8 Aralık 2023 Cuma

MERT'İN KİTAP KULÜBÜNÜN OCAK AYI KİTABI BELLİ OLDU!


Yeni yılın ilk kitap buluşmasında, yani Ocak 2024’te ele alacağımız kitap, Audrey Magee’nin 2022 Booker Ödülü’ne aday gösterilen lirik romanı Koloni olacak. Buluşmaya nereden baksanız 1.5 ay daha var ama şimdiden duyuralım, herkes kitabını kuşansın istedik. 

Kontenjan 10 kişiyle sınırlı, kayıt olmak isteyenleri linkteki forma bekliyoruz. 

Buluşma Üsküdar veya Kuzguncuk’ta olacak, netleştirince duyuruyor olacağız. 

“Gelecek yıl” görüşmek üzere! 

24 Kasım 2023 Cuma

OLMADI BİHTER...


Edebiyat eserleri, izni alındıktan sonra yeni yorumlarla yeni formatlarda yeniden üretilmeye açıktır. Hele de her dönem geçerli olan evrensel konuları işleyen eserler... Halit Ziya Uşaklıgil'in 1899-1900 yıllarında Servet-i Fünûn dergisinde tefrika ettiği eseri Aşk-ı Memnu da 1975'te TRT'de, 2008'de Kanal D'de, 2023'te Prime Video'da yeniden ele alındığı gibi; kim bilir, Uzay Çağı'nda Venüs'te, Merkür'de yaşamaya başladığımız (?!) yıllarda da pekala yeniden çekilebilir, çekilecektir. Ne de olsa her dönemin Aşk-ı Memnu'su kendine...

Eh, bir iş ortaya koyulunca eleştirmek de seyirciler olarak hakkımız. Bihter filmi ilk etapta iyi duran oyuncu kadrosuna rağmen maalesef çok kötü bir film olmuş. Bunda yönetmen ve senarist faktörleri etkili olmuş gibi görünüyor. Filmde hiçbir şekilde hiçbir duygu yok. Duygu olmadığı için de Bihter sürekli kameraya bakıp kitap okur gibi bir şeyler söyleyerek, izleyiciye hissettirilmeyen duyguyu anlatmaya çalışıyor. Hızlandırılmış, yüzeysel, ruhsuz bir klip izliyoruz. Ne Bihter ile Behlül arasındaki çekimi hissedebiliyoruz, ne Firdevs Hanım'la kızı arasındaki tansiyonu, ne de hissetmemiz gereken diğer tonla duyguyu... Karakterler derinleşemeden sığ sularda boğulup gidiyor. Hiçbir inandırıcılık yok. Her şey fazla teatral kalmış; sanki bir tiyatro dekoru önünde oynanan bir müsamere var karşımızda. Hal böyle olunca insan harcanan emeğe üzülmeden edemiyor. 2023 yapımı Bihter de, bu kadar büyük bütçeyle bu kadar kötü bir film olarak yerli film tarihimizdeki yerini alıyor.

10 Kasım 2023 Cuma

BİR DÜŞÜŞÜN ANATOMİSİ: KALDI GERİYE CEVAPSIZ SORULAR...

Bennu (Yıldırımlar) abla ile çok yakın iki dost -sanırım artık bu kelimeyi kullanabilirim- olmamızın yanı sıra çok da iyi sinema arkadaşıyız denebilir. Vizyondaki filmlere göre ayda iki, bazen üç kez sinemaya gideriz. Son dönemlerde birlikte izlediğimiz filmler arasında aklıma Kuru Otlar Üstüne, Okul Tıraşı, Kar ve Ayı, Karanlık Gece geliyor. En son da geçtiğimiz hafta sonu Bir Düşüşün Anatomisi'ne gittik. Bir cinayet soruşturmasının ve yarattığı psikolojik travmanın izlerini süren, Justine Triet imzalı film, bu yıl Cannes’da Altın Palmiye’yi kazanmıştı.

Aslında klasik bir mahkeme draması bu. 

İkisi de yazar olan karı-koca çiftimiz Sandra ve Samuel, Fransız Alpleri’ndeki dağ evlerinde, kısmen görme engelli çocukları Daniel'le birlikte yaşamaktadır. Film, Sandra'nın kendisiyle röportaj yapmaya gelmiş olan kadınla olan sahnesiyle açılır ama kocası Samuel'in üst kattan adeta röportajı sabote edercesine açtığı yüksek sesli müzik, röportajı yapmalarına engel olur. Daniel, rehber köpekleri Snoop ile birlikte eve geri döndüğünde, babası Samuel'in balkondan düşmüş cansız bedenini bulur. Sandra da, kendini bir anda bir dava sürecinin içinde, cinayet sanığı olarak, mahkeme koridorlarında buluverir... Peki bir anda kamuoyunun odağı haline gelen ve kocasıyla olan ilişkisinin tüm detayları gözler önüne dökülmeye başlayan Sandra acaba kendini aklamayı başarabilecek midir? 

Filmin başrolünde, filmdeki karakterinin adı da Sandra olan Sandra Hüller var. Aklımızdaysa tek bir soru: Sandra katil mi, değil mi? Ama bir süre sonra, filmin bu sorunun yanıtını bulmak gibi bir derdi olmadığını anlarız. Filmde daha çok, Sandra'nın işlemediğini iddia ettiği bir cinayetten suçlandığı için ne kadar hırpalandığını izleriz. Dolayısıyla film tür olarak bir polisiye sayılmaz. Çünkü ortadakinin bir intihar mı yoksa bir cinayet mi olduğuyla ilgilenmeyiz. Film bittiğinde de bu sorunun cevabını almış olarak ayrılmayız salondan. Filmin başrolü belirsizliktir. 

Sandra Hüller, Jehnny Beth, Samuel Theis'in oynadığı Bir Düşüşün Anatomisi'nin yönetmeni Justine Triet. Küçük çocuk oyuncu Daniel dahil herkes çok iyi iş çıkarmış. Film süresinin neredeyse Nuri Bilge Ceylan'ın son filmiyle yarışırcasına (!) 150 dakika olması şahsen beni sonlara doğru biraz fazla sıksa da, iyi bir film izlediğimi söyleyebilirim. Vizyondan kalkmadan gidip görmenizi tavsiye ederim. Notum 7.5/10. 

instagram.com/ofluoglumert

twitter.com/ofluoglumert

9 Kasım 2023 Perşembe

KİTAP KULÜBÜMÜZDE BU CUMARTESİ ALMODOVAR TEOREMİ'Nİ KONUŞUYORUZ


İstanbul'da kitap kulübü yok demeyin, çünkü var. Mert'in Kitap Kulübü.

