BİR AN ZAMAN donmuş, hepsi olduğu yere çivilenip kalmıştı sanki. Bakışları birbirleri üzerinde dans ediyor; Irmak Aslı’ya, Aslı Irmak’a bakıyordu. Atlas'sa sanki orada olup bitenlerin dışında kalmak istercesine, hatta belki de sebep olduğu durumun farkında bile olmadan, gözlerini ne Aslı'ya ne Irmak'a, yalnızca kapının yanındaki anahtarlığa dikmişti.
Sonsuzmuş gibi gelen bu ne yapacağını bilememezliğin ardından, Aslı harekete geçti. Üstündeki ropdöşambırın kuşağını hırsla savurup Atlas'ın karşısına gitti ve “Sen aşağılık bir köpeksin!” deyip ona tokat attı. Atlas elini şaşkınlıkla yanağına götürerek "Köpek-ne?" diye kekeledi. Aslı sonra Irmak'a bakıp yazıklar olsun dercesine "Bunu senden hiç beklemezdim," dedi. Irmak o an anladı... Aslı'nın da hiçbir şeyden haberi yoktu. O da Atlas'ın hayatındaki tek kız olduğunu sanıyordu. Ama bu nasıl bir tesadüftü böyle? İki yakın arkadaşı aynı erkeğin evinde (ve görünen o ki, yatağında) buluşturan şey ne olabilirdi? Mutlaka bir açıklaması vardı. Mutlaka. Irmak durumu ona izah etmek istedi ama dudakları şok içinde birbirine kenetlenmişti. Zaten Aslı da hiç zaman kaybetmeden, ağlayarak Atlas'ın yatak odasına koşup kendini kilitledi.
Nihayet ayaklarının bağı çözülünce, hemen içeri girip Aslı'nın peşinden koştu Irmak. "Aslı! Aslı açar mısın şu kapıyı?" Atlas'ın odasının kapısını yumrukluyordu ama içeride ağlamakta olan Aslı cevap vermedi, kapıyı açmadı da.
Bu olanlara inanamıyorum! diye düşündü Irmak. Daha o sabah bu kapının ardında hayatının en güzel gününe uyandığını sanıyordu, şimdiyse dünyası başına yıkılmıştı. İçeriden en yakın arkadaşının ağlama sesleri geliyordu. Sonunda Aslı'ya kapıyı açması için yalvarmaktan vazgeçti. Belli ki öfkesi ve gözyaşları dinene kadar ikisinin de yüzünü görmek istemiyordu Aslı.
Irmak bitkin adımlarla kapının önünden çekilip antreye geri döndüğünde Atlas sokak kapısını kapamış, belindeki havluyla kanepenin ucuna çökmüştü. Şaşkın ya da irkilmişten ziyade sakin görünüyordu. Irmak öfkeyle ona baktı. Atlas, onun kendisine baktığını fark edince bakışlarını hemen çıplak ayaklarına indirdi. Burnundan soluyan Irmak kendini savaş sonrası düşmanıyla toz duman içindeki arenada kalmış gibi hissediyordu.
“Bana bak," dedi ona. "Kafanı kaldır, bana bak Atlas!" Atlas başını kaldırmadı. Sonunda Irmak onu çenesinden tutup başını kaldırdı ve bir tokat da o attı. Atlas'ın dalgalı sarı saçları tokadın etkisiyle ahenkle dalgalandı, ama Atlas hala sakin görünüyordu. Biraz nefes nefese olması dışında tuhaf sayılacak kadar normaldi. Irmak ürkerek geri çekildi. Ona vurmak istememişti. Bu durumun bir açıklaması olduğundan emindi... Ama ah, hangi açıklama bunu haklı çıkarabilirdi ki?
Atlas onu aldatmıştı...
Irmak ona baktı. Atlas kalbini kırmış, onu yaralamıştı.
Aynı şeyleri içeride ağlamakta olan Aslı'nın da hissettiğinden emindi, ama şu an o Irmak'ın pis bir sevgili hırsızı olduğunu düşünüyordu.
