26 Şubat 2019 Salı

BİR UÇUŞ DERGİSİNDE İLK KEZ TELEVİZYON KÖŞESİ

Yazı işleri müdürü olduğum Atlas Glober'ın Şubat sayısı için yine pek çok içerik hazırladık. Tabii ki dergiyi internetten okuyabilirsiniz. Bu sayıda güzel de bir yenilik var.


Yanlış olmasın ama; ilk kez bir uçak dergisinde kitap, sinema ve tiyatro gibi bölümlerin yanı sıra televizyon bölümü de yer alıyor ve bu değişikliği yapan kişi olmanın heyecanını duyuyorum.

Dergi çift dilli olduğu için yabancı yapımlara yer verdik. The Umbrella Academy'yi ve Big Little Lies'ı yazdım. Dizi, Nicole Kidman, Shailene Woodley ve Reese Witherspoon’ın da aralarında olduğu oyuncu kadrosuyla ses getirmişti. Yapımın ikinci sezon sürprizi ise ünlü oyuncu Meryl Streep. Ama bu sayfada yerli içeriklere yer vermeyi de kesinlikle istiyorum.


Ebru Cündübeyoğlu ile röportaj yaptığımdan bahsetmiştim hani... 



Süleymaniye'den Vefa'ya, oradan Balat'a uzanan bir seyahat yazısı da kaleme aldım... 




Bunlar Şubat'ın içerikleri tabii... Şimdi biz Mart sayımızın matbaadan gelmesini bekliyoruz!

Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın:

instagram: @ofluoglumert


twitter: @ofluoglumert


facebook: @ofluoglumert


21 Şubat 2019 Perşembe

SİSLİ HAVANIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ...


Dün akşam. Saat 18.30'u geçiyor. Dergiden çıkıyorum. Bitirmek üzere olduğumuz Mart sayısının yoğunluğu, yorgunluğu içindeyim. Bir de kafa karışıklığı diye eklemeliyim. Bu dergi işi beni böyle yaptı: Her ay, gelecek ayın dergisini hazırlamaktan kendimi gelecek ayda zannediyorum. Yani şu an Şubat'ın 21'inde değil de, Mart'ın 21'inde gibi hissediyorum kendimi. Sanırım bir çeşit mesleki deformasyon bu. Her ayın son haftası geldiğinde, geride kalan koca bir ayın yorgunluğu hem omuzlarıma çökmüş oluyor hem gözlerime. Neyse ki matbaadan gelen yeni sayıyı nihayet ellerime alabilmenin mutluluğuyla, tatlı bir yorgunluk içinde oluyorum.

Dışarıda ne kar ne yağmur, yalnızca havadaki incecik sis ve buz gibi bir soğuk… Pazartesiden, salıdan beri şehrin üstüne çöktü kaldı bu sis. Kaldırımlara yayılan akşamüstü sisiyle birlikte ilerliyorum adeta. Havadaki ayaz kendini iyiden iyiye hissettiriyor; öyle ki, ellerimi eldivenli olmasına rağmen cebime sokuyorum. Üşümüş bir vaziyette kendimi kafenin birinden içeri atıyorum. İçerisi pek kalabalık sayılmaz. Bir kadın, cam kenarında sokağı gören bir masaya oturmuş; bir yandan manzarayı seyrederken, diğer yandan çayını yudumluyor. Bir başka masada iki genç sevgili, sohbet ederken önlerindeki salep fincanlarını sıkı sıkıya avuçlamayı ihmal etmiyorlar. Ben de hemen siparişimi veriyor ve en sevdiğim kitabı çantamdan çıkarıyorum. Ama çok da uzun oturmuyorum, ne de olsa tek istediğim trafiğin biraz olsun azalması. İş çıkışında arkadaşıma diyorum ki: Şu anda Manhattan sokaklarında eve dönüyor da olabilirdik, gel gör ki Mecidiyeköy'de metrobüse yürüyoruz... Ya da daha da güzeli, Stockholm sokaklarında eve bisikletle dönüyor da olabilirdim. Oysa ayağıma sakız ya da sigara izmariti yapışmasın diye kaldırımlara bakarak yürümek zorundayım bu şehirde. 