11 Kasım cumartesi, yani bu cumartesi, Üsküdar'da gerçekleşecek olan kitap kulübümüzde Antoni Casas Ros imzalı Almodovar Teoremi'ni okuyup tartışacağız.

Kontenjan 10 kişiyle sınırlı, 1 kişilik daha yer var hala. :)

Görüşmek üzere!

21 Ekim 2023 Cumartesi

KİTAP KULÜBÜMÜZÜN KASIM KİTABI BELLİ OLDU!

 Kasım ayında, Almodovar Teoremi'ni okuyup tartışacağız.

Kontenjan 10 kişiyle sınırlı, kayıt olmak isteyenleri bio'daki forma bekliyoruz.

instagram.com/mertinkitapkulubu

Üsküdar'daki buluşma tarihi ilerleyen günlerde paylaşılacaktır.

Görüşmek üzere! 🌿

12 Ekim 2023 Perşembe

JACK LONDON'IN EN AZ BİLİNEN ESERİ VE AKLA GETİRDİĞİ ETİK SORULAR

1876-1916 yılları arasında yaşamış Amerikalı yazar Jack London'ın en bilinen kitaplarından biri değil Suikast Bürosu. Onu genelde Martin Eden, Deniz Kurdu, Beyaz Diş, Yıldız Gezgini gibi kitaplarıyla tanırız. Bunun bir sebebi de London'ın kitabı bitirmeden bırakmış olması olabilir.

Suikast Bürosu'nu tamamlayan yazar, Robert L. Fish. Kitap 1963 yılının sonbaharında yayımlanıyor, tam da John F. Kennedy'nin suikastinin yaşandığı günlerde. Kennedy'nin ölüm günü 22 Kasım. Jack London da bir 22 Kasım günü hayata gözlerini yummuş, ilginç bir tesadüf. 

Kitapta üç ana karakter var: Ivan Dragomiloff, Grunya ve Winter Hall. Ivan, Suikast Bürosu'nun sahibi. Burası, "öldürülmeleri toplum açısından daha hayırlı (kime göre, neye göre...) olan" isimleri öldürme talebiyle gidebileceğiniz bir şirket. Ivan ve eğitimli filozof ve düşünür olan suikastçılardan oluşan ekibi, eğer bir kişinin öldürülmesini yararlı buluyorlarsa, müşterilerinin o kişiyi öldürme teklifini kabul ediyorlar. Hall, Ivan'ın kızı Grunya ile sevgili. Ve Ivan'ın onun babası olduğunu bilmeden, Ivan'ın kurucusu olduğu Suikast Bürosu'na gidip Ivan'ın öldürülmesini istiyor. Ivan da sözüne sadık, prensiplerine sıkı sıkıya bağlı bir adam: Kendi ölüm fermanını bizzat kendi onaylıyor! Hall, Ivan'ın Grunya'nın babası olduğunu öğrendikten sonra onu öldürme isteğinden vazgeçse de, etik değerlerine sıkı sıkıya bağlı olan Suikast Bürosu'nun sözü söz: Bu adam ölecek. Ölmeyi en çok isteyen de Ivan'ın kendisi. Burdan sonrası tam bir polisiye. 

Kitabı okurken aklıma pek çok soru geldi:

* Bir insanın ölümü toplum için faydalı ise bile onu öldürmek etik midir?

* İnsan hayatının önemine kim karar verebilir? 

* Bugün hangimiz, verdiğimiz bir sözün arkasında Ivan kadar sözünün eri olarak durabiliriz?

* Ahlak, toplumdan topluma değişir. Etikse her zaman her yerde geçerlidir. Sizce hangisi daha önemli? 

* Kitabın bir yerinde Suikast Bürosu'nda çalışan karakterlerden biri şöyle diyor: "Öldürdüğüm kişi sayısı arttıkça ölüm benim için çok basit bir hal aldı." Kötülük yapma sayısı arttıkça, bundan duyduğumuz suçluluk duygusu azalır mı?

Bu cumartesi Mert'in Kitap Kulübü olarak İstanbul'da toplanarak bu kitabı tartışacağız. 

instagram.com/ofluoglumert

twitter.com/ofluoglumert

instagram.com/mertinkitapkulubu

7 Ekim 2023 Cumartesi

The bıtter Irony of Copyrıght Laws

 


Imagine a scenario where an author toils away in obscurity, barely earning a penny from their writings during their lifetime. Despite being the creative genius behind a work that becomes a bestseller decades after their death, the author's heirs have no say in the copyright ownership. It may sound profoundly unjust, and that's because it is. Under current copyright laws, once an author passes away, their intellectual property falls into the public domain 70 years later. This means that expired works can be freely used without obtaining permission from the original author or their descendants. Copyright laws, though designed to protect creative individuals, can sometimes have unintended consequences. One such consequence is the expiration of copyright after an author's death. According to the current legal framework, an author's rights cease to exist 70 years after their demise. This means that even if their work becomes a literary sensation posthumously, their family or heirs have no authority over its copyright. Picture pouring your heart and soul into a book, only to see it gain recognition and immense popularity long after you've passed away and your child does not make money from it. Sounds cruel, doesn't it? 

As mentioned earlier, once the copyright term expires, anyone is free to publish a book without seeking permission from the original author or their heirs. This has led to a curious phenomenon where multiple publishers release the same book with different cover designs. Consequently, works like Stefan Zweig's novels can be found on bookstore shelves with various captivating covers. Antoine De Saint Exupery's' The Little Prince has become a ubiquitous presence, and Sabahattin Ali's works seem to grace every corner. It is already evident that several renowned Turkish authors will join the list of works awaiting their turn for publication as their copyrights expire. In 2024, we can expect Sait Faik Abasıyanık's works to be freely published, followed by Reşat Nuri Güntekin and Cahit Sıtkı Tarancı in 2026, Peyami Safa in 2031, Ahmet Hamdi Tanpınar in 2032, and finally, Nazım Hikmet in 2033. 