"Özür dilerim, tokat için," dedi Irmak.
Atlas başını kaldırıp o ıhlamur yeşili derin gözleriyle ona baktı. Adeta içini okumaya çalışır gibiydi. Ve sonunda, nihayet ilk kez konuştu. "Özür dilerim," dedi. "Her şey için."
Irmak çaresizce yere, Atlas'ın ayaklarının dibine çöküp ağlamaya başladı. Nasıl bir geceydi bu böyle? Daha yarım saat önce ayrılık konuşması yapmak üzere Cem'in evine gitmişti. Ama Cem'in başından beri her şeyden haberi vardı: Irmak'ın önceki gece Atlas'ın evinde kaldığını ve aralarında bir şeyler yaşandığını biliyordu. Onun çantasındaki Atlas Kitabı'nı bulmuş ve onunla yüzleşmişti. Sonra çok öfkelenip kriz geçiren Cem kitabı yakmış ve bunun üzerine Irmak onu kesin olarak terk etmişti. Bunu kendine yediremeyen Cem, sarhoşluğun da etkisiyle kendini kaybedip Irmak'a saldırmış ve Irmak kendini korumak için ona şişeyle vurmak zorunda kalmıştı. Cem yere yığılmış ve Irmak onu öldürmüş olabileceğini düşünmüştü. Şok ve korku içinde Cem'in evinden çıkıp bir taksiye atladığı gibi yardım istemek üzere Atlas'ın evine gitmişti. Ama hayatının şoku, kapıda onu bekliyordu: Kapıyı çıplak bir şekilde açan Atlas'ın arkasında, en yakın arkadaşı Aslı da çıplak bir şekilde duruyordu. Çıplak. Ç-ı-p-l-a-k. Buranın altını iki kez çizmek gerekirdi. Hangisini düşünmek daha fenaydı, hangisi içini daha büyük bir buhranla kaplıyor, onu bunalıma sürüklüyordu, bilmiyordu.
Irmak şimdi Atlas'a çok öfkeliydi, kafasında yüzlerce soru işareti uçuşuyor, ona derhal burada olanların açıklamasını sormak istiyordu ama Cem konusunda daha fazla zaman kaybedemezdi.
Hemen ayağa kalktı, gözyaşlarını sildi ve Atlas'a bakıp "Sana inanılmaz öfkeliyim ve sen bana birden çok açıklama borçlusun, ama şimdi benimle gelmen gerek," dedi. "Hadi hemen üstünü giyin."
"Neler oluyor?" dedi Atlas.
"Atlas ben… Ben galiba… Cem’e kötü bir şey yaptım… Onu öldürmüş olabilirim."
Irmak bu dediğine Atlas'tan cevap olarak "NE?!" gibi büyük bir tepki, bağırma, çağırma, şok olma bekliyordu. Ama Atlas bunu beklediği kadar büyük bir tepkiyle karşılamadı. Hatta bu onu bir an için zamandan koparıp geriye, geçmişe götürdü sanki. Yeşil gözleri buz tutmuş bir gölün kırılgan tabakası halini aldı, donuklaştı.
"Sen... Sen gerçekten birini öldürdün mü?" Ses tonunda tuhaf bir tılsım vardı. Sözcükler ağzından Irmak'ın bunu yapmış olma ihtimalinden etkilenmiş gibi çıkmıştı. Ama Irmak'ın kafası o kadar doluydu ki, bu detaylara dikkat edip ondan bir tuhaflık sezecek hali yoktu.
"Bilmiyorum... Ne yapacağımı bilmiyorum. Lütfen onun evine gidip bakalım."
Atlas bir an'lığına girdiği transtan çıkmış gibiydi şimdi. "Ama Aslı..." dedi, parmağının ucuyla odasının kapısını işaret ederek.
