12 Kasım 2017 Pazar

MÜREKKEP KOKUNU İÇİME ÇEKTİM - 7. BÖLÜM

6. bölüm

5. bölüm

4. bölüm


3. bölüm


2. bölüm


1. bölüm 



"BÖYLE BİR ŞEYİ benden saklamanı asla beklemezdim Irmak."
"Haklısın," dedi Irmak, gözyaşlarını silerek. O da kendinden günün birinde Cem'i aldatmayı beklemezdi ama hayat karşısına bir anda Atlas'ı çıkarmıştı ve ona karşı konulamaz bir şekilde çekilmiş, bunun önüne geçememişti. Yine de Cem, Atlas'la ilişkisini öğrenince onun tahmin ettiği kadar öfkelenmemişti. Bu açıkçası biraz garipti. 
"Kim o kız Irmak?"
"Kız mı?" Irmak afallamıştı.
"Sarı saçlı kızdan bahsediyorum. Ayaküstü epey konuştunuz sanırım."
"O... o şeydi..." Irmak şaşkınlık ve rahatlamayla ona bakakalmıştı. Cem, Atlas'tan değil, Selin'den bahsediyordu! Irmak'ın sandığı gibi onu o gün parkta Atlas'la değil, beşinci kattaki tuvaletlerin orada Selin'le konuşurken görmüştü.
"Evet?"
"Benden ders notlarını istemişti. Malum, vizeler yaklaşıyor."
"Sen ne dedin peki?"
"Hiç işim olmayacağını söyledim. Derse gelip kendi notlarını kendin tutmalısın. Aynen böyle."
"En doğrusunu demişsin. Ama yine de, hayatında olup biten her şeyi bana söylediğini sanıyordum. Biliyorsun, bu hep böyleydi çünkü."
"Ah, hayır, Cem. Kızı tanımıyorum bile." Evet, bu belki de Cem'in tek kusuruydu. Irmak'ı hep kontrol altına almaya çalışıyormuş gibi davranıyordu ve bu bazen rahatsız edici olabiliyordu. Ama Irmak da bazen ona karşı meraklı davranıyordu, o nedenle sorun yoktu.
"Niçin ağladığını hala anlayamadım ama?"
"Şey... Bir anda senden bir şey saklamışım gibi hissettim ve bu beni huzursuz etti çünkü." Eh, bu bir parça doğruydu.
"Sen öyle diyorsan madem, öyle olsun." Cem gülümsedi. Samimi bir gülümsemeydi bu.
Irmak derin bir nefes aldı. Cem'in Atlas'ı öğrendiğini sanıp az daha her şeyi itiraf edecekti. "Tamam... Şimdi ne yapıyoruz?"
"Bana gidelim mi?" dedi Cem.
"Bilmem?"
"Evet. Burada yapılacak başka bir şey kalmadı sanırım."
"Aslına bakarsan bu AVM'ler beni de sıkıyor. Sinema, yemek, alışveriş, hep aynı şeyler."
"Filmi de pek beğenmedin sanırım?" dedi Cem, kaşının tekini kaldırarak.
İtiraf vakti gelmişti. "Yarıda çıkmamak için kendimi zor tuttum desem?"
Cem güldü. "Söyleseydin çıkardık," dedi.
"En iyisi eve gidip ayaklarımızı uzatmak ve DVD'ye benim seçeceğim bir film koymak sanırım," dedi Irmak.
"Hmmm... Eğer bana masaj yapmayı kabul edersen, tüm DVD koleksiyonum emrinde olacak."
Böylece Irmak son derece neşeliymiş gibi gülerek onun koluna girdi (hatta biraz abartmış, kahkaha bile atmıştı) ve yürümeye başladılar. O an, koluna girdiği erkek keşke Cem değil de Atlas olsaydı, diye düşündü, ama bunu aklına getirmenin bile yanlış olduğunu biliyordu. Cem'le göz göze geldiği her sefer, içinden yükselen sesleri duymazdan gelmeye çalışıyordu: Onu resmen aldatıyorsun... Onu resmen aldatıyorsun... Onu resmen aldatıyorsun.
---***---  
Atlas mesaj atmış; Irmak eğer müsaitse ve eğer gelmek isterse tabii, gün boyu evde olacağını bildirmişti. Ne cevap vereceğini uzun uzun düşünmüştü Irmak, nihayetinde onunla daha yeni tanışmıştı ve dışarıda bir kafede buluşmak varken ikide bir evine girip çıkmak ne kadar doğruydu, emin değildi. Atlas’ın mesajı dersteyken gelmişti ve o da başını hafifçe döndürüp arka sırada birlikte oturan Aslı’yla Efe’ye bakmaktan kendini alamamıştı. İkisinin günden güne daha da yakınlaştığı gözünden kaçmıyordu. Aslı nasıl olur da Efe gibi biriyle bu kadar sıkı fıkı olabilirdi, Irmak’ın aklı almıyordu. Üstelik asıl soru şuydu: Aslı onunla sadece arkadaş mıydı, yoksa sevgililer miydi? Belki de Uzay’ı sahiden bir başkası için terk etmişti ve o kişi Efe’ydi. Belki Irmak’tan da bu yüzden uzaklaşmıştı, çünkü Efe’yle olan ilişkisini onaylamayıp başında dırdır edeceğini biliyordu. Ama madem Aslı hayatında yeni kararlar alıp kendine yeni bir sevgili yapmıştı, Irmak da arkasından kös kös bakacak değildi. Onun da yeni bir arkadaşa ihtiyacı vardı. Aslı’ya son bir kez göz ucuyla baktıktan sonra, “Saat ikide geleceğim” diye yazıp Atlas’a gönderdi.


