ERTESİ GÜN TAM notta yazan saatte kampüsteki ana
binanın beşinci katına çıkarken, Irmak’ın dizleri titriyordu. Asansörün kapısı
iki yana doğru açılır açılmaz, birinin tuvaletlerin önünde durmuş bekliyor
olduğunu gördü ve bunun, o tehdit mektubunu yazan kişi olduğunu hemen anladı.
Öncelikle, mektupta yazdığı gibi, sahiden de bir kızdı. Makyajlı yüzü çok güzeldi. Saçlarının aslında siyah olduğu,
boyalı sarı tutamlarının diplerinden belli oluyordu. Üstünde krem rengi bir
tişört, altında mor bir etek vardı. Biraz minyon, hafif kilolu bir tipti.
Göğüsleri büyüktü (biraz fazla). Kulağının birinde piercing vardı. Ojeleri
kırmızıydı. Kıpkırmızı.
Irmak sanki başka bir yöne doğru gidiyormuş gibi ilerledi ve kızın yanına gittiğinde durdu. "Merhaba," dedi, birileri var mı yok mu diye sağa sola baktıktan sonra. Otomattan yiyecek almaya çalışan birkaç öğrenci ve ilerideki sınıflara doğru giden birkaç kişi dışında koridor sakin görünüyordu.
"Merhaba, Irmak," dedi kız ve ojeli elini ona doğru uzattı. Sanki az önce boğazını sıkıp öldürdüğü kurbanının kanı ellerine bulaşmış gibiydi. "Adım Selin."
Irmak bir süre tereddüt ettikten sonra onunla tokalaştı. "Sen benimkini çoktan biliyorsun," dedi adını söylemek yerine, biraz kızgın, biraz alaycı bir şekilde.
"Evet, bu doğru," dedi Selin, kendinden emin, belki ukala bir tavırla. "Öncelikle tam vaktinde geldiğin için teşekkür ederim. Hemen konuya girelim mi?"
Sesi sanki onu başkası konuşturuyormuş ya da sanki başka yerden, mesela eteğinin altına sakladığı küçük bir hoparlörden geliyormuş gibiydi. Çünkü ses rengi dublaj gibiydi. Minyon bedeniyle nedense uyuşmayan, çizgi film karakteri gibi bir sesi vardı. Aslında çok güzel bir sesi vardı. Düzgün tonlamalar yapıyordu.
"Seni dinliyorum," dedi Irmak, karşısında güçlü görünmek için kollarını göğsünde kavuşturarak.
"Çok yakışıklı bir çocuk. Feci bir şey. Sakın yanlış anlama, ben onunla ilgilenmiyorum. Ama seni nasıl tahrik ettiğini anlayabiliyorum. Üstelik bir yazar, öyle değil mi?"
Irmak şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. Selin tüm bunları nasıl bilebilirdi?
"Kitabını aldın. Onunla buluşmaya ve flörtleşmeye başladınız, değil mi? Çok hoş. Çok çok hoş. Belki bir ara bunu da kitap olarak yazar." Hafifçe sırıttı ve yanağının kenarında bir gamze oluştu.
"Bir dakika... Sen beni mi takip ettin?" diye sordu Irmak. Sakinliğini korumaya çalışıyordu.
Selin düşündü. "Haklısın bir süredir seni izliyorum çünkü kendimi sana tanıtmadan önce seni biraz tanımak istedim. Böylece 1-0 öne geçmiş oldum ama, değil mi?"
"İyi de bunu neden yapıyorsun?"
"Aslında çok tesadüfen oldu, biliyor musun? Hani o kitabı aldığın gün var ya... Sen beni görmedin bile ama, ben seni daha otobüse bindiğin an fark ettim. İşte orada yanıma oturmanla başladı her şey."
O an beyninde bir şimşek çaktı Irmak'ın ve hemen Atlas Kitabı'nı aldığı o yağmurlu güne geri döndü. Cem'in evindeydiler. Kitabı gösterdiğinde Cem ona, "Şu ergen hikayelerinden değildir umarım. Hiç baktın mı?" diye sormuş, o da "Buna vaktim olmadı, otobüste yanımda iri bir adam oturdu ve bacaklarını iki yana öyle bir açtı ki kitabı çantamdan çıkaramadım bile" demişti. Demek Selin o'ydu. O iri adam... yani kadın... yani kız, Selin'di.