Irmak'ın on dakika önce gördükleriyle zaten kırılmış olan kalbi, o an bir kez daha çatırdadı. "Sana şu an Cem'i öldürmüş olabilirim diyorum, sense bana hala Aslı'dan mı bahsediyorsun?" dedi kırılgan bir sesle. "Yalvarırım Atlas, çok korkuyorum."
"Ah, şey, tamam ama..." dedi Atlas. Etrafına bakınıp kıyafetlerini aradı.
"Ne? Kıyafetlerin yatak odasında mı?" dedi Irmak, ona kıyafetlerini bulması için bir an önce yardım etmek istercesine.
"Şey... Yok..." Atlas kafası karışmış gibi ona arkasını döndü ve havlusunu yere bırakıp –şimdi sadece boxer'ı kalmıştı üzerinde– salona gitti. Giysileri koltuğun üstündeydi. Irmak buna çok bozuldu. Demek onlar da sevişmeye salonda başlamışlardı. Atlas bir dakika sonra antreye geri döndü.
"Gömleğini ters giydin," dedi Irmak.
Böylece apar topar evden çıktılar.
Atlas'ın motosikletiyle Cem'in evine giderlerken Irmak düşmemek için bile olsa ellerini onun beline dolamak istemiyordu. Kapıdaki o sahnenin bir açıklaması vardı, elbette vardı, olmalıydı, olmak zorundaydı. Ama yine de Atlas onu aldatmıştı. Irmak birlikte oldukları geceyi hatırladı, dün geceyi (Sanki üstünden asırlar geçmiş gibiydi. Ah, son yirmi dört saatte ne çok şey olmuştu). Irmak ona "Sen bana her şeyini anlattın ama benim de sana söylemek istediğim bir şey var" diyerek Cem'den bahsetmişti ama aslında Atlas da kendi payına düşen her şeyi söylememişti. Mesela Irmak'la öpüşüp sevişirken aslında bir kız arkadaşı daha olduğunu. Ve bu kişi Aslı çıkmıştı!
Ama Irmak şimdi bunları düşünemezdi. Çünkü düşündükçe Atlas'a çok öfkeleniyordu ve bir motosikletin arkasında ellerini onun beline dolamış olmaktansa, o ellerle Atlas'ı motosikletten aşağı itivermek istiyordu. Ama şimdi hedefe, amaca odaklanmalılardı.
"Tam olarak ne olduğunu anlatır mısın?" dedi Atlas, bir belediye otobüsünü sollayıp önüne geçerken.
"Ne?" dedi Irmak. Rüzgar ve akşam trafiğinin uğultusu yüzünden ne dediğini duymamıştı.
"Cem'e niye gittin?"
“Niye mi gittim?” Sahi, niye gitmişti? Bunu hatırlaması için kendisinin de durup bir an düşünmesi gerekti. “Sana ondan ayrılacağımı söylemiştim. Evet, ben sana kendimle ilgili gerçekleri anlattım Atlas. Senin gibi bazılarını kendime saklamadım. Hayatımda ne varsa sana anlattım!"
Atlas bu imayı duymamış ya da aldırmamış gibi davranmayı tercih etti.
"Onunla ayrılık konuşması yapmaya gittim ama Cem deliye döndü. Bana..." Irmak bunun ne kadarını söyleyebilirdi ki? Cem ona resmen... Bunu şimdilik üstü kapalı anlatması daha iyi olurdu. "Bana saldırdı," diye geçiştirdi. "Ben de şişeyle ona arkadan vurdum ve evden kaçtım."
"Hmm, senin için cidden talihsiz bir gece," dedi Atlas.
Irmak kaşlarını şaşkınlıkla kaldırdı. Bu benimle dalga mı geçiyor? Onu arkadan dürtükledi.
"Ahh, n'apıyorsun?" dedi canı yanan Atlas.
"Geldik, onu diyorum," dedi Irmak. Sahiden de Cem'in oturduğu apartmana yaklaşmışlardı.
