28 Şubat 2018 Çarşamba

HANGİ KİTABI YARIDA BIRAKTIM?

Bu yıl geç gelen kış kendini Mart'a mı sakladı yoksa? Şu anda penceremde yağmur camları dövüyor. Ben de yanımda çay fincanım ve kekim/kurabiyemle, sizlere bu yazıyı yazıyorum... 

Camilla Lackberg'in en son çıkan iki kitabını şu ve şu yazımda anlatmıştım. Yeni kitabı Deniz Kızı geçtiğimiz ay çıktı, şimdi onu okuyorum. İsveç polisiyesi seven biri olarak Lackberg'in kitapları Stieg Larsson kadar heyecanlı ve sürükleyici olmasa da, yine de bir şekilde kendini okutuyor. Bu arada Millennium'un 5.si Göze Göz Dişe Diş Diyen Kız da elimin altında. Deniz Kızı biter bitmez ona başlayacağım! Ve umarım, 4. kitap kadar hayal kırıklığına uğratmayacak beni. 

Yarıda bırakmak zorunda kaldığım kitapsa bunlar değil... 

Dan Brown'ın Başlangıç'ı. 

Brown'ın kitaplarının bu kadar çok patırtı koparmasının sebeplerini anlayamıyorum. Gerçi adı Mutlu Olalım, Gel Evlenelim, Pardon Bana Mı Dedin, Ya Seversen, İki Kere İki Dört Etmez, Lise Aşkım, Çok Yakışıklı Çocuk, Karizmatik Çocuk, Hoş Çocuk, Çok Yakışıklı Çocuk II, Önüm Arkam Aşk, Arkam Önüm Aşk gibi şeyler olan kitaplar satıyor da (şurada bu konuyu uzun uzun yazmıştım), koskoca Dan Brown mı satmasın? Yanlış anlamayın, burada başka bir şeyi söylemeye çalışıyorum. Brown'ın kitap konularının hep detaylı araştırmalara dayanıyor olması çok iyi, iyi hoş da, şu tüm romanın tek/aynı günde geçmesi bazen fazla bunaltıcı geliyor. "Başlangıç", hayatımda tamamlayamadan elimden bıraktığım iki-üç kitaptan biri oldu, beni de şaşırttı. 


Normalde başladığım her kitabı bitiririm, beni bilirsiniz. Yani sevsem de sevmesem de kitabın sonuna mutlaka gelirim. Ancak bu 535 sayfalık kitabın ilk 120-130 sayfası, sıfır akıcılık ve hep aynı şeylerin tekrarıyla geçiyor. "Peki ama artık ne olacak da bu konu ilerleyecek?" merakı, yavaş ilerleyen kitabı tamamlamak için bir sebep oluşturmaya ne yazık ki yetmedi. Kitabı 200. sayfalarına geldiğimde, sıkılarak bıraktım. Evet, nasıl sonuçlandı diye merak etmiyor değilim ama Brown kitaplarının edebi dili olmuyor (sonrasında kitabı okuyan birinden sonunu öğrendim, aşağı yukarı beklediğim bir şekilde bağlanmış konu). Hani edebi bir dil, güzel betimlemeler, akıcı bir metin olsa yine tamamlarım o kitabı. Ancak maalesef, "Başlangıç"ta konu ve anlatış tarzı beni cezbetmeyi başaramadı. Belki de şimdi tekrar başlasam kitabı bitiririm ama hiç içimden gelmiyor. 

Arka kapakta yazan "Dan Brown'ın bugüne kadar yazdığı en yaratıcı, en müthiş roman" iddiası da, bir reklamcılık ve pazarlama satış taktiği olmaktan öteye gidemiyor. Tamamlayamadığım bir kitaba not vermek istemesem de, üzgünüm Langdon, üzgünüm Winston, üzgünüm Edmond. 

4/10.

Peki siz bu yukarıda bahsettiğim kitapları okudunuz mu? Ya da şu sıralar ne okuyorsunuz? 

Sosyal medya hesaplarım: 