In many countries, copyright laws typically extend for 70 years after the author's death, with a few exceptions made in the United States. No one is exempt from the reach of these laws. Remember how we knew Winnie the Pooh from our childhood? A lovable bear residing in the Hundred Acre Wood, with his closest friend Piglet, and an insatiable appetite for honey, right? Winnie the Pooh, a beloved character within Disney's catalog, ranked among the company's most profitable franchises. However, with the expiration of the copyright, the endearing bear Winnie has become a public domain character, free for use by companies other than Disney. This newfound freedom has given birth to an unexpected creation—an eerie Winnie the Pooh film. Imagine Winnie the Pooh now depicted with a bloodied axe in hand, starring in a horror movie. One can only wonder what the series' creator, A. A. Milne, would have thought. The prospect of the first independent project set in the world of Winnie the Pooh being a horror film is unsettling, especially after watching the trailer. It's enough to make A. A. Milne turned in his grave!

14 EKİM CUMARTESİ KİTAP KULÜBÜ BULUŞMASI

Haftaya cumartesi, Mert'in Kitap Kulübü olarak İstanbul buluşmamızda Jack London'ın az bilinen ve tamamlamadığı "Suikast Bürosu" romanı üzerine konuşacağız. 📚🤗 Kontenjan 10 kişiyle sınırlı, kayıt olmak isteyenleri forma bekliyoruz.🧡

Görüşmek üzere! 🌿



1 Ekim 2023 Pazar

BELGRAD GEZİ REHBERİ: BELGRAD'DA ÜÇ GÜN


Belgrad'da nereler gezilir diye arattığınızda, her yerde alışveriş caddesi Knez Mihailova'yı anlatanları, Kalemegdan parkında turlayanları, Tuna ve Sava nehirlerinin kıyısında yürüyüş yapanları görürsünüz.

Ben size daha farklı bir hikaye anlatacağım.




Fazla seçeneğim yoktu. Vizesiz gidilebilen Avrupa ülkeleri arasından bir seçim yapmam gerekiyordu ve ben de uzun zamandır aklımda olan Belgrad'ı seçtim. 



Belgrad'da marketten alıp sevdiğim şeyler arasında vişneli kola ve şeftalili-güllü soğuk çay oldu.

Üç buçuk günlük Belgrad seyahatimden aklımda kalanlar köhne, virane evlerle dolu ara sokaklar, kırmızı belediye otobüslerine ön, orta ve arka kapılarından doluşup iniveren insanlar, sahipleriyle birlikte gezen mutlu mesut köpekler ve her et yemeğiyle birlikte servis edilen kaymak oldu. Neredeyse Eylül sonu olmasına rağmen 30 dereceyi bulan hava sıcaklığını da es geçmemek gerek. (Küresel ısınma endişe veriyor.) Bunları, olumsuz özellikler olarak ya da beklediğimi bulamadım demek için anlatmıyorum. Aksine, ilk defa gittiğim bir şehre oranın yerlisinin gözünden bakmayı, o şehirde gündelik bir yaşam geçirmeyi sevdiğim için Belgrad'ı da sevdim demek istiyorum.

Aslında bizim ülkemiz, bizim şehirlerimiz dünyadaki pek çok yerden daha güzel. Türkiye gerçekten cennet! Gel gör ki, insan, toplum ve kültür faktörleri devreye girince yaşam kalitemiz düşebiliyor, stres seviyemiz artabiliyor. Üçüncü sayfa haberleriyle dolu günler yaşayabiliyoruz. Sokakta güvenle yürüyemiyoruz. Belgrad'da, diğer pek çok Avrupa ülkesinde de olduğu gibi, sokakta güvenle dolaştım. Gidip görmenizi en çok da bu yüzden tavsiye ederim. 

Yine de olası Belgrad seyahatiniz için bazı gezilip görülmesi gereken yerler hakkında ben de birkaç kelam etmeden geçmeyeceğim.

Efendim öncelikle Belgrad'a uçakla gittiğinizde ineceğiniz yer Nikola Tesla Havaalanı. Burası küçük, ufak tefek bir havaalanı. Yani öyle Sabiha Gökçen gibi büyük, donanımlı bir havaalanı filan beklemeyin, aradığınızı bulamazsınız. Mağaza sayısı bir elin parmağını geçmiyor. O yüzden erken giderseniz oyalanmanız için bir yer, dahası oturmak için yeterli sayıda bank bile yok.

Havaalanından şehre A1 shuttle'ı ile veya 72 numaralı otobüslerle gidebiliyorsunuz. Ben shuttle ile Trg Slavija meydanına gittim. Bunun için 400 Sırp dinarı ödemeniz gerekiyor. O da yaklaşık olarak 100 liraya denk geliyor.

Şehirde ilk turunuz Kalemegdan olabilir. Burası işin aslı büyük, çok büyük bir park. Belgrad Kalesi burada. Eğer sonuna kadar giderseniz nehir manzarasını görebiliyorsunuz. Benim Belgrad'da nehir manzarasını gördüğüm ilk yer burası oldu. Buraya da gelmesem göremeyecektim adeta! Tam burada telefonumun çalması ve benim ücretsiz wifi'ye bağlanıp iş teklifi yapılması da değişik bir anı olarak kaldı. Sonucu merak edenler için söyleyeyim: Teklifi biraz düşündükten sonra kabul etmedim. Hala işsizim. 



Oradan çıkıp şehir merkezine geri döndüğünüzde benim gibi tüm gün boyunca 10-12 kilometre yürüdüyseniz ayaklarınıza kara kara sular inmiş olabilir ve kendinizi bir an önce bir kafeye-restorana atmak isteyebilirsiniz.


Kendimi attığım restoranda karşıma şöyle nefis bir Sırp pizası (Pizza Serbiana) çıktı. Fiyatı 1295 Sırp dinarı, 320 Türk lirasına denk geldi. Gerçekten büyük ve fazlasıyla doyurucuydu. Not etmek isteyenleriniz için restoranın adı: Boutique.


