Ama sanırım filmi biraz başa sarıp anlatmaya, buraya geldiğim salı gününden başlamam gerekiyor. Bildiğiniz gibi İstanbul'da cuma akşamından beri yoğun kar yağışı vardı ve pek çok uçak iptal edilmişti. (Ben de neyse ki hava durumuna önceden kulak verip kar gelmeden İsveç alışverişimi tamamlayabilmiştim. Kar İstanbul'da öyle güzel yağarken, "fiyort mavisi" yeni montumla ilk pozum için İsveç'e gitmeyi bekleyemedim ve işte o pozu yukarıda görüyorsunuz-karlı olan fotoğraf, diğeri buradan Malmö'den. Montumu çok sevdim, birazcık pahalıydı, olsundu.) Acaba benim salı günkü uçağım da iptal edilir mi edilmez mi stresi bir yana, havaalanına nasıl gideceğim konusunda da biraz endişeliydim çünkü o şarkının söylediği gibi "her yerde kar var"dı ve araçlar yollara çıkamıyordu. Sonunda sabahın karanlığında taksi çağırıp havaalanına öyle gittik. Hatta pek trafik olmadığı için taksi havaalanına erken vardı ve birden uçak kalkana kadar çok saatim olduğunu fark ettim. Neyse ki öğle saatinde, uçağım sorunsuz bir şekilde Kopenhag'a doğru kalktı!
Uçak yurt dışına gidiyor olmasına rağmen neredeyse 25-30 kişi falandık, o nedenle sanki otobüsle gidiyormuş gibi bir hisse kapıldığım doğrudur. Uçakta TV ekranı da yoktu, o nedenle film de izleyemedim. Ama uçakta benim gibi Türkiye'den İsveç'e giden 4 Erasmus öğrencisi daha vardı, biri benim okulumdan, diğer ikisi farklı okuldan. Daha önceden onlarla aynı uçakta olacağımı biliyordum ama birbirimizi pek tanımıyorduk. Neyse uçuş 2.5 saat sürdü ve Kopenhag'a indik. İnerken, Malmö üstünden geçtik ve Turning Turso'yu havadan görme şansını yakaladım. Evet, hep cam kenarında otururum. Fotoğrafta, İsveç yolunda karlı Avrupa dağlarını görebilirsiniz. :)
Ha bu arada iner inmez YURTDISINDAYIM yazıp 2200'a gönderdim (13 lira falan), yurda gidip internet bulana kadar iletişimde olmak için. İnternet, mesaj ve telefon sağladı bu 24 saat için.
Kopenhag Havaalanı'ndan İsveç'e gitmek için yapılması gereken tek şey tren bileti alıp Öresund Köprüsü'nden geçmek. Biz de tanıştığım iki kişiyle öyle yaptık. Bileti makineden de gişeden de alabiliyorsunuz. Makineyi anlamadığımızdan, gişeden aldık. Ben 89 DK, Danimarka Kronu, yani yaklaşık 47 lira ödedim. Diğer iki kızsa birlikte aldılar, böylece meğer onların bileti indirimli hale gelmiş, onlar 144 Danimarka Kronu, yani yaklaşık 76 lira ödediler.
Trende yalnızca üç durak sonra Malmö'deydim. Yani yaklaşık 20-25 dakika sonra. Bu gerçekten müthiş bir şey! Bir köprünün iki ülkeyi bağlaması... Öresund Köprüsü'nden geçerken çektiğim videoyu şuradan izleyebilirsiniz. Malmö istasyonunda trenden indiğimde, kendimi Stieg Larsson'un Ejderha Dövmeli Kız'ındaki karakterlerden biri gisi hissetmeye çoktan başlamıştım bile. "Mikael Blomkvist tren istasyonuna indiğinde gökyüzü pastel mavi, hava da buz gibi soğuktu."