twitter: @ofluoglumert
instagram: @ofluoglumert
facebook: @ofluoglumert 

23 Şubat 2018 Cuma

MÜREKKEP KOKUNU İÇİME ÇEKTİM - 12. BÖLÜM


Bölüm şarkısı: Feist - How My Heart Behaves 
BİR AN ZAMAN donmuş, hepsi olduğu yere çivilenip kalmıştı sanki. Bakışları birbirleri üzerinde dans ediyor; Irmak Aslı’ya, Aslı Irmak’a bakıyordu. Atlas'sa sanki orada olup bitenlerin dışında kalmak istercesine, hatta belki de sebep olduğu durumun farkında bile olmadan, gözlerini ne Aslı'ya ne Irmak'a, yalnızca kapının yanındaki anahtarlığa dikmişti.
Sonsuzmuş gibi gelen bu ne yapacağını bilememezliğin ardından, Aslı harekete geçti. Üstündeki ropdöşambırın kuşağını hırsla savurup Atlas'ın karşısına gitti ve “Sen aşağılık bir köpeksin!” deyip ona tokat attı. Atlas elini şaşkınlıkla yanağına götürerek "Köpek-ne?" diye kekeledi. Aslı sonra Irmak'a bakıp yazıklar olsun dercesine "Bunu senden hiç beklemezdim," dedi. Irmak o an anladı... Aslı'nın da hiçbir şeyden haberi yoktu. O da Atlas'ın hayatındaki tek kız olduğunu sanıyordu. Ama bu nasıl bir tesadüftü böyle? İki yakın arkadaşı aynı erkeğin evinde (ve görünen o ki, yatağında) buluşturan şey ne olabilirdi? Mutlaka bir açıklaması vardı. Mutlaka. Irmak durumu ona izah etmek istedi ama dudakları şok içinde birbirine kenetlenmişti. Zaten Aslı da hiç zaman kaybetmeden, ağlayarak Atlas'ın yatak odasına koşup kendini kilitledi.
Nihayet ayaklarının bağı çözülünce, hemen içeri girip Aslı'nın peşinden koştu Irmak. "Aslı! Aslı açar mısın şu kapıyı?" Atlas'ın odasının kapısını yumrukluyordu ama içeride ağlamakta olan Aslı cevap vermedi, kapıyı açmadı da.
Bu olanlara inanamıyorum! diye düşündü Irmak. Daha o sabah bu kapının ardında hayatının en güzel gününe uyandığını sanıyordu, şimdiyse dünyası başına yıkılmıştı. İçeriden en yakın arkadaşının ağlama sesleri geliyordu. Sonunda Aslı'ya kapıyı açması için yalvarmaktan vazgeçti. Belli ki öfkesi ve gözyaşları dinene kadar ikisinin de yüzünü görmek istemiyordu Aslı.
Irmak bitkin adımlarla kapının önünden çekilip antreye geri döndüğünde Atlas sokak kapısını kapamış, belindeki havluyla kanepenin ucuna çökmüştü. Şaşkın ya da irkilmişten ziyade sakin görünüyordu. Irmak öfkeyle ona baktı. Atlas, onun kendisine baktığını fark edince bakışlarını hemen çıplak ayaklarına indirdi. Burnundan soluyan Irmak kendini savaş sonrası düşmanıyla toz duman içindeki arenada kalmış gibi hissediyordu.
“Bana bak," dedi ona. "Kafanı kaldır, bana bak Atlas!" Atlas başını kaldırmadı. Sonunda Irmak onu çenesinden tutup başını kaldırdı ve bir tokat da o attı. Atlas'ın dalgalı sarı saçları tokadın etkisiyle ahenkle dalgalandı, ama Atlas hala sakin görünüyordu. Biraz nefes nefese olması dışında tuhaf sayılacak kadar normaldi. Irmak ürkerek geri çekildi. Ona vurmak istememişti. Bu durumun bir açıklaması olduğundan emindi... Ama ah, hangi açıklama bunu haklı çıkarabilirdi ki?
Atlas onu aldatmıştı...
Irmak ona baktı. Atlas kalbini kırmış, onu yaralamıştı.
Aynı şeyleri içeride ağlamakta olan Aslı'nın da hissettiğinden emindi, ama şu an o Irmak'ın pis bir sevgili hırsızı olduğunu düşünüyordu.
"Özür dilerim, tokat için," dedi Irmak.
Atlas başını kaldırıp o ıhlamur yeşili derin gözleriyle ona baktı. Adeta içini okumaya çalışır gibiydi. Ve sonunda, nihayet ilk kez konuştu. "Özür dilerim," dedi. "Her şey için."
Irmak çaresizce yere, Atlas'ın ayaklarının dibine çöküp ağlamaya başladı. Nasıl bir geceydi bu böyle? Daha yarım saat önce ayrılık konuşması yapmak üzere Cem'in evine gitmişti. Ama Cem'in başından beri her şeyden haberi vardı: Irmak'ın önceki gece Atlas'ın evinde kaldığını ve aralarında bir şeyler yaşandığını biliyordu. Onun çantasındaki Atlas Kitabı'nı bulmuş ve onunla yüzleşmişti. Sonra çok öfkelenip kriz geçiren Cem kitabı yakmış ve bunun üzerine Irmak onu kesin olarak terk etmişti. Bunu kendine yediremeyen Cem, sarhoşluğun da etkisiyle kendini kaybedip Irmak'a saldırmış ve Irmak kendini korumak için ona şişeyle vurmak zorunda kalmıştı. Cem yere yığılmış ve Irmak onu öldürmüş olabileceğini düşünmüştü. Şok ve korku içinde Cem'in evinden çıkıp bir taksiye atladığı gibi yardım istemek üzere Atlas'ın evine gitmişti. Ama hayatının şoku, kapıda onu bekliyordu: Kapıyı çıplak bir şekilde açan Atlas'ın arkasında, en yakın arkadaşı Aslı da çıplak bir şekilde duruyordu. Çıplak. Ç-ı-p-l-a-k. Buranın altını iki kez çizmek gerekirdi. Hangisini düşünmek daha fenaydı, hangisi içini daha büyük bir buhranla kaplıyor, onu bunalıma sürüklüyordu, bilmiyordu.
Irmak şimdi Atlas'a çok öfkeliydi, kafasında yüzlerce soru işareti uçuşuyor, ona derhal burada olanların açıklamasını sormak istiyordu ama Cem konusunda daha fazla zaman kaybedemezdi.
Hemen ayağa kalktı, gözyaşlarını sildi ve Atlas'a bakıp "Sana inanılmaz öfkeliyim ve sen bana birden çok açıklama borçlusun, ama şimdi benimle gelmen gerek," dedi. "Hadi hemen üstünü giyin."
"Neler oluyor?" dedi Atlas.
"Atlas ben… Ben galiba… Cem’e kötü bir şey yaptım… Onu öldürmüş olabilirim."
Irmak bu dediğine Atlas'tan cevap olarak "NE?!" gibi büyük bir tepki, bağırma, çağırma, şok olma bekliyordu. Ama Atlas bunu beklediği kadar büyük bir tepkiyle karşılamadı. Hatta bu onu bir an için zamandan koparıp geriye, geçmişe götürdü sanki. Yeşil gözleri buz tutmuş bir gölün kırılgan tabakası halini aldı, donuklaştı.
"Sen... Sen gerçekten birini öldürdün mü?" Ses tonunda tuhaf bir tılsım vardı. Sözcükler ağzından Irmak'ın bunu yapmış olma ihtimalinden etkilenmiş gibi çıkmıştı. Ama Irmak'ın kafası o kadar doluydu ki, bu detaylara dikkat edip ondan bir tuhaflık sezecek hali yoktu.
"Bilmiyorum... Ne yapacağımı bilmiyorum. Lütfen onun evine gidip bakalım."
Atlas bir an'lığına girdiği transtan çıkmış gibiydi şimdi. "Ama Aslı..." dedi, parmağının ucuyla odasının kapısını işaret ederek.
Irmak'ın on dakika önce gördükleriyle zaten kırılmış olan kalbi, o an bir kez daha çatırdadı. "Sana şu an Cem'i öldürmüş olabilirim diyorum, sense bana hala Aslı'dan mı bahsediyorsun?" dedi kırılgan bir sesle. "Yalvarırım Atlas, çok korkuyorum."
"Ah, şey, tamam ama..." dedi Atlas. Etrafına bakınıp kıyafetlerini aradı.
"Ne? Kıyafetlerin yatak odasında mı?" dedi Irmak, ona kıyafetlerini bulması için bir an önce yardım etmek istercesine.
"Şey... Yok..." Atlas kafası karışmış gibi ona arkasını döndü ve havlusunu yere bırakıp –şimdi sadece boxer'ı kalmıştı üzerinde– salona gitti. Giysileri koltuğun üstündeydi. Irmak buna çok bozuldu. Demek onlar da sevişmeye salonda başlamışlardı. Atlas bir dakika sonra antreye geri döndü.
"Gömleğini ters giydin," dedi Irmak.
Böylece apar topar evden çıktılar.
*
