26 Mart 2018 Pazartesi

ON8 KİTAP'TAN YÜRÜYEN KENTLER SERİSİ: "BEN ONA RESMEN AŞIĞIM"

ON8 Kitap'ı biliyorsunuz değil mi? Umarım biliyorsunuzdur, çünkü genç ve genç yetişkin kategorilerinde kitaplar yayımlayan bu yayınevinin bunca zamandır tek bir kitabıyla bile tanışmadıysanız gerçekten üzülürüm. Neyse ki bu yazıdan sonra en azından web sitesine girip kitaplarını gözden geçireceğinizi bildiğim için, içim rahat. Zira benim favori ilk üç yayınevimden biridir kendisi... En sevdiğim serisi ise, hiç şüphesiz Yürüyen Kentler!

Şu sıralar aynı anda hayli fazla kitap okuduğum bir dönemden geçiyorum. Normalde de bir kitabı üç günde okuyup bitiririm, ama son zamanlarda iki, hatta üç kitabı eş zamanlı okuyup bitirirken buluyorum kendimi. Bunda yaptığım kitap programının ne kadar etkisi var bilmiyorum. Kitapçıya bir girdim mi çıkmıyorum, ne var ne yoksa alıyorum, klasik Mert. Geçenlerde iki “Maxi” Dylan Dog çizgi romanını, üç Zagor çizgi romanını, Kazuo Ishiguro'nun Günden Kalanlar'ını, Stieg Larsson’ın muazzam Millennium Üçlemesi’ni devam ettirmeye “çalışan” (ama hiç şüphesiz eline yüzüne bulaştıran) David Lagercrantz’ın Göze Göz Dişe Diş Diyen Kız’ını (nasıl bir hayal kırıklığıyla bitirdiğimi söylememe bilmem gerek var mı) ve yine ON8’den çıkan, Jean-François Chabas’ın Kırık Kalpler Kavanozu’nu bitirdim. Bunlar başka bir yazının konusu olacak gibi görünüyor.

Bu yazıdaysa sizlere ON8'den çıkan, çok sevdiğim bir bilim kurgu serisini tanıtmak istiyorum! Öyle ki, sizlere şu yazımda bahsettiğim kitap programımın ikinci bölümünde de bu seriyi anlattım (programın linkini bir sonraki yazıda paylaşmayı planlıyorum). Yürüyen Kentler dört kitaplık bir serinin hem ilk kitabının hem de genel olarak serinin adı. Ben öyle her bilim kurgu kitabının kapağını iştahla açan biri değilim. Çünkü bilim kurgu yazmak gerçekten zor bir iş ve iyi yazılmışlarına çok az rastlanıyor. Yazarın sizi o dünyaya gerçekten inandırması lazım, aksi halde kurgu olduğu çok belli oluyor ve size okuma zevki vermiyor. Aynı şey fantastik için de geçerli aslında. İşte tam da bu sebepten ötürü, Yürüyen Kentler için, son derece rahat bir şekilde, okuduğum en iyi bilim kurguydu diyebilirim. İlk kez yedi-sekiz yıl önce, yani çocukken diyebileceğim kadar önce okumuştum ve tadı hala damağımda, her okuduğumda da aynı zevki aldığım bir kitaptır... O zamanlar Günışığı Kitaplığı'ndan çıkmıştı. Şöyle muhteşem bir kapağı vardı, hala kitaplığımdaki en sevdiğim kitap kapaklarından biridir kendisi:


Günışığı Kitaplığı'nın kardeş yayınevi olan ON8 Kitap, seriyi yeniden bastı ve eskisini aratmayacak bir şekilde yeni kapaklarla karşımıza çıktı. Bu sefer o ürkütücü bilim kurgu atmosferini bize daha kesin ve sert bir şekilde hissettiriyor kapaklar. Şimdilerde elimin altında olan ilk kitabın kapağı da şöyle: 


Yürüyen Kentler serisini güzel kalan bir başka şey de bu aslında: Bu kitap hem çocuklara, hem gençlere, hem de yetişkinlere hitap ediyor! Çünkü kendimden biliyorum, her iki dönemde de farklı bir gözle, farklı ayrıntılara dikkat ederek okuyorsunuz. Dolayısıyla ben her iki kapağını da seve seve kabul ediyorum Yürüyen Kentler'in. Her ikisine de ayrı ayrı bayılıyorum. Ayrıca yeni baskıların kapaklarını yan yana koyduğunuzda çok ama çok şık duruyor. 