Atlas motosikleti park etti. Irmak apartmana girmeden önce Cem'in hala ışık yanan üst kat penceresine baktı. Atlas, "Önden ben gireyim istersen," dedi ve apartmanın kapısından girdi.
Ne olursa olsun centilmenliği elden bırakmıyoruz, diye düşündü Irmak.
Cem'in oturduğu kata çıktıklarında, dairenin kapısını açık buldular. Irmak, evden alelacele çıkarken kapıyı kapatmadığını hatırladı. Atlas, "Ona nerede vurdun, nerede bayıldı?" dedi.
"Bayıldı mı emin değilim... Belki çok daha kötüsü oldu," dedi Irmak, bir anda kendini tutamayıp ağlamaya başlayarak. Tekrar Cem'in evine gitmek kendini çok korkunç hissettirmişti. Cem'in ona ve onun Cem'e saldırdığı an'ları, zihninde adeta yeniden yaşamaya başlamıştı. Her şey capcanlı bir şekilde gözünün önündeydi. Cem onu yere fırlatmış ve Irmak yere düşerken başını sehpanın kenarına çarpmıştı. Cem'in üstüne binip elini pantolonunun kemerine götürdüğü sahnenin Irmak'ı uzun bir müddet daha kabuslarında ziyaret edeceği şüphe götürmüyordu. Elini istemsizce alnına götürdü. Parmaklarına kurumuş kanın tozları bulaştı.
"Tamam işte, nerede?" dedi Atlas.
"Sa-salonda... Hemen solda..."
Böylece Atlas açık olan kapıdan yavaşça içeri süzüldü. Irmak'ın ona bakarken düşündüğü şeyin ayakkabılarını çıkarmadı olması, içine düştüğü durumun vahametini ciddiye almak istemediğinden başka bir şekilde açıklanamazdı. Cem'i öldürmüş olması söz konusuydu ve bu sorunun cevabıyla birkaç saniye sonra yüzleşecekti. Birkaç adım geriden Atlas'ı takip etmeye başladı. Çok korkuyordu. Atlas salona girince Irmak'ın kalbi buna dayanamadı, geride kalıp duvara yaslandı ve gözlerini kapattı. Ve kulaklarını. Neler olduğunu bilmek, duymak istemiyordu. Bir dakika sonra Atlas'ın salondan döndüğünü duydu. Irmak, onun Cem'in ölüsünü salonda yerde bulduğunu söylemesine hazırlandı.
"Ne var, konuşsana Atlas?" dedi, sessizlik uzayınca.
"Yok."
“Ne yok?"
"Salonda kimse yok Irmak."
"Bu mümkün değil!" diyen Irmak koşar adımlarla salona gitti ve aslında mümkün olduğunu gördü: Cem sahiden de orada yoktu. Parkenin üstünde yüzlerce parçaya ayrılmış şişenin cam kırıkları ve birkaç damla kurumuş kan vardı, saksıda da yanıp yok olmuş Atlas Kitabı'nın külleri hala usulca ütüyordu, ama Cem yoktu. Yoktu. Yoktu.
“Bu-buradaydı..." diye kekeledi Irmak, yeri işaret ederek.
"Demek ki gitmiş," dedi Atlas.
"Polise... Polise mi gitti yoksa?" dedi Irmak dehşete kapılarak. "Aman Allah'ım! Atlas! Aman Allah'ım!" Gözleri adeta yuvalarından fırlamıştı.
"Sakin ol..." dedi Atlas, onu kolundan tutarak. "Ona bizimle ilgili tam olarak ne anlatmıştın, hatırlıyor musun?"
Irmak'ın sinirleri fena halde gerilmişti. "Atlas, şu an hiçbir şey düşünecek halde değilim..."
"Irmak, hatırlamaya çalış lütfen."
"Ben... Aslında benim bir şey anlatmama kalmadan, o bana dün geceyi nerede geçirdiğimi sordu..."
"Sen ne cevap verdin?"
"Cevabı o verdi... Senin evinde olduğumu biliyordu."
