31 Aralık 2015 Perşembe

TERS DÜZ'Ü OKUYUP TERS DÜZ OLMAK İÇİN 5 SEBEP


Geldi çattı yılın son günü... Koca 2015'i de devirdik ya, helal olsun bize! Bugün, günün ruhuna uygun olarak "yılın son günü yazısı" yazacaktım aslında, ama son anda, klişelerden uzak bir şey yapayım deyip rotayı tamamen başka bir yazıya kırdım ve ortaya bu 5 sebep çıktı! Şimdi dışarıda "her yerde kar var"ken, Ters Düz için bugüne dek yapılan yorum ve eleştirilerden yola çıkarak böyle bir derleme yazısı hazırlamaya karar verdim. Kitap çıkalı daha iki hafta olmasına rağmen sizlerden, okurlarımdan bir sürü güzel yorum almaya başladım. Ve her yorum, her düşünce, her fikir benim için çok kıymetli. Bu kitap yorumlarından yola çıkarak, yani aslında okuyanların yazdığı eleştiri ve yazılardan yola çıkarak yazdım bu yazıyı. Sizin/okurların cümlelerini tırnak içinde kullandım. İnsanın kendi kitabı hakkında yazması başka türlü imkansız çünkü. Ve Ters Düz'ü henüz okumayanlar için gelsin bu yazı... İnsanlar Ters Düz'ü neden okumalılar? Okur yorumlarından yola çıkarak, Ters Düz'ü okuyup Ters Düz olmak için 5 sebep. İşte başlıyoruz: 

1 - BOZBALIK

Acaba Bozbalık burası olabilir mi? 

Kitapta olayların geçtiği Bozbalık Köyü, tamamen kurgu ürünü bir köy. Ve "bu bile Ters Düz'ü okumak için başlı başlına bir sebep". Kitabın en çok övgü alan kısımlarından biri, olayların Bozbalık'ta geçmesi. Trabzon şehir merkezine bir buçuk saat uzaklıkta, Maçka ilçesine bağlı bir köy burası. Ama aman diyeyim, sakın siz de Bozbalık'ı internette aramaya kalkmayın, yoksa "Murat Boz Balık burcu mu?" gibi bir sonuçla karşılaşabilirsiniz. Çünkü dediğim gibi, Bozbalık aslında bir "yok köy", "olmayan köy". 

Bozbalık için kısa sürede çeşitli benzetmeler yapıldı. "Topladım bavulları Bozbalık'a yerleşiyorum!" diyen de var, "Kitabın son cümlesiyle apar topar Bozbalık'tan gerçek dünyaya döndüğüm için çok üzgünüm..." diyen de, "Kendime ait bir dünya gibiydi Bozbalık, kitapta geçen onca olay bile Bozbalık'ın hissettirdiği sakinliği alamıyordu benden" diyen de... Sahiden de, spoiler vermiş olmayalım, ama kitapta Bozbalık'ta yaşanan onca şeye rağmen Bozbalık'ta yaşamak isteyenlerin çıkması ve çoğalması hayli şaşırtıcı ve güzel. Kitabı yazarken Bozbalık'ın bu kadar beğeni toplayacağını tahmin etmiyordum doğrusu. (İtiraf: Ben de orada yaşamak istiyorum!) 

İlk kitap Ters Düz, Bozbalık'ın sonbahar ve kış dönemini anlatıyor (Ekim, Kasım, Aralık, Ocak). Köy halkının günlük hayatta kullandığı kelimeler, yiyecekler ve geleneklerin de bu kadar ilgi çekeceğini düşünmüyordum. Fazla spoiler vermeyeyim ama Bozbalık'taki Kalandar şöleni (ki ben de geçen yıl bizzat deneyimleyip kitaba uyarlamıştım) başta olmak üzere, hamofta reçekinin ne olduğu da bilmedikleri halde okurlarda lezzetli olduğuna dair bir izlenim uyandırmış. Yöresel lezzetlerden olan Laz böreği ve kuymağı da es geçmeyelim tabii. 

Uzun lafın kısası, Ters Düz'ü okumak için en önemli sebeplerden bir tanesi "başlı başına" Bozbalık Köyü! 

2 - ORİJİNAL KONU VE SIRA DIŞI KARAKTERLER 

Ters Düz dizi olsa Ece'ye en iyi hangi oyuncu canlandırabilir dersiniz?

Bu tanımlama da bir okurun eleştiri yazısından... "Yirmi yaşında birinden böyle orijinal bir konu ve bu sıra dışı, gerçekçi, sıcak, inandırıcı karakterleri beklemiyordum..." demiş okurum... Böyle yorumlar aldıkça, utanıyorum gerçekten... Ters Düz'ün konusu beklediğimden daha çok sevildi... O zaman henüz okumayanlar için kitabın konusunu bir kez daha hatırlatalım: 

