Kasım ayında, Almodovar Teoremi'ni okuyup tartışacağız.
Kontenjan 10 kişiyle sınırlı, kayıt olmak isteyenleri bio'daki forma bekliyoruz.Üsküdar'daki buluşma tarihi ilerleyen günlerde paylaşılacaktır.
Görüşmek üzere! 🌿
2009'DAN BERİ TELEVİZYON, KİTAP, EDEBİYAT, SEYAHAT, ŞEHİR, POPÜLER KÜLTÜR HAKKINDA YAZILAR VE HİKAYELER YAZAN BİR KAFADAN ÇIKAN SESLER... BLOG'UM 15 YAŞINDA!
Kasım ayında, Almodovar Teoremi'ni okuyup tartışacağız.
Kontenjan 10 kişiyle sınırlı, kayıt olmak isteyenleri bio'daki forma bekliyoruz.1876-1916 yılları arasında yaşamış Amerikalı yazar Jack London'ın en bilinen kitaplarından biri değil Suikast Bürosu. Onu genelde Martin Eden, Deniz Kurdu, Beyaz Diş, Yıldız Gezgini gibi kitaplarıyla tanırız. Bunun bir sebebi de London'ın kitabı bitirmeden bırakmış olması olabilir.
Suikast Bürosu'nu tamamlayan yazar, Robert L. Fish. Kitap 1963 yılının sonbaharında yayımlanıyor, tam da John F. Kennedy'nin suikastinin yaşandığı günlerde. Kennedy'nin ölüm günü 22 Kasım. Jack London da bir 22 Kasım günü hayata gözlerini yummuş, ilginç bir tesadüf.
Kitapta üç ana karakter var: Ivan Dragomiloff, Grunya ve Winter Hall. Ivan, Suikast Bürosu'nun sahibi. Burası, "öldürülmeleri toplum açısından daha hayırlı (kime göre, neye göre...) olan" isimleri öldürme talebiyle gidebileceğiniz bir şirket. Ivan ve eğitimli filozof ve düşünür olan suikastçılardan oluşan ekibi, eğer bir kişinin öldürülmesini yararlı buluyorlarsa, müşterilerinin o kişiyi öldürme teklifini kabul ediyorlar. Hall, Ivan'ın kızı Grunya ile sevgili. Ve Ivan'ın onun babası olduğunu bilmeden, Ivan'ın kurucusu olduğu Suikast Bürosu'na gidip Ivan'ın öldürülmesini istiyor. Ivan da sözüne sadık, prensiplerine sıkı sıkıya bağlı bir adam: Kendi ölüm fermanını bizzat kendi onaylıyor! Hall, Ivan'ın Grunya'nın babası olduğunu öğrendikten sonra onu öldürme isteğinden vazgeçse de, etik değerlerine sıkı sıkıya bağlı olan Suikast Bürosu'nun sözü söz: Bu adam ölecek. Ölmeyi en çok isteyen de Ivan'ın kendisi. Burdan sonrası tam bir polisiye.
Kitabı okurken aklıma pek çok soru geldi:
* Bir insanın ölümü toplum için faydalı ise bile onu öldürmek etik midir?
* İnsan hayatının önemine kim karar verebilir?
* Bugün hangimiz, verdiğimiz bir sözün arkasında Ivan kadar sözünün eri olarak durabiliriz?
* Ahlak, toplumdan topluma değişir. Etikse her zaman her yerde geçerlidir. Sizce hangisi daha önemli?
* Kitabın bir yerinde Suikast Bürosu'nda çalışan karakterlerden biri şöyle diyor: "Öldürdüğüm kişi sayısı arttıkça ölüm benim için çok basit bir hal aldı." Kötülük yapma sayısı arttıkça, bundan duyduğumuz suçluluk duygusu azalır mı?
Bu cumartesi Mert'in Kitap Kulübü olarak İstanbul'da toplanarak bu kitabı tartışacağız.