Bu da ilk gün yediğim kaymaklı et yemeğinin fotoğrafı...


Ve gelelim Belgrad'ın şehir merkezinden bir otobüs mesafesi uzaklıktaki Gardos Kulesi'nden çektiğim manzaraya. Aslında kuleye girmedim, kulenin oradaki terastan çektim, bu manzara da bana fazlasıyla yetti. Kuleye çıkıp daha yüksekten bir manzara görebilirsiniz. Burası, Zemun diye bir semt. Dik yokuşlarla dolu olsa da şirin bir yer. 

Ve böylece, Belgrad notlarımın sonuna gelmiş oluyorum. Daha fazlası için instagram ve twitter hesabıma göz atabilirsiniz.





17 Eylül 2023 Pazar

BU FİLMDE İKİ BAŞROL DE AYNI KİŞİ!

Tilda Swinton'ın son filmi Sonsuz Sır (The Eternal Daughter)'ı dün Kadıköy Sineması'nda, 14.00 seansında izledim. Yanımdaki kızın "bakın en marjinal Kadıköylü benim" diye görünmek adına filmin en sessiz olunması gereken sahnelerinde çantasından çıkardığı havucu kart kurt kemirmesi dışında fena bir deneyim değildi. Biletler 110 lira; Capitol'deki Spectrum'un 160 veya pek çok Cineverse'ün 175 lira olduğunu düşünülecek olduğunda maalesef 110'a ucuz diyoruz. Büyük ekranda film izlemek benim için hala vazgeçilmez ve çok heyecan verici, bu yüzden sinemaya gitmeye devam ediyorum. Ayrıca evde izlenen filmlerdeki telefon ya da kapı çalınca filmi durdurma hadisesi olmadığı için kesintisiz bir film izleme deneyimi yaşamayı seviyorum. 

Filmde sinemacı bir kadın olan Julie (Tilda Swinton) ile hakkında bir film yazmak istediği yaşlı annesi Rosalind (o da Tilda Swinton) her an bir şeyler olacak hissi veren ama nihayetinde pek de bir şey olmayan gizemli, eski bir otele yerleşiyor ve tekinsiz müzik fonda çalmaya başlıyor. Bu anne-kız otelin tek konukları gibi. Ha, bir de köpekleri Louie. Julie ile Rosalind'i film boyunca asla aynı çerçevenin içinde görmüyoruz; ta ki finale dek. Film tür olarak korku diye sınıflandırılmış olsa da korku'nun k'si bile yok -bu bir dram. Dramı nerede görsem tanırım.

Bu arada sinema salonu (şaşırtıcı şekilde) kalabalıktı. Salonun 1.5/4'ü doluydu, ki bu günümüz için iyi bir rakam. Geçenlerde Spectrum'da gittiğim Bırak Artık Şu Yalanlarını'yı koca salonda tek başıma izlemiştim. 

instagram.com/ofluoglumert

twitter.com/ofluoglumert

instagram.com/mertinkitapkulubu

11 Eylül 2023 Pazartesi

DOĞANIN SESİ: TRABZON

Şimdinin yurt içi uçak biletleri, birkaç yıl öncesinin yurt dışı uçak bileti fiyatlarına ulaştı. Kısa süreli bir kaçamak için İstanbul'dan Trabzon'a geldim. Tek yön uçak bileti 1696 lira. Bugünün Türkiye'sinde memleketinize seyahat etmek için gidiş-dönüş yaklaşık 4 bin lirayı gözden çıkarmak zorundasınız. 

Efendime söyleyeyim köftesiydi, pidesiydi, ekmeğiydi, balığıydı derken Trabzon'da ne yenir sorusunun yanıtını layığıyla verdikten sonra, Maçka'ya gittim. Eğer bu blog'un sıkı bir okuruysanız bildiğiniz üzere Maçka, Bozbalık romanlarım için ilham aldığım o güzel yer... Ters Düz de Uçurum Zamanı da Maçka'nın hayali bir köyü olan Bozbalık Köyü'nde geçiyor. 

Bir elimde haftanın 25 liralık Oksijen gazetesi, diğerinde okuduğum kitap, Maçka'nın yeşilinde içime bol bol temiz hava çekmekle meşgulüm. Trabzon şehir merkezindeki sıcak, bunaltıcı, nemli havanın aksine Maçka'ya sonbahar gelmiş, hava bir hayli serin, kısa kollu tişörtümün üstüne kalın bir hırka geçirme ihtiyacı hissediyorum. 

Düşünüyorum: Acaba doğa neden insanın kendini en huzurlu hissettiği yer? Göğe yükselen yemyeşil çam ağaçlarının asaleti, dağların tepelerini görünmez kılan incecik sis, kuşların ve kelebeklerin insanın her türlü ekonomik probleminden habersiz oradan oraya uçmaları bir an için dünyanın derdini tasasını unutturduğundan olsa gerek... Nietzsche"Doğayla baş başayken kendimizi öylesine rahat ve keyifli hissetmemizin nedeni, doğanın bizim hakkımızda bir görüşü olmayışıdır" demiş. Lakin acı bir gerçek var ki, şehir yaşamı eninde sonunda bizi çağırıyor. 

instagram.com/ofluoglumert

twitter.com/ofluoglumert


3 Eylül 2023 Pazar

BU KİTABI SAKIN OKUMAYIN!

Zülfü Livaneli, yazmakla ilgili olan kitabında, "Bence bir romanın, bir kitabın gerekliliği olmalı. Mutlaka yazılması gereken bir kitapsa yazılmalı. Eğer gerekli olmayan bir roman yazıyorsanız, o kitap için kesilen ağaca, harcanan mürekkebe, emeğe yazık" diye yazınca, çok mu ağır konuşmuş diye düşündüm ama, aklıma hemen birbirinin aynısı olan ve yüz binlerce baskı yapan romantizmi bol Wattpad kitapları geldi, hak verdim.