"Trabzon'un Bozbalık Köyü'nde doğan Ece Duman'ın çocukluğu, annesi onu doğururken öldüğü ve babası başka bir kadınla evlendiği için çok kötü geçmiştir. Ece on yaşına geldiğinde, üvey annesinin hamile olduğunu öğrenir ve İstanbul’daki teyzesinin yanına taşınır. Şimdi yirmi sekiz yaşında, yakında yeni kitabını çıkaracak olan tanınmış bir yazardır. Eski hayatını tamamen geride bırakmayı başarmıştır ve hiçbir şeyin bunu bozmasına izin vermez. Ta ki, yıllardan beri hiç iletişim kurmadığı babasının kaybolduğunu öğrenene dek. Artık herkesten, kendisinden bile sakladığı geçmişiyle yüzleşmek zorundadır. Ece, on sekiz yıl sonra Bozbalık'a geri döner. Köyde hiçbir şeyin bıraktığı gibi kalmadığını, her şeyin zaman içinde değişmiş olduğunu görür. O zamana dek varlıklarından bile haberdar olmadığı üvey kardeşleriyle tanışır. Kendini bir anda karmaşık bir ilişkiler ağının, karanlıkta gizlenen sırların, baş etmesi zor bir aşk ikileminin içinde bulur. Ve karşılaştığı her imkansızlığa rağmen, babasına ne olduğunu bulmaya kararlıdır. Ucunda ölüm bile olsa... Genç yazar Mert Ofluoğlu, Bozbalık Serisi'nin ilk kitabı olan Ters Düz'de, okurlarını sırlarla örülü Bozbalık Köyü'ne davet ediyor. Aşk, gizem ve beklenmedik bir ihanet. Bu köyden çıkış yok!"

Kitapta Ece'nin hayatına dahil oluyoruz. Karakterlerle ilgili şu yazımda her karakteri detaylı detaylı anlatmıştım. Ece, Burak, Nilgün, Mehmet, Ali, Kerem, Meryem, Safiye, Hasan, Bora, Melek... Ters Düz'ün karakter kadrosu epey kalabalık! 

Daha önce de söylediğim ve yazdığım şeyi tekrar hatırlatmakta fayda var: Ben bu kitabı popüler kültüre armağan ediyorum. Kitabın türü olarak yayınevi "edebiyat" tanımını uygun gördü... Kitapları kategorize etmek gerçekten zor; ama ben bu "edebiyat"la ilgili kararsızım, hatta bunu pek doğru bulmuyorum, çünkü "edebiyat" çok iddialı bir laf... Yani Ters Düz için "aşk", "macera", "gizem", hatta belki "polisiye" dururken "edebiyat" pek olmadı... Ayrıca insanın aklına daha klasik, daha başka şeyler getiriyor bu "edebiyat"... Ters Düz'ün ise "klasik olmak" gibi bir iddiası yok... Aksine, bu kitabı yıllar sonra dizisini çekmek için yazdığımı gönül rahatlığıyla, hatta büyük bir gurur ve heyecan içinde söyleyeyim... O nedenle... Ben bu kitabı popüler kültüre armağan ediyorum. Hızla tüketin, ama gene de itinayla saklayın.

3 - "YOK ARTIK! ŞİMDİ NE OLACAK?" ETKİSİ

"23 kelimede bile bunlar varsa 267 sayfada ne anlatıyor bu çocuk kardeşim?"

Ters Düz'le ilgili en çok aldığım yorumlardan birisi de, kitapta temponun, heyecanın hiç düşmediği yönünde. Özellikle de sonuyla ilgili "asla tahmin edemedim" tepkileri alıyorum, mutlu oluyorum. Kitap boyunca patlayan bir sürü bomba var. Bunları spoiler vermeden anlatmam imkansız, o nedenle biz bu 3. maddeyi kısa tutalım, okuyanlar kendileri okuyup görsün...

4 - "DİZİ/FİLM GİBİ"


Ters Düz'le ilgili yaratmak istediğim etki TAM OLARAK buydu. Kitabı okuyan herkes ama herkes, "Sahneler film gibi", "Okurken kafamda çok rahat canlandırabiliyorum", "Dizi olsa izleriz" diyor. Bu yorumlar beni gerçekten mutlu ediyor çünkü ben de Ters Düz'ü yazarken okuyanlara böyle hissettirmeyi amaçlamıştım. Zaten bu üç kitaplık Bozbalık Serisi'ni üç sezonluk bir televizyon dizisine dönüştürme hayalimi kitabın başına da yazdım. Eh, biraz hayalperest olmak güzeldir...

5 - MACERANIN DEVAM EDECEK OLMASI! 

Ve! Ben bir şeyin devam etme, devam edecek olma hissini, o şey için beklemeyi, beklerken "Acaba bundan sonra ne olacak?" diye kafamda kurmayı çok seviyorum, belki de seri kitapları ve televizyon dizilerini sevmem bundan. Çok sevdiğim bir kitap pat diye biterse ve devamı gelmezse üzülebiliyorum, çünkü biz yaşamaya devam ediyoruz da, o karakterler devam etmiyor mu? Elbette bir kitap sonsuza dek sürüp gidemez, gitmemeli, ama öyle çabucak da bitmemeli. Belki de bu nedenle, yani kendi sevdiğim tarz bu olduğu için, ilk kitabımı bir seri olarak ortaya koydum. Ters Düz, Bozbalık Serisi'nin ilk kitabıydı. Kitabın sonunda bazı olaylar çözüldü, sonuçlandı, ama yeni olayların da tohumları atıldı. Yani, seri kaldığı yerden devam edecek! Hatta ikinci (ve hatta az çok üçüncü) kitabın adı da belli! Şimdilik daha çok erken olduğundan sadece şu kadarını söyleyeyim: Serinin ilk kitabı Ters Düz'ü beğenenler ikinci kitaba ba-yı-la-cak! 

