerçekten anlamadık, hiçbirimiz de sevemedik. Çünkü sahiden de tadı yoktu ve ekmeğin içine doldurulmuş kremşantiden ibaretti. Ha ama görüntüsü hepimizi tavladı, o ayrı. Görünüşe asla aldanmamak gerektiğini de hatırlattı. 

Burada bir "fika kültürü" var gerçekten. Ama aslında kahve ve yanında kek/çörek yemek, çay saati yapmak yalnızca İsveç'e özgü olmasa gerek. Fika biraz da İsveç'i tanıtmak için kullanılan bir taktik.



Ben bu dağ kızılcığı ekmeğini çok sevdim, Willys'ten alıp duruyorum! Gerçi dün karşılaştığım Türk teyze bana Türk markette 10 tanesi 10 krona ekmek olduğunu söyleyince bir "acaba" mı dedim, ama sonra gidip gördüm, hiçbiri bu kara, unlu kızılcık ekmeğinin yerini tutamaz. O yüzden 17,90 SEK'e kendi ekmeğimi almaya devam... 

Ve son dakika haberleri! Kopenhag'da Jessie'nin pasaportu ve kimlik kartı çalınmış! Aslında nasıl olduğunu anlamamışlar, ama Deniz Kızı heykelinin oralardayken Jessie çantasının açıldığını fark etmiş, sonra da pasaportunun kaybolduğunu. İki cüzdanı varmış ama paraları diğer cüzdanındaymış, yani giden sadece pasaportu olmuş. Sonra gidip çöpe bakmışlar, orada başka bir cüzdan bulmuşlar. Ama onunki değilmiş. Olay pazar akşam saatlerinde vuku bulduğu için polis karakolu kapalıymış (bunu hala anlamadım, nasıl kapalı olabilir ki). Pazartesi günü dönebildiler ancak. Ben de döner dönmez haberleri Daniel ve Sunny'den aldım tabii. Olaylar olaylar...


SKAM! Kuzey semalarından gelen bu diziye bayıldım! Gossip Girl'ü unutun ve Skam'ı izlemeye başlayın! Evet, İsveç'e geldim Nordik dizi izlemeye başladım! İsveççe öğrenmemin de bunda etkisi var, çünkü her ne kadar dizide konuşulan dil Norveççe olsa da, iki dil birbirine çok benziyor (God morgon! Jag vaknar alltid klockan sju och stiger upp direkt. Jag har alltid velat vara morgonpigg. Efter frukosten skriver jag för min blogg. Det tar nästan en timme. Jag berättar om livet i Sverige.) Skam her türlü övgü sözcüğünü hak ediyor. Aslında bildiğimiz konuları işleyen bir gençlik dizisi bu da... Ama kesinlikle bilmediğimiz bir üslupla işliyor ve bu da Skam'ı muhteşem kılıyor. Norveç'te bir lisede geçen ama karakterleri daha çok üniversite hallerinde olan gençlerin draması Skam. Aşk, sırlar, her şey var içinde ve her sezon bir başka karakterin gözünden anlatılıyor. Eva'lı ilk sezonu birkaç gün içinde bitirdim. Şimdi Noora'lı ikinci sezona başladım. Üçüncü sezon da Isak'lıymış. Zaten sezon finaline yeni girdi dizi. Dördüncü sezon baharda başlayacakmış. Dizinin ilk sezon bölümleri 15-20 dakika arasında değişiyordu, yani inanması güç ama Skam'ın toplam bir sezonu bizim bir bölümlük yerli dizi uzunluğunda! Müzikleri, kamera açıları, diyaloglarıyla Skam kesinlikle sıradışı bir gençlik dizisi. Zaten dünya çapında bir şöhret yakalamış durumda ve tabii bu durum Amerika'nın da gözünden kaçmadı, hemen Sham yani Utanç diye bir uyarlaması için kollar sıvandı. Ben dün ikinci sezonun ilk bölümünü izledim. Onun final şekli ve çalan müzik hoşuma gitti, o nedenle çektiğim birkaç "flu" videodan o tarz bir trailer yaptım dördüncü sezon için. Maksat eğlence:

18 Ocak 2017 Çarşamba

DONUYORUM ANLASANA! BİHTER ZİYAGİL.


Tamam, biraz dramatize ederek anlatacağım elbette.

Ama yalan yok.