Yazın son ayında biraz kafa dağıtayım diye normalde pek elimin gitmediği yayınevlerinden birinden birkaç kitap söyledim. Bu kitaplardan biri Epsilon Yayınevi'nden Colleen Hoover'ın Verity adlı kitabıydı. Verity, kitaptaki karakterlerden birinin ismi ve bunun Türk okur için yeterli gelmeyeceği düşünülmüş olacak ki, kitabın Türkçe baskısına bir isim daha eklemişler: "Verity: Gerçeğin Diğer Kıyısı". Tamam. Olur. Sorun yok.

Kitabın arka kapağına bakacak olursam beni "tüyler ürpertecek bir psikolojik gerilim romanı" bekliyordu; Collen Hoover "içgüdülerime, bilinçaltıma ve gerçeğe meydan okuyacaktı"! Gerçeğe meydan okundu mu okunmadı mı bilmiyorum ama ben hayatımda okuduğum EN KÖTÜ kitaplardan birini okudum, o kesin. Nedensellikten uzak bir kurgu, klişenin de klişesi olaylar, berbat bir yazım dili, hiçbir psikolojik derinliği olmayan, sığ mı sığ, kağıt karakterler…

Kağıt demişken, aslında kağıt üstünde kitabın konusu umut vadediyordu: Ünsüz yazar Lowen, geçirdiği kaza sebebiyle yatalak olan ünlü yazar Verity'nin çoksatan serisini tamamlamak üzere eşi Jeremy'nin de yaşadığı malikaneye taşınır ama Verity'nin otobiyografisini okudukça dehşete kapılır. Yine kitabın arka kapağından bize takdim edildiği üzere bu aynı zamanda bir aşk kitabı ve çok geçmeden Lowen'le Jeremy arasında yakınlaşma başlıyor -zaten başlamasa şaşarız! Evet, koca Lowen, karısı Verity üst kattaki odasında yatalak vaziyette yatar ve çocukları Crew evin içinde top sektirirken, kitap serisini tamamlamak üzere "işe" ve eve aldığı Lowen'le öpüşüp koklaşıyor. Hadi Jeremy'yi geçtim de, ya sana ne demeli Lowen, kızım senin hiç mi iş disiplinin, etik anlayışın yok? Sen o eve Verity'nin çalışma odasındaki notlara bakmaya mı gittin yoksa Hanımın Çiftliği gibi malikanenin hanımı olmaya mı? Peki ya tüm bu olayların arasında psikolojik gerilim nerede, ara ki bulasın! Birkaç gıcırdayan kapı, yazarın içsesiyle yazılmış notlar ve yatalak olan Verity'nin aslında yatalak olmadığı iması olunca editörler herhalde bunun bir "psikolojik gerilim" olduğunu sanmışlar. Ya da kitap satsın diye hemen yapıştırmışlar.


Kitabın sonuna yaklaşırkenki birkaç bölümde okurda "Aaa, tamam, meğerse yazar şunu şunu anlatmak istemiş" etkisi yaratılmaya çalışıldıysa da yok, hiçbir şey bu kitabı kurtarmaya yetmiyor.


Bu kitap Mert'in Kitap Kulübü'nden içeri zinhar giremez!


instagram.com/ofluoglumert

instagram.com/mertinkitapkulubu

twitter.com/ofluoglumert

26 Ağustos 2023 Cumartesi

HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR'I KONUŞMAK ÜZERE BULUŞUYORUZ


Söz konusu elinizde iyi bir kitapla keyifli bir hafta sonu geçirmek olunca, Hüseyin Rahmi Gürpınar her zaman için doğru seçim. Mert'in Kitap Kulübü'nün 23 Eylül cumartesi günkü İstanbul kitap buluşması da, edebiyatımızın bu nevi şahsına münhasır yazarının Gönül Bir Yel Değirmenidir Sevda Öğütür romanı üzerine olacak. 30 Eylül cumartesi de online olarak Zoom'dan konuşacağız.

Aslında çok düşündüm Gürpınar'ı masaya yatıracağımız bir kitap kulübü toplantısında kitabın Ben Deli Miyim mi, Kokotlar Mektebi mi yoksa Gönül Bir Yel Değirmenidir Sevda Öğütür mü olması gerektiğiyle ilgili. Hüseyin Rahmi Gürpınar o kadar üretken bir yazar ki, her romanı birbirinden ilginç olunca, seçmek de hayli zorlaşıyor. En son okuduğum romanda karar kıldım ben de. Günümüzün Yalı Çapkını'na benzeyen, karısını birden çok başka kadınla aldatan Şadan Bey'in çapkınlıklarını, acaba bu işin sonu nereye varacak diyerek okuyorsunuz. 

Sosyolojik gözlemleri, mizahi dili ve kıvrak kalemiyle Gürpınar'ın 1922 tarihli Gönül Bir Yeldeğirmenidir Sevda Öğütür'ünü okudukça görüyorum ki aslında ne kadar az şey değişmiş. Şimdi, önümüzdeki çağlar için benzer değişiklikleri umuyoruz. Belki de pek bir şeyin değişeceği yok. Kitaptan bazı alıntılar:

"Ta taş devrinden beri erkek, kıskançlığı uğruna kadını öldüre gelmiş, öldüre gidiyor. O vahşet zamanlarıyla bu yirminci asrın hiçbir farkı olmayacak mı?"

"Sanatta daima kurulu düzenlerden ve ahlaka dair konulardan daha yüksek gayelere fırlama şevki ve coşkusu vardır. Mutaassıplar ve Avrupa'daki kilise babaları bu hakikati anlamış oldukları için tiyatronun ve genel olarak sanatın amansız düşmanıdırlar."

"Islaha pek az meyli olan insan azmaya o kadar müsaittir ki bunun önüne ne kitap ne ceza kanunu, hiçbir geçemez."