Hepinize harika bir gün ve mutlu bir yıl diliyorum... 2016'da görüşmek üzere! 




30 Aralık 2015 Çarşamba

YENİ YILA DOĞRU...


Yeni yıla doğru son sürat gidiyoruz... Sevdiklerine henüz yeni yıl hediyesi almamış olanlarınız varsa küçük bir tavsiye: Bu soğuk kış günlerinde içinizi ısıtacak sıcak bir kitaptan daha güzel hediye ne olabilir... O zaman herkese şimdiden keyifli okumalar! Haydi Ters Düz'ü okuyup Ters Düz olun! 


Geçen yıl bugünlerde yazdığım yazılara bakıyorum da, kar ve soğuktan bahsediyormuşum. Evet, geçen yıl ilk kar Aralık başında yağmıştı. Şimdi Aralık'ı bitirdik, hala kar göremedik; tamam havalar soğuk ama ılık ve güneşli. Gerçi diye diye karı getiriyoruz sonunda. Şu anda yağmakta olan yağmurun gün içinde kara dönüşmesi bekleniyor (Yukarıda da bununla ilgili bir Ters Düz kolajı yaptım efendim). Bu kar haberlerini de çok abartıyoruz. Televizyonda son bir haftadır "YENİ YILA KARLA GİRİYORUZ!" diye bas bas bağırıyor haberler. Tamam yahu bir durun. Kar bu. Yağar, sonra erir gider, sonra tekrar yağar. Kardan da, soğuktan da, güneşten de, sıcaktan da sanki bir felaketmiş gibi bahsetmeyi seviyor haberler.  Asıl felaket ise küresel ısınma, değişen mevsimler, ama bunlardan bahseden, tedbir almalıyız diyen yok. 



Pazar günü hava çok güzeldi ve Atatürk Arboretumu'na gittik. Burası Sarıyer, Belgrad Ormanı tarafında. İstanbul'un gri ve pis binaları içinde yemyeşil ve ferahlatıcı bir alan... İçinde göllerden yürüyüş patikalarına kadar bir doğa bahçesinde görmek isteyeceğiniz her şey var. Ama biz göl kenarında bir iki tur attıktan sonra ayrıldık arboretumdan. Çünkü pazar günü olduğu için çok kalabalıktı ve herkes her santimetre karesinde selfie çekip duruyordu. Atatürk Arboretumu'na baharda mutlaka tekrar gideceğim. Siz de bu doğal alana bir gününüzü mutlaka ayırmalısınız. Giriş fiyatları da öğrenciye hafta içi 2, hafta sonu 5 lira. Son derece uygun. Herkes gitsin işte! 


Yine pazar gününden devam ediyoruz... Köprüden karşıya geçtikten sonra Kanlıca'ya gittik. Balık ekmek, midye ekmek yiyenler oldu ama ben midemi başka bir şey için saklıyordum. Doğru bildiniz! Kanlıca yoğurdu! Bu yoğurdun tadına bakmak ne zamandır aklımdaydı. Bakalım marketlerde de satılan, ama gidip yerinde yemek istediğim şu yoğurdun esprisi neydi. Asırlık Kanlıca Yoğurdu diye bir mekana gittik. Saat dörtte gittik, ışıklar kapalı ve öyle loştu ki mekan, tasarruf mu yapıyorlar diye düşünmeden edemedim. Mekanda internet ve hatta tuvalet bile olmaması da bu düşüncemi körükledi doğrusu. Ama denize sıfır bir masada oturduk ve siparişleri verdik, keyiflendim! Pudra şekerli yiyeceğim Kanlıca yoğurdunu, bonus olarak bir de vişne reçelli yedim! Aslında bildiğimiz yoğurtlar gibi bu Kanlıca yoğurdu, sadece pudra şekeri ve reçelle karıştırınca biraz daha krema gibi oluyor. Ben çok sevdim, orta boy bir yoğurdu hüp diye bitirdim. 

Finaller bugün başladı! Benim de ilk sınavım bugündü. Ve sonra da 3, 4, 8 Ocak'ta var. Umarım okul geçen yılki gibi kar yüzünden sınavları iptal edip herkesin tatil planını bozmaya niyetlenmez. Neyse. İyi düşünelim iyi olsun ama, değil mi? Ters Düz'le ilgili güzel yorumlarınız, hatta üşenmeyip yazdığınız uzun eleştiri yazılarınız için tekrar çok teşekkür ederim. Halihazırda okumakta olanlarınızın yorumlarını da kitabı bitirdiklerinde bekliyorum!

