25 Ocak 2017 Çarşamba

AŞK, SIRLAR, ENTRİKA... HEPSİ İSVEÇ'TE!


Sakın düşme. Bak zor tutuyorum. 


Çok da güzel fotoğraf çekerim! Hele malzeme de güzel olunca... 


Önceki yazımı yayımlar yayımlamaz, perşembe günü bisikletimi aldım (350 SEK) ve okula bisikletle gittim! Bisiklet oldukça eski (hatta dökülüyor: örneğin gidonu sabit durmayıp sürekli dönüyor, ayrıca freni de çok iyi tutmuyor) ve bana küçük olmasına rağmen, işimi görmeye yetiyor ve önemli olan da bu aslında. Bisikletimi ilk günler hep bahçeye park ettim, ama sonra her gün selemde yağmur damlaları görmeye başlayınca, dünden itibaren yurdun altındaki garaja koymaya karar verdim (tabii ki bu, bisikleti bahçeye park etmekten daha meşakkatli olduğundan Daniel ve Sunny hala bahçeye park etmeyi tercih ediyor).

İsveç için aldığım "fiyort mavisi" montum bir harika! Özellikle cumartesi ve pazar günü deneyimledim: İki buçuk-üç saat sahil yolunda bisiklet sürerken yağmur yağdı, ama damlacıklar montun üstünde kaldı. Mont asla su geçirmiyor. Yani kar yağmıyor, bu montu boşuna mı aldım diye üzülmüştüm ama montumun fazlasıyla işe yaradığını söyleyebilirim. Aynı şekilde yine burası için aldığım su geçirmez botlarım ve su geçirmez eşofmanım da bisiklet sürerken bana kolaylık sağlıyor. Hava soğuk mu soğuk, kapalı mı kapalı, ama insanları incecik kıyafetler ve spor ayakkabılarla görürseniz şaşırmayın, Malmö'desiniz! Spor salonları da koşu yolları da sabahın erken saatlerinden itibaren dolmaya başlıyor. İnsanlar bu hava şartlarına alışmışlar. Hemen hemen her iki kişiden biri koşarken aynı zamanda ya bebek arabasını itiyor ya da köpeğinin tasmasını çekiştiriyor. Yani aynı anda iki işi birden yapıyorlar. E onlar da haklı. Spor yapmak için bu soğuk ve kapalı havaların geçmesini bekleyecek olsalar, daha çok beklemek zorunda kalırlar. Çünkü biliyorlar ki yaz kış burada durum hemen hemen aynı.

Turning Torso ve civarı, Malmö'nün kesinlikle en nezih semtlerinden. Ve Turning Torso da Malmö'nün en çok fotoğrafı çekilen simgelerinden. Sisin içinde kaybolan Turning Torso fotoğrafım, şimdilik favorilerimden. 

Bazen İsveç'e geldiğimi unutuyorum. Sanki hala Türkiye'deymişim gibi hissettiğim olabiliyor. Bunun iki sebebi var: Sokakta gördüğünüz 10 insandan belki de sadece 2'si İsveçliyken, kalanı dünyanın farklı yerlerinden gelmiş insanlar oluyor. Türkiye'den de çok kişi var, Uzak Doğu'dan da... Yani İstanbul gibi, çeşitlilik var. İkinci sebebi de, sokaklar öyle aman aman temiz değil. Stockholm Malmö'den kesinlikle daha iyidir. Bu arada Erasmus grubumuzda da en çok Türkler ve Hong Konglular var. Türkler de, Hong Konglular da dünyanın her yerinde! Ve dün yolda bir Türk teyzeye rastladım, ayak üstü epey konuştuk. Bana Türk marketi tarif etti, gittim ve gerçekten de Türkiye'de satılan her markaya rastladım. Malmö'de pek kar yağmadığından da bahsetti. İsveç'te Erasmus notlarım devam ediyor...


Off, ben burada ne polisiye yazarım, biliyor musun?