"Sen beni tanımayınca ben de kendimi sakladım. Ve tamamen işsizlikten, otobüsten seninle aynı durakta inip seni takip ettim."
"Sen beni nereden tanıyorsun ki?"
"Seninle aynı fakültedeyim. Çantana o notu ortak derslerden birinde koydum ama sen beni fark etmedin bile."
"O notu sahiden başkasına mı yazdırdın?"
"Tabii ki hayır, o basit bir yalandı."
Irmak şimdi anlıyordu. "Kusura bakma, sana hiç dikkat etmemişim. Biliyorsun, okul çok kalabalık." Bir an durdu. "Hayır, kusura bak. Senden özür dilemeyeceğim tamam mı? Asıl sen bana bir özür borçlusun! Hatta birden çok! Benden ne istiyorsun?"
"Irmak, sakin ol, ben de tam oraya gelmek üzereyim... Cem Hoca'yla yaşadığın ilişkiyi biliyorum, öğrendim. Üstelik şimdi onu aldatıyorsun da. Bunu bilseydi eminim seni hayatının sonuna dek birinci sınıfta bırakırdı."
Irmak donakaldı. Selin bunları notta da yazmıştı ama yüzüne söylemesi gerçekten daha kötüydü.
"Şşşt," dedi Irmak. "Bir dakika," dedi sonra, kendinden daha emin bir sesle. "Yanılıyorsun. Evine gittim diye ne yani? Benim Cem Hoca'yla alakam sıradan bir öğrenci ilişkisi. Hepsi bu." Bir an için Selin'in buna inanacağını ve bu konunun sonsuza dek burada kapanacağını düşündü. Onu yeneceğini, onun kendisi için bir problem olmayacağını. Ama yanıldığını anlaması sadece iki saniye sürdü.
"O zaman niye bugün burada benimle buluştun?" dedi Selin, rahat bir tavırla. "Çünkü notta yazdıklarımın hepsi gerçek ve bunu sen de biliyorsun."
"Hayır! Ben sadece... Bak, o notu okuyunca biraz gerildim ve üzüldüm ve bu yanlış anlaşılmayı düzeltmek istediğim için buraya geldim, tamam mı?"
"Oh, hayır. Üzülmeyi gerektirecek bir şey yok ortada. Şu diğer çocuk, o bomba sarışın söz konusuysa Cem Hoca'yı aldatmaya değer bence de, emin ol. Yani ben olsam ben de yapardım."
Irmak buna bir son vermek, onu yalanlamak istiyordu. Ama ondan kaçamayacağını sonunda anlamıştı. "Pekala. Benden ne istiyorsun?"
"Evet, gelelim esas meseleye..." Birden kartları daha açık oynamaya başlamışlardı. "İstediklerimi yapacaksın. Notlarım çok düşük ve elimdeki yüzde elli bursumu da kaybetmek üzereyim. Ki eğer bu olursa, babam beni öldürür. Ama sen Cem'le konuşup bu duruma müdahale edebilirsin. Okulumu bitirmemi sen de istersin sonuçta, değil mi?"
Selin'in istediği, Irmak'ın hiç tahmin etmediği bir şeydi, ama aslında korktuğu kadar kötü bir şey değildi. "Evet ama bunun yolu bu değil. Bak, bursunu kaybetmeni istemem ama bunu ancak çalışarak sağlayabilirsin. Cem'le konuşmam hiçbir şeyi değiştirmez. Ne yani, sen sırf onunla sevgiliyim diye benim hak etmediğim notlarla geçtiğimi mi sanıyorsun? Emin ol okulla alakalı hiçbir konuda bana yardımcı olmuyor."
"Bak işte sevgili olduğunu bir kez daha kabul ettin," dedi Selin sırıtarak.
Irmak dudaklarını ısırdı.
"Cem kabul etmezse, sen onun bilgisayarına girip notlarımı düzeltebilirsin."
Yok artık... Bu kız kafasında her şeyin planını yapmıştı ama Irmak artık dayanamayacaktı. "Bak sen. Aksi halde?"
"Aksi halde, Irmakcım... Tüm okul Cem'le yaşadığın ilişkiyi ve üstelik onu aldattığını öğrenir."
"Yeter! Hadi git! Hemen başımı belaya sok! Durma!" Ah, blöf yapıyordu ama Selin her an sinirlenip başına gerçekten bela olabilirdi.