Kıyıda köşede "Ölüyorum anlasana!" diye dolanan Bihter Ziyagil'den halliceyim.

DONUYORUM ANLASANA!

Ama yok, anlatılmaz bu, o kadar soğuk ki... Görünürde hava çoğu zaman açık ve güneşli aslında. Ne kar var ne yağmur. Aslında biraz kar yağsa belki bu soğuk da kırılacak. Geçen gün -6 dereceydi. Soğuktan ellerim ve dudaklarım çatlamış durumda (neyse ki bugün krem aldım). Şehirdeki nehirler, göller hep buz tutmuş, gerçekten inanılmaz bir görüntü. Frozen yani ortalık.


Önceki yazımda bıraktığım yere dönecek olursak, evet pazar günü IKEA'ya gittik ve ben battaniyemi aldım! Pazar günkü saat 13'te IKEA'ya gidiş için toplanma yeri Rönnen'in lobisiydi. Ama ESN Malmö'den Felix ise neredeyse 13.30'da geldi (hava zaten 17'de kararmış oluyor). Yani yine bir organizasyon eksikliği vardı. Ayrıca hep birlikte bir servise doluşup gideceğiz gibi sanmıştık, ama belediye otobüsüne binip gittik. Türk kızlarından biri "böyle olacağını bilse" gelmeyeceğini söyledi, çünkü Jojo kartı bir basışta 22.50 SEK harcıyor. Yani 9,50 lira. Evet, burada en pahalı şey ne yiyecek ne konaklama, ama ulaşım.



Ben 79 SEK'e bir battaniye aldım, daha ucuzları ve pahalıları da vardı. Odaları yan yana olan ve zaten önceden beri arkadaş olan Daniel ve Sunny (adı Chi San, Sunny demesek de olur) de ortak kullanmak için bir kirli sepeti aldılar. Poşetler paralı olduğu için poşet almadık ve battaniye elimde kaldı. Üstelik sonra marketten de iki bisküvi aldım. Cookie gibi olan iki katlı dev bisküvi 35 SEK, diğeri 10 SEK tuttu. Onlar da elimde kaldı. Daniel de dondurulmuş kanelbulle aldı, o gün tanesi 15 kron olarak yemiştik ya hani, işte bu dört tanesi 20 krondu (ama sonradan dediğine göre Daniel kanelbulleyi mikrodalgada yakmış ve katları kokmuş). Sonra tekrar üst kata çıkıp yemek yedik. Daniel eşyalarımızla birlikte bir masada oturup beklerken, Sunny ve ben de sıraya girdik. Ben İsveç köftesi aldım. Türkiye'deki IKEA'larda olanlardan biraz farklı bir sunumları var. Tavuktan yapılan köfte, patates püresi, bezelye ve o klasik reçelleriyle birlikte. Ben bu reçeli köftenin yanında değil de kahvaltıda alsam? O değil de, İsveç'e geldik hala balık yemedik. (Bu arada dönüşte yine Erasmus'tan üç Türk kızı otobüse para vermemek için orta kapıdan bindiler, ben tabii şok oldum, insan, hele de yurt dışında böyle bir riske nasıl cesaret edebilir?)


İsveç'te Erasmus konumuzla ilgili olarak, odamın soğukluğundan, kaloriferin az yandığından bahsetmiştim. Battaniyem oldukça işe yaradı bu anlamda. Kaloriferle ilgili herkes şikayet ediyor ama artık bu aramızda espri oldu. Kaloriferler maksimum seviyede yanıyormuş zaten ve daha fazla açılması mümkün değilmiş. Belki de buralılar fazla sıcağı sevmedikleri için.


BEVERLY HER YERDE!

Size Beverly'den bahsettim mi? Burada tanıştığım çoğu Erasmus öğrencisi gibi o da Hong Kong'dan ve Daniel'la sürekli eğlenceli bir atışma içindeler (zaman zaman benim de Daniel'den yana dahil olduğum). Bu nedenle ilk haftanın TRENDING TOPIC listesinde kesinlikle ben, Daniel ve Beverly varız! Hele IKEA'dan dönüşte ben ve Daniel önde, Beverly ve başka bir kız arkada oturdu ve Beverly'nin yansıması da bizim önümüzdeki cama vurup durdu. Daniel de bu anı ölümsüzleştirince, biz otobüste kahkahalarla gülmeye başladık. Bu da sonradan Daniel'le aramızda "She's everywhere" olarak espri konusu oldu. Yani Beverly her yerde! Silueti her an odamızda, aynamızda belirebilir, duvarlardan geçip vücut bulabilir yani. :) İşin ilginç yanı, İsveç'te, en azından Malmö'de belediye otobüsleri aynı İstanbul'dakiler gibi, yani gürültüyle konuşabiliyorsunuz.

