19 Eylül 2013 Perşembe

MAVİ YAZDAN SARI SONBAHARA



"Üniverzete" için yazdığım ilk yazı:

Kırk beş derece sıcağıyla tatil beldelerini oraların insanına bırakarak koca yaz ayına noktayı koyduk. Bu yaz neler yapmadık ki? Bol bol yüzdük. Yepyeni koylar keşfettik, sanki oraya giden ilk kişi bizmişiz gibi mutlu olduk. Kitaplarımızı kuma düşürdük, kulaklığımızı güneş kremine buladık, telefonumuzun ekranına tuzlu ellerimizle dokunduk ve şimdi, sonbaharın sarı yaprağına alışmamız biraz sancılı olacak gibi. Peki yazın kumdaki ayağının fotoğrafını çekmeyen, sosyal ağlarda paylaşmayan, altına da "Güneş damlar içime..." yazmayan kaç kişiyiz?

Ben tam bir “yaz delisi”yim! Herkes sıcaklardan kaçarken, ben “Havalar ısınsa da neşemizi bulsak!” diye ortalarda geziniyorum.

Güneş, deniz ve kum için kelimenin tam anlamıyla heyecanlanan; sıcak havalarda neşelenip bulutlu günleri yaz mevsiminin hayalini kurarak geçiren; yazın bile sıcak suyla duş alan; Marmaris, bisiklet ve palmiye gibi şeylerin düşüncesine bile sevinç çığlıkları atabilen biriyim. Ama zamanı durduramıyoruz. Yaz tüm güzel anlarıyla bitip geriye dönüp bakılacak anılara dönüştü ve yeni mevsim çoktan geldi. Zaten benim gibi bir “yazcı”ya bile sonbahar dergilerini kucaklayıp buz kesmiş ayakları kalorifer peteklerine sokma, kestaneci amcanın önünden geçerken o müthiş kokuyla kendinden geçme, battaniyenin altına girip orada kalma, kafaya düşen sarı yaprakla tebessüm etme gibi “sonbahar arzuları” gelmişse bilin ki sonbahar gerçekten de gelmiştir.

Yapacak bir şey yok: “Akdeniz akşamları bir başka oluyor”lar sona ersin, “Karlar düşer, düşer düşer ağlarım”lar başlasın!
Evet, yaz bittiğine göre konumuz sonbahar. Tamam da yaza daha şimdiden hasret kalmış, gelecek yazı iple çekmeye başlamış, hatta Marmaris’e “kış uykusuna yatmadan önce” ilk fırsatta yeniden gidebilmek için bilet bakmaya koyulmuş biri olarak sonbaharın nesini anlatacağım? Eğer yaz olsaydı o kadar çok şeyden bahsederdim ki… Sonbaharın kasvetli havasından, nezleli insanların yanında hemen sulanan gözlerden, kaldırımda yürürken yoldan geçen arabanın üstümüze sıçrattığı çamurlu sudan veya “gece gibi bir gün”e uyanmaktan hiç mi hiç bahsetmek istemiyorum.
Bu biraz da bizim hatamız aslında. Sonbahara “hüzün mevsimi” sıfatını taktığımızdan beri uğraşıyoruz bu sorunla. Hep ayrılık şiirlerinden mi bahsedeceğiz sanki? Hazır aşk da yokken değerini bilmek, sonbahara “siyah ayrılık” gözlükleriyle değil de “pembe aşk” gözlükleriyle bakmak, bu mevsimin güzelliklerinin tadını çıkarmak lazım.
Mesela tatilciler için şehre dönüştür sonbahar, sonra da sorumluluklara. Zaten şehirde kalmış olanlar içinse okula, işe alışmak daha kolaydır.
Sokaklar tekrar kalabalıklaşır. Sosyalleşmek için bundan iyisi yoktur. Yeni açılan kafelere gidersin, şirin bir kahvaltı yaparsın. Ara sokaklardaki küçük kitapçıları keşfedersin. Bu nostaljiye de ihtiyacım varmış, diye düşünürken o gittiğin küçücük kitapçının yaşlı sahibinin elinden bile akıllı telefonun düşmediğini görüp şaşırırsın. Bizimki ihtiyaç da onunki değil mi?
Başka bir pencereden baktığınızda ise gerçekten de yalnızlıktır sonbahar. Göz göre göre yalnızlaşma. Her gün “kalk-işe git-eve gel-yat” şeklinde bir sonraki yaza/molaya dek tekrarlayacağımız bir rutindir. Sokaklarda her bir metrekareye on akıllı telefon düşme mevsimidir.
Sonbaharın en sevdiğim tarafı da “yeni sezon”un başlayacak olmasıdır. Hem sezon finali vermiş olan bizler için, hem de sektör için. Malumunuz Eylül ayı, başlangıçlar ayı. Televizyon ekranlarında bir sürü dizi ve program başlar, sinemalar yeniden canlanır, tiyatrolar perde açar… Edebiyat dünyası ve müzik piyasası da hız kesmeyip hareketliliğini sürdürür. Hele şimdi bir de Bienal var, o gidebilen için bambaşka bir şans. Kısacası “kültür ve sanat etkinliklerine aç” biri için pek çok güzel şey olur.
“Demedi demeyin” diye bir not düşeyim hemen: “Perşembe dizim” diyerek sahiplendiğiniz ve uğruna dost meclislerini ektiğiniz diziniz bir bakmışsınız hop diye pazartesi gününe, olmadı salıya, oradan pazara alınabilir. Bu arada saati de değişebilir. Bu nedenle siz siz olun dizi gününe ve saatine kesinlikle bağlanmayın, değişkenliği estetik operasyon geçirmiş bir surat gibi incecik bir gülümsemeyle karşılayın. Kafanızdan istediğiniz düşünce geçebilir tabii!
Evet, ilk yazımda lafı fazla uzatıp da sizleri sıkmayayım. Daha “üniversite”ye başlamadan “Üniverzete”ye başlamış olmaktan çok mutlu olduğumu ekleyeyim. Bundan sonra daha sık görüşmek üzere, hepinize kendi hayat hikayenizin başrolünde mutlu bir sezon geçirmenizi diliyorum!

1 yorum:

  1. Bende o 'yaz delilerindenim' ama ne yazikki buz gibi, gunes gormeyen bir ulkede yasiyorum :)
    Sanirim ozlenenler listemin basini gunes cekiyor ve malesef 2 haftadan ibaret tatiller ile geciyor hayatim...
    Ne aci.
    Sonbahar bitsede (oha be kizim daha yeni basladik diyebilirsiniz) bunalim sezonunu kapatsak cok iyi olucak..

    Sevgiler.

    YanıtlaSil

Gmail hesabı olmayanlar, anonim seçeneği ile yorum yapabilir... Yorumlarınız için çok teşekkür ederim!

SİNEMADA İKİ FİLM

Son günlerde sinemada iki filme gittim. İlki, The Substance. Yani Cevher. Bence mutlaka görülmesi gereken, ama son derece rahatsız edici bir...