Atlas'ın motosikletiyle Cem'in evine giderlerken Irmak düşmemek için bile olsa ellerini onun beline dolamak istemiyordu. Kapıdaki o sahnenin bir açıklaması vardı, elbette vardı, olmalıydı, olmak zorundaydı. Ama yine de Atlas onu aldatmıştı. Irmak birlikte oldukları geceyi hatırladı, dün geceyi (Sanki üstünden asırlar geçmiş gibiydi. Ah, son yirmi dört saatte ne çok şey olmuştu). Irmak ona "Sen bana her şeyini anlattın ama benim de sana söylemek istediğim bir şey var" diyerek Cem'den bahsetmişti ama aslında Atlas da kendi payına düşen her şeyi söylememişti. Mesela Irmak'la öpüşüp sevişirken aslında bir kız arkadaşı daha olduğunu. Ve bu kişi Aslı çıkmıştı!
Ama Irmak şimdi bunları düşünemezdi. Çünkü düşündükçe Atlas'a çok öfkeleniyordu ve bir motosikletin arkasında ellerini onun beline dolamış olmaktansa, o ellerle Atlas'ı motosikletten aşağı itivermek istiyordu. Ama şimdi hedefe, amaca odaklanmalılardı.
"Tam olarak ne olduğunu anlatır mısın?" dedi Atlas, bir belediye otobüsünü sollayıp önüne geçerken.
"Ne?" dedi Irmak. Rüzgar ve akşam trafiğinin uğultusu yüzünden ne dediğini duymamıştı.
"Cem'e niye gittin?"
“Niye mi gittim?” Sahi, niye gitmişti? Bunu hatırlaması için kendisinin de durup bir an düşünmesi gerekti. “Sana ondan ayrılacağımı söylemiştim. Evet, ben sana kendimle ilgili gerçekleri anlattım Atlas. Senin gibi bazılarını kendime saklamadım. Hayatımda ne varsa sana anlattım!"
Atlas bu imayı duymamış ya da aldırmamış gibi davranmayı tercih etti.
"Onunla ayrılık konuşması yapmaya gittim ama Cem deliye döndü. Bana..." Irmak bunun ne kadarını söyleyebilirdi ki? Cem ona resmen... Bunu şimdilik üstü kapalı anlatması daha iyi olurdu. "Bana saldırdı," diye geçiştirdi. "Ben de şişeyle ona arkadan vurdum ve evden kaçtım."
"Hmm, senin için cidden talihsiz bir gece," dedi Atlas.
Irmak kaşlarını şaşkınlıkla kaldırdı. Bu benimle dalga mı geçiyor? Onu arkadan dürtükledi.
"Ahh, n'apıyorsun?" dedi canı yanan Atlas.
"Geldik, onu diyorum," dedi Irmak. Sahiden de Cem'in oturduğu apartmana yaklaşmışlardı.
Atlas motosikleti park etti. Irmak apartmana girmeden önce Cem'in hala ışık yanan üst kat penceresine baktı. Atlas, "Önden ben gireyim istersen," dedi ve apartmanın kapısından girdi.
Ne olursa olsun centilmenliği elden bırakmıyoruz, diye düşündü Irmak.
Cem'in oturduğu kata çıktıklarında, dairenin kapısını açık buldular. Irmak, evden alelacele çıkarken kapıyı kapatmadığını hatırladı. Atlas, "Ona nerede vurdun, nerede bayıldı?" dedi.
"Bayıldı mı emin değilim... Belki çok daha kötüsü oldu," dedi Irmak, bir anda kendini tutamayıp ağlamaya başlayarak. Tekrar Cem'in evine gitmek kendini çok korkunç hissettirmişti. Cem'in ona ve onun Cem'e saldırdığı an'ları, zihninde adeta yeniden yaşamaya başlamıştı. Her şey capcanlı bir şekilde gözünün önündeydi. Cem onu yere fırlatmış ve Irmak yere düşerken başını sehpanın kenarına çarpmıştı. Cem'in üstüne binip elini pantolonunun kemerine götürdüğü sahnenin Irmak'ı uzun bir müddet daha kabuslarında ziyaret edeceği şüphe götürmüyordu. Elini istemsizce alnına götürdü. Parmaklarına kurumuş kanın tozları bulaştı.
"Tamam işte, nerede?" dedi Atlas.
"Sa-salonda... Hemen solda..."
Böylece Atlas açık olan kapıdan yavaşça içeri süzüldü. Irmak'ın ona bakarken düşündüğü şeyin ayakkabılarını çıkarmadı olması, içine düştüğü durumun vahametini ciddiye almak istemediğinden başka bir şekilde açıklanamazdı. Cem'i öldürmüş olması söz konusuydu ve bu sorunun cevabıyla birkaç saniye sonra yüzleşecekti. Birkaç adım geriden Atlas'ı takip etmeye başladı. Çok korkuyordu. Atlas salona girince Irmak'ın kalbi buna dayanamadı, geride kalıp duvara yaslandı ve gözlerini kapattı. Ve kulaklarını. Neler olduğunu bilmek, duymak istemiyordu. Bir dakika sonra Atlas'ın salondan döndüğünü duydu. Irmak, onun Cem'in ölüsünü salonda yerde bulduğunu söylemesine hazırlandı.
"Ne var, konuşsana Atlas?" dedi, sessizlik uzayınca.
"Yok."
“Ne yok?"
"Salonda kimse yok Irmak."
"Bu mümkün değil!" diyen Irmak koşar adımlarla salona gitti ve aslında mümkün olduğunu gördü: Cem sahiden de orada yoktu. Parkenin üstünde yüzlerce parçaya ayrılmış şişenin cam kırıkları ve birkaç damla kurumuş kan vardı, saksıda da yanıp yok olmuş Atlas Kitabı'nın külleri hala usulca ütüyordu, ama Cem yoktu. Yoktu. Yoktu.
“Bu-buradaydı..." diye kekeledi Irmak, yeri işaret ederek.
"Demek ki gitmiş," dedi Atlas.
"Polise... Polise mi gitti yoksa?" dedi Irmak dehşete kapılarak. "Aman Allah'ım! Atlas! Aman Allah'ım!" Gözleri adeta yuvalarından fırlamıştı.
"Sakin ol..." dedi Atlas, onu kolundan tutarak. "Ona bizimle ilgili tam olarak ne anlatmıştın, hatırlıyor musun?"
Irmak'ın sinirleri fena halde gerilmişti. "Atlas, şu an hiçbir şey düşünecek halde değilim..."
"Irmak, hatırlamaya çalış lütfen."
"Ben... Aslında benim bir şey anlatmama kalmadan, o bana dün geceyi nerede geçirdiğimi sordu..."
"Sen ne cevap verdin?"
"Cevabı o verdi... Senin evinde olduğumu biliyordu."
Atlas'ın gözleri kocaman açıldı. "Yani benim evimin adresini biliyor?"
"Bunun ne önemi var şimdi Atlas?" dedi Irmak, ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözlerini ona çevirerek.
"Cem... Belki de polise gitmemiştir. Acele etmeliyiz!"
*
Aslı kulağını kapıya dayamış, dinliyordu. İçeriden gelen sesler kesilmişti.
Temkinli adımlarla odanın kapısını açtı. Kafasını koridorun önce sağına, sonra soluna çevirdi, ardından parmak ucunda odadan çıktı. Ev boş gibiydi. Gitmişlerdi.
Mutfağa gidip bir bardak su içmeliydi. Bu heyecan onu susatmıştı. Kendi kendine gülümsedi. Irmak’ı, Atlas’la sevgili olduğuna inandırmayı başarmıştı.
Ama yine de onun için endişeleniyordu. Tam anlayamamıştı ama kapıdan duyduğu kadarıyla Cem'le bir arbede yaşamış, ona saldırmak durumunda kalmıştı. Alnındaki yarayı görmüştü Aslı. Acaba çok ciddi bir şeyi var mıydı? Şimdi Atlas'la birlikte Cem'in evine gitmişti. Şu an orada, onun yanında olabilmeyi o kadar çok isterdi ki...
Ama bu mümkün değildi.
Kapıda Irmak'ı görünce şok olmuş gibi davranmıştı.
Aslında onu cidden beklemiyordu, yani gerçekten de şok olmuştu.
Bu beklenmedik gelişme karşısında ne yapacağını şaşırmış, ama çabucak toparlanıp verebileceği en mantıklı tepkiyi düşünmeye çalışmıştı. Oyunculuk derslerinde hocalarının defalarca tekrarladığı ipuçlarını saniyeler içinde kafasından geçirmişti. Aşık olduğu erkeğin onu en yakın arkadaşıyla aldattığını öğrenen bir kız ne yapardı? Hiç şüphesiz sevgilisine tokat atar, kıza da hakaret ederdi. O da aynısını yapmıştı. Atlas'a tokat atıp ona "köpeksin sen" demiş, Irmak'a da hayal kırıklığına uğramışçasına bir şeyler mırıldanmıştı ama ne dediğini o bile hatırlamıyordu. Onun için bunları yapmak o kadar zor olmuştu ki... Bunun Irmak'ı ne kadar yaralamış olabileceğinin farkındaydı. Ama başka çaresi yoktu.
Başladığı bu oyunu sürdürmek zorundaydı.
Gözlerini çift kişilik yatağa çevirdi. Yorganı şekillendiren kırışıklığa bakılırsa, altında saklanan biri vardı. Sırf şaklabanlık olsun diye yorganın altına girmiş, birinin gelip yorganı kaldırmasını bekliyordu. Yatağın dışına taşmış ayakları sabırsızlıkla sallanırken, Aslı her ne kadar dışarıda bir yerde biricik arkadaşı Irmak kötü bir şeyler yaşıyor olsa da, gülümsemeden edemedi.