"Bak bak, şu havalara, şu pozlara bak! Bu senin gözünü pek korkutmadı sanırım Irmak. Sana Atlas'ı da biliyorum dedim. Parkta buluştuğunuz her sefer ben de oradaydım. Onun sırlarını da biliyorum yani. Aynı anda hem Cem'den hem Atlas'tan olmak mı istersin?"
Irmak şok içindeydi. Adeta elini kolunu bağlamıştı Selin. Nasıl tehlikeli bir kızdı bu böyle? Oysa şu minyon haliyle sevimli görünüyordu. Onu tanımayanlar için yani. Mesela az önce yanlarından geçen temizlik görevlisi için. Irmak bir anda çok önemli konuları çok uluorta yerde konuştuklarını fark ederek toparlandı.
"Selin... Bunlar böyle ayaküstü konuşulacak şeyler değil ama, sana yemin ederim ki notların konusunda ben hiçbir şey yapamam."
"Tabii Cem'den kurtulmak istiyorsan, onun da bir yolu var," dedi Selin. Hala Irmak'ın Cem ve Atlas'la olan ilişkilerini masaya yatırmaya devam ediyordu. "Seni notlarla tehdit edip onunla birlikte olmaya zorladığını söyleyebilirsin. Olan ona olur. Okuldan atılır. Bir daha da istese bile seni göremez. Kulağa hoş geliyor, değil mi?"
"Sen hasta mısın?" dedi Irmak. "Senin kafadan sorunların mı var? Bir daha karşıma çıkma!"
Irmak tam arkasını dönmüş gidiyordu ki, Selin onu tuttu. Ojeli parmaklarıyla bileğini sıkarak, "Çok ciddiyim Irmakcım," dedi. "Ben olsam beni hafife almazdım, hem de senin hakkında bu kadar çok şey biliyorken. Ya dediğimi yaparsın ya da Cem'i de, Atlas'ı da kaybedersin."
***
"Aslı'yla aramı yapmak zorundasın," dedi Uzay.
Irmak, Selin'le arasında geçen gerilimi yüksek konuşmadan sonra yurda gidecekken, Uzay arayıp gelmesini isteyince bir taksiye atlayıp eve gitmişti. Annesi de evdeydi ama hiç konuşmadan doğruca Uzay'ın odasına geçmişti. Şimdi erkek kardeşi bir eliyle kulağındaki küpesiyle oynuyor, diğer eliyle de test kitaplarının üzerinde tuttuğu kalemi sallayıp duruyordu. Irmak duvardaki posterlere baktı. Rock'çı gibi giyinmiş yarı çıplak kadınlar odanın dört bir yanına öfkeli bakışlar fırlatıyordu.
"Beni buraya
olmayacak bir şey için mi çağırdın Uzay?"
Uzay çok sıkıntılı görünüyordu.
"Nereden çıktı şimdi bu?"
"Bir yerden çıkmadı. Hep var. Onu unutamıyorum."
Irmak şaşırmıştı. "Uzay, geçen gün annem söylediğinde o iş çoktan bitti demiştin. Şimdi ne oldu?"
"Yalan söyledim, tamam mı? Aslı'yı hala seviyorum ben."
"İyi de benim yapabileceğim bir şey yok. Aslı benimle de hala konuşmuyor."
Uzay bir an için cevapsız kaldı. Sonra, "Yeni sevgilisini merak ediyorum doğrusu!" dedi.
"Yeni sevgilisi mi... Uzay, alınma ama Aslı'nın yeni bir sevgilisi olduğunu sanmıyorum. Senden ayrılmak istedi ve bahane olarak bunu kullandı. Bak, aslında bu senin için daha iyi değil mi? Şimdi seni bir başkası için terk etmediğini biliyorsun en azından."
"Ne yani, sebepsizce terk edilmenin daha mı iyi olduğunu düşünüyorsun?"
"Belki de..."
"O zaman neden? Neden beni terk etti Irmak?"
"Keşke bunu
biliyor olsam…"
"Of ya!"
"Şimdi bana
söz ver. Bir daha Aslı konusunu açmayacağız, tamam mı? O bizi istemiyorsa, biz
de onu istemiyoruz."
"Hah, öyle
diyorsun ama sen de hala kendine yeni bir ‘en yakın kız arkadaş’ bulmuş sayılmazsın.