29 Aralık 2015 Salı

YORUMA AÇIK YAZI


2015 yavaş yavaş sona ererken sizlere bu yazımda dün gittiğim Atatürk Arboretumu'nu ve nihayet tadına bakabildiğim pudra şekerli (bonus olarak da vişneli) Kanlıca yoğurdunu anlatacaktım aslında (tamam onları da anlatırım ama anlamış olacağınız üzere şu anda başka bir şey anlatmak için girizgah yapıyorum) ama şimdi benim konum bambaşka. Piyasaya çıkan kitabım Ters Düz hakkında. Öncelikle kitap daha yeni çıkmasına rağmen kısa sürede gelen güzel, samimi, sıcacık yorumlarınız ve hatta üşenmeyip yazdığınız detaylı yazılarınız için hepinize çok teşekkür ederim. Dahası, ilk kitap olan Ters Düz öyle bir yerde bitti ki herkes ikinci kitabın ne zaman geleceğini soruyor. Evet, Bozbalık Serisi'nin ilk kitabıydı Ters Düz ve seri devam edecek. Ben ilk kitabı bitirir bitirmez ikincisini yazmaya başlamıştım ama bu ve şu yazılarımdan da bildiğiniz üzere ikinci kitabın başına "küçük" bir aksilik geldi ve yazmakta olduğum taslaklara bir anda ulaşamaz oldum. Ters Düz'ün çıkmasının mutluluğu hala çok baskın, ama içimde bir yerlerde hafif de olsa bir üzüntü var. Ters Düz'ün devamı niteliğinde yazdığım taslak silindi ve ben şu anda elim kolum bağlı, bekliyorum. Sanki bir mucize olacak da silinen taslak geri gelecekmiş gibi! Ama öyle bir şey olmayacağını biliyorum. Tamam iyi haberlerim var: Kitabın sadece 1/3'ünü yazmıştım. Ama kötü haberlerim de var: Kitabın 1/3'ünü yazmıştım. Yani bardağın hem boş tarafı hem de dolu tarafı var. İki haftadır Microsoft Word'e giresim gelmiyor. Kafamda yazıp bitirdiğim romanı ikinci kez kelimelere dökmek istemiyorum. Ne yapacağım bilmiyorum. Yoksa bu bir işaret mi? "Bozbalık Serisi'ne devam etme, yeni şeyler yaz" işareti mi? Ama ben bu işareti görmezden gelmek istiyorum, çünkü Bozbalık Serisi'ni üç kitap olarak tasarladım ve Bozbalık'ta yaşanacak daha bir sürü olay var (hatta serinin devamını bildiğim için rahatlıkla söyleyebilirim ki hikaye asıl şimdi başlayacak). Üstelik daha şimdiden serinin devamını bekleyen bir sürü kişi var. İşte durum böyle. Sizce kendimi zorlayıp yazdıklarımı tekrar yazmaya mı çalışmalıyım yoksa sıfırdan, Bozbalık Serisi'nden bağımsız olarak yeni bir roman mı yazmalıyım? Yorumlarınızı bekliyorum...

25 Aralık 2015 Cuma

LÜKSELİŞE GEÇİYORUZ!

Bu başlıkta bir yazı yazmak iki-üç yıldır aklımdaydı (bakın ay da demiyorum, yıl). Başlık ve yazacaklarım kafamda dönüp duruyordu ama yazıya dökmeye bir türlü fırsat bulamıyordum; bana çok olur böyle, yazacağım şeyleri kafamda yazar bitiririm ama yazıya geçirmeye zaman bulamam bazen. Nihayet, akşamın şu saatinde de olsa, lükselişe geçmemizle ilgili o yazımı sonunda yazabileceğim. Hayır, "yükseliş" demek istemedim, gayet de "lükseliş" demek istiyorum.


Son zamanlarda ihtiyacımız olmadığı halde ne çok şey satın aldık, alıyoruz, farkında mısınız? Karaköy'de yirmi liraya çay içiyor, hafta sonu hap kadar kahvaltılara yüz lira bayılıyoruz. Bildiğimiz boyama kitaplarını "stresten uzaklaştırır" başlığıyla yayınlandığı için yeniden ve yeniden alıyor, elimizden Starbucks veya EspressoLab kahve bardaklarını düşürmüyoruz. Peki bunları neden yapıyoruz? Kahveyi gerçekten de içmek istediğimiz için mi içiyoruz, yoksa tamamen çevremizdeki insanlar arasında kendimize bir yer edinebilmek, "kahve içen insan"ın yaşam stiline kavuşmak için mi? Hey! Tamamen kendini kandırıyorsun ve bunun için üstüne bir de para ödeyip daha da mutsuz oluyorsun, hala farkında değil misin?

Bu durumu kitap sektöründe de çok sık gözlemleyebiliyoruz. Koşun, gidin en yakındaki kitapçıya ve bakın: Kitapların içeriğinden çok kapak kalitelerinin ön plana çıktığı bir dönemdeyiz. Sert, kalın, yaldızlı, süslü, cicili bicili kapaklar satıyor. Ama o kitaplar neyi anlatıyor? İşte bunun bir önemi yok! Bu üzücü bir durum. İçerikten çok o kitabın nasıl göründüğüne, Facebook'taki post'larımızda nasıl gözükeceğine bakıyoruz. Yani önemsiz olan her şeye! 