Atlas'ın gözleri kocaman açıldı. "Yani benim evimin adresini biliyor?"
"Bunun ne önemi var şimdi Atlas?" dedi Irmak, ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözlerini ona çevirerek.
"Cem... Belki de polise gitmemiştir. Acele etmeliyiz!"
Aslı kulağını kapıya dayamış, dinliyordu. İçeriden gelen sesler kesilmişti.
Temkinli adımlarla odanın kapısını açtı. Kafasını koridorun önce sağına, sonra soluna çevirdi, ardından parmak ucunda odadan çıktı. Ev boş gibiydi. Gitmişlerdi.
Mutfağa gidip bir bardak su içmeliydi. Bu heyecan onu susatmıştı. Kendi kendine gülümsedi. Irmak’ı, Atlas’la sevgili olduğuna inandırmayı başarmıştı.
Ama yine de onun için endişeleniyordu. Tam anlayamamıştı ama kapıdan duyduğu kadarıyla Cem'le bir arbede yaşamış, ona saldırmak durumunda kalmıştı. Alnındaki yarayı görmüştü Aslı. Acaba çok ciddi bir şeyi var mıydı? Şimdi Atlas'la birlikte Cem'in evine gitmişti. Şu an orada, onun yanında olabilmeyi o kadar çok isterdi ki...
Ama bu mümkün değildi.
Kapıda Irmak'ı görünce şok olmuş gibi davranmıştı.
Aslında onu cidden beklemiyordu, yani gerçekten de şok olmuştu.
Bu beklenmedik gelişme karşısında ne yapacağını şaşırmış, ama çabucak toparlanıp verebileceği en mantıklı tepkiyi düşünmeye çalışmıştı. Oyunculuk derslerinde hocalarının defalarca tekrarladığı ipuçlarını saniyeler içinde kafasından geçirmişti. Aşık olduğu erkeğin onu en yakın arkadaşıyla aldattığını öğrenen bir kız ne yapardı? Hiç şüphesiz sevgilisine tokat atar, kıza da hakaret ederdi. O da aynısını yapmıştı. Atlas'a tokat atıp ona "köpeksin sen" demiş, Irmak'a da hayal kırıklığına uğramışçasına bir şeyler mırıldanmıştı ama ne dediğini o bile hatırlamıyordu. Onun için bunları yapmak o kadar zor olmuştu ki... Bunun Irmak'ı ne kadar yaralamış olabileceğinin farkındaydı. Ama başka çaresi yoktu.
Başladığı bu oyunu sürdürmek zorundaydı.
Gözlerini çift kişilik yatağa çevirdi. Yorganı şekillendiren kırışıklığa bakılırsa, altında saklanan biri vardı. Sırf şaklabanlık olsun diye yorganın altına girmiş, birinin gelip yorganı kaldırmasını bekliyordu. Yatağın dışına taşmış ayakları sabırsızlıkla sallanırken, Aslı her ne kadar dışarıda bir yerde biricik arkadaşı Irmak kötü bir şeyler yaşıyor olsa da, gülümsemeden edemedi.
“Orada havasız kalıp kendini öldürmeye mi çalışıyorsun?” diye sordu. “Eğer öyle bir niyetin varsa, buna engel olmayacağımı bilmeni isterim.”
Yorgan birdenbire havalandı ve altından siyah saçlı, uzun boylu, çıplak bir erkek çıktı. Bakışları ateşliydi.
“Ya hadi, gittilerse gelsene...”
“Ben hala titriyorum, sen ne diyorsun!” diye karşılık verdi Aslı, bir parça kızgınlıkla.
“Ama yarım kaldı,” dedi Efe, mızıldanarak. Aslı’yı buna ikna etmesi haftalarını almıştı. Şimdi tam hedefe ulaşmak üzere onunla birlikte soyunup yatağa girmişti ki, kapı çalmıştı ve bingo: Gelmesini en son isteyecekleri insan teşrif ederek büyük kavuşmalarının içine etmişti.