“Orada havasız kalıp kendini öldürmeye mi çalışıyorsun?” diye sordu. “Eğer öyle bir niyetin varsa, buna engel olmayacağımı bilmeni isterim.”

Yorgan birdenbire havalandı ve altından siyah saçlı, uzun boylu, çıplak bir erkek çıktı. Bakışları ateşliydi.

“Ya hadi, gittilerse gelsene...”

“Ben hala titriyorum, sen ne diyorsun!” diye karşılık verdi Aslı, bir parça kızgınlıkla.

“Ama yarım kaldı,” dedi Efe, mızıldanarak. Aslı’yı buna ikna etmesi haftalarını almıştı. Şimdi tam hedefe ulaşmak üzere onunla birlikte soyunup yatağa girmişti ki, kapı çalmıştı ve bingo: Gelmesini en son isteyecekleri insan teşrif ederek büyük kavuşmalarının içine etmişti. 

“Keser misin şunu? Ben ne diyorum sen ne diyorsun... Irmak’la Cem arasında kötü bir şeyler oldu galiba... Ortada ciddi bir durum söz konusu olabilir.”

“Boş versene. Bırak onlar halletsin. Biz de kendi meselemizi halledelim.” Eliyle yatağın diğer tarafına pat pat vurdu. “Hadi gel bebeğim.”