Dahası, dün akşam bu gözler neler gördü bir bilseniz! Normalde, ulaşım için, yolumu uzatsa da vapuru tercih ediyorum. Ancak sisten dolayı şu sıralar metrobüsü kullanıyorum. Dün Gayrettepe metrosundan Zincirlikuyu metrobüsüne bağlanan alt geçitte, dakikalarca ilerlemeden duran bir kuyruğun içinde buldum kendimi. Ve pek çok kişi metrobüs izdihamında beklemeye dayanamayıp, aşağı inen yürüyen merdivenden yukarı doğru çıkmaya çalıştı! Kimileri başarılı da oldu... Taksi de bulamadım bu sabah. Arayınca bulamıyorsunuz zaten. İstanbul'un çilesi çekilir gibi değil gerçekten.

Hafta sonu havalar iyice soğuyacak, kar gelecek diyor hava durumu. Şu sıralar elimin altında okunmayı bekleyen çok sayıda kitap var. Aslında bir ay içinde bitirdiğim çok kitap var, sizlere burada uzun uzun yazmak istiyorum. Ama şimdi yeni başladığım iki kitaptan bahsedeceğim. 


Dergi temposuna girdiğimden beri o kadar yoğunum ki, hafta içi kitap okumaya pek fazla vaktim olmuyor desem yeridir. Ama bu açığımı hafta sonları fazlasıyla telafi edebildiğim için de memnunum. İthaki Yayınları'ndan çıkan, geçen hafta sonu okumaya başladığım Carol Gömülmeden'e devam edebilmeyi dört gözle bekliyorum. Bir oturuşta yüz sayfasını sürüklenerek okuyup bitirdiğim kitap, geçtiğimiz aylarda Netflix'te izlediğimiz "Bird Box"a ilham veren "Kafes" kitabının yazarının (Josh Malerman) dilimize çevrilen yeni kitabı. Adı ve kapak tasarımı da zaten başlı başına cezbedici olan kitabın konusu hayli ilginç: Komaya girdiğinde dışarıdan bakanlar için bir ölüden farksız olan Carol Evers ve onun bu sırrını bilip onu diri diri mezara gömerek servetine konmak isteyen kocası. Eski bir zamanda, Harrows adlı kasabada geçen roman gizemli, gerilimli ve bir sonraki sayfasını gerçekten merak içinde çevirdiğiniz, sonunu asla öngöremediğiniz bir okuma keyfi sunuyor. Kitapla ilgili konuşmam için şu an erken, zira daha sadece başlarındayım. Ama nasıl ilerleyeceğiyle ilgili gerçekten hiçbir fikrim yok ve bu beni heyecanlandırıyor. 


"Polisiye kitap" denilince aklıma Altın Kitaplar'dan başkası gelmiyor. Ya da en azından ilk sırada o geliyor diyeyim. Agatha Christie serisinin hepsi kütüphanemde sıralı bir şekilde durur. Hatta yeni birkaç kitabı daha yayımlanmış, onları da çok merak ediyorum. Şimdi bahsedeceğimse bir Stephen King kitabı. İlk kez 1998'de yayımlanan, hatta biraz araştırınca öğrendim ki filme de çekilen romanın yeni baskısı bu: "Hayatı Emen Karanlık". Bu sefer karakterimiz bir yazar. Thad Beaumont. Yıllarca George Stark takma adını kullanarak romanlar yazıyor ve kitapları "çok satanlar" arasına giriyor. Ama bu yazarın karanlık bir sırrı var... Konusunun yanı sıra, kapak tasarımı da gerçekten muazzam ve içeriğine dair pek çok ipucu veriyor. "Hayatı Emen Karanlık"tan da yine geçen hafta sonu yüz sayfa okudum ve yarın devam etmek için sabırsızlanıyorum. İkisiyle ilgili de bitirdikten sonra daha detaylı yazacak vakti bulmayı umuyorum!

Hazır günlerdir havada esrarengiz bir sis dolanıyorken ve hafta sonu kar da yağacakken, sıcak bir fincan çay alıp okuma koltuğuma gömülmek için bu iki kitaptan daha iyisini düşünemiyorum.

Beni sosyal medya hesaplarımdan da takip edebilirsiniz:

instagram: @ofluoglumert

twitter: @ofluoglumert

facebook: @ofluoglumert

13 Şubat 2019 Çarşamba

TERS DÜZ'ÜN ECE'Sİ OLMASINI İSTEDİĞİM ASLI TANDOĞAN'LA BULUŞTUM!


Aslı Tandoğan ve Ters Düz!

Bugün benim için çok özel bir buluşma yaşandı... Kişisel tarihime altın harflerle not etmek istiyorum!

Konuyu bilenler, daha fotoğrafı görür görmez neyi kastettiğimi anladı ve beni instagram'da mesaj yağmuruna tutmaya başladı bile; ama bilmeyenler için: Bundan üç buçuk yıl önce çıkmış olan, aynı zamanda Bozbalık Serisi'nin de ilk kitabı olan ilk kitabım Ters Düz'ün iç kapağını açar açmaz benim biyografi kısmımda karşınıza "Üç kitap olarak tasarladığı Bozbalık Serisi'ni üç sezonluk bir televizyon dizisine dönüştürmek istiyor (Hatta oyuncu kadrosunu bile kafasında belirlemiş durumda)" diye bir cümle çıkıyor...

Aslı Tandoğan'ın çektiği "Ters Düz'lü" selfie 

İşte, kitabın baş karakteri olan Ece Duman için düşündüğüm isim Aslı Tandoğan'dan başkası değil...

Bunu o zamanlar blog’uma da yazmıştım (yan tarafta linkini bulabilirsiniz) ve okuyan herkes de çok yakıştırmıştı/yakıştırıyor. 

Bugün kendisiyle tanışma fırsatı buldum ve bir kez daha anladım ki, olur da Ters Düz dizi olursa, Ece'yi Aslı Tandoğan kadar hakkıyla canlandırabilecek bir başkası yok benim için.


Muhteşem Aslı Tandoğan! Ters Düz bir gün dizi olur mu, olursa Ece’yi siz mi oynarsınız bilmiyorum, ama benim ve okurlarımın kitabı okudukça Ece karakterini size benzeyen biri olarak gözlerinde canlandırdıklarını ve Ece’nin siz olmanızı istediklerini biliyorum. 

Belki de bu heyecan bize yeter de artar, değil mi arkadaşlar?

Onunla tanıştığıma çok memnun oldum ve Ece Duman için olmasa bile, yollarımızın bir yerde tekrar kesişeceğini hissediyorum. Sıcacık kalbiniz, güleryüzünüz ve zarafetiniz için minnettarım...

Not 1: Serinin ilk kitabı Ters Düz'dü, bitti, ama Ece ve etrafındakilerin Bozbalık'ta yaşayacakları daha bitmedi! Bildiğiniz üzere ben ikinci kitabı da çoktan bitirdim, yola devam edebileceğim dürüst bir yayınevi bulmayı bekliyorum (serinin yeni kitaplarıyla birlikte ilk kitap da tekrar yayımlanacak).


Not 2: Ters Düz bir süredir çeşitli yapımcıların ilgilendiği bir proje, ama henüz bir netlik yok. Bu fotoğraf sadece dostane bir sohbetin sonucu. Hem bakalım Aslı Tandoğan kitabı okuyunca Ece olmak isteyecek mi? Ne de olsa Bozbalık’a gidince başından öyle pek de keyifli şeyler geçmiyor Ece’nin... Üstelik ilk kitapta yaşadıkları daha sadece başlangıçtı. Neyse neyse, spoiler yok.

Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın:

instagram: @ofluoglumert

twitter: @ofluoglumert

facebook: @ofluoglumert

6 Şubat 2019 Çarşamba

EBRU CÜNDÜBEYOĞLU İLE BULUŞTUM!


Glober'ın bu ayki sayısı için Ebru Cündübeyoğlu ile bir araya geldim ve onunla Hep Kitap'tan çıkan ilk kitabı Ferda ile ilgili bir röportaj yaptım. Sizce de o sanki hep hayatımızın içindeymiş gibi hissettiğimiz oyunculardan değil mi? En son Gülizar'daki unutulmaz Suzi karakteriyle karşımıza çıkan Cündübeyoğlu, oyunculuk dışında şarkılar söyleyip şiirler de yazıyor. Ve şimdi ilk kez roman yazarı kimliğiyle karşımızda. Üstelik, aslında bir film senaryosu olarak ortaya çıkmış Ferda. Ancak maddi imkansızlık nedeniyle proje yarım kalmış. Yarım kalınca da Cündübeyoğlu'nun aklı yazdığı hikayede kalmış. İyi ki de kalmış! İşte Ferda şimdi kitap raflarında yerini aldı.


Üstelik, romanı yazmaya başladığında bir anda her şeyin çok daha kolaylaştığını, "tüm kelimelerin hizmetinde" olduğunu da söylüyor. Gerçekten öyle... Senaryo yazarken görsel ve maddi olarak çekilebilir olup olmadığını düşünmeniz gerekiyor. Ancak romanda istediğinizi yazabilirsiniz! Bir detay olarak, 1993 yılında Türkiye 4. Güzeli seçilen oyuncunun annesi de aynı derecede güzel seçilmiş. "Bu 4. güzellik bizim genlerimizde var!" diye gülerek anlattı.

Röportajdan kesitleri aşağıda paylaşıyorum. Tamamını Glober'dan okuyabilirsiniz. Derginin Şubat sayısıyla ilgili söyleyeceklerimse daha bitmedi, onları da önümüzdeki günlerde paylaşacağım.



Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın:

instagram: @ofluoglumert

twitter: @ofluoglumert

facebook: @ofluoglumert

1 Şubat 2019 Cuma

2019, BLOG'LARIMIZIN YILI OLABİLİR!


Herkese merhaba! Bugün size bir soru sormak istiyorum: Influencer'ınızı nasıl alırdınız?

"Mümkünse hiç almayayım" diyenlerdenseniz, yalnız değilsiniz.

Pek çok alanda değişime gebe olan 2019, influencer'ların etki alanlarını da yeniden tanımlayacak gibi görünüyor. Markalarla işbirliği yapıp sosyal medya ve dijital kanallar aracılığıyla milyonlara varan takipçilerine seslenen sosyal medya fenomenlerinin tahtı 2019'da sallanabilir.

Bildiğiniz üzere etki alanı geniş olan blogger, YouTuber ve ünlüler, influencer olarak tanımlanmakta (burada blogger diyerek kastedilen aslında instablogger'lar, yani yıllardan beri kendi hallerinde blog'larını yazmakta olan bizler değil). Ancak pek çok trend uzmanına göre, milyonlarca takipçisi olan bu sosyal medya fenomenlerinin insanlar üstündeki etki alanı, bundan böyle o kadar da geniş olmayacak. Aslında hiçbir zaman öyle değildi bile denebilir. Yani Demet Akalın o zayıflama çayını paylaşınca çayın satışları sanıldığı kadar artmıyor ya da Murat Övüç'ün, Kerimcan Durmaz'ın, Danla Biliç'in, Enis Batur'un paylaştığı reklamları aslında hiç kimse umursamıyor. Hiçbirimiz (ha tabii ben takip de etmiyorum onları, ama o ayrı bir mesele). Bunun sebebi de, çok takipçili hesapların samimiyetine inanılmaması ve paylaştıkları her şeyin reklam olduğunun bilincinin insanlara yerleşmiş olması (öyle ya, sosyal medya artık yıllardan beri hayatımızda ve oranın dinamiklerini hepimiz çok iyi öğrendik). Hatta, yine bu araştırmacılara göre, milyonlarca takipçisi olan sosyal medya fenomenlerinin bu reklamlar sayesinde kazandıkları dudak uçuklatan paralar nedeniyle o reklamlardaki ürünlere ilgi göstermemekle kalmıyor, takip ettiğimiz o kişiden de gittikçe soğuyoruz, kandırılmış hissediyoruz.


Daha az takipçiye sahip olan hesapların ise, bir ürünü tanıtırken takipçi sayısı yüz binleri aşan hesaplara göre daha samimi olduklarına inanıyoruz. Bu nedenle o tip hesapların insanları harekete geçirme etkileri daha fazla. Kendi blog'larımızı düşünelim. Mesela kendimden örnek vereyim. Blog'um 2019'da 10. yaşını kutlayacak ve tam 10 yıldır yazdığım hiçbir yazıdan tek kuruş para almadım. Yaptığım bir kitap önerisini de, bir dizi tavsiyesini de, bir şehirdeki bir kafe tanıtımını da, tamamen kendi içimden geldiği için yaptım. Dolayısıyla ben burada "Şu kitabı şu nedenlerden dolayı çok sevdim, bence siz de alıp okumalısınız" dediğimde, bunun ardında gizli bir reklam olmadığını hepiniz çok iyi biliyorsunuz. Blogspot uzantılı blog'larda yazan çoğu insanın da blog yazmaktan para kazanmadığına, bunu sırf yazmayı sevdiği için yaptığına eminim.

İşte 2019’da da, sosyal medyada samimi ve içten paylaşımların daha etkili olmasının bir sonucu olarak, 3000 ila 50000 aralığında takipçi sayısına sahip olan micro-influencer’ların önemi artacak; trend araştırmacılarının yalancısıyım!  Reklamverenler, daha niş bir kitleye hitap etmek için onları kullanacak. Hatta nano-influencer olarak bilinen, 1000-5000 takipçiye sahip olan kullanıcıların bile yıldızı parlayacakmış. Kısacası 2019 takipçi sayısının değil; yorum, beğeni, paylaşım, kısacası etkileşimin önem arz ettiği bir yıl olacakTabii eğer bir micro-influencer çok fazla reklam almaya başlarsa, onun da bir yerden sonra macro-influencer kadar etkisizleşeceği görüşündeyim ben. Her şey tadında, o ilk tanıdığımız haliyle güzel sonuçta. Nasıl ki daha az bilinen alternatif bir şarkıcı daha çok ilgi çekiyor ve o şarkıcı kitleler tarafından tanınan biri haline gelince ondan soğuyorsak ya da sadece bizim bildiğimiz bir kitap, filmi çekilerek anında tüketime aç milyonların önüne sunulunca kalbimiz kırılıyorsa, sosyal medya fenomenleri için de aynısı geçerli. 

Dediğim gibi, blog'um 2019'da 10. yaşını kutlayacak. Instagram'ı da aktif bir şekilde kullanmama rağmen, blog'umdan asla vazgeçmedim, vazgeçmem. Blog'umda (hatta blog'larımda) bugüne dek binlerce yazı yazdım ve geri dönüp arşivimdeki yazılara bakmayı, "Aaa, ben böyle bir şey de mi yazmışım?" diye şaşırmayı bile seviyorum. Yani sosyal medya blog'ların sonunu getiremez bence. O yüzden yazmaya devam! 2019'un gerçek "blogger"ların yılı olmayacağını kim söyleyebilir ki?

Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın:

instagram: @ofluoglumert

twitter: @ofluoglumert

facebook: @ofluoglumert

SİNEMADA İKİ FİLM

Son günlerde sinemada iki filme gittim. İlki, The Substance. Yani Cevher. Bence mutlaka görülmesi gereken, ama son derece rahatsız edici bir...