Cumartesiden beri hava genelde sisli ve çiseli. Ve her zaman olduğu gibi, rüzgarlı! Ve tabii ki kar olmasa da BUZ gibi! Bir gün birisi bana 0 derecede saatlerce bisiklet süreceğimi söylese asla inanmazdım, saatlerce soğuk havada dışarıda kalmak da ne, ama insan bulunduğu ortama böyle uyum sağlayabiliyor işte. Yani deli misin, o soğukta, rüzgara karşı direnerek bisiklet sürmeye çalışıyorsun, git evine otur aşağı değil mi? Ama soğuk moğuk unutuluyor. Çünkü herkes koşuyor, herkes bisiklet sürüyor. Bu arada sis şehre gerçekten gizemli bir hava veriyor. Ee, ne de olsa polisiye romanlarıyla ünlü İsveç'tesiniz!


Artık bisikletim de olduğuna göre... Let's discover the town! 


Fotoğraf makinesinin telefondan daha iyi fotoğraflar çektiği bir gerçek... Şehirde harika kareler yakalıyorum ama yayımlamaya kıyamıyorum. Hepsini aynı anda değil de, yavaş yavaş paylaşacağım. Bisikletimle şehrin pazarı olan Möllan'a gittim. 



Bazen, Türkiye'de olsam harcamayacağım parayı burada harcadığımı fark ediyorum. Örneğin, Willys'ten aldığım bir salataya 77 SEK (32 lira) vermek gibi... 


Ya da pazar günü fika için gittiğimiz Ab Smalan'da ekmek içi krema bir tatlı olan "semla"ya 45 SEK (19 lira) vermek gibi... Bu semlanın esprisini gerçekten anlamadık, hiçbirimiz de sevemedik. Çünkü sahiden de tadı yoktu ve ekmeğin içine doldurulmuş kremşantiden ibaretti. Ha ama görüntüsü hepimizi tavladı, o ayrı. Görünüşe asla aldanmamak gerektiğini de hatırlattı. 

Burada bir "fika kültürü" var gerçekten. Ama aslında kahve ve yanında kek/çörek yemek, çay saati yapmak yalnızca İsveç'e özgü olmasa gerek. Fika biraz da İsveç'i tanıtmak için kullanılan bir taktik.



Ben bu dağ kızılcığı ekmeğini çok sevdim, Willys'ten alıp duruyorum! Gerçi dün karşılaştığım Türk teyze bana Türk markette 10 tanesi 10 krona ekmek olduğunu söyleyince bir "acaba" mı dedim, ama sonra gidip gördüm, hiçbiri bu kara, unlu kızılcık ekmeğinin yerini tutamaz. O yüzden 17,90 SEK'e kendi ekmeğimi almaya devam... 

Ve son dakika haberleri! Kopenhag'da Jessie'nin pasaportu ve kimlik kartı çalınmış! Aslında nasıl olduğunu anlamamışlar, ama Deniz Kızı heykelinin oralardayken Jessie çantasının açıldığını fark etmiş, sonra da pasaportunun kaybolduğunu. İki cüzdanı varmış ama paraları diğer cüzdanındaymış, yani giden sadece pasaportu olmuş. Sonra gidip çöpe bakmışlar, orada başka bir cüzdan bulmuşlar. Ama onunki değilmiş. Olay pazar akşam saatlerinde vuku bulduğu için polis karakolu kapalıymış (bunu hala anlamadım, nasıl kapalı olabilir ki). Pazartesi günü dönebildiler ancak. Ben de döner dönmez haberleri Daniel ve Sunny'den aldım tabii. Olaylar olaylar...