Aslı’nın içinden ona kızmak gelse de, Efe her ne olursa olsun onu güldürmeyi başarabiliyordu. Bu çocukta şeytan tüyü var, diye düşündü. Onu gördüğü ilk an, hislerine karşı koyamayacağını anlamıştı Aslı. Nihayet ilk kez birlikte olmak üzerelerken Irmak’ın gelmesi büyük talihsizlikti. Kapının çaldığını bile duymamışlardı aslında. Aslı, Efe’yle selfie çekmek için, salonda bıraktığı telefonunu almak üzere yatak odasından çıkmış ve bir anda Irmak’la burun buruna gelince neye uğradığını şaşırmıştı. Ama yaptıkları büyük aptallıktı. Efe’yle böyle bir şeyi o evde, o yatakta yapmamaları gerektiğini bilmeleri lazımdı. 

“Efe, ben Irmak’ın peşinden gideceğim,” dedi, odadan çıkmak için hamle yapıp.

“Seni hiçbir yere bırakmıyorum,” dedi Efe ve bir hışımla yataktan fırladı. Aslı’nın kaçacak zamanı yoktu. Efe üstüne atlayıp onu duvarda sıkıştırdı, Aslı onu gülerek ittirdi. İkisi de eğleniyorlardı. Efe, onun üstündeki ropdöşambırı çıkarıp yere attı ve onu kendine doğru çekti. Tam o sırada kapı çaldı.

“Kapı!” dedi Aslı ve fırsattan istifade Efe’nin kollarının arasından sıyrıldı. Ropdöşambırı aceleyle tekrar sırtına geçirip, “Üzgünüm ama yine yarım kaldı,” diye muzipçe dil çıkararak odadan kaçtı. Efe ona kahrından ölüyormuşçasına baktı. Sonra kimin geldiğini görmek için peşinden koridora çıktı. Ama kapı açılana kadar kapıya değil, Aslı’nın her bir santimine öpücük kondurmak istediği o güzel bacaklarına bakmaya devam etti. 

Aslı kapıyı açana kadar, Atlas’ın geri döndüğünü düşünüyordu. Açınca bir şokla daha karşılaştı: Gelen Atlas değildi, heybetli mi heybetli bir adamdı. Kendisiyle birlikte soğuk gece havasını da beraberinde getirmiş gibiydi. Adam onun çıplak ayaklarına, ropdöşambırdan taşan göğüslerine baktı ve “Üşüteceksin, git de artık giyin,” dedi, imalı, kızgın ve kınayan bir şekilde. Aslı ne yapacağını bilemiyormuşçasına Efe’ye baktı. Efe’yse içinden lanet okuyordu. Adamın er ya da geç geleceğini tahmin ediyordu, ama keşke ona bu şekilde yakalanmasaydı: Yani yine üstsüz bir kızla ve yine üzerinde sadece boxer’la. Aslı’ya baktı; gözleriyle yaptığı bir işaretle kendisine destek çıkmasını söyledi. Onunla ilişkisinin ciddi olduğunu, bunun –bu seferkinin– gelip geçici bir şey olmayacağını adama kanıtlaması gerekiyordu. Bu sessiz mesajı alan Aslı yanına gitti ve kapıdaki adama nispet yaparcasına boynuna birkaç tane ıslak öpücük kondurdu. Sonra da hızla yatak odasına dönüverdi.

Kapı eşiğinde adamla baş başa kalan Efe, “Sen de soyunup bize katılmak ister misin?” diye dalga geçecek kadar rahatlamıştı. 

“Senin testosteronunu şey edeyim ben,” dedi Necati ve ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi.
12. bölüm sonu, devam edecek
-----------********------------
instagram.com/ofluoglumert
facebook.com/ofluoglumert
twitter.com/ofluoglumert

18 Şubat 2018 Pazar

TELEVİZYONDA İZLEDİĞİM 7 PROGRAM!

Ekranda hep aynı şeyleri izlemekten bıkmadık mı? Sürekli dizi dizi dizi, aynı tarzda programlar, ucuz reality show'lar, izdivaçlar bitti yerine cinayet programları geldi, hele bir de şimdi haftanın yedi günü Survivor başladı ki yine ortalığı tutacak falan ama hep aynı taktik: Kavga, gürültü, dövüş, çirkeflik. Peki ekran gerçekten bu kadar kötü mü? Bence değil. İşte yemekten müziğe, sanattan yarışmaya, size "Aaa, televizyonda böyle bir şey de mi varmış?" dedirtecek program ve kanal önerilerim. 

1 - Kelime Oyunu



Hafta içi ve hafta sonu her akşam yayınlanan Kelime Oyunu, Ali İhsan Varol'un esprili sunumuyla ekranı neşelendiriyor. Beş yarışmacı dört harfliden on harfliye kelimeleri bulmak için yarışıyor. Ekran başında size de soruların cevabını tahmin etmesi kalıyor. Sorulara bazen basit, bazen zor, bazen saçma diyorum ama yine de izlemeye devam ediyorum. Gün birincisi olan hafta birinciliğine, hafta birincisi olan da ay birinciliğine oynuyor. En güzel tarafıysa büyük bir para ödülü olmaması. Bu da yarışmayı daha samimi bir hale sokuyor. Kelime Oyunu, şu sıralar ekrandaki en iyi yarışma programı. 