“Irmak. Gelsene,” dedi Atlas, kapıyı açtığında. Üstünde siyah bir şort ve beyaz bir tişört vardı. Terliksiz ayakları çıplaktı.

“Selam,” dedi Irmak, kızarıp bozararak. Mevsimlik sonbahar ayakkabılarını, Atlas’ın paspasta duran uçları çamurlanmış kahverengi botlarının hemen yanına koydu, içeri girdi. 
“Sen salona geç, ben de şimdi geliyorum,” dedi Atlas ve koridorun sonundaki bir kapıya doğru yürümeye başladı. Irmak bir süre gizlice arkasından baktıktan sonra salona gitti. Çatı katı olduğu için, tavan biraz eğimliydi. Kitaplıklı oda, öncekinden biraz daha farklı görünüyordu. Oraya ilk geldiği zaman çay içtikleri sehpanın üstünde bir tane kirli pizza kutusu, ağzına kadar dolu bir küllük ve yarısı yenmiş, kalan yarısıysa kabuğunun içine saklanmış bir muz duruyordu.

“Otursana.” Atlas geri dönmüştü. Az önce çıplak olan ayaklarına şimdi fosforlu koyu mavi çoraplar geçirmişti. 

Hmm, demek aynı zamanda eğlenceli bir tarzın da var, diye düşündü Irmak. Kitaplığın önünde hala ayakta dikildiğini ancak o zaman fark etti. Atlas ona doğru yaklaşıp, “Şey, bu arada hoş geldin,” dedi ve Irmak geldiğinden beri henüz öpüşmediklerini fark ederek yanak yanağa öpüşüp sarıldılar. Atlas mürekkep, çay, çörek ve belli belirsiz sigara kokuyordu. Bir de odun ve mandalina kabuğu kokusu karışımı bir parfüm sıkmıştı, enfesti.

Yine iki koltuğa karşılıklı oturdular ve Atlas tarçınlı siyah çay demledi, bir sürü kurabiye paketi çıkarttı. Bir sigara yaktı. Irmak bu kez bir şey söylemedi.

“Eee, hayat nasıl gidiyor?” diye sordu Atlas, dumanı havaya, açık pencereye doğru üfleyerek. Irmak da dumanı takip ederek pencereye doğru baktı ve çiselemeye başlayan yağmuru gördü.

“Ah… Sıkıcı,” dedi.

“Hadi ama. Sen güzel bir kızsın. Güzel kızların sıkıcı hayatları olmamalı.”

Utanan Irmak’ın yanakları pembeleşti. Ama Atlas bunları gerçekten içinden geldiği için mi söylüyordu, yoksa iltifat ederek onu tavlamaya mı çalışıyordu, pek emin olamadı. “Sen de hiç fena bir erkek sayılmazsın. Ama gördüğüm kadarıyla günlerini sadece evde yazarak geçiriyorsun.” Bunları der demez de dilini ısırdı, acaba çok mu ileri gitmişti? Yeni tanıştığı birinin hayatı hakkında bu kadar yorum yapmamalıydı.
Atlas bir an için başka bir cevap vermeye hazırlanırmış gibi duraksadı. Ama sonra, "Ah, aslında hiç kimse," dedi gülümseyerek. "Acınacak derecede yalnızım."
Irmak ondan böyle bir itiraf beklemiyordu.
"Sokakta karşıma çıkan insanları," diye devam etti Atlas. "Kolundan tutup konuşmaya başlayasım var."
Irmak bir an sessiz kaldıktan sonra, "Ben de, biliyor musun?" dedi. "Hayatımda her şey yokuş aşağı gidiyor." O an aklına tanıştıkları gün Atlas'a "kaybettikleriyle" ilgili söylediği o söz geldi. "Yani ölüm değildi ama... Belki de daha zor biliyor musun? Ölüm olduğunda bir şekilde kabullenmen gerektiğini biliyorsun ama yaşarken kaybettiklerin..." Acaba Atlas da tam şu an o sözlerini hatırlamış mıydı?
"Ama artık birbirimiz varız, değil mi?" dedi sonunda.
Atlas da, “Evet, artık biz varız,” diye karşılık verdi. Ama aklı başka yerde gibiydi. Bir an sonra, “Peki sen neden yalnız hissediyorsun?” dedi. “En azından dışarıdan bakıldığında, benim gibi değilsin. Kalabalık bir çevren var.”

