19 Mart 2020 Perşembe

KARANTİNA GÜNLÜKLERİ VOL.1: EVİM GÜZEL EVİM!


Karantina günlükleri vol.1: Evim güzel evim! Bugünlerde hangimizin "motto"su bu değil ki? Ne kadar evcimen bir insan olduğumu bilen bilir, eminim benim gibi pek çoğunuz da evde vakit geçirmekten keyif alıyorsunuzdur. Kendi adıma zaten yazılacak kitaplar, okunacak romanlar, dinlenecek albümler, izlenecek diziler-filmler vardı; dünya kıyamet sonrası bilim kurgu filmlerinden hallice bir yere doğru gitmese, evde kalmaktan neredeyse memnunum diyeceğim. Ama günlerce evde kalmak, insanın istediği an dışarı çıkabileceğini bilmesi dahilinde güzel. Şimdiki durumsa, kendimiz ve kendimiz dışındaki bütün insanların, canlıların sağlığı için evde kalmamız gereken günlerin kapıda olduğuna işaret ediyor. Endişe verici gelişmelerle dolu bir dönemdeyiz. Dünyamızın ve ülkemizin başına pekala on yıllık bir zaman dilimine yayılarak gelebilecek her türlü felaket, patlak vermek için bu yılın ilk üç ayını seçti. Savaşlar, saldırılar, siyasi olaylar, ekonomik çalkantılar, depremler, seller, heyelanlar, sanal hack’lenmeler yetmiyormuş gibi, bunların hepsini çıktığı ilk günden başlayarak giderek önemsizleştiren bir şey patlak verdi: Koronavirüs. Hiç hesapta olmadan, sessizce ama giderek güçlenerek dünyanın diğer bütün meselelerini unutturdu, günlük hayatımızdaki tek meselemiz haline geldi. Hepimiz canımızın derdine düştük. Hırslarımızı, isteklerimizi, kıskançlıklarımızı, öfkemizi, aşk acılarımızı, kalp kırıklıklarımızı, sağlık sorunlarımızı, ekonomik meselelerimizi, kısacası kendi kişisel hayatlarımızdaki her türlü sorunu unuttuk. Belki de insanoğlu olarak şöyle bir silkelenip kendimize gelmemizin tam vakti. Şu zor günler biter bitmez, hepimiz şapkamızı önümüze koyup düşünmeliyiz. Dünyada bu kadar savaşa sahiden gerek var mı?

Her şey durdu, hayat durdu, ekonomi bilmem ki artık nasıl düzelecek? Koronavirüs vakalarının hangi şehirlerde görüldüğü hala açıklanmıyor. Ölümlerin bile. Bir yanım, panik yaratmamaya çalışıyorlar diye düşünürken, diğer yanım, bunu tüm açıklığıyla bilmeye hakkımız olduğunu söylüyor. Türkiye sadece İstanbul'dan ibaret değil ki. Belki de Denizli'de, Trabzon'da, Manisa'da, Erzurum'da, İzmir'de, Antalya'da, Afyon'da, Kars'ta, Samsun'da, Artvin'de, Hatay'da, yani tam olarak şu an bulunduğunuz yerde koronavirüs var. Bilmiyoruz. 

Bugünlerde bol bol kitap okuyorum, kitap stoğum bitecek diye de çok korkuyorum. Yeni aldığım kitapların çoğu İstanbul'da kaldı çünkü, bilseydim hepsini yanımda getirirdim. Birkaç kitap sipariş ettim gerçi, dezenfektanla sildikten sonra paketi açtım, o kitaplardan biri de John Grisham'ın Hesaplaşma kitabı, bir polisiye. Zilyon kere okuduğum Millennium Serisi'nin üçüncü kitabını elime alıp karıştırırken, Stieg Larsson'a yapılan övgülerde gördüm onun adını. O nedenle merak ettim, bugün başlayacağım. Öncesinde de José Saramago - Kopyalanmış Adam, Sally Rooney - Normal İnsanlar ve Elena Ferrante - Karanlık Kız okudum. 

Bir mini dizi keşfettim "Feud: Bette and Joan" diye, aslında ne zamandır yazacağım burada da, ilk dört bölümden sonrasını henüz izlemedim ben de. Toplam sekiz bölümlük zaten. Birbirlerinden nefret eden Bette Davis ve Joan Crawford’un "What Ever Happened to Baby Jane?" filmini çektikleri sırada yaşadıkları rekabeti anlatıyor. İkisi de bir zamanlar Hollywood'un yıldızı olan ama birbirlerinden hiç hoşlanmayan bu iki oyuncunun, artık dönemleri geçtiğinde ve unutulduklarında aynı film projesinde yer almalarını anlatıyor. Ama drama ve entrika o biçim! 1960'lı yılların Hollywood'una ışık tutan bir dizi. Arka fonda o dönemin caz müzikleri, kostümleri, sonra her iki oyuncu da birbirinin kötü performans göstermesini sağlamaya çalışıyor. Biri yönetmeni ayartmaya çalışıyor, diğeri magazin basınına dedikodu veriyor, film sektörüne dair bir belgesel gibi yani aynı zamanda. 2017 yapımı. Nasıl dikkat çekmemiş, anlamadım... Herhalde insanlar Netflix'te olmayan dizileri izlemiyor. Ben tam tersine, hala Netflix'te olmayıp da internetin derinliklerinde olan çok kaliteli diziler olduğu görüşündeyim. Hatta o diziler çok daha iyi oluyor. 