23 Eylül cumartesi günü İstanbul'da bu kitabı konuşmak üzere toplanacağız. Detaylar burada: instagram.com/mertinkitapkulubu

Geçtiğimiz günlerde İstanbul'da/Adalar'da ilk kez denize girmek üzere vapurdan Heybeliada iskelesinde indiğimde üzülmeden edemedim: Böylesine önemli, şu an yaşayan pek çok Türk yazardan daha çok okunan bir yazarımızın Heybeliada'da vakti zamanında yaşadığı köşkün müze olmaması, ziyarete kapalı, atıl bir şekilde durması çok acı! Şıpsevdi tefrikasından kazandığı 700 altın lira ile satın aldığı köşkünde uzun yıllar yaşıyor Gürpınar. Heybeliada yokuşlarını bisikletiyle çıkıyor. Gelin görün ki o müze bugün kapalı... Kimin diye biraz araştırdım, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin mi diye. Yok, değil, Vakıflar 2. Bölge Müdürlüğü'nün. Güzelim köşk durduğu yerde eskiyor. Change.org'da "Heybeliada Hüseyin Rahmi Gürpınar Evi Müze Olarak Açılsın, Yaşasın!" başlıklı bir imza kampanyası dahi var. Burgazada'daki Sait Faik Abasıyanık Müzesi gibi, Heybeliada'da da en kısa zamanda Hüseyin Rahmi Gürpınar müzesi açılmalı. Eminim ziyaretçi akınına uğrayacaktır.

Daldan dala atladığım bu yazıyı bitirirken, sosyal tarih olması açısından neye ne kadar para ödediğimi de düşeyim:

Adalar vapuru tek yön: 45 - gidiş dönüş: 90 lira

Ada'da balık ekmek: 95 lira

Ada'da iki top dondurma: 30 lira (bu hayli ucuz, çünkü Marmaris'te bu yaz tek top dondurmayı 40 liraya yedim!)

Değirmenburnu Plajı'na giriş ücreti: 140 lira (çok fazla denizanası vardı ve hafta içi olmasına rağmen aşırı kalabalıktı)

Mert’in Kitap Kulübü bir dernek, vakıf, herhangi bir ticari kuruluş ya da edebiyat eğitmeni bir kişinin açtığı bir atölye, kurs veya seminer değildir. Konunun uzmanı tarafından bilgi alınabilecek bir yer değildir. Ayın kitabı ve yazarı hakkında konuşup sosyalleşmek dışında farklı amaçlarla gelenlere müsamaha gösterecek bir yer kesinlikle değildir.

Mert'in Kitap Kulübü'nde moderatör dahil tüm üyelerin/katılımcıların tek özelliği kitap okumayı çok sevmeleri ve edebiyata meraklı olmalarıdır. Burada tek amacımız aynı kitabın sayfalarında gezindiğimiz insanlarla buluşmak ve sohbet etmek. Yola çıkarken, Martin Eden’daki "Seni kitap okuyan insanlarla tanıştıracağım. Hayat, ancak böyle insanlarla bir araya geliyorsan yaşanmaya değer." sözü bize cesaret verdi. “Partilemeyi”, spor yapmayı ve dans etmeyi seviyorsanız sosyalleşmek çok kolay olabilir; peki ya tam bir kitap kurduysanız? Tek istediğiniz favori kitap ve yazarınızı masaya yatırıp sizinle sohbet etmeye hazır insanlarla bu konu üstünde saatlerce konuşmaksa? Nerede bu bibliyofil insanlar? Mert’in Kitap Kulübü’nde işte tam olarak böyle bir sosyalleşme ortamı yaratmayı amaçlıyoruz.

Kitap kulübünün instagram sayfası: instagram.com/mertinkitapkulubu

13 Ağustos 2023 Pazar

YAZ OKUMALARI DURUM RAPORU: NELER OKUYORSUNUZ?


Siz yaz okuru musunuz yoksa kış okuru mu bilmiyorum, ama ben sanırım hermevsimokurum. Konu hangi kitabı ne zaman okuyacağıma gelince, işte orada kendimce bazı sınıflandırmalar yaparım. Bu kitabı yaza saklayayım, şunu sonbaharda okuyayım, o tam kışın okunacak kitap derim.

Örneğin yaz mevsimi benim için genelde seyahatte okunabilecek, sindirimi nispeten kolay kitaplar için ideal zamandır. Hatta bu dönem, normalde pek tercih etmeyeceğim bazı yayınevlerinin kitaplarını okumaktan bile çocuksu bir zevk alırım. (Epsilon gibi yayınevleri mesela...)

Bu yayınevleri çoğunlukla yurtdışında bestseller olmuş kitapları basarlar ama o kitapların konuları basittir, yazım dilleri kötüdür, hiçbir edebi nitelikleri yoktur; çeviri olan bu kitaplar derinliksiz, yüzeysel, kağıt karakterlerle, klişe hikayeleri anlatırlar; bir nevi yaz dizileri gibidirler. Hele de iyi metinlerle karşılaşmış bir okursanız size zaman kaybettirmekten başka hiçbir işe yaramazlar - ama bazen kafanızı dağıtmak için buna da ihtiyacınız vardır. Her zaman iyi edebiyat okursak, hangilerinin kötü edebiyat olduğunu nasıl anlayabiliriz ki?

Peki siz şu sıralar neler okuyorsunuz? Bir kitabı, öylesine plaj çantanıza attınız diye mi okuyorsunuz yoksa onda gerçekten saklı manalar buluyor musunuz? Belki de o kitabı okuyarak sadece keyifli zaman geçiriyorsunuzdur. İtiraz yok; bu da okumak için gayet geçerli ve benim de sık sık başvurduğum bir sebep. (Görseldeki kitaplar içinde hiç tavsiye etmeyeceklerim de var.)

instagram.com/ofluoglumert

twitter.com/ofluoglumert


30 Temmuz 2023 Pazar

BARBİE VE OPPENHEİMER'DAN ÖNCE İZLEMENİZ GEREKEN O FİLM

Ne Barbie ne de Oppenheimer kadar ses getirdi, oysa yakın zamanın en çok izlenip üstüne düşünülmesi gereken filmi buydu: Hüzün Üçgeni.

Ruben Ostlund'un son filmi Triangle of Sadness, yani Türkçesiyle Hüzün Üçgeni, hiyerarşiyle kara mizahı harmanlıyor. Tüketim toplumu, sınıf çatışması, zengin-fakir ayrımı, sosyal medya çağına ilişkin nokta atışı tespitleri olan bir film sunuyor.