Irmak derin bir nefes aldı. “En yakın kız arkadaşım… Benden bir anda öylece uzaklaştı.” Ardından ona, uzun yıllar boyunca birbirlerinin en iyi arkadaşı olduklarından, ama artık her şeyin geride kaldığından bahsetti.

Anlatmayı bitirdiğinde Atlas üzülmüş gibi dudaklarını büktü. Sonra onu teselli etmeye çalışırcasına, “Bir sebebi olduğuna eminim,” dedi. “Hiçbir şey sebepsiz değildir.”

“Belki de haklısın. Ben farkına varamıyorumdur…”

“Belki henüz o da varamamıştır,” dedi Atlas sessizce. Sonra aniden, “Siyah-beyaz yabancı filmlerden hoşlanır mısın?” diye sordu.

Irmak’ın aklına Cem’le gittiği sıkıcı uzay filmi geldi. Bir an düşündükten sonra, soruya soruyla karşılık verdi: “Patlamış mısır da varsa, neden olmasın?”
---***---  
Atlas’ın evinden çıktığında hava kararmıştı ve Irmak, yurdunun bulunduğu semte giden belediye otobüsünü bir dakikayla kaçırmıştı. Yine de yarım saat boyunca durakta dikilip bir sonrakini beklemeyi hiç dert etmedi, çünkü kendini hiçbir şeyi kafaya takmayacak kadar mutlu hissediyordu. Atlas’la konuşmak ve onun kitap dolu çatı katında çay içip siyah beyaz melankolik bir Marilyn Monroe filmi olan Bus Stop’u izlemek iyi gelmişti. O çatı katının öyle bir atmosferi vardı ki... Orası sanki gerçek dünyadan, gerçek zamandan başka, masalsı bir yerdi. Gerçek hayattaki kötülüklerin ucu oraya hiçbir zaman erişemeyecek gibi geliyordu.

Yurda gidip yatağına girdi ve yolu Atlas Siyah’la kesiştiği için ne kadar şanslı olduğunu düşünerek uyuyakaldı.