Örümcek Ağındaki Kız 35 liraya satılırken, benim mütevazi Ters Düz'üm internetten 10 liraya alınabiliyor. Bence olması gereken de bu. Kitap fiyatlarının acilen düşmesi gerekiyor. 

Eğer birisi bana günün birinde parasıyla nasıl rezil olacağını sorarsa, ona şiddetle Karaköy'e gitmesini söylerim! Kahvaltıyı küçücük haplar şeklinde yemeye çalışıp aç kalıyoruz, üstüne bir de 60-70 lira veriyoruz, bundan daha güzel rezillik olabilir mi? Müşteriyi kazıklama konusunda Karaköy Namlı Gurme'yi kimse geçemez. Bir de hala deli gibi önünde kuyruklar oluşturuyor insanlar. Tek kişi gitseniz sanki beş kişi gitmiş gibi 100 lira ödeyebiliyorsunuz bu mekanda. 

Karaköy Namlı Gurme ve benzeri diğer her yer bildiğiniz market peynirini sanki uzaydan gelmişçesine özelleştirir ve başına eklediği sıfatlarla o peynirin fiyatını beş katına çıkarır... 

Her şeyin "organik" olduğunu öne sürerek kahvaltı tabağı için yüz lira isteyen yerler... E tabii ki organik olacak, ya ne olacaktı? Zaten organik olmak zorunda, bu ekstra bir özellik değil ki, zorunluluk. 

Bebek'te yapılan kahvaltılar da ayrı bir gizem... Zeytin eklentileriyle kahvaltı görünümü verilmiş bir meyve tabağına neden kırk lira veriyoruz bilen var mı? İki üç armut kabuğu o kadar para eder mi sahiden?

Dem benim de çok sevdiğim bir mekan ama Allah aşkına yani... Bir liralık çay ne ara on liraya çıktı ve biz bunu normalleştirdik? 

Starbuck, EspressoLab gibi kahvecilerden neden çıkmaz olduk? Gerçekten kahve mi içmek istiyoruz yoksa kahve içtiğimizi diğer "herkes"e göstermek için mi kahve içiyoruz? 

Ve Şütte, Subway gibi yerlerde niçin içinde sadece mayonez ve salam olan bir ekmeğe yirmi lira veriyoruz?

Bizi asla doyurmayan, aksine içlerindeki katkı maddeleriyle vücudumuza zarar veren kötü pizzalara, hamburgerlere, bisküvilere niçin hala para veriyoruz? 

Özellikle de yemek alanı için bu sorular bitmez... 

Başka alanlardan başka örnekler de var... 

Örneğin üstüne para verip kendimizi kapattığımız odadan kaçış oyunları... Örneğin büyüklere boyama kitapları... 


Belki de en güncel örnek şu "büyükler için" boyama kitapları! Neymiş, içimizdeki sanatçıyı keşfederken, aynı anda gündelik hayatın tüm stresinden uzaklaşacakmışız! Yahu Allah aşkına, siz gerçekten birilerinin sizin ruh sağlığınızı iyileştirmek için mi bu boyama kitaplarını satışa çıkardığına inanıyorsunuz? Normal boyama kitaplarının başına "büyükler için" etiketi koyup, çocuk boyama kitaplarını iki lirayken yirmi liraya çıkaran bir sistem bu! Bu şekilde kuru boya satışlarını da artırdılar. Yani amaç tamamen ticari. Kimse sizin ruh sağlığınızı falan düşünmüyor. 

En basitinden, sokak simidi 1 lirayken aynı simidi pastaneden alınca o simide 2 lira veriyoruz. Tiyatro oyunları, sinema filmleri giderek pahalılaşıyor. Ama aynı zamanda AVM'ler tıklım tıklım. Bu da garip bir çelişki. İşte tüm bunlar çok ciddi araştırma konuları. Mesela sosyolojik perspektif bu "hiçbir şey almamıza gerek olmadığı halde her şeyi almak istememiz" durumlarını "sosyal ilişkilere dahil olabilmek, arkadaş edinebilmek için" diye açıklarken, psikolojik perspektife göre bu sonu gelmeyen alma alışkanlığımız "yalnız olduğumuz bu çağda alışveriş bize tatmin sağlıyor" diye açıklıyor. Anlayacağınız bu konular benim burada yazdığım kadar yüzeysel ve basit değil... 

Her geçen gün yeni bir akıllı telefon çıkıyor ve senden, sendeki eski(yen) model diye üzülmen bekleniyor. Bu, firmaların senin duygularınla oynadığı kirli bir ticaret, bunu anla artık! Elbette her gün yeni bir model çıkararak daha, daha, daha, dahA, daHA, dAHA ve DAHA çok para kazanmaya çalışacaklar, ama bu sendekinin eskidiği anlamına gelmez, kesinlikle gelmez. Eğer olaya böyle bakarsan her gün her şeyini yenilemen gerekir. Yeni bir telefon da neymiş ki? Yeni bir klima, yeni bir televizyon, yeni bir bilgisayar, yeni bir araba ve hatta yeni bir ev de alman gerekir. 