Gerçekten de buz gibi soğuktu ama kar ya da yağmur yoktu. Yol kenarlarında falan da kar yoktu, Malmö'ye kar pek yağmıyor maalesef. Orada bizi Felix diye Fransız-İsveç bir çocuk karşıladı, Malmö Üniversitesi'nin Erasmus'la ilgilenen ESN öğrencilerinden sadece biri olarak. Ve bizi Öğrenci Merkezi'ne götürdü. Bavullarımızı bıraktık, kayıt olduk, kitap aldık, yurt kontratımızı imzaladık, iki hafta sürecek İsveççe dersi için ders kitabı aldık ve otobüs bileti olan Jojo kartı aldık. Kitap 280 SEK yani yaklaşık 117 liraya denk geliyor. Ünlü market 7-Eleven'dan aldığımız Jojo kartı da 220 SEK yani 91 lira. Jojo'nun nasıl çalıştığını ve her binişte ne kadar harcadığını hala anlamadım. Hayır aksi gibi aniden biterse "yetersiz bakiye" diye de ötmez buradakiler.
Bir de önceden gönderdikleri program dahilinde, ilk gün ikramı vardı. Gerçi bir masaya kurulmuş bir kahve makinesi, iki muz, çeşme suyu (burada öyle içiliyor) ve birkaç bisküvi dışında hiçbir şey yoktu, ki onların çoğunu da ESN öğrencileri kendileri yedi. Sıcak çikolata içtim, güzeldi! Hoş ben de Kankan danslı karşılama beklemiyordum ama evet, biraz daha güzel olabilirdi!
Sonra hava karardı, saat 18'de bizi yurtlarımıza götürecek araç geldi. Daha önce de dediğim gibi iki yurt var: Celsiusgarden ve Rönnen. Bunlar yan yana sayılır. Aralarında beş dakika var. Ben Celsiusgarden'da kalıyorum, araçtan indim. Yani yurdu ilk kez karanlıkta görmüş oldum. Odam 3. katta. Bir görevli öğrenci beni odama götürdü. İlk izlenimim: Büyük, biraz eski, ama hoş. Çünkü Celsiusgarden kırmızı taş tuğladan, klasik bir İsveç binası. Oda bomboştu, kenarda gelmeden 500 SEK'e istediğimiz havlu, yatak örtüsü gibi şeyler duruyordu bir poşette. Duşa duş perdesini kendimiz taktık, maalesef bir duşakabin vs. yok. Ayrıca banyolarda buzlu cam var, orada da perde yok. Ve ayrıca odada da yalnızca güneşlik var, perde yok. Böyle yani, perde ve ısınma işi biraz eksik. Odamın öncesi ve sonrasını aşağıdaki fotoğraflarda görebilirsiniz.
Kattaki birkaç eski öğrenciyle tanıştım, konuştum. İçlerinden biri dün gitti, gerçekten iyi bir kızdı. Sonra uyudum. Sonra bi' kalktım, İsveç'te saat 4. Hoş Türkiye'de de 6. Her türlü ben erkenciyim, o ayrı. Neden mi? Çünkü soğuk yüzünden uyuyamadım! Oda gerçekten buz gibiydi, kalorifer neredeyse yanmıyordu! Resmen içerisi dışarıdan daha soğuktu yani (hoş hala da öyle)! Hani Türkiye'de olsa skandal falan olur, yurtlarda çocuklara yeterli ısınma sağlanmıyor diye! Ama burada baya yanmıyor kalorifer, yalnızca ılık diyebiliriz, bu da beni gecenin 4'ünde üşüyerek uyandırdı ve bir daha uyuyamadım. Hayır hava da 8'den sonra aydınlanıyor, 4'e kadar odanın içinde dolandım durdum. Neyse ki yurtta internete bağlanmıştım.
Saat 6.50'de karanlıkta yollara düştüm ve 7'de on dakika mesafedeki en büyük market Willys'in kapısındaydım. Benim gibi birkaç insan daha açılmasını bekliyordu. Nihayet kapı açıldı ve içeri doluştuk. Hadi ben tamam da diğer insanların o saatte markette ne işi vardı, hiçbir zaman öğrenemeyeceğim.