Ertesi gün okulda dersin yapılacağı sınıfa gitmeden önce yeni açılan kahveciye uğradı. Tavandaki hoparlörlerden caz melodileri yükseliyordu. Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen kuyruğa girip, sıra kendisine geldiğinde kahve yerine çay aldı. Herkes sigara içilen terasta takılmayı tercih ettiği için üst kat oldukça tenhaydı. Irmak da orada oturdu. Biraz sonra merdivenlerden ayak sesi duyunca başını istemsizce o yöne çevirdi ve onu gördü: Selin! Sen de nereden çıktın şimdi? Oysa o hiçbir şeyi umursamadan, elinde iki kahveyle dosdoğru ona doğru geliyordu. Irmak’ın önceki günkü mutluluk hissi tamamen dağıldı.
"Sen beni mi takip ediyorsun?" dedi Irmak hiddetle. Bu aslında biraz düşünmeden söylenmiş, yersiz bir sözdü. Selin gidip başka bir masaya otursa sözleri havada kalacaktı.
Neyse ki öyle olmadı.
"Kahve?" dedi Selin, karşısındaki sandalyeyi çekip kahvelerden birini ona uzatarak. Üstünde pembe bir sweatshirt, altında gri bir etek vardı. O an gerçekten de "şeker kız" gibi görünüyordu.
"Belki de beni bulmak için harcadığın çabayı bursunu kaybetmemek için harcasaydın..." dedi Irmak ama telefonunun titrediğini görünce konuşması yarıda kaldı. Arayan Uzay'dı. Açmayıp sessize aldı. Şimdi sırası değildi.
"Sana kahve getirdim. Almayacak mısın?" Selin elindeki plastik bardağı ısrarla sallıyordu. Irmak gönülsüzce uzanıp bardağı aldı. "Ne? İnsanların seni benimle oturuyorken görmelerini istemiyor musun? Alnımda şantajcı yazmıyor benim, tamam mı? Güzel, genç bir kızım ben."
"Birkaç kilo fazlan var," dedi Irmak, sonra elini hemen dudaklarına götürdü. Neden öyle söylediğiyle ilgili hiçbir fikri yoktu. Evet, gerçekçi olmak güzeldi ama Selin gibi her an patlamaya hazır saatli bir bombanın karşısında değil. Ama şanslı günündeydi, çünkü Selin buna pek de aldırmış gibi görünmüyordu.
"Haklısın," dedi. "Her şey bittikten sonra sıkı bir diyet programına girmeyi düşünüyorum."
"Ne bittikten sonra?" dedi Irmak. Bu cümlenin kendisiyle ilgili bir şeyleri kastettiğini anında anlamıştı. 
"Bursumu garantiye alıp okuldan atılmaktan kurtulduktan sonra. Ya da senin hayatını mahvettikten sonra işte. Dediklerimi düşündün mü Irmak?" Selin şimdi tekrar ciddileşmiş ve ona boşu boşuna kahve almadığını hatırlatırcasına ana konuya geri dönmüştü. 
"Hiçbir şey düşünmedim, tamam mı? Şimdi benim oturduğum masadan kalkıp gider misin? Yoksa ben gideceğim."
Selin'in yüzü o an tehlikeli bir hal aldı. "Irmak... Sen beni anlamadın galiba? Bak ben burada hayatını mahvetmekten bahsediyorum. Bunu yapabileceğimi görmüyor musun?"
Ah, evet, Irmak onun gözlerindeki kararlılığı görebiliyordu.
"Elimde seni bitirmek için her şey var. Aynı anda hem Cem'i hem de Atlas'ı kaybetmek ister misin?"
Irmak ona bakıp blöf yapıp yapmadığını anlamaya çalıştı. Hayır, bu kız son derece ciddiydi. Fazla ciddi.
"Eğer bana yardım etmezsen, her ikisi de başına gelecek."
"Ben..." dedi Irmak. O anda kalbinin sesi, kafedeki müziği bastırırcasına hızlanmıştı. 
"Evet. Kararın nedir?" dedi Selin, sabırsızca.
Tam o sırada Irmak'ın cep telefonu çaldı. Masanın üstünde titreşerek kendi etrafında dönmeye başladı ve Irmak'tan önce neredeyse Selin uzanıp açacaktı. Elini telefona götürdü ve onu eline aldı, ekrana baktı, sonra Irmak'a uzattı. Irmak yine Uzay olduğunu düşündü.
"Aslı arıyor."
Irmak bir an onun Aslı'yı da bilip bilmediğini düşündü. Telefonunu Selin'in elinden kapıp açtı.
"Irmak... Hemen bizim eve gelebilir misin?" Aslı panik halindeydi.
"A-Aslı?" Irmak şaşırmıştı, çünkü ondan böyle bir telefon almayı hiç beklemiyordu. Birden, onu engellediği aklına geldi. Yani Aslı belki önce mesaj atmayı denemiş, ama mesajlarının gitmediğini görünce son çare telefona sarılmıştı. Bu kadar önemli ne olabilirdi ki?
Ona gitmeyi çok isterdi ama aralarında onca olup biteni göz önüne alarak, "Kusura bakma, hiçbir yere gelemem ben," dedi.
"Irmak gelmek zorundasın!"
"Yapma ya, nedenmiş o?"
"Çünkü Uzay burada, aptal! Ve eğer gelmezsen... kendini öldürecek!"
7. bölüm sonu, devam edecek
-----------********------------
Sosyal medya hesaplarım:  
instagram, twitter, facebook: ofluoglumert

2 yorum:

  1. anaaaa işler karışıyoooo, önce bizi aldattın aslı öldü diyee, hım, şimdi de uzay bakalım neler hazırlıyon bizeee :)

    YanıtlaSil
  2. Şimdilik en sevdiğim karakter Uzay. :) En sevmediğim ise Selin.
    Ben de artık Aslı'nın barışmak istediğini düşünmüştüm ama aslında hiç de öyle değilmiş. :/
    Sağdan gösterip soldan vuracak şekilde yazıyorsun ve bu çok hoş. Kalemine sağlık! ^_^

    YanıtlaSil

Gmail hesabı olmayanlar, anonim seçeneği ile yorum yapabilir... Yorumlarınız için çok teşekkür ederim!

KİTAP ALINTISI

Yeni romanım Benim Küçük Şaheserim'den bir alıntı:  "Kitaplar onun ecza dolabıydı. Hastalanırsa -ruhu hastalanırsa- hangi kitabı aç...