Diğer blog'um olan Ters Düz'ün "hem okunabilen hem izlenebilen" hikaye formatını ve bu doğrultuda, yayımladığım hemen her bölüm için aynı zamanda bir fragman da hazırladığımı biliyorsunuz (Bilmeyenler: Tıklayın). Yazmak gibi bu tip klipler ya da kısa filmler çekmek de benim çocukluktan devam ettirdiğim bir hobi, bir aşk, bir amaç... Belki sizin de kamerayla amatörce çektiğiniz klipler ya da kısa filmler olmuştur/oluyordur. O çekimlerde çok özen göstermeyip elimizi sürekli titrettiğimizden, sahneler de estetikten bir hayli yoksundur haliyle. İşte “Kusursuzlar” bu amatörlüğü, ustalığa dönüştürüyor. Farklı bir çekim tekniğini temel alarak, daha sahici bir etki bırakmayı hedefliyor. Bu nedenle itiraf etmeliyim ki filmi izlerken, sanki sahneleri ben çekmişim gibi hissettim. Ya da şöyle söyleyeyim: Ben de olsaydım bu filmi böyle çekerdim.
Konuya çekim tekniğinin lezzetiyle girince, senaryoyu niçin ertelediğim sorusuna "Belki de kötü diye onu en son yazacak, Mert," diye yanıt bulmayın sakın. Ramin Matin’in yönettiği filmin senaristi Emine Yıldırım da en az onun kadar başarılı. Film yaz başında, turistlerin akınına uğramadan önceki Çeşme’de geçiyor. Vefat eden anneannelerinin yazlığına giden Lale ve Yasemin, dışarıdan bakıldığında gayet sıradan iki kız kardeştir. Aslında onların çok büyük bir sırrı vardır. Hiçbir sorunları yokmuş gibi görünmelerine rağmen bu sırrın verdiği ağırlıktan ötürü birbirlerine karşı büyük bir öfke ve intikam duymaktadırlar (Bu duygular, müziklerle de çok iyi desteklenmiş). Yan komşuları Kerim’le tanışmalarının ardından aralarındaki gerilim giderek tırmanır. Öyle ki, son sahnelerden birinde, onun yanında açıkça kavga etmekten çekinmezler.
Lale’nin bir de bir sevgilisi var, filmin başından beni
onu arayan ve bir gün Çeşme’ye geliveren. Lale, ona yerini Yasemin’in
söylediğini öğrenince çok sinirleniyor ve o da Yasemin’i, Kerim’in ondan
hoşlandığına inandırıyor. Böylece film aşka da değinerek yoluna devam ediyor ve
biz de bu arada iki kız kardeşin bu tip hilelerle birbirlerinden intikam alma
çabalarını izliyoruz.
Anneannesinin artık demodeleşmiş kıyafetlerini giyen ve
denize girmeyen Lale ile daha rahat kıyafetler giyen ve denize giren Yasemin
arasındaki bu kontrast da finalde açığa kavuşturuluyor. İki kardeş büyük bir hesaplaşma
yaşıyor, yaşıyor da, Lale’nin Ferit’ten nefret etme nedeni sanki tam açığa
kavuşturulmuyor. İki kardeşin kavga ettikten sonra arabaları köy yolunun
ortasında bozuluyor ve kızlar, oradan geçen bir minibüse biniyorlar. Onları bir
süre sessizce minibüste, erkek yolcuların arasında izledikten sonra film
bitiveriyor. Herkes şaşırıyor: “Nasıl olur? Böyle pat diye bitemez!” Biter
işte. Bizi de böyle merakta bırakır. Dramların, hele de böyle festival
filmlerinin ikincilerinin çekilmesine alışık değiliz; ama film tam da devam
etmeye müsait bir noktada bitiverince… Sorular havada, kız kardeşlerin tadı
damağımızda kalıyor.
Filmin başrolünü üstlenen iki kadın oyuncunun performansı
da gerçekten muhteşem! İpek Türktan Kaynak, Lale ile; günün birinde patlamayı
bekleyen, zaman zaman asosyallik ve hatta belki delilik arasında gidip gelen,
altından kalkılması oldukça zor bir karakteri hakkıyla canlandırıyor (Bakınız:
Denize doğru seke seke yürüdüğü sahne!) Onun tam zıttı olan Esra Bezen Bilgin
ise Yasemin ile sosyal, konuşkan ve daha sert bir kadını canlandırıyor. Ayrıca tutkulu da: Plajın
kabininde hiç tanımadığı bir erkekle... (Utanırım ben, siz anladınız devamında ne getireceğimi. Sırası gelmişken, bu sahnenin filmin en cüretkar sahnesi olduğunu belirtmeli. Hem de
fazla cüretkar!)