SKAM! Kuzey semalarından gelen bu diziye bayıldım! Gossip Girl'ü unutun ve Skam'ı izlemeye başlayın! Evet, İsveç'e geldim Nordik dizi izlemeye başladım! İsveççe öğrenmemin de bunda etkisi var, çünkü her ne kadar dizide konuşulan dil Norveççe olsa da, iki dil birbirine çok benziyor (God morgon! Jag vaknar alltid klockan sju och stiger upp direkt. Jag har alltid velat vara morgonpigg. Efter frukosten skriver jag för min blogg. Det tar nästan en timme. Jag berättar om livet i Sverige.) Skam her türlü övgü sözcüğünü hak ediyor. Aslında bildiğimiz konuları işleyen bir gençlik dizisi bu da... Ama kesinlikle bilmediğimiz bir üslupla işliyor ve bu da Skam'ı muhteşem kılıyor. Norveç'te bir lisede geçen ama karakterleri daha çok üniversite hallerinde olan gençlerin draması Skam. Aşk, sırlar, her şey var içinde ve her sezon bir başka karakterin gözünden anlatılıyor. Eva'lı ilk sezonu birkaç gün içinde bitirdim. Şimdi Noora'lı ikinci sezona başladım. Üçüncü sezon da Isak'lıymış. Zaten sezon finaline yeni girdi dizi. Dördüncü sezon baharda başlayacakmış. Dizinin ilk sezon bölümleri 15-20 dakika arasında değişiyordu, yani inanması güç ama Skam'ın toplam bir sezonu bizim bir bölümlük yerli dizi uzunluğunda! Müzikleri, kamera açıları, diyaloglarıyla Skam kesinlikle sıradışı bir gençlik dizisi. Zaten dünya çapında bir şöhret yakalamış durumda ve tabii bu durum Amerika'nın da gözünden kaçmadı, hemen Sham yani Utanç diye bir uyarlaması için kollar sıvandı. Ben dün ikinci sezonun ilk bölümünü izledim. Onun final şekli ve çalan müzik hoşuma gitti, o nedenle çektiğim birkaç "flu" videodan o tarz bir trailer yaptım dördüncü sezon için. Maksat eğlence:

5 yorum:

  1. krem şantili çöreğe o kadar para verdiğine üzüldüm ama olsun denemedim demezsin en azından :) sen gezdikçe bizde birşeyler göreceğiz teşekkür ederim paylaşımların için.. kuzenimde erasmus ile polonya ya gitmişti döndüğünde epey bir fotoğraf baktık ama anlatım az benden uzakta yaşıyor anıları dinleyemedim pek senin gibi yazsaymış keşke o da :)

    kitabın yorumu için blogda yazı hazırlıyorum ama bir türlü yazamadım, spoi vermek istemiyorum, herkes kitabı alsın okusun istiyorum, burada bir kere daha çok beğendiğimi söylemek istiyorum.. kalemine sağlık.. devamını dört gözle bekliyorum.. sevgiler ♥

    YanıtlaSil
  2. Kophenhag çok güvenli bir şehir diye bilinir ama hayret.

    Fotoğraflar çok güzel :)

    YanıtlaSil
  3. bir salataya o kadar para verseydim yemeye kıyamayabilirdim ama olsun bir daha kimbilir ne zaman İsveç'de olacaksın tadını çıkar :) çantana,parana,cüzdanına mukayyet ol...

    YanıtlaSil
  4. Gezmek güzel de para harcama işi evet sıkıntılı,
    Deep Tone sayesinde sayfanıza ulaştım,
    bende beklerim..
    sevgiler..
    blogdakicin.blogspot.com

    YanıtlaSil
  5. Yerinizde olmayı isterdim doğrusu.. Deep'in sayfasında gördüm tanıtımınızı ve geldim. İyi ki gelmişim. Güzel bir sayfanız var. Ve başarılar diliyorum..👏💃👏💃👏👍

    YanıtlaSil

Gmail hesabı olmayanlar, anonim seçeneği ile yorum yapabilir... Yorumlarınız için çok teşekkür ederim!

MERT OFLUOĞLU BENİM KÜÇÜK ŞAHESERİM GAZETE OKSİJEN RÖPORTAJ

Benim Küçük Şaheserim'le ilgili Gazete Oksijen’in sorularını yanıtladım. Röportajın tamamını Oksijen Gazetesi’nin web sitesinden okuyab...