Uzun lafın kısası... Artık her şeyin fiyatı arttı. Gereksiz yere arttı. Ve biz hala saçma bir ısrarla almaya devam ediyorsak, bir simide yirmi lira vereceğimiz gün de gelir, bir çaya yüz lira vereceğimiz gün de... 


"Kitapta olaylar hızla başlıyor ve heyecan hiç duraksamıyor. Karakterler sıcacık ve inandırıcılıkları oldukça yüksek olmuş. Sanki Melek’le Bora’nın saçlarını okşadım okurken... Ayrıca betimlemelerle de beni Trabzon’un olmayan Bozbalık Köyü’ne götürüp getirdi yazar."
Bu cümleler kitap hakkında yazılan yeni bir eleştiriden... Ama ya hayır... Ben bu samimi, sıcacık, içimi ısıtan yorumları beni hiç tanımayan, sadece kitabımı okuyan insanların yaptığına inanamıyorum!
Daha kitap çıkalı iki hafta oldu, ama bilmiyorum bu okuduğum kaçıncı güzel eleştiri... Henüz kötü bir yorum almadım!
"Kitapların, dizilerin metropollerde geçmesi zorunluymuş gibi bir algının oluştuğu günümüzde, kitabını Trabzon’un bir köyünde geçirmeyi seçmiş olması çok güzel... Büyük şehir koşuşturmacasından sıkılmışsanız, bir yerlere kaçabilecek bir tatil arıyor fakat bulamıyorsanız, şöyle yemyeşil huzurlu bir yerlere gidip kafa dinlemek arzusundaysanız, Bozbalık’ta size de yer var!"

İlginiz ve desteğiniz için çok teşekkür ediyorum... Sizden de yorumlarınızı bekliyorum! Çok güzel hafta sonları diliyorum! (Aman bir şey almadan önce iki kez önce düşünün artık!)

NOT: FİYATI NE OLURSA OLSUN ALMAKTAN VAZGEÇMEDİĞİM TEK ŞEY KİTAPLAR OLACAK SANIRIM. BUGÜNE DEK KİTABA VERDİĞİM PARAYLA KENDİME ÜÇ BEŞ TANE EV FALAN ALABİLİRDİM BELKİ... (TAMAM, BİRAZ ABARTTIM AMA İKİ EV ALIRDIM GARANTİ!) 


23 Aralık 2015 Çarşamba

TERS DÜZ YORUMLARI


Bir kitap yazıyorsunuz... Bu kitabı öncelikle kendiniz için yayımlıyorsunuz, hiçbir beklentiniz olmadan... Ama sonra Kuzey'den Güney'e, ülkenin dört bir yanından, sizi hiç tanımayan insanlardan yorumlar almaya başlıyorsunuz... Şaşırıyorsunuz... Herkes romanda farklı detayları yakalamış, bambaşka karakterlerde kendini bulmuş... Kimisi kitabı bir oturuşta bitirmiş, kimisi uyumamış sabahlamış, kimisi de kitabı o kadar sevmiş ki, bitmesin diye azar azar okuyormuş... Okuyanların içinde altmış yaşında olan da varmış, on beş yaşında olan da... "Elinden bırakamayan"lar, "kitabın yirmi yaşında gencecik bir yazarın kaleminden çıktığına inanamayan"lar, "ikinci kitap ne zaman" diye soranlar... Belki kafadan attığımı ya da abarttığımı düşünüyorsunuz, ama çok samimiyim, inanın: Trabzon'dan Muğla'ya, Ankara'dan İstanbul'a, kitap çok farklı bölgelerde aynı ilgiyle okunuyor. Hiç tanımadığım, benim için yabancı olan insanlar, kitabın sağladığı köprüyle bana ulaşıyor. Pek çok kişi kitabı okurkenki fotoğrafını yolluyor, dahası, okuyup uzun uzun yorumlar yazanlar oluyor. Bu, tarif etmesi güç bir duygu... İnsanı hem şaşırtan hem utandıran... Ama şunu söyleyebilirim ki bu ilginiz ve desteğiniz için, kitabı, beni sahiplendiğiniz, kitaplığınızda Ters Düz'e de yer açtığınız için çok teşekkür ederim... 


Sırt çantam ve kitaplarım. Renk uyumu önemli. 




Bu fotoğrafları ben çekmiştim. Dediğim gibi, Ters Düz'le ilgili hiç tanımadığım pek çok insandan da bir sürü fotoğraf geliyor. Şimdi de bu fotoğraflardan bazılarını paylaşıyorum: 


"Yeni yıl okuma listemin ilk sırası..." notuyla... Kitap tamam ama o kahve yeni yıla kadar beklemez, soğur valla! 



"Aslında finallere çalışmam gerek..." diyerek ama ısrarla kitabı okumaya devam ederek Ters Düz olan iki okur... Benim finaller de 29 Aralık-8 Ocak arası!






Kitabı alırken kitapçıda fotoğrafını çekenler... 





Pek çok selfie. Ters Düz + selfie = Tersdüzelfie. 


Çay/kahve varsa ben de varım ya... 