Haftaya cumartesi, Mert'in Kitap Kulübü olarak İstanbul buluşmamızda Jack London'ın az bilinen ve tamamlamadığı "Suikast Bürosu" romanı üzerine konuşacağız. 📚🤗 Kontenjan 10 kişiyle sınırlı, kayıt olmak isteyenleri forma bekliyoruz.🧡
Görüşmek üzere! 🌿Belgrad'da nereler gezilir diye arattığınızda, her yerde alışveriş caddesi Knez Mihailova'yı anlatanları, Kalemegdan parkında turlayanları, Tuna ve Sava nehirlerinin kıyısında yürüyüş yapanları görürsünüz.
Ben size daha farklı bir hikaye anlatacağım.
Belgrad'da marketten alıp sevdiğim şeyler arasında vişneli kola ve şeftalili-güllü soğuk çay oldu. |
Üç buçuk günlük Belgrad seyahatimden aklımda kalanlar köhne, virane evlerle dolu ara sokaklar, kırmızı belediye otobüslerine ön, orta ve arka kapılarından doluşup iniveren insanlar, sahipleriyle birlikte gezen mutlu mesut köpekler ve her et yemeğiyle birlikte servis edilen kaymak oldu. Neredeyse Eylül sonu olmasına rağmen 30 dereceyi bulan hava sıcaklığını da es geçmemek gerek. (Küresel ısınma endişe veriyor.) Bunları, olumsuz özellikler olarak ya da beklediğimi bulamadım demek için anlatmıyorum. Aksine, ilk defa gittiğim bir şehre oranın yerlisinin gözünden bakmayı, o şehirde gündelik bir yaşam geçirmeyi sevdiğim için Belgrad'ı da sevdim demek istiyorum.
Aslında bizim ülkemiz, bizim şehirlerimiz dünyadaki pek çok yerden daha güzel. Türkiye gerçekten cennet! Gel gör ki, insan, toplum ve kültür faktörleri devreye girince yaşam kalitemiz düşebiliyor, stres seviyemiz artabiliyor. Üçüncü sayfa haberleriyle dolu günler yaşayabiliyoruz. Sokakta güvenle yürüyemiyoruz. Belgrad'da, diğer pek çok Avrupa ülkesinde de olduğu gibi, sokakta güvenle dolaştım. Gidip görmenizi en çok da bu yüzden tavsiye ederim.
Yine de olası Belgrad seyahatiniz için bazı gezilip görülmesi gereken yerler hakkında ben de birkaç kelam etmeden geçmeyeceğim.
Efendim öncelikle Belgrad'a uçakla gittiğinizde ineceğiniz yer Nikola Tesla Havaalanı. Burası küçük, ufak tefek bir havaalanı. Yani öyle Sabiha Gökçen gibi büyük, donanımlı bir havaalanı filan beklemeyin, aradığınızı bulamazsınız. Mağaza sayısı bir elin parmağını geçmiyor. O yüzden erken giderseniz oyalanmanız için bir yer, dahası oturmak için yeterli sayıda bank bile yok.
Havaalanından şehre A1 shuttle'ı ile veya 72 numaralı otobüslerle gidebiliyorsunuz. Ben shuttle ile Trg Slavija meydanına gittim. Bunun için 400 Sırp dinarı ödemeniz gerekiyor. O da yaklaşık olarak 100 liraya denk geliyor.
Şehirde ilk turunuz Kalemegdan olabilir. Burası işin aslı büyük, çok büyük bir park. Belgrad Kalesi burada. Eğer sonuna kadar giderseniz nehir manzarasını görebiliyorsunuz. Benim Belgrad'da nehir manzarasını gördüğüm ilk yer burası oldu. Buraya da gelmesem göremeyecektim adeta! Tam burada telefonumun çalması ve benim ücretsiz wifi'ye bağlanıp iş teklifi yapılması da değişik bir anı olarak kaldı. Sonucu merak edenler için söyleyeyim: Teklifi biraz düşündükten sonra kabul etmedim. Hala işsizim.
Son günlerde sinemada iki filme gittim. İlki, The Substance. Yani Cevher. Bence mutlaka görülmesi gereken, ama son derece rahatsız edici bir...