Beverly'yle ilgili notlar devam ediyor... O da Hong Konglu olmasına rağmen, bana Daniel ve Chi San'ı "bebek" gibi bulduğunu söyledi. Çünkü malum, oranın erkeklerinin sakalları vs. yok. Ama bunun bir de avantajı olduğunu söyledi, çünkü asla yaşlanmayacaklardı! Beverly gerçekten komik kız! (Neyse ki Daniel bunu duyunca sadece gülüp geçti, Daniel'i kesinlikle ilk andan beri sevdim. Bazı kültür şokları da yaşamadık değil gerçi.)


Pazartesiden itibaren ana derslerimiz başladı ve introduction week'e bay bay demek zorunda kaldık. Comics, International Perspectives dersim vardı. 13-15 arası. Bu ders ana ders olduğu için nihayet gerçek İsveçlilerle tanışma fırsatım oldu. Ve çoğu Ejderha Dövmeli Kız'dan fırlamış gibiler! Piercingli, tattoolu gerçek Lisbeth Salanderlar! Dersin hocası esprili biri. İki tane zorunlu okuması var. Sonra 16-19 arası da İsveççe dersi vardı. Ana derslerimiz başlayınca, İsveççe dersi akşama kaydı. Salı günü 10-12 ve 13-15 olmak üzere yine comics dersi vardı. Jojo kartımda sadece 20 SEK kaldığı için otobüse binmedim, ilk kez okula yürüyerek gittim. Yolu bilmediğim için otobüs yolunu takip ettim, hatta okuldan yürüme dönen bir kızla karşılaştım, yaklaşık 40 dakika sürdü. Bir daha mı? Bu soğukta asla yürünmez!









Kar yoktu ama gördüğünüz gibi nehirler buz tutmuştu. Çiçek fotoğrafları okul binasının yanındaki Malmö Saluhall'dan. Taze taze çiçeklerim var, çiçekçi geldi hanım! Son fotoğrafta da okul kütüphanesinin ayaklarınızın altına serdiği denizi görüyorsunuz.


Dersin öğle arasında sınıftan Therese, bir başka İsveçli daha ve Erasmus'tan Karen'le yerel bir hamburger zinciri olan Max'a gittik. (Öncesinde tren istasyonundaki makinelerden kartıma 50 SEK daha doldurdum.) Ben çocuk menüsü aldım (35 SEK), baya oyuncak verdiler kart gibi. Ve dersten sonra Therese beni Malmö Şehir Kütüphanesi'ne götürdü. Evet, her zaman her yerde kitaplar! Önce çizgi roman bölümüne baktık (bakarken orada yine dersten bir çocuğu gördük), sonra ben tabii ki Stieg Larsson'u aradım. Ama Millennium serisinden eser yoktu. Bunun yerine, daha da ilginci, yazarın başka bir kitabını bulduk. Therese onu hiç okumamış! Bu tabii ki beni çok şaşırttı! İsveç polisiyeleri her yerde çok popüler. İsveç dışında. 




İSVEÇÇEYE DEVAM ETMEK YA DA ETMEMEK?

Ve sonra akşam 16'daki İsveççe dersinde hoca derse devam etmek isteyenler için bir form verdi. Bu iki haftalık İsveççe dersi bitecek ve devam etmek isteyenler için 23 Şubat'ta devamı başlayacakmış. O da akşam 17-19 arasında olacakmış. Daniel, Chi San ve diğerleri devam etmeyi düşünmüyor sanırım, ama bence neden olmasın? Kimse fazladan ders yükü almak istemiyor ve üstelik, ders 4,5 kredi olduğu için dönünce ben de okulda saydıramayabilirim, ama yine de İsveççe öğrenmek hoş bir şey. "Jag bor i Sverige nu för jag är intresserad av svenska deckare!" Şu an İsveç'te yaşıyorum çünkü İsveç polisiyeleriyle ilgileniyorum, demek. İsveççe öğrenmeye devam edip Ejderha Dövmeli Kız'ı orijinal dilinden okuyacak olmak daha da hoş bir şey! Nasıl olsa tüm kitabı ezbere biliyorum!




