21 Ocak 2015 Çarşamba

KALANDAR ATEŞİ SİZİ DE ISITSIN!

Trabzonlu olup da Kalandar nedir bilmeyen birinden Kalandar'ı çok seven birine geçiş yaptığım şu günlerde bu değişik şenliği sizler için anlatacağım…

ZAMANA KARŞI YARIŞ: YAŞADIĞIM EN HIZLI GÜN
Tarihlerden 13 Ocak 2015 Salı. Eğer İstanbul - Trabzon uçağım 1 dakika geç kalkmış olsaydı, 18.00'da Meydan'dan kalkan Kalandar servisini kesinlikle kaçıracaktım. Neyse ki şans benden yana gidecekti, ama o gün bunu bilmediğimden, açıkçası hiç ümidim yoktu: Kesin yetişemeyecektim. Çünkü Türkiye bir haftadır kar ve buzun etkisindeydi, ayrıca benim uçağımdan önceki Trabzon uçakları iptal edilip duruyordu. Hatta biz "acaba uçak kalkacak mı" bilinmezliği içinde 15.45’teki uçağa 15.15’te alınırken, saat 12.00’ın yolcularının uçağı rötar üstüne rötar yemeye ve insanlar sinirden kudurmaya devam ediyordu.
Ama mucizevi bir şekilde bizim uçak sorunsuz bir kalkış ve iniş gerçekleştirdi. Saat 16.00’da kalkmış, 17.20’lerde Trabzon’a inmişti. Zamana karşı yarışım da o an başladı. 17.40’ta bavulumu almış bir şekilde koştur koştur havaalanından çıktım. Bizimkilerle hasret gidermek bir yana, sarılıp öpüşemedim bile neredeyse, beni havaalanından alıp Meydan’a bıraktıklarında bavullarımı da onlarla eve yolladım! Saat tam 18.00’da Kalandar servisinin son yolcusu olarak yerimi almıştım.
Bu yaşadığım bir rüya olmalıydı!
ROMAN ARAŞTIRMAM İÇİN KARAKONCOLOS’TAN KALANDAR’A

Bu Kalandar’ı nereden duydum, nasıl merak saldım inanın bilmiyorum. Aslında bir Karadenizli olarak Kalandar diye bir şeyin varlığından bile pek haberdar değildim, ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu, sadece kulağımda belli belirsiz bir Kalandar sözcüğü vardı o kadar. Bir yıl önce gazetede "Doğu Karadeniz’deki efsanevi karakoncolos yaratığını" anlatan iki üç cümlelik bir yazıya rastladığımda, karakancolosu iyice araştırıp mutlaka yazdığım romanın bir yerinde kullanmaya karar vermiştim. Karakoncolos da beni yöredeki bir etkinlik olan Kalandar’a dek götürmüş ve bu şenlikle ilgilenmemi sağlamıştı. Yörede böyle bir şey yapılmasından hayli etkilenmiştim. Uçak tarihim 13 Ocak olunca da, madem romanda da anlattım, o zaman yaşayıp kendim de görmeliyim şu Kalandar’ı dedim.
Peki nedir bu Kalandar? Kalandar, Rumi Takvim’e göre yılın ilk ayı. Kalandar’ın birinci günü, Miladi Takvim’e göre Ocak ayının 14. gününe tekabül ediyor. Nasıl ki yeni yıl 31 Aralık akşamı kutlanıyor, işte Rumlar da o akşamı 13 Ocak’ta kutluyor.
Bir zamanlar Doğu Karadeniz’de yaşayan Rumlar vesilesiyle yörede yaşayan halkların da benimseyip kutladığı bir şenlik olan Kalandar, şimdi yörede pek fazla Rum kalmadığından uygulanırlığını yitirmiş. Ama köylünün ilgisi sebebiyle çeşitli yaylalarda çeşitli şenlikler yapılmaya devam ediliyor. Kalandar’ın ritüeli, etkinliği, uygulaması çok!
En basit ve herkes tarafından bilinen Kalandar uygulaması, erkek çocukların bir evin kapısına “çanta atıp” mani söyleyerek içine elma, armut, ayva, mandalina gibi şeyler konulmasını talep etmesi. Herkes biliyor dediysem, herkes eksi ben. Çünkü ben bu çanta/sepet atma işini bile bilmiyordum! Ama bana kızmayın. Bu gelenekten köylerde yaşayıp haberdar olmayanlar dahi var. Kalandar bir dağın yamacından diğerine büyük farklılıklar gösterebiliyor da ondan…
DAĞLARIN ETEKLERİNDE, VADİNİN DERİNLİKLERİNDE…
Meydan’dan Maçka’ya giden yol 1 saat sürdü. Hava karanlık olduğu için yolu sadece minibüsün farları aydınlatıyordu ama ben etrafımızın ağaçlarla, ormanlarla, köy evleriyle çevrili olduğunu biliyordum. Kenarlara yığılmış çamurlu kar kütlelerine bakılırsa birkaç gün öncesinden iyi kar yağmıştı –zaten çığ düştüğü haberlere çıkmıştı– ama yollar buz tutmamıştı neyse ki. Tabii buz tutmadı dediysem, minibüs çıkması gereken yere kadar da çıkamadı. Saat 19.00’da başlayacak olan etkinlik, Yazlık (Rumca adıyla Livera) köyünün muhtarının evinin önündeki açıklıkta yapılacaktı. Biz de arabadan inip beş dakika boyunca oraya yürümeye başladık. Arabanın kuru zemini yerini çamurlu, balçık balçık, adeta bataklık bir yola bırakmıştı. Hazırlıklı olan herkes çizme ve bot giymişti, benim İstanbul ayakkabılarımsa anında çamur olmuştu tabii. Ama şimdi sızlanmanın değil, Kalandar ruhuna bürünmenin zamanıydı!