Kanal: Teve 2 
Ne zaman: 18.45, her gün

2 - TLC




Ben bu kanala ara ara sarıyorum. Şimdi yine öyle bir dönemdeyim. Cnbc-e'yi özlemle ansak da, yabancı programları yayınlayan TLC de idare eder. Dekorasyon ve ev programı sevenleri mutlu edecek formatlar var kanalda. Alaska Evleri, Dağ Evleri, Kumsal Evleri gibi programlarda ev alacaklar farklı konseptlerde üç evi gezip karar vermeye çalışıyor. Emlakçılar evlerin artılarını ve eksilerini söylüyor. Alaska Evleri'nde el değmemiş arazilerde çam ağaçlı geyikli müthiş orman manzaraları, Kumsal Evleri'nde iskele üzerine kurulmuş evler gibi enteresan fikirler sizleri bekliyor. Yurt Dışındaki Evim'de ise her programda farklı bir ülkedeki evler geziliyor, pazarlıklar yapılıyor, ama bir sonuç alamadan evi gezenler "Eee... biz bir düşünelim" deyip hiçbir şey almadan ülkelerine geri dönüyorlar. E bu da böyle bir format. Zaten bir Rus programı ve asıl amacı farklı ülkelerden, özellikle de güney kıyılarından ev almak isteyen Ruslara fikir vermek. Bazen Türkiye'ye de geliyorlar. Kupon Çılgınlığı ve Ekstrem Cimriler'se her şeyini kuponla bedavaya alan, para harcamamak için her türlü yolu deneyen insanları ekranlara taşıyor. Kısacası akıllara zarar bir sürü program var TLC'de. Unutmadan, Kalabalık Aile, Adam ve Danielle'in beşiz bebekleriyle olan maceralarını anlatıyor! Ağlayan, etrafı dağıtan bebekler, onların sağlık sorunları derken bazen bebekleri unutup çiftimizin gündelik yaşantısını da gösteren bir "doğal" reality show aslında bu. Program bizde birkaç yıl geriden geliyor olmalı. çünkü internetten baktım, şimdi beşiz bebekler büyümüş, karta kaçmışlar. Ama yine de bebek bebektir yav.

3 - Sony Channel



Sony Channel de TLC gibi her telden yayın yapıyor. Bir yandan Gossip Girl, Pretty Little Liars gibi yabancı dizilerin tekrarlarını verirken, öte yandan Lale Devri ve Karagül gibi yerli dizileri gösterebiliyor. Arada The Dr. Oz Show’a ya da Planet Mutfak’taki yemek programlarına da rastlayabilirsiniz. Akşamlarıysa, bazen yakın tarihte gösterime  girmiş ya da popüler yabancı filmleri göstererek şaşırtabiliyor.

4 - Mezzo TV



Benim gibi caz müziği, dev caz orkestralarını, blues ve klasik müzik gibi türleri seviyorsanız, Mezzo TV tam size göre! Sabahtan akşama dek arka planda açık durabilir, hafif hafif çalan müzikle oradan oraya salınabilirsiniz. Ella Fitzgerald konserlerine de rastlayabilirsiniz, tiyatro ve opera gibi gösteriler de. Geçenlerde Handel'in Agrippina operasını havuz başında geçen değişik bir sahnelemeyle gösteriyorlardı. Sürprizlerle dolusun, Mezzo TV. 

5 - Bloomberg HT



Doğa Rutkay’la Her Şey Bu Masada, Ayhan Sicimoğlu ile Renkler, Bloomberg HT Magazin, Silvia's Italian Table, Spice Trip gibi pek çok yerli yabancı program var bu kanalda. Spice Trip'te yemekleri farklı kılan baharattır mottosuyla iki aşçı yerel baharatları keşfe çıkıyor (hatta ben bu yazıyı yazarken yani bugünkü bölümde Türkiye'ye gelmiş kimyonlu yemekler yapıyorlardı). En sevdiğim I Own Australia's Best Home’da ise (ama şu sıralar vermiyor, ellerindeki bölümler bitti galiba) Avustralya’nın en güzel evini arayan üç tasarımcıyla birbirinden değişik evlere konuk olabilirsiniz. Evet, en son izlediğimde içlerinden biri kaldığı evi test etmek için duş bile yapıyordu! "Sıcak su akmıyor!" 

6 - Sizi Böyle Alalım 




Pınar Altuğ Atacan zaman zaman yemek programı yapıp sonra ara veriyor, sonra tekrar geliyor falan (içerik olarak değil ama bu açıdan Derya Baykal’ın programı gibi aslında). Şimdilerde de Fox’ta Sizi Böyle Alalım diye bir yemek programı yapıyor Altuğ. Çok da güzel yapıyor, bir saatte güzel tarifler veriyor. Bazen ünlü konuklarla, bazen de, herhalde çağıracak ünlü bulunamadığı için “sıradan” insanlarla mutfakta yemek yapıp sohbet ediyor. Eli yüzü düzgün, temiz bir program. Ah bir de şu tarifleri altta hızlıca kayıp giden bantla değil de, daha geniş geniş, uzun uzun gösterseler. 

Kanal: Fox
Ne zaman: 12.45 

7 - Bonus: Diziler

Gülizar



Gülizar: Karanlık Orta Çağ şatolarını andıran bir çiftlikte geçen dizide, belki fazla sürpriz yok ama iyi oyunculuklar, temiz, akıcı ve anlaşılır bir senaryo var. Farah Zeynep Abdullah oyunculuğu bırakıp şarkıcılığa soyunmaya iyiden iyiye başlamış olacak ki, son projelerinde sürekli şarkı söyleyen karakterleri canlandırıyor. Gülizar karakteri, enerjisi, muzipliği, hırçınlığı ve tavırlarıyla geçen sezonun iddialı dizisi Hayat Şarkısı'nda Burcu Biricik'in canlandırdığı Hülya'yı andırıyor yer yer. Dizinin casting'i oldukça iyi. Berk Cankat sakin, soğukkanlı veteriner Murat rolünün altından başarıyla kalkıyor, Ebru Cündübeyoğlu Suzan rolünde döktürüyor. Dizinin gizli favori ikilisiyse Emre Taşkıran'ın Teksoy'u ve Mahperi Mertoğlu'nun Şerif'i. Gerçekten belalılar ama çok da komikler! Ben böyle kalabalık oyuncu kadrolarını, detaylı karakter listelerini seviyorum. Bir kitap okur gibi izliyorsunuz çok karakter olunca. Laf aramızda, ilk bölümünü, yani kızın yıllar sonra babasının yanına, kırsal hayata dönmesi vb. hikayesini benim Ters Düz'e de birazcık benzetmedim değil. 

Kanal: Kanal D
Ne zaman: 20.00, cumartesi 

- Yuvamdaki Düşman 



Aslı Tandoğan melek Yasemin, Ece Çeşmioğlu ise melek yüzlü şeytan Ceren karakterinde son derece başarılılar ama iyi konusuna/çıkış noktasına rağmen senaryosu hiç iyi yazılmıyor Yuvamdaki Düşman'ın. Bakıcı olarak eve girip kafayı taktığı Yasemin'in kocasını, bebeğini ve evini elinden almak isteyen Ceren'in yapamayacağı kötülük yok. Evin her köşesinden, duvarların arkasından, vazoların ardından sinsi sinsi çıkıp planlar yapıyor. Ancak senaryo i-ler-le-mi-yor. Nebahat Çehre de bu nedenle diziye pek bir etki yapamıyor. Tıpkı Ufak Tefek Cinayetler gibi hayatını kaybeden değil ama hastanede olan bir karakteri göstererek, flashback vs. yaparak ilerliyor dizi, bu da dizilerde yeni moda oldu sanırım. Ama bu dizinin böyle bir şeye ihtiyacı yoktu. Biraz soğuk, mesafeli duruyor şimdilik Yuvamdaki Düşman. Perşembe akşamları Vatanım Sensin, Bizim Hikaye gibi dizilerin karşısında başlaması da baştan 1-0 geride başlattı Yuvamdaki Düşman'ı. Yine de, psikolojik-gerilim türündeki hikayesiyle yeni bir Güllerin Savaşı olan diziyi, eğer reyting kurbanı olmazsa izlemeye devam edeceğim. Aslı Tandoğan için, müzikleri için, kısmen de olsa alternatif bir iş olduğu için. Ama senaryonun acilen toparlaması şart! 

Kanal: Show 
Ne zaman: 20.00, perşembe 

Ufak Tefek Cinayetler



Daha önce de yazmıştım, sezon başından beri oyunculukları için izlemeye devam ettiğim tek dizi ancak şu aşama itibariyle fazla teatral bir hal almış durumda. Bendeki inandırıcılığını kaybetmeye başladı. Her şey fazla dekor, fazla kostüm gibi duruyor her geçen bölüm. Gökçe BahadırAslıhan GürbüzTülin Özen kendilerini hala izlettiriyor ama yabancı dizileri düpedüz taklit eden (Desperate Housewives + Big Little Lies) olay örgüsü ve konusu Ufak Tefek Cinayet'leri her geçen bölüm daha yapmacık bir vaziyete sokuyor. Zamanda bir ileri-bir geri gitmek yedi bölümlük bir dizi için doğru strateji olabilir ama hiç kimse Haziran'a kadar bir cinayetin işlenmesini beklemez, kusura bakmayın. Bir de sezon sonunda ölecek olan kişinin, şimdiye kadar görüp tanıdığımız karakterlerden biri olması gerekir. Gerçek polisiye böyle yazılır. Yoksa son bölüm araya sıkıştırıverilmiş bir figüranın camdan düşmesi, hiçbir anlam ifade etmez. Ufak Tefek Cinayetler beni biraz sıkmaya başladı... 

Kanal: Star
Ne zaman: 20.00, salı 

Aşk-ı Memnu



Ve bonusun bonusu! Hangimizin gözü, ekranda tekrarı çıkınca ona şöyle bir takılmıyor ki? Beren Saat'li Bihter'i, Kıvanç Tatlıtuğ'lu Behlül'ü, Adnan Bey'i, Matmazel'i, Firdevs Hanım'ı... Şimdi de böyle dizi çeksinler istiyorum ya, çok şey mi istiyorum!

Kanal: Teve 2
Ne zaman: 12.00, hafta içi 

Peki siz bu programlardan hangisini izliyorsunuz? Yoksa ilk kez benim bu yazımla birlikte mi öğreniyorsunuz çoğunun varlığını? Hadi yazın bana ve yeni tavsiyeler de verin! Yorumlarınızı merakla bekliyorum! 

Sevgiler...

Sosyal medya hesaplarım: 

twitter: @ofluoglumert
instagram: @ofluoglumert
facebook: @ofluoglumert 

13 Şubat 2018 Salı

ÇİZGİ ROMAN OKUR MUSUNUZ?

Kendi kitaplığımdan 

Ooooof, lütfen bu çizgi romanların devri bitmesin ya!

Zagor, Çiko, Dylan Dog, Martin Mystere, Mister No, Julia ve daha niceleri… 

Ne çok severim… 

Ben çocukken hep çizgi roman yapardım, bir sürü farklı karakterlerim ve dünyalarım vardı, hatta bu yazma işine de aslında resimli öykü ve çizgi roman yaparak başladım. 

Şimdilerde tamamen hikaye ve roman yazarlığına yönelmiş olsam da, yine arada bir çizgi roman yapmıyor değilim. 

Peki siz çizgi roman okur musunuz? 

Belki de yabancısınız onlara. 

Eğer öyleyse doğrudur... 

Zagor'dan bir kare. 

Çünkü bundan on yıl öncesine dek hala iyi durumdaydı çizgi roman sektörü ama dijital gelişmeler ve teknolojiyle birlikte -en azından bizim ülkemizde- artık çok sınırlı bir kitlenin ilgisi, hobisi, merakı dahilinde kaldı. 
Dylan Dog'dan sözsüz bir sayfa 

İşte polisiyeden gizeme, dramdan suça (benim en çok sevdiğim türler de bu real life temelli olanlar) pek çok farklı konuyu işleyen bu Zagor, Dylan Dog falan da aslında en parlak dönemlerini babalarımızın zamanında yaşadılar ama ben hala onları okumayı çok seviyorum. 

Sayıları az da olsa çok sıkı takipçileri olduğu için neyse ki hala kitapçılarda rastlıyoruz her ay yeni sayılarına. Evet, kitapçıda gördüğünüzde “Aman bunlara kim para veriyor?” diyorsanız, itiraf vakti: İşte o benim, o kitapları ben alıyorum! 

Size de, yeni keşifler yapmak için kendinize bir şans tanımanızı tavsiye ediyorum. 

Çünkü tepeden tırnağa bir kitap kurdu olmak bunu gerektirir…

Sosyal medya hesaplarım: 

twitter: @ofluoglumert
instagram: @ofluoglumert
facebook: @ofluoglumert 

8 Şubat 2018 Perşembe

CEBİMDEKİ YABANCI: SİZ BU OYUNU OYNAR MIYDINIZ?