Marketten ilk kahvaltım için çilekli yoğurt (17,90 SEK-7 lira), gerçekten değişik bir yulaf-müsli (36,50 SEK-15 lira), hoş bir şişesi olan bir sıvı sabun (24,90 SEK-10 lira) ve havlu kağıt aldım (29,50 SEK-12 lira). 106 SEK (44 lira) tuttu. Buradaki para üstlerini henüz çözemedim, sanki eksik veriyorlarmış gibi bir hisse kapılıyorum. Bunun nedeni de 10 SEK'in demir para şeklinde olması, çünkü bizde demir para şeklinde 10 lira yok. O nedenle genelde kredi kartı kullanıyorum. Sonraki günlerden de öğrendiğim şudur ki, burada her şey gibi market de pahalı ama öyle abartıldığı kadar da değil. Eh, Willys'in de bizdeki A 101'e karşılık gelmeyeceği malum. Daha çok Migros gibi bir yer ama tabii ki daha pahalısı. Bu arada ilk gün markette bazı İsveç yazarlarının kitaplarını da gördüm ama Larsson ya da Lackberg yoktu. Bu arada, gelirken elbette fındık, ceviz, kuru üzüm, ev yapımı kurabiye(ler) gibi şeyler getirmiştim. Bu tip şeyler insan ne yiyeceğini bilemediğinde epey iyi oluyor. :)
Bu arada, mutfak dolaplarında ne var ne yok diye bakarken bir de ne göreyim? Çaykur organik Rize çayı! Dedim yok artık! Burada da mı sen? Biri bırakıp gitmiş herhalde. Ya da marketten mi almış? Epey şok oldum! (Merak ediyorsanız, hayır, içmedim. Çünkü muhtemelen başka birinin. Kendi poşet çayımı sonra marketten aldım, birazdan yazacağım.)
İlk gün okula otobüsle gittim. Anladığım kadarıyla yalnızca 3 numara bizim okula gidiyor. Yaklaşık 10-15 dakika sürüyor. Zaten sonraki günler durakta hep Erasmuslularla karşılaşmaya başladım ve birlikte gider döner olduk. İlk günkü etkinlikler arasında okulu gezme, bilgilendirilme, seminerler/sunumlar, hatta bir polis memurunun bize İsveç'te bisiklet hırsızlığıyla ilgili anlattığı şeyler vardı. Bu arada ben de bisiklet alacağım ama henüz sıra getiremedim. Burada her şey ikinci el. Yurtta da herkes bisikletini, odasındaki halısını, hatta kullanılmış İsveççe kitabını bile satıyor! Şehir içinde kullanıp bırakmalık bisikletler de var ama ben sanırım kendim alacağım. Tabii ikinci el. Ama yaz geldiğinde ben satacak birilerini bulamam, peşimde bırakıp gideceğim mecbur.
Etkinlikler hep kaynaşmak için yapılıyor. Okulun spor salonunda bazı oyunlar oynandı. İkinci gün kar yağdı, hemen koşup fotoğraf çektim! Yağarken yerde tutsa da, ne var ki karlar birkaç saat sonra eridi. Okulun üç dört tane kampüsü var, hepsi de deniz kenarında. Şehirde bir sürü köprü, kanal vs. var. Biraz Venedik gibi. Her ne kadar kar yağmayarak aldığım kar ayakkabılarının pek anlamı olmasa da Malmö'yü sevdim. Malmö'nün hava durumu için rüzgarlı diyebiliriz! Çünkü özellikle sabahları çok sert rüzgar esiyor! Buna rağmen günlük yaşamda bisiklet çok sık kullanılıyor. Ve bisiklet üstünde pek çok şık insan görebilirsiniz.
Şehrin yanı sıra, arkadaşlarımı ve İsveççe dersini de çok sevdim! Gençlik kampındaki gibi yine Hong Konglu çok sevimli arkadaşlar edindim, şu an için kalabalık bir grubumuz var ve dönem sonuna kadar da öyle devam edecek gibi görünüyor. Burada çok sayıda ülkeden insan var, herkes farklı, harika!