Yaya, yaşadığı her an'ın ve yaptığı her şeyin sevgilisi Carl tarafından görüntülenmesini isteyen bir Instagram çılgını "zamane" kızı. Daha ilk sahnede Carl ve Yaya arasında izlediğimiz bir diyalog, toplumsal cinsiyet ve sosyal statü konularında da filmin lafını esirgemediğini gösteriyor. Daha çok birbirlerine Instagram takipçisi kazandırmak üzere kurulu bir ilişkileri var ama Carl bu durumdan artık son derece rahatsız. O ilişkide eşit olmayı isterken Yaya "erkek" olarak onun daha baskın ve güçlü rolleri olmasını, mesela hesabı onun ödemesini istiyor.

Film, model bir çift olan Carl ve Yaya'nın çok pahalı bir yatta lüks bir gezintiye çıkmasını, sosyetenin ultra zenginleriyle tanışmasını ve sonunda hem onlara hem de seyirciye sistemi sorgulatacak beklenmedik durumlarla karşılaşmalarını anlatıyor. Filmde günümüz ilişkilerine, kapitalizme, sınıfsal çatışmalara dair pek çok ayrıntı gizli. Gemilerde ve açık denizde geçen filmleri sevenleriniz filme ayrıca bayılacaktır. Harris Dickinson, Charlbi Dean, Dolly de Leon başrollerde.

Mutlaka izleyin.

instagram.com/ofluoglumert

twitter.com/ofluoglumert

23 Temmuz 2023 Pazar

MASLOW'UN İHTİYAÇLAR PİRAMİDİNDEN AŞAĞI TEPETAKLAK DÜŞMEKTEYİZ


Bir süredir Maslow'un ihtiyaçlar piramidinden aşağı tepetaklak düşmekteyiz.


Uygar bir ülkenin insanları olarak aslında piramidin birinci basamağından beşinci basamağına doğru yol almamız gerekirken, yok, rüzgar nicedir tersten esip alaşağı ediyor bizi.


Beşinci ve dördüncü basamaklardaki kendimizi gerçekleştirme, estetik ve sanatsal ihtiyaçlarımız zaten en kolay vazgeçtiklerimiz, vazgeçmek zorunda kaldıklarımız oldu. Hayallerimizi hayata geçirebilmek şöyle dursun, tiyatroya, sinemaya gitmek, hatta kitap ve dergi almak bile bir lüks haline geldi. Haliyle en kültürel aktivitemiz evde ailecek televizyon izlemek; neyse ki -reklamlar sağ olsun- o hala bedava.


Düştük mü üçüncü basamağa. Ait olma, sevgi, sevecenlik gereksinimi (arkadaşlık, aile, cinsellik gibi ilişkiler) bu basamakta karşılamamız gereken ihtiyaçlarımız. İnsan ilişkilerinin neresinden bakarsanız bakın mayın tarlasına dönüştüğü günümüzde, kimin ne zaman patlayacağını önceden kestirebilmek mümkün değil. 'Yalnız geldik yalnız gideceğiz'i kabulleneli çok mu oldu diyorsunuz, yok yok demeyin, çıkmadık candan ümit kesilmez.


İkinci basamakta karşımıza güvenlik gereksinimi çıkıyor. Sokakta sakin sakin yürürken her an sinir krizi geçirip gözü dönen bir vatandaş tarafından bıçaklanmayacağımızın, canı öyle istedi diye havaya ateş eden magandadan bir kör kurşun yemeyeceğimizin garantisi yok.


Ve geldik en temel basamağa: Fizyolojik gereksinimlere. Nefes alma, o tamam, uyku, o da bedava, ama yemek ve su – işte oralar biraz sakat! Karnımız aç, başımızı sokacak bir yerimiz yok, barınma ihtiyacımızı karşılayamıyoruz, istediğimiz yere ulaşım sağlayamıyoruz. Kendimizi ait hissettiğimiz bir yer kaldı mı, o bile tartışılır oldu artık.


Düşünmeden edemiyor insan: Acaba biz bu dünyada yaşıyor muyuz, yoksa çile mi dolduruyoruz?


instagram.com/ofluoglumert

twitter.com/ofluoglumert

9 Mayıs 2023 Salı

MERT'İN KİTAP KULÜBÜ İSTANBUL BULUŞMALARI BAŞLIYOR!

Merhabalar, sevgili blog ailem!

Uzun zamandır (yaklaşık olarak 2,5 yıldır - çünkü ilk girişimi Eylül 2020'de Mert'in Kitap Kulübü adında bir instagram sayfası açarak yapmıştım) kafamda dönüp duran, öyle mi yapsam, yok yok şöyle yapmalıyım diye herkes için en iyisi nasıl olur diye düşündüğüm kitap kulübümü başlatıyorum!

Peki nedir bu Mert'in Kitap Kulübü? Nereden çıktı?

Kim bilir? Belki de aynı kitabı okuyor, aynı sayfaya ayracımızı koyuyor, aynı karakterlere hayran oluyoruz ve aynı olay örgüsü karşısında ağzımız açık kalıyor. Tüm bunları yaparken birbirimizden ayrı olmamıza gerek yok. İşte Mert’in Kitap Kulübü, tam da bu ilhamla açıldı. Ve sizi, kitapların büyülü dünyasında aynı okuma zevkini paylaştığınız yeni insanlarla tanışıp sosyalleşmeye ve en sevdiğiniz kitaplar hakkında çay sohbeti eşliğinde tartışmalar yapmaya davet ediyor. 

Aynı kitabın sayfalarında gezindiğimiz insanlarla buluşmak istiyoruz. Yola çıkarken, Martin Eden’daki “Seni kitap okuyan insanlarla tanıştıracağım. Hayat, ancak böyle insanlarla bir araya geliyorsan yaşanmaya değer olur.” sözü bana cesaret verdi. “Partilemeyi”, spor yapmayı ve dans etmeyi seviyorsanız sosyalleşmek çok kolay olabilir; peki ya tam bir kitap kurduysanız? Tek istediğiniz favori kitap ve yazarınızı masaya yatırıp sizinle sohbet etmeye hazır insanlarla bu konu üstünde saatlerce konuşmaksa? Nerede bu bibliyofil insanlar? Mert’in Kitap Kulübü’nde tam olarak böyle bir sosyalleşme ortamı yaratmayı amaçlıyoruz.