Şu sıralar hem tiyatroya hem de sinemaya bol bol gidiyorum. Hepsini yazacağım ama bu yazım sinema yazısı olacak. Geçen hafta Arif v 216’yı izledikten sonra bugün de Cebimdeki Yabancı’yı izledim. Ferzan Özpetek yapımcılığında, Serra Yılmaz yönetmenliğinde çekilen film aslında bir uyarlama. Yani konu ve senaryo orijinal değil. Bu bir İtalyan filminin uyarlaması. Hatta konusu gereği o kadar popüler olmuş ki, şimdilerde diğer ülkelerde de çekiliyor. Bizdeki ismi de Cebimdeki Yabancı oldu…


Sürprizli, gerilimli, duygusal ve komik bir film Cebimdeki Yabancı. Yedi yakın arkadaşın bir akşam yemeğinde masum gibi görünen bir oyun oynamaya karar vermesiyle başlıyor. Oyunun kuralı aslında çok basit: Gelen mesajlar herkese açık bir şekilde okunacak, çalan telefonlar hoparlörlerden herkes tarafından dinlenecek… Hiçbir gizli saklı olmayacak yani. Tabii iş, bunu uygulamaya gelince, bu o kadar da kolay olmuyor. Çünkü saklanan kirli çamaşırlar, yasak aşklar, aldatmacalar, sırlar var.

Filmin fragmanını (ve filmi) izlediğimde, bu konunun bir sinema filminde değil de iyi bir tiyatro oyunu olarak sahnede işlenmesinin daha iyi olacağını düşündüm açıkçası. Çünkü bir buçuk saatlik film baştan sona bir yemek masasının etrafında geçiyor! Tek mekanlı, az kamera hareketi olan bir film bu. Yani tiyatro oyunu olmaya çok uygun. Kamera ya yüzleri ya da geniş açıdan masayı gösteriyor, o kadar. Yüzler öyle zoom altındaydı ki, bazen o kadar yakını izlemekten gözlerim yorulmadı değil.

Şebnem Bozoklu, Leyla Lydia Tuğutlu, Çağlar Çorumlu, Şükrü Özyıldız, Serkan Altunorak, Belçim Bilgin ve Buğra Gülsoy’dan oluşan cast gayet iyi seçilmiş. Ben en çok Şebnem Bozoklu’nun, Şükrü Özyıldız’ın ve Buğra Gülsoy’un performanslarını beğendim. Özyıldız, filmde çapkın ve yeni evlendiği karısını aldatan bir fitness hocasını canlandırıyor (hem de, izleyince şaşırarak öğreneceksiniz ki, pek çok farklı kişiyle). Gülsoy ve Bozoklu ise uzun yıllardır evli olan, sorunlar yaşayan bir çifti oynuyor. Gülsoy, onu görmeye hiç alışık olmadığınız bir halde, bıyıklı bir baba olarak karşımıza çıkıyor. Bozoklu’ya gelince… Onun performansı gerçekten iyiydi. Filmin en iyisinin o olduğunu söyleyebiliriz.

Dediğim gibi, filmde hiçbir aksiyon, sahne atraksiyonu yok. Başından sonuna bir buçuk saat boyunca yemek masasında oturup kimi zaman gerilen, kimi zaman eğlenen yedi arkadaşın muhabbetine ortak oluyoruz. Hatta oyuncular bile çekimler sırasında sadece masada oturmaktan ve her gün aynı yemekleri yemekten yorulmuş! Ama filmin çekimleri çok kısa sürmüş zaten.

Filmin final jeneriğinde food stylisyt’lerin adının da yazmasını sevdim. Çünkü bu filmde kesinlikle yiyecekler de en az oyuncular kadar başrolde! Serkan Altunorak’ın canlandırdığı karakter gece boyu ikramların ardı arkasını kesmiyor. Tatlılardan tuzlulara, masayı donattıkça donatıyor. Karakter aşçı değil, o zaman beş yıldızlı bir otelin açık büfesini aratmayan bu maharet nereden geliyor? Bununla ilgili birkaç diyalog olabilirdi. Yemeklerin bu kadar ön planda olması gayet lezzetliydi. Burada da filmin bir İtalyan filmi olduğu ve yönetmenin yemeğe olan ilgisi, merakı bilinen Serra Yılmaz olması akıllara geliyor tabii.

Film boyunca filmin bir uyarlama olduğunu hatırlatan bir diğer konuysa, her karakterin birbirini birbiriyle aldatması. Öyle ki, Türk dizilerimizdeki entrikalar bile sönük kalıyor yani. Herkes mi birbirini aldatır, yasak aşk yaşar, birbirinin arkasından kuyu kazar! Yedi karakterden sadece biri, Leyla Lydia Tuğutlu’nun karakteri tüm bu olayların dışında, saf kız olarak karşımıza çıkıyor. Kalan altı karakterin altısının da kirli ilişkileri, sırları ve aldatma hikayeleri var. Bu kadarı da biraz fazla tesadüf olmuş gibi. Ama olmayacak şey de değil tabii ki.

Uzun lafın kısası… Cebimdeki Yabancı, kadrodaki oyunculardan sırf birini seviyorsanız bile, gidip izlemek isteyebileceğiniz bir film. Ama hem beklenen gerilim doruk noktası yaşanmadan bitip kısa sürdüğü hem de konusu ve çekimleri gereği bir sinema filmini değil de bir tiyatro oyununu andırdığı için, mutlaka izlenmesi gereken bir film de değil.

Benim notum: 6/10

Siz bu filmi izlediniz mi? Ya da izlemeyi düşünüyor musunuz?

Peki siz ailenizle, arkadaşlarınızla böyle bir oyunu oynamaya var mısınız? Sizce telefonlarımızdaki hayatımız sadece bize mi kalmalı, yoksa onları yakınlarımızla paylaşmak o kadar da kötü bir fikir değil mi?

Yazın, bekliyorum!


Sosyal medya hesaplarım: 

twitter: @ofluoglumert
instagram: @ofluoglumert
facebook: @ofluoglumert 

SİNEMADA İKİ FİLM

Son günlerde sinemada iki filme gittim. İlki, The Substance. Yani Cevher. Bence mutlaka görülmesi gereken, ama son derece rahatsız edici bir...