Düne kadar yurdumu hiç aydınlıkta göremedim, çünkü sabah çıkarken gün henüz aydınlanmamış (8.15'te çıkıyordum, 9.15'te okulda olmak gerekiyordu bu hafta), akşam geldiğimde de ortalık çoktan kararmış oluyordu. Neyse ki dün gün ışığında da gördüm. Ama odamın soğuğunu ne yapacağız bilmiyorum. Zaten buradaki herkes aynı şeyi söylüyor. Yurt çok soğuk oluyormuş, çünkü kaloriferi pek yakmıyorlarmış. Öyle ki, hani bu dün gitti dediğim kızı bir sabah kalkıp ortak salona gittiğimde mutfakta, çalıştırdığı fırının önünde yatarken gördüm! (Odalarını boşaltıp gidecek olanlar birkaç gündür salonda uyuyor)
Sana bugün bir tepeden baktım Malmö!
Cuma günü İsveç dersiyle kütüphane gezisi arasında yemek yemek için okulun hemen yakınındaki bir markete gittik. Burada okulda yemek biraz pahalı. Marketten hazır dondurulmuş yemek alıp orada mikrodalgada ısıttık. Burada marketlerde mikrodalga var ve aldığını hemen orada ısıtıp yiyebiliyorsun. Ama bu tabii pek sağlıklı değil ve bunu mümkün olduğunca az yapacağım. Aldığım 26.50 SEK'ti ama fişte 0.50 de öresavrunding için yazdı, yani toplam 27 SEK aldı. O ne anlamadım. İnternette yuvarlama diye buldum. Ne yani, 26.50'yi 27'ye yuvarlayıp öyle mi aldılar? Yoksa mikrodalgada ısıtma parası falan mı?
Cuma günü saat 16.30'da biz Erasmus öğrencileri için gerçekten güzel bir sofra kuruldu! Tavuk, vejetaryen et, roka/marul gibi bir şey (neyse ki bu, burada da sebze yendiğine inanmamı sağladı!), patates, zeytinyağlı İtalyan ekmeği gibi bir şey ve labneli Alman ekmeği vardı! Masalarda küçük mumlar vardı (bkz: Hogwarts ve yetkili birinin konuşmasından sonra "ziyafet başlayabilir" düdüğü çaldı), biz en önde, yetkililerin masasının önünde oturmuştuk. Ama yemeğin diğer taraftan başlayacağını söylediler, yani biz en son alacaktık. Biz de yemeklere bu kadar yakın olup bu kadar uzak kalışımızın trajedisinin fotoğrafını çektik, sonra tam o sırada herkesin alabileceğini söylediler ve biz de hemen büfeye koştuk.
Ayrıca bizden sürekli verdikleri hashtag'i kullanıp fotoğraf paylaşmamızı falan istediler, hatta bazı maskeler vs.'ler verdiler fotoğraf çekilelim diye. Tabii ki çekildik. Ayrıca bere de dağıttılar, ben benimkini henüz açmadım ama standart olduğu için Daniel'e bile küçük olduysa, bana da kesin küçük olacaktır. :)
Ayrıca bizden sürekli verdikleri hashtag'i kullanıp fotoğraf paylaşmamızı falan istediler, hatta bazı maskeler vs.'ler verdiler fotoğraf çekilelim diye. Tabii ki çekildik. Ayrıca bere de dağıttılar, ben benimkini henüz açmadım ama standart olduğu için Daniel'e bile küçük olduysa, bana da kesin küçük olacaktır. :)
Dün sabah yine karanlıkta markete gittim, bu sefer Daniel'le. Üç muz 10 SEK, poşette havuç 10,90 SEK, bir süt, bir yoğurt (ama krema çıktı), sabun ve İngiliz çayı derken toplam 90 SEK tuttu. 37 liraya denk geliyor.