Ve gelelim kitaba tutkuyla bağlananlara! Ters Düz fanı diye bir şey varsa, işte onlardan biri kesinlikle bu okurumdur! Kitaptaki olayların yaşandığı atmosfere, Bozbalık Köyü'ne uygun olarak fotoğrafını kozalaklar ve yapraklarla süslemiş... 



Harika ötesi bu fotoğraflar ve yazı da işte buradan! Öce, "Çok çalışkan, azimli, araştırmacı, hayallerinin peşinde koşan ve pes etmeyen... O kadar genç ki bir çoğumuzun çocuğu yaşında bir üniversite öğrencisi..." diye başladığı yazısında kitabın yanı sıra benimle de ilgili çok güzel şeyler yazmış. "Henüz yirmi yaşında olmasına rağmen edebiyat alanında oldukça büyük bir yol kat etmiş durumda." Ben özellikle de yazısındaki şu cümleyi, şu tespiti çok sevdim: "Betimlemeler oldukça başarılı. Kitabı okumaktan ziyade her olayı, her anı, sanki köyün kenarındaki bir dağın üzerine çıkmış da oradan izliyormuşuz gibi bir his oluşturuyor."

Bir diğer yazı da Eren O.'dan geldi. "Ters Düz, içinde hem macera, hem gizem, hem de aşk olan harika bir roman. Elimden bırakamadım ve bir günde romanı bitirdim." diye başlamış. "Bu kitabın yirmi yaşında gencecik bir yazara ait olduğuna inanmak çok zor. Kurgu, anlatım hepsi son derece usta işi. Umarım şimdiden yeni romanı üstünde çalışmaya başlamıştır. Çünkü yeni romanları okumak için sabırsızlanıyorum." diye devam etmiş. Kitabı okumakla yetinmeyip üstüne bir de bu samimi yazıları yazdıkları için sevgili okurlarıma çok teşekkür ediyorum. Beni çok mutlu ettiniz. Kitabı aldığını, okumakta olduğunu ve yazacağını mail atanlar var. Herkesin yazısını dört gözle bekliyorum! 


22 Aralık 2015 Salı

RADYO PROGRAMI VE CANAN ERGÜDER

Bir güne birden çok etkinlik sığdırınca, laf aramızda insan hangi birini blog'una koyacağını şaşırıyor... O zaman sırayla gidelim, radyo programıyla başlayalım! Evet, ben dün okulumuzdaki güzel bir radyo programına katıldım konuk olarak... İlkokul 5. sınıfta Can Yayınları'nın yarışmasında kazandığım ödülden başladık; Ters Düz'ün çıkış noktalarını, romanı kaç yılda ve nasıl yazdığımı, erkek bir yazar olarak bir kadın öyküsü anlatmayı, kurgu ürünü Bozbalık Köyü'nü, olayların niçin Trabzon'da geçtiğini, romanın okurlarca "şaşırtıcı" bulunan finalini (spoiler vermeden), blog'umu ve yaptığım diğer şeyleri konuştuk... İşte kanıtı...


Sonradan dinlediğimde fark ettim, blog'um hakkında epey bir şey anlatmışım. "Her sabah kalktığımda ve her gece yatmadan önce blog'uma baktığımdan" bahsetmişim, sizlere selam çakmışım. Sahiden de öyle ama. Blog bir yana, diğer sosyal mecralar (Facebook, Twitter, Instagram) diğer yana benim için. 2009'dan beri, tam 6 yıldır blog yazıyorum ne de olsa, az bir zaman mı? Blog'suz düşünemem kendimi. Öyle işte.


Fotoğraftaki ünlüyü tanıdınız mı? Evet! Gülfem Sipahi köşkten çıktı, Canan Ergüder olup karşımıza geldi! Dün 14.30'da radyo programından çıktıktan sonra saat 17.00'daki Canan Ergüder etkinliğini bekledim. Dizide Gülfem'i öyle başarılı canlandırıyor ki Ergüder, insan karşısında tıpkı Gülfem gibi bir "buzdan kraliçe" görmeyi bekliyor, ne yalan söyleyeyim. Ama Canan Ergüder, çekildiğimiz bu fotoğraftan da anladığınız üzere, son derece güler yüzlü biri. Bol kahkahalı, güzel bir söyleşi gerçekleştirdik onunla. Güllerin Savaşı'nın son bölümündeki tango sahnesinden bahsetti, dansı özlediğini, yeniden tangoya başlayacağını söyledi. Sette en iyi arkadaşlarının Cihan ve Mert olduğunu söyledi. Dizinin beş bölüm sonra biteceğini, "Gülfem kaslarına alıştığını" söyledi. Biz de Gülfem Sipahi'ye alıştık doğrusu... 