Peki artık bu teknik konuları bir kenara bırakalım da, kitabın içeriğine bakalım, değil mi? Yürüyen Kentler bir bilim kurgu tamam ama, nasıl bir bilim kurgu? Uzak gelecekte, 60 Dakika Savaşları’nın ardından kentlerin tekerlekler üstünde "yürüyerek" birbirlerinden kaçmak zorunda oldukları bir dünya hayal edin… Ya da hiç uğraşmayın, Philip Reeve bu konunun serisini yazmış. İçine aşk, arkadaşlık, ihanet gibi son derece insancıl duyguları katmayı da ihmal etmemiş. Kentlerin tekerlekler üstünde yürüdüğü bir dünya fikri bence çok çılgın ve yaratıcı. Yani kitap daha en başından muhteşem bir fikirle yola çıktığı için, kurgulanan dünya sizi kendine sonuna kadar inandırıyor. Ana karakterlerimiz olan genç tarihçi Tom ve gizemli Dış-Topraklar’dan gelen Hester ilk andan itibaren hikayeleriyle sizi bağlayan karakterler oluyor. Tekerlekler üstünde giderek kendisinden küçük kasabaları kovalayan Londra'da geçiyor öykümüz. Ya da, "başlıyor" diyelim en azından. Londra Müzesi'nin Doğa Tarihi bölümünde çırak olarak çalışan Tom'un hayatı, Dış-Topraklar'dan gelen, yüzünü adeta ortadan ikiye kesen yarası ve burunsuz suratıyla korkunç bir görünümü olan Hester'la birlikte değişiyor. Çünkü kendini bir anda onunla birlikte Londra'dan dışarı, Dış-Topraklar'a atılmış/düşmüş bir halde buluyor (spoiler vermemeliyim, spoiler vermemeliyim, spoiler vermemeliyim). Ve tabii ki Londra'ya yetişmeleri gerek! Hester'ın alınacak bir intikam planı var. Tom'sa buna engel olmak istiyor. 

"Hey!" dedi Tom. "O en iyi gömleklerimden biriydi!"
"Ne olmuş yani?" diye yanıt verdi kız başını kaldırmadan. "Bu da benim en iyi bacaklarımdan biri."

Olabilecek en güzel şekilde yazılmış, esprili, ürkütücü ve şaşırtıcı bir bilim kurgu Yürüyen Kentler... Ben o zamanlar dörtlemenin ilk iki kitabını, yani Yürüyen Kentler'i ve İhanet Altını'nı okumuştum. Seriyi çok sevdiğim halde diğer ilk iki kitabı nedense okumamışım. Ama şimdi buna seviniyorum, çünkü önümde okuyup tadını çıkarmak için sabırsızlandığım iki Yürüyen Kentler kitabı daha var. Bir şeye olumlu tarafından bakmak dedikleri tam da bu olsa gerek. Üçüncü kitap Cehennem Makineleri, dördüncüsü de Karanlık Düzlük. Serinin nasıl devam ettiğini ve sonlandığını inanılmaz merak ediyorum. 

Ben bu kitabı ilk kez okuduğum zaman, "Neden biri bunun filmini çekmiyor ki?" diye düşünmüştüm. Şu bir gerçek ki, bu kitabın en az Harry Potter kadar patırtı koparması gerekirdi. En az. Aslında dünyada çok sıkı bir okur kitlesi var Yürüyen Kentler'in, bizdeyse hak ettiği kadar bilinmiyor diye düşünüyorum. Ve geçen hafta programa hazırlanırken internete baktım, sanırım biri beni duymuş, çünkü Yürüyen Kentler’in sinema filmi bu yılın sonunda gösterime giriyor! Buna benden çok sevinen kimse olamaz. Çünkü dediğim gibi, ta en başından beri bu kitabın filme çekilmemesinin hata olduğunu düşünüyordum, bir yapımcı keşfetse diye düşünüyordum. Sonunda (nihayet!) biri keşfetmiş işte! Hem de Peter Jackson! Evet, Yüzüklerin Efendisi ekibi, Yürüyen Kentler'i sinemaya taşıyor! Zaten birinin çoktan bunu yapmadığı kabahatti. 

Yani eğer hala tanışmadıysanız Yürüyen Kentler’in bilim kurgu dünyasına teslim olmanın şimdi tam sırası. Ben de, hemen serinin diğer kitaplarına geçiyorum. Yıl sonunda filmi izledikten sonra, kitapla filmi karşılaştıran bir yazı yazmak için de, daha şimdiden sabırsızlanıyorum! 

Not: Daha şimdiden en büyük eleştiriyse kitapta yüzü yaralı ve burunsuz olan Hester'ın fragmanda gayet güzel bir kız olarak karşımıza çıkması. Ortalık karışacak gibi, ama kesinlikle izlemeye değecek. 


Sosyal medya adreslerim:

3 yorum:

  1. Ne yazık ki ben bilmeyen ama yazıyı okuduktan sonra fikir sahibi olanlardanım...

    YanıtlaSil
  2. onsekiz eveeeet, ilk olarak fuarda görmüştüm. haklısın evet çok modern ve ilgi çekici kitaplar. bu yazdıklarını da not aldım savol :)

    YanıtlaSil
  3. Ne bu yayınevini ne de kitapları duymuştum.Mahçup oldum şimdi :( Sıkı bir klasikçi olarak yaşlanıyorum galiba :))

    YanıtlaSil

Gmail hesabı olmayanlar, anonim seçeneği ile yorum yapabilir... Yorumlarınız için çok teşekkür ederim!

SİNEMADA İKİ FİLM

Son günlerde sinemada iki filme gittim. İlki, The Substance. Yani Cevher. Bence mutlaka görülmesi gereken, ama son derece rahatsız edici bir...