Çarşambadan beri sürekli etkinlikler vardı ve tüm gün okulda olmamız gerekiyordu diye henüz şehri/kasabayı keşfe çıkamamıştım. Sadece bir gün, okuldan yurda yürüyerek döndük ve ancak o zaman bazı yerleri görme imkanım olmuştu. Dün cumartesi, boş gündü ve biraz etrafı keşfetmek istiyordum. Ben tek başıma dolanır, fotoğraf çekerim diyordum ama sabah mutfakta müslilerimizi yerken Daniel onun bisikletini alabileceğimi söyledi. O birisiyle yürüyüşe çıkacaktı, bana da Sunny ile Triangeln'e gidebileceğimi söyledi. E baktım planım yok, tamam dedim. Bisikletle on dakikada gittik. Tabii çok soğuktu, sürerken bir ara gökten kar değil, resmen buz yağdı. AVM'ye girdik, Sunny meğer sadece tek bir pantolon getirmiş, kendine H&M'den 100 SEK'e pantolon aldı. Sonra Daniel ve diğer Hong Konglu kızlar da geldi. Onları beklerken Sunny ve ben birbirimize fotoğraf çektik. Bu arada, AVM'ye üstümüz başımız aranmadan girdiğimiz için değişik hissettim. Gördüğünüz gibi o sadece bizim ülkemizde var.
Bu arada, AVM'deki kitapçıda tabii ki Ejderha Dövmeli Kız ve Millennium Üçlemesi'ni hemen buldum! Orijinallerini de okumak istiyorum! Burada bir kitap 230 SEK falan. Bizdeki 100 liraya denk geliyor.
İsveç'in ünlü tarçınlı çöreği kanelbulle'yi Instagram'da bazı İsveç hesaplarında gördüğümden beri istiyordum! Neyse ki çok beklemem gerekmedi. Geldiğimin dördüncü günü bu lezzetle tanışabildim. Mormors Bageri'ye oturduk, ben hemen bir kanelbulle (15 SEK), bir vanilyalı çörek (20 SEK) ve Americano (25 SEK) söyledim. 60 SEK bizdeki 25 liraya denk geliyor. Bu arada Mormor "büyük anne" demek.
Finally, kanelbulle!
Sonra biraz daha dolaştık. Triangeln semtindeki bir çizgi roman dükkanı olan Science Fiction Bokhandeln'a ba-yıl-dım! Hong Konglular Tenten'i bilmiyordu! O yüzden onlar pek ilgilenmediler. Bense hepsini tek tek inceledim. Hangisini alsam? Tamam, hepsini alıyorum! Buraya kesinlikle bir daha geleceğim!
Ve yürüye yürüye Malmöhus yani Malmö Müzesi'ne kadar gittik. Yanlış görmüyorsunuz, nehir donmuş! FROZEN! Nehrin bir kısmı böyle donmuştu, harika fotoğraflar çektim. Ve Turning Torso, şehrin her yerinden görülebiliyor. Şehirdeki tek gökdelen. :) Ve burgu şeklinde. Yakınına da gitmem lazım.
Evet, bugün 5.30'da kalktım ve şu an 7.30. Hala karanlık. Ve ben iki saattir bu yazıyı yazıyorum. Niye erken kalktın diyecek olursanız, 1.si zaten erkenciyim, ama 2.si, soğuk yüzünden erken uyanıyorum sanırım. Kaloriferi yurtla ilgilenen, bizim gibi bir öğrenci olan kişiye de söyledim ama en fazla bu kadar yandığını söyledi. Yani neredeyse yanmıyor kalorifer. Herkes soğuktan şikayetçi, ama benim odam Celsisusgarden'daki en büyük oda(ymış) olduğu için benimki ekstra soğuk oluyor. Bir de pencereler büyük, kocaman. Bugün IKEA'ya gidilecek, kendime sanırım bardak vs, hatta bir battaniye alacağım. Malum odam soğuk. Mutfakta pek çok eşya var ama ben kendime en azından bir bardak almayı planlıyorum. Ayrıca acilen el, dudak ve yüz kremi de almam gerekiyor çünkü dün çok fotoğraf çektiğimden elim çatladı, kanadı. Bakalım ilerleyen günlerde neler olacak?