Barış Diri imzalı müzikler de ödüllendirilmeli. Gerilim alt
yapısını çok güzel inşa eden, zaman zaman çok naif, zaman zamansa izleyiciyi
tetikte bırakan besteler yapmış Diri. Yalnız bir istisna olarak, filmin plaj
sahnesinde çalan “Best seller” isimli şarkı (Her ne kadar ben Hakan Peker’in
mevcut şarkılarından biri olduğunu düşünsem de)
diğer hüzünlü şarkılardan ayrılarak neşemizi bulmamızı sağlıyor. Ama
sanki onda bile, yaza ait olmayan bir solgunluk var.
Filmin 2013 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden
aldığı iki önemli ödül var: En iyi film ve en iyi yönetmen. Ayrıca filmin iki
başrol oyuncusu olan Esra Bezen Bilgin ve İpek Türktan Kaynak da ödüller
alıyorlar ve almaya da devam edecek gibiler.
Beni filme çeken -bu sayının 2. kapağında da kullandığım- Hollywoodvari afişi oldu. Boğulmuşçasına suyun yüzeyinde yatan, ama yüzlerini tam göremediğimiz iki kadın. "Neler oluyor?" diye düşünüyor insan. Afişin denizle ilgisi filmin Çeşme'de geçmesi ve kız kardeşlerin denize girip çıkmaları. Filmin arka planında -hatta belki de ön- bunun büyük önemi var. Diyeceğim, böyle başarılı
bir afiş görmeyeli epey olmuştu sanki. Ben filme 10 üstünden 9 veriyorum; o 1 puanı
da, filmin bittiği noktayı içime pek sindiremediğimden kırdım. Üstte de dediğim gibi dramların, hele de böyle festival filmlerinin ikincilerinin çekilmesine alışık değiliz; ama film tam da devam etmeye müsait bir noktada bitiverince… Sorular havada, kız kardeşlerin tadı damağımızda kalıyor. Yine de
“Kusursuzlar”ı mutlaka izleyin. Bir festival filmi gibi değil, oldukça popüler
bir filmmiş gibi izleyin hem de. Çünkü öyle. Son olarak filmin sloganıyla, “Kan
sudan ağırdır” diyerek, yazıyı noktalayayım.
Tam da bir soundtrack albümünü düşlerken, bakın internette hangi sürprizle karşılaştım: Tık!
"Yaz aşkları yazda kalır bebeğim
Günahları yaz da kitap olsun
Bu geceyi en başa koy güzelim
Hikayemiz best seller olsun"
Tam da bir soundtrack albümünü düşlerken, bakın internette hangi sürprizle karşılaştım: Tık!
"Yaz aşkları yazda kalır bebeğim
Günahları yaz da kitap olsun
Bu geceyi en başa koy güzelim
Hikayemiz best seller olsun"
İsim: Kusursuzlar
Meslek: Sinema
Sicil: 9/10
TL: Başka Sinema'da izledim - 12/15/20
Başka Sinema: Ne güzel bir yer orası! Tam böyle eski sinemaların havası var. Çalışanları, salonda yer gösterenleri işlerini severek yapan kişiler. Bir de bir "Alfred Hitchcock" kapısı vardı. Ama yalnızca isim sanırım o? Yani Hitchcock'la bir ilgisi yok? Tutkumu biliyorsunuz: Şu yazıda!
Meslek: Sinema
Sicil: 9/10
TL: Başka Sinema'da izledim - 12/15/20
Başka Sinema: Ne güzel bir yer orası! Tam böyle eski sinemaların havası var. Çalışanları, salonda yer gösterenleri işlerini severek yapan kişiler. Bir de bir "Alfred Hitchcock" kapısı vardı. Ama yalnızca isim sanırım o? Yani Hitchcock'la bir ilgisi yok? Tutkumu biliyorsunuz: Şu yazıda!
heeey sen iyisin.
YanıtlaSilkafan aynı ben gibi işliyo.
sen de saldır bakalım yeldeğirmenlerine.
hangi birine yetişcen.
:)))