Şu sıralar Beth Hart dinlemek çok hoşuma gidiyor. Bad Woman Blues, Caught Out In The Rain, Bang Bang Boom Boom, Trouble, Sister Dear... Hele Toruble, tam da eve kapandığımız bugünlerin şarkısı gibi: "But I just want one day in the sun / Hanging out, having fun / I didn't come to make trouble." Hart, caz ve blues arasında gidip geliyor. Gram Rabbit’e de bu aralar yine takmış durumdayım. 2004 tarihli Music to Start a Cult to, 2006 tarihli Culvitation ve 2012 tarihli Welcome to the Country albümlerini dinleyip duruyorum. Bu grup, dünyanın en az bilinen ve dinlenen en iyi müzik grubu, iddia ediyorum. O zamanlar kimse bilmezdi, hala bilmez. Grup zaten çoktan dağıldı. Öyle Spotify’da falan da boşuna aramayın, bulamazsınız. Keşke Sade'nin yeni albümü çıksa, 2010'dan beri, 10 yıldır sessizlik içinde cazın ve soul'un kraliçesi. İyi müzikler de tıpkı iyi kitaplar ve iyi filmler gibi, bir yerlerde keşfedilmeyi bekliyor. Sizin bana önerileriniz olur mu? 

Şu karantina günleri bahanesiyle, bilgisayarımın derinliklerinde kaybolmuş eski roman taslaklarıma da bir el atayım diyorumEvden dışarı çıkmadığımız bugünlerde, sıra dışı ve renkli karakterlerle, imkansız gibi görünen her şeyin imkanlı olduğu, kafadan çatlak, saçma sapan bir kurgu yazasım var. Ucundan kıyısından, yok aslında baya doğrudan şu koronavirüs salgını da olsun diyorum işin içinde. Hiç düşünmeden, yazar yazmaz bölüm bölüm yayımlayayım. (Tam dört buçuk yıl bekledim de ne oldu: Yeni romanımın içime sinen bir şekilde yayımlanması gündemi varken, koronavirüs patlak verdi.) Ne dersiniz? O zaman başlıyorum? 

Evde olduğumuz bugünler, blog'ları keşfetmek için de güzel bir fırsat. Benim blog'um Kafa Dergi'de de, zaten bildiğiniz gibi, Eylül 2009’dan beri, yani 10 yıldan fazla bir süredir birikmiş olan detaylı bir yazı arşivi var. Televizyondan edebiyata, popüler kültürden seyahate pek çok konu sizi bekliyor. Lütfen bugünlerde maksimum özen gösterelim. Gerekmedikçe evden çıkmayalım; kitap okuyalım, yazalım, düşünelim... Kendinize dikkat edin.

8 yorum:

  1. kendimi bir bilim kurgu filminde gibi hissediyorum:))

    YanıtlaSil
  2. Her gün farklı salgın filmleri..

    YanıtlaSil
  3. Diziye bakacağım! Ben de o kadar kitap stoklamışım ki makarna stoklayanlar yanımda az kalır. İki tane harika 1000 küsür sayfalık kitabım var mesela ama ben okuma isteğimi kaybettim biraz. :( Umarım geri gelir :D

    YanıtlaSil
  4. Selam.
    Evi seven biri olarak bana yaradı diyebilirim. Tek sorun kızım için etkinlik oluşturmak. Bir yerden sonra insan tıkanıyor.
    İyi okumalar, izlemeler, dinlenmeler Mert.

    YanıtlaSil
  5. gerçekten de tam dediğin gibi evde kalmak ta isteğe bağlı ise anlamlı ve güzel, ben de normalde ev severim ona rağmen sanki bir huzursuzluk hakim oluyor hislerime, zorunluluk duygusu, endişe. umarım en az hasarla ve en yakın zamanda atlatırız :)

    YanıtlaSil
  6. tüm bilim kurguların içinde buldum kendimi son bir ayda...

    YanıtlaSil
  7. Distopyanın içindeyiz. Bu günleri de olabildiğince verimli geçirmeye çalışmakta fayda var :))

    YanıtlaSil
  8. sen de kendine iyi bak
    evde kalmak iyi ya hu!!
    belki geçici olduğunu bildiğimiz için
    Sağlıklı günler yakında ben inanıyorum

    YanıtlaSil

Gmail hesabı olmayanlar, anonim seçeneği ile yorum yapabilir... Yorumlarınız için çok teşekkür ederim!

SİNEMADA İKİ FİLM

Son günlerde sinemada iki filme gittim. İlki, The Substance. Yani Cevher. Bence mutlaka görülmesi gereken, ama son derece rahatsız edici bir...