Bu arada, bilgisayarımı açamayabiliyorum ama telefonum her an elimde. Dolayısıyla İsveç'teyken instagram'ı daha aktif kullanacağım gibi duruyor. Daha şimdiden birçok fotoğraf paylaştım ve dahası, instastory'ye de pek çok anlık fotoğraf koydum. O nedenle Mert'in İsveç hallerini instagram'dan da takip edebilirsiniz!
instagram.com/ofluoglumert
instagram.com/ofluoglumert
Bizim çaya dolapta rastlaman ve kendi çayını içmeni gülümseyerek okudum. İyi anlar, güzel günler dilerim orada.
YanıtlaSilYeni bir yere gidince insan önemsiz dahi gördüğü her farklı ayrıntıyı kaydetmeli böyle sizin yaptığınız gibi yıllar sonra geri dönüp baktığınızda bu günkü düşünce ve duygularınızı görebilir değişimi fark edebilir ve daha iyi bir şekilde yol almanızı sağlamış olursunuz çok güzel herşey keşke oda biraz daha sıcak olsaydı o zaman herşey daha güzel gorunebilirdi ama olsun :)
YanıtlaSilKatılıyorum, her ayrıntı birikim olarak sana geri dönecek. Çok heyecanlı, artık bilgini görgünü daha da arttırmış bir birey olarak vatana millete katkı sağlamak için sağ salim geri dönersin inşallah. İyi dileklerimiz seninle.
YanıtlaSilBu arada ufak bir not; sana tavsiyem pazar günleri bir yerlerde mutlaka bit pazarı kuruluyordur kaçırma. Çok ucuza her tür ihtiyacını giderrirsin...bizdeki bit pazarı gibi düşünme, avrupa kıtasında bit pazarı ayrı bir kültür tıpkı bisiklet gibi hayatın vazgeçilmezi... Bisiklet demişken ikinci el al nasıl olsa bir kaç ay içinde çalınacak :) çift anahtar iste ve mutlaka markete giderken bile bisikletini kilitle... Üşenme :) yeni yazılarını bekliyoruz.
Kankan dansı olmadan karşılama mı olurmuş:D Güzel anılarla dön gel sıcacık evine:)))
YanıtlaSilYüzümde tebessümle okudum, ne güzel :) Güzel anılar biriktirin.
YanıtlaSilUmarım kalorifer sorununuza da bir çözüm bulabilirsiniz en azından:(
Mert selam, mimlerime bakarken bloğumda yorumunu gördüm. Kafa Dergi ve sen! birden gerçek kafama dankkk etti. Demin aslında kullanmadığım, neredeyse sistemin dayatması olan instagram profilim ve asıl ismimle karşılaştım. Aslında @eceevren50 eklersen ben de girince ekleyip bol bol resimlerine bakarım.
YanıtlaSilErasmus programı için gitmişsin İsveç'e, hayırlı olsun. Ne güzel dünyanın her yerinden arkadaşların olmuş. Başarılar ve keyifle geçsin dilerim :)
Yazını sonuna kadar okudum. Fotograflar çok güzel. Başlarda kalorifer peteklerinin döküm olması dikkatimi çekmişti, iyi ısıtır bunlar derken, senin onların yeterince ısıtmadığını yazmanla biraz hayal kırıklığı yaşamadım değil. Elektrikli sobalarla ısınsanız? İzin vermezler korkarım. Aslında ciddi bir konu. Sağlık önemli, herkesin bünyesi kaldırmayabilir şu cümlendeki soğuğu : gökten kar değil, resmen buz yağdı.
Dilerim bir çözümü olur. Sevgilerimle oğlum.
Beni instagrama eklemeyi unutma olur mu? Teşekkürler...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilmerhabalar....sağı solu karıştırırken hop senin yazın çıktı karşıma.keyifle okudum.başarılar dilerim sana ve güzel günler diliyorum.bizi merakta bırakmayın :))))))) sevgiler
YanıtlaSilBak sen şu Daniel'e :)
YanıtlaSilsoğuk olması, kalorifer olayı kötüymüş ya :/
çok tatlı anlatmışsın yaa. ya hep böyle kapalı mı hava. bu yazını koyayım bloguma da herkes okusun valla :) çabuk öğrencen sen isveççeyi :)
YanıtlaSilVaauuv Bron/Broen dizisindeki Öresund Köprüsü:) Şahane.
YanıtlaSil