Mert’in Kitap Kulübü’nde kurgusal eserlere odaklanmak istiyoruz ancak yazar, kitap ve tür sınırlaması yok! Dünya klasiklerinden Türk edebiyatına, polisiyeden suça, psikolojik romandan gerilime, romantizmden melodrama, bilim kurgudan fantastiğe, büyülü gerçekçilikten gotiğe kurgunun farklı dallarında pek çok kitabı birlikte okumak ve tartışmak için sabırsızlanıyoruz. Aslında etiketlere ve kategorilere pek de inanmıyoruz. Bir sonraki sayfayı çevirirken kalbimizi heyecandan yerinden fırlatacak romanları hep beraber keşfedelim istiyoruz. Burada Sabahattin Ali’den Hüseyin Rahmi Gürpınar’a, Jack London’dan Heinrich Böll’e, Matt Haig’den Stefan Zweig’a, Agatha Christie’den Yaşar Kemal’e, Stieg Larsson’dan Stephen King’e bildiğiniz, ama en çok da bilmediğiniz pek çok yazarı tanıma fırsatı bulacaksınız. Evet, Mert’in Kitap Kulübü’nde yalnızca popüler kitaplara yer yok. Sizinle, edebiyat dünyasının kıyıda köşede kalmış nefis eserlerini de konuşmak istiyoruz. 

Kitap kulübümüze üye olmak için tek yapmanız gereken, kayıt formunu doldurmak... Böylece sizi biraz daha yakından tanımayı umuyoruz. Bir kitap türü olsaydın hangisi olurdun, ıssız bir adaya düşsen yanına hangi üç kitabı almak isterdin, ömrünün sonuna dek tek bir kitap dünyasının içinde yaşayacak olsan o kitap hangisi olurdu ve sevdiğin yazara o müthiş kurgusuyla ilgili hangi soruyu yöneltmek isterdin: Bu gibi soruların cevabını bilmek için can atıyoruz!

Mert'in Kitap Kulübü olarak ilk kulüp toplantımızı Haziran başında İstanbul'da Kadıköy/Üsküdar'da yapıp o ayın kitabını değerlendirmek istiyoruz. Ama aynı zamanda Zoom'dan/Google Meet'ten çevrimiçi olarak dünyanın dört bir tarafındaki kitap kurtlarıyla tanışmak için de heyecanlanıyoruz. 

Kitapla ve sevgiyle kalın...

Vee... Mert'in Kitap Kulübü'ne hoş geldiniz!

https://www.instagram.com/mertinkitapkulubu/


22 Nisan 2023 Cumartesi

KİTAP ALMA HASTALIĞI, YAPAY ZEKA, SEÇİMLER, ALEVİ, LGBTİQA+, İMZALI KİTAP, İYİ BAYRAMLAR


"Geçmişin tehlikesi esir olmaktı, geleceğin tehlikesi ise robot olmak" demiş Erich Fromm. Kendimizi akıllı telefonlara kaptırdığımız gibi, ChatGPT benzeri yapay zekalara da kaptırmayız umarım. Düşünmekten, üretmekten vazgeçmeyeceğimiz, neyin ne olduğunu görebildiğimiz, bol okumalı, sevgi dolu, iyi bayramlarımız olsun.

Sezonun ilk dondurmasını Caddebostan sahilindeki Beltur'da yedim. Topu 15 tl, gayet uygun fiyat. Daha da güzeli su marketten bile ucuz: 3.5 tl.

Murat Soner, Biz Kimden Kaçıyorduk Anne için: "Bir lise öğrencisi adamakıllı bir senaryo yazıp gönderse bırak çekmeyi, okumayacak olan Netflix işte bunları çekiyor!" derken, Aile için de şöyle diyor: "Şöhretli oyuncularla olmayan konuyu izleten dizi..." Tam isabetli konuşmuş!

Köfn'ün yeni şarkısı Al Aramızdan'ın klibi çıktı. Mabel Matiz'den sonra Köfn de kliplerinde cüretkar ve sanatsal denemelerde bulunmaktan korkmuyor.

Hala kararsız olan, "yok ben oy kullanmicam ya" diyen seçmen varsa, Hadise'den gelsin: "Denenmişi denemek yok. Hiç olmadı kitabımda. Olduramazsın."

Hayvan haklarını korumak için hayvan olmaya gerek yok. Kadın haklarını korumak için kadın olmaya gerek yok. LGBTİQA+ haklarını korumak için LGBTİQA+ olmaya gerek yok. Alevi haklarını korumak için Alevi olmaya gerek yok. Sadece vicdanlı olmaya gerek var. Etiketlere gerek yok.

67 milyon nüfusu olan Birleşik Krallık (İngiltere, İskoçya, İrlanda ve Galler)'ta 2022 yılında 669 MİLYON FİZİKSEL KİTAP satıldı -dijitaller buna dahil bile değil. Üstelik bu, tüm Birleşik Krallık tarihindeki en yüksek satış rekoru. Matbu öldü diyenlere gelsin. Matbu ölmedi.

Kitap alma hastalığım bitmediği, aksine her an daha da fazla şiddetlendiği için, insanların kafelere gidip çay kahve içmesi gibi, ben de kitap almaya gidiyorum. Bayramın ilk günü de nöbetçi eczane arar gibi açık kitapçı aramazsın be kardeşim... Biri beni durdursun!!!

Ara ara romanlarımla ilgili imza günü yapıp yapmadığımı sorup, benden imzalı kitap isteyenleriniz oluyor. Kitabı Kitapyurdu'ndan, internetten almak yerine siz bize gönderin, hem de imzalı olsun, biz size hem kitap hem kargo parasını yollayalım diyenleriniz oluyor. Bilmiyorum; olur mu ki öyle? Üretim, tüketim ve dağıtım tek yerden... Instagram ve twitter'dan bana özel mesaj olarak yazabilir mi bu şekilde isteyenler. Bakalım, sayımızı görelim. Belki de tek seferliğine girişirim bu dağıtım işine. :)

Tekrardan herkese iyi bayramlar!

instagram: @ofluoglumert

twitter: @ofluoglumert

SİNEMADA İKİ FİLM

Son günlerde sinemada iki filme gittim. İlki, The Substance. Yani Cevher. Bence mutlaka görülmesi gereken, ama son derece rahatsız edici bir...