Onunla sahnede söyleşi yapan kişinin adı da Gülfem'miş. Bunun üzerine Ergüder, ilginç bir anısını anlattı: 

Bir gün o ve annesi, Amerika'dan (Ergüder, Amerika anılarını ve orada çektiği filmleri de bol bol anlattı) gelen arkadaşlarını gezdirmek için Kapalıçarşı'da bir lokantaya gitmişler. Çıkışta Canan Ergüder lokanta işletmecisi olan kadının kolundaki Gülfem ve Gülru dövmelerini görmüş ve kadına demiş ki "Sakın bana hayran olduğunuzu söylemeyin!" Kadın ne cevap verse beğenirsiniz: "Bunlar benim kızlarımın adları." Kadın artık bu isimlerin o kadar popüler olmasından rahatsızmış. Yahu Gülru ve Gülfem günümüzde cidden o kadar yaygın olarak kullanılan isimler mi?

Ergüder'in bizim ekranlarda kaliteli komedi çekilmediğine ilişkin sözleri de vardı. Gerçek hayatın, dramın içindeki trajikomik unsurları sevdiğini söyledi. Bu anlamda Canan Ergüder'e katılmamak ne mümkün! Ama Gülse Birsel komedilerini ayrı bir yerde tutmak gerek. 

Sonra bir izleyici bir soru sordu, "Gülfem çok gaddar, Gülru'ya karşı içinde hiç mi merhamet yok?" Ergüder cevabı patlattı: "İlk sezon için haklısın, ama şu anda Gülru daha fazlasını bile hak ediyor!"

Uzun lafın kısası güzel, samimi, keyifli bir etkinlikti... Canan Ergüder'i yakından tanıdığıma gerçekten çok mutlu oldum. O çok değerli bir oyuncu, bir sanatçı, Güllerin Savaşı'nı o var diye izliyoruz, kıymetini bilmek gerek... Onu "Nehir" adındaki tiyatro oyununda da izlemiş, beğenmiş, yazmıştım. Yeni projelerinde de hep keyifle izliyor olacağım. 

Not: Radyoda iki şarkı da çaldık. Bunlar benim seçtiğim parçalardı. Louis Jordan mı, Frank Sinatra mı derken The Ronettes'ten Be My Baby ve Feist'ten My Moon My Man'i seçtim. İki şarkı hakkı olunca insan hangisini seçeceğini bilemiyormuş. 

Not 2: Kitapla ilgili sizler çok güzel şeyler yazıyorsunuz bloglarınızda, ben de onları paylaşacağım, hiç merak etmeyin. Sevgiyle kalın!

18 Aralık 2015 Cuma

KİTAP KOKUSU


Bir kitap kokusundan daha güzel ne olabilir ki... Hele de o kitap kendi kitabın olunca...

Kitap, kağıt, kütüphane, kitabevi, hatta tahta kurşun kalem kokusunu kendimi bildiğimden beri severim. Ve insanın kendi kitabının kokusu gerçekten de bir başka oluyormuş... 

Yarın hafta sonu! Bu hafta sonu Ters Düz okuyacağını söyleyenlerden mesajlar alıyorum (Eh, ne de olsa yoğun koşuşturmacalar içinde geçen hafta içlerinden sonra hafta sonlarını herkes kendine zaman ayırarak geçirmek istiyor). Twitter'da mesaj kutum bu yüzden herkese açık. Bazen özel yazmak isteyen okurlar, bloggerlar oluyor çünkü. Siz bu hafta sonu Ters Düz'ü okuyun, ben yeni şeyler düşüneyim, yazayım, çay içeyim, muzlu pasta ve çikolatalı muffin yiyeyim, pazartesi okul radyosunda bir programa katılacağım onu düşüneyim, pazar akşamı Hatırla Gönül izleyeyim, keşke her dizi bu kadar gerçekçi ve samimi olsa diye söyleneyim.

Facebook: facebook.com/ofluoglumert
Twitter: twitter.com/ofluoglumert
Instagram: instagram.com/ofluoglumert

Bana her an her yerden yazabilirsiniz, cevaplayacağımdan emin olabilirsiniz... Hepinizi sevgiyle selamlıyorum!

Not: Bu radyo programında canlı canlı konuşacağız. Ama kaçırırım diye üzülmeyin, çünkü dinleyemeyecekler için program kaydını sonra bloga koyacağım ben. Hadi herkese mutlu hafta sonları!

Güncelleme: Bugün (21 Aralık Pazartesi) saat 14.00'da Ters Düz'ü ve yirmi beş dakikaya sığacak diğer her şeyi konuşmak için canlı canlı Radyo Vesaire'deyim. Duymadım demeyin!


17 Aralık 2015 Perşembe

"O NASIL BİR SON ÖYLE?"

Herkese merhaba! İnternette ve özellikle de blog aleminde Ters Düz hakkında güzel yorumlar havada uçuşmaya devam ediyor. "O nasıl bir son öyle?" Aman ağzınızdan bir şey kaçırayım demeyin! Çünkü aramızda henüz okumayanlar da olabilir. Hatta olabilir değil, var. Bu karikatür onlara gelsin: İşte Ters Düz'ün çıktığı haftayı Ters Düz olmadan atlatmak için...



Şaka bir yana, eee, biraz da siz anlatın bakalım ne var ne yok? 

SİNEMADA İKİ FİLM

Son günlerde sinemada iki filme gittim. İlki, The Substance. Yani Cevher. Bence mutlaka görülmesi gereken, ama son derece rahatsız edici bir...