Ben böyle bir kalabalıkla karşılaşacağımı tahmin etmiyordum… Sanki dağın başında değil, şehirde bir düğündeydik! 500, 600 kişi vardı şenlikte! Toplandığımız meydanın etrafındaki yollar araba ve minibüs kaynıyordu. Bir AVM’nin otoparkında araba park edecek yer bulamazsınız ya, işte aynen öyleydi köyün yolları. Köy halkından tutun şehirden gelen Kalandar meraklılarına, turistlere dek çok geniş bir profili vardı bu kalabalığın. Herkes çok moderndi. Herkes Kalandar ruhunu yaşıyor, sadece yaşadığı anın tadını çıkarıyordu. Öyle ya, böyle bir havada yaylaya gelen herkes belli ki Kalandar’a istekli ve hevesliydi. Selfie’ler, fotoğraflar, video çekimleri havada uçuşuyordu! İki üç derecelik soğuğa aldıran yoktu. Meydanda üç büyük ateş yakılmıştı. Ortada horon tepiyordu insanlar. Konser sahnesinde kemençeciler falan vardı. Bir an nerede olduğumu unuttum.
Gece boyunca çay ve mısır ikramı yapıldı. Bu ikramlar köyün muhtarı ve ailesinin yaptığı ikramlardı. Bir ara mandalina ve elma sepetleri çıktı ortaya, devriyedeki jandarmalar için peynirli poğaça ve lahana sarması da vardı.
SANKİ CADILAR BAYRAMI!

Kalandar’da köyün genç erkekleri belli kılıklara bürünürmüş. Bu şenlikte de geleneklere uygun olarak köyün genç erkekleri belli kılıklar içindeydi. Yüzleri boyalı, kostümlü ve maskelilerdi. Kimi erkek “çirkin gelin” denilen kılığa girmişti, kimi sakal bıyık takmıştı, kimi orman adamı, kimi kurt adam olmuştu, kimi yaşlı bir kadın kılığındaydı… Meğer TRT Avaz ekibi de belgesel için çekimdeymiş. Böyle olunca kostümlü erkekler temsili olarak bir mani söyleyerek muhtarın evinin kapısına çanta attı:
"Kalandarız kulandarız / Biz Livera uşağıyız / Ahırda dişi buzaklar / Yukarıda erkek uşaklar…"
Bu Kalandar’ın aslında Cadılar Bayramı’yla pek alakası olmasa da bir nevi Cadılar Bayramı diyebiliriz çünkü sırf bu çanta atma işi bile Cadılar Bayramı’nı andırıyordu. Maskeler, kostümler de cabası! En azından Maskeli Balo yakıştırması yapabiliriz Kalandar için. Şenliğe katılan bizler için de maskeler unutulmamıştı. Masaların üstünde çeşitli maskeler vardı. Bir korku filminin setine döndü bir ara ortalık! Aslında bu maskelerin elle yapıldığı, dikildiği de olurmuş. Ama bu şenlikte hepsi hazır alınmıştı.
İlginçtir ki, etkinlikte görüp sorduğum yetmiş seksen yaşındaki teyzeler bile "karakoncolos"tan pek haberdar değildi. “Bizden önceki Rumlar bilir onu en iyi” demekten başka pek yardımları dokunmadı ne yazık ki. Kimi kostümler “karakoncolos olmak” niyetine giyildiyse de, tam anlamıyla bir karakoncolos yoktu şenlikte…
Başka ne diyeyim… Saat 21.00 olduğunda minibüs tekrar şehre dönmek üzere harekete geçince resmen karalar bağladım! İnanın çok isteksizce, adeta üzüntüyle ayrıldım içi ısıtan Kalandar ateşinin yanından. Geçirdiğim akşam inanılmazdı. İstanbul’u, trafiği, havaalanını bir anda unutmuş ve Trabzon’a iner inmez bu harika şenliğe katılmıştım. Yetişebilmiştim. Şans benden yanaydı. İstemiştim ve olmuştu. Çok mutluydum.
Bundan sonra her Kalandar’a katılmak istiyorum! Diliyorum ki bir Kalandar’da ateş sizi de ısıtsın…
Not: Şu günlerde romana son halini vermekle meşgulüm. O nedenle kendimi biraz özletebilirim, hepinize sevgiler!

3 yorum:

  1. Sansin varmis ki, cok guzel ve degisik bir senlige yetismissin :) Ne mutlu sana... Ne ismini ne de boyle bir senlik oldugunu bilmiyordum, sayende butun detaylariyla ogrendim :)

    YanıtlaSil
  2. çok orjinalmiş ilk kez duydum
    çok eğlenmişsin ne güzel

    YanıtlaSil
  3. karakoncolos bizim eski türk romanlarında geçiyo bak. gece çıkan korkunç yaratık gibi bişi. hatta rüyama karakoncolos geldi diyolar filan.

    kalandar ilk senden duydum bak çok sağol. bunu incelicem çok sevdim. :)

    YanıtlaSil

Gmail hesabı olmayanlar, anonim seçeneği ile yorum yapabilir... Yorumlarınız için çok teşekkür ederim!

NAKANO ESKİCİ DÜKKANI VE ÇOKSATAN KİTAP PROBLEMATİĞİ

Genelde kitapçıların çoksatan raflarından uzak durup, aksine hiç satmayan, kimsenin ilgi göstermediği, kıyıda köşede kalmış kitapları arar b...