Yanılıyor muyum?"
Irmak cevap
vermedi. O kadar dil döktükten sonra Uzay’ın tek bir cümleyle onu alt etmesine
söyleyecek sözü yoktu doğrusu.
"Aslı
içimize o kadar işlemiş ki,” diye devam etti Uzay, durgun bir sesle. “Onsuz
kalınca, ikimiz de sudan çıkmış balığa döndük bence."
***
“Seni
çok özledim. Tekrar ne zaman buluşabiliriz?"
O gecenin
ilerleyen saatleriydi. Irmak aynı anda hem Selin’den nasıl kurtulacağını hem de
Uzay’ın Aslı konusundaki ısrarını düşünüyordu ve Atlas’tan gelen mesajla hayat
onun için bir anlığına yeniden normal seyrine geri dönmüştü.
"Atlas! Sana yazamadım, özür dilerim. O
kadar yoğundum ki..."
"Okul mu?"
"Okul... Her şey."
"Şu anda ne yapıyorsun?"
"Penceremin önündeki koltuğa oturmuş,
internette saatlerimi çarçur ediyorum. Sen?"
"Ben de pencerenin önünde dikilmiş
siyah çay içiyorum. Seni arayabilir miyim?"
"Tabii ki arayabilirsin."
Ve telefon
çaldı.
“Alo?”
“Irmak... Yazışmak
tatmin etmiyor. Konuşmak, sesini duymak istedim.”
Irmak
telefonun başında kızarıp bozardı, neyse ki Atlas’ın bundan haberi yoktu.
“Demek
evdesin?” dedi.
“Evet. Hiç
uyumadım. Bir şeyler yazıyordum. Sonra bir şeyler okudum. Ve bir şekilde
uyumadım işte.”
Irmak
güldü. “Sarhoş gibi olacaksın!”
“Aksine,
gayet enerjiğim. İstersen görüntülü konuşalım.”
Böylece
görüntülü konuşmaya geçtiler. Karşısında bir anda Atlas’ın yüzünü gören Irmak
mutlulukla gülümsedi.
“Biliyor
musun, hatırladığımdan çok daha güzelsin.”
Irmak
yeniden kızardı ve işin kötüsü, bu seferkini Atlas da gördü. “Sen de aklımda
kaldığından daha yakışıklıymışsın.” Şu
işe bak, resmen flörtleşiyoruz!
Havadan
sudan konuşarak bir saati geride bıraktılar. Irmak bir şekilde Selin konusunu
açmak istedi ama ona daha Cem’den bile bahsetmediği için, buna cesaret edemedi.
“Şimdi kapatmam
gerek,” dedi Atlas panikle. “Necati arıyor.”
“Gecenin bu
saatinde ne istiyor ki?”
“O benden her an bir şeyler ister,” dedi Atlas bıkkın
bir ses tonuyla. “İyi geceler.”
Atlas
kapattıktan sonra Irmak telefon elinde bir süre daha öylece pencerenin önünde
durdu. Necati’nin tek bir sözü Atlas için neden bu kadar önemliydi? Elinde
nasıl bir koz vardı da, Atlas’a her seferinde ne istiyorsa yaptırabiliyordu?
***
Cem, uzaydaki bir astronotun yaşadıklarını anlatan
filmi ilgiyle izliyor, hikaye kendisine pek cazip gelmeyen Irmak’sa elini
çoktan bitmiş patlamış mısır kutusunun dibinde, gözlerini çantasının içinde
gizlediği telefonunun saatinde gezdiriyordu.
Yaklaşık iki buçuk saatlik film bittiğinde şık bir restorana oturup yemek yediler. Irmak kinoalı salata, Cem hamburger yedi ve birlikte bir kolayı paylaştılar. Irmak'ın gözü yemek boyunca Cem'in arkasındaki rafta duran kitaplara takıldı. Kafe ve restoranları dekora etmek amacıyla özel olarak eskimiş görünümlü kitaplar üreten bir firma olduğundan fena halde şüpheleniyordu. Çıktıklarında Cem ona döndü:
"Bugün çok sakinsin," dedi.
"Yoo," dedi Irmak hemen.
"Öylesin. Aslında son birkaç haftadır böylesin Irmak. Bir sorun mu var?"
"Hayır Cem," dedi Irmak rahat görünmeye çalışarak. "Ben sadece..."
"Yoksa hala