Ve fotoğrafta yine Beverly'yi görüyorsunuz. Burada, dün akşamki ESN Malmö toplantısında ikram kuyruğundayız. Saat 19. Üç saatlik İsveççe dersi yeni bitmiş, hava desen zaten 17'de çoktan kararmış ve şu an psikolojik olarak çoktan gece yarısı olmuş ama biz yine de gün ortasıymış gibi enerjik bir şekilde oradan oraya koşturuyoruz. Gece yarısı gibi hissetmemin en büyük sebebi sokaklarda pek araba ve insan olmaması. Noodle, bisküv (IKEA'dan 35 krona aldığımla aynı sanırım) ve kahve sırası! ESN üyeleri St. Petersburg ve Lapland'a yapılacak geziler hakkında bilgi verdiler. Neden Stockholm yok? NEDEN başka bir ülkeye gezi düzenleniyor da İsveç'in en merak edilen kentine gidilmiyor? Ama biz Stockholm'e kesinlikle gideceğiz. Zaten bu, benim İsveç'e gelmemin başlıca sebeplerinden. 





Bugün ise boş gündü, güne yine Willys'e giderek başladım. Yine harika bir müsli (buranın müslileri, granolaları bir harika oluyor), süt, "dağ kızılcığı ekmeği" ve dudak ve el/yüz kremleri aldım. Ekmek 17,90 SEK, süt 10,90 SEK, müsli 26,90 SEK, el kremi 21,90 SEK, iki dudak kremi 15,90 SEK. Toplam 92,60 SEK. Burada marketten 90-100 SEK'ten aşağı çıkamıyorum. Bizde 39 liraya denk geliyor.



Hemen bu dağ kızılcığı ekmeğine bir açıklama getireyim: Açıkçası ben de aldıktan sonra internetten araştırdım. Lingonlimpa, dağ kızılcığı ekmeği demekmiş. Ben alırken öylesine seçip almıştım. Anlaşılan kızılcıklar olmuş, selelere dolmuş! Bu sabahki kahvaltım böyle oldu. Ve sallama İngiliz çayım öhöm. God morgon Sverige! 

BİSİKLET ALIYORUM!

Bu arada, geleli çoktan bir hafta oldu ve artık bisiklet almam gerek! Bugün sabah Daniel'le birlikte Rönnen'e gidip bana bisiklet baktık (biraz yağmur atıştırıyordu, ıslak ıslak selelere oturdum). Benim bisiklet almamı benden çok Daniel istiyor, çünkü birlikte şehirde gezmek istiyoruz. 350 SEK'e iki tane denedim ama bana küçük oldular. Garajda bir bisiklet daha vardı, onu satacak olan kişi yarın sabah burada olacak, onu da deneyeceğim. O da 300 SEK sanırım. Yarın artık bir bisiklet alıp 16'daki İsveççe dersine bisikletle gitmek istiyorum! Ve bisikletimi odamdan görünen bu bahçeye park etmek istiyorum. (Aslında garaja koymak istiyorum ama burada herkes dışarıda bırakıyor, yağmuru vs. geçtim çalınır mı diye de düşünmüyor. Aslında düşünüyorlar ama yine de dışarıda bırakıyorlar. Bisiklet hırsızlığı yok sanmayın, tam aksine çok yaygın Malmö'de.)



Yani... Çok güzel bir ilk hafta geride kaldı... Şimdiden bir hafta geride kaldı! Biliyorum, önümde daha çoooook haftalar var ve umarım hepsi böyle güzel geçer! 

(Otobüs binişlerimi saymazsak: Pazar gününden bugüne totalde 301,60 SEK harcamışım. 127 liraya denk geliyor.)

(Bu arada Skam diye Norveç yapımı bir dizi var. İlk iki bölümünü izledim. Siz duymuş muydunuz? Ve bu arada Talihsiz Serüvenler Dizisi'ni izleyemedim henüz. Birazcık başına baktım.)

instagram.com/ofluoglumert 

facebook.com/ofluoglumert

twitter.com/ofluoglumert 


SİNEMADA İKİ FİLM

Son günlerde sinemada iki filme gittim. İlki, The Substance. Yani Cevher. Bence mutlaka görülmesi gereken, ama son derece rahatsız edici bir...