“Keser misin şunu? Ben ne diyorum sen ne diyorsun... Irmak’la Cem arasında kötü bir şeyler oldu galiba... Ortada ciddi bir durum söz konusu olabilir.”
“Boş versene. Bırak onlar halletsin. Biz de kendi meselemizi halledelim.” Eliyle yatağın diğer tarafına pat pat vurdu. “Hadi gel bebeğim.”
Aslı’nın içinden ona kızmak gelse de, Efe her ne olursa olsun onu güldürmeyi başarabiliyordu. Bu çocukta şeytan tüyü var, diye düşündü. Onu gördüğü ilk an, hislerine karşı koyamayacağını anlamıştı Aslı. Nihayet ilk kez birlikte olmak üzerelerken Irmak’ın gelmesi büyük talihsizlikti. Kapının çaldığını bile duymamışlardı aslında. Aslı, Efe’yle selfie çekmek için, salonda bıraktığı telefonunu almak üzere yatak odasından çıkmış ve bir anda Irmak’la burun buruna gelince neye uğradığını şaşırmıştı. Ama yaptıkları büyük aptallıktı. Efe’yle böyle bir şeyi o evde, o yatakta yapmamaları gerektiğini bilmeleri lazımdı.
“Efe, ben Irmak’ın peşinden gideceğim,” dedi, odadan çıkmak için hamle yapıp.
“Seni hiçbir yere bırakmıyorum,” dedi Efe ve bir hışımla yataktan fırladı. Aslı’nın kaçacak zamanı yoktu. Efe üstüne atlayıp onu duvarda sıkıştırdı, Aslı onu gülerek ittirdi. İkisi de eğleniyorlardı. Efe, onun üstündeki ropdöşambırı çıkarıp yere attı ve onu kendine doğru çekti. Tam o sırada kapı çaldı.
“Kapı!” dedi Aslı ve fırsattan istifade Efe’nin kollarının arasından sıyrıldı. Ropdöşambırı aceleyle tekrar sırtına geçirip, “Üzgünüm ama yine yarım kaldı,” diye muzipçe dil çıkararak odadan kaçtı. Efe ona kahrından ölüyormuşçasına baktı. Sonra kimin geldiğini görmek için peşinden koridora çıktı. Ama kapı açılana kadar kapıya değil, Aslı’nın her bir santimine öpücük kondurmak istediği o güzel bacaklarına bakmaya devam etti.
Aslı kapıyı açana kadar, Atlas’ın geri döndüğünü düşünüyordu. Açınca bir şokla daha karşılaştı: Gelen Atlas değildi, heybetli mi heybetli bir adamdı. Kendisiyle birlikte soğuk gece havasını da beraberinde getirmiş gibiydi. Adam onun çıplak ayaklarına, ropdöşambırdan taşan göğüslerine baktı ve “Üşüteceksin, git de artık giyin,” dedi, imalı, kızgın ve kınayan bir şekilde. Aslı ne yapacağını bilemiyormuşçasına Efe’ye baktı. Efe’yse içinden lanet okuyordu. Adamın er ya da geç geleceğini tahmin ediyordu, ama keşke ona bu şekilde yakalanmasaydı: Yani yine üstsüz bir kızla ve yine üzerinde sadece boxer’la. Aslı’ya baktı; gözleriyle yaptığı bir işaretle kendisine destek çıkmasını söyledi. Onunla ilişkisinin ciddi olduğunu, bunun –bu seferkinin– gelip geçici bir şey olmayacağını adama kanıtlaması gerekiyordu. Bu sessiz mesajı alan Aslı yanına gitti ve kapıdaki adama nispet yaparcasına boynuna birkaç tane ıslak öpücük kondurdu. Sonra da hızla yatak odasına dönüverdi.
Kapı eşiğinde adamla baş başa kalan Efe, “Sen de soyunup bize katılmak ister misin?” diye dalga geçecek kadar rahatlamıştı.
“Senin testosteronunu şey edeyim ben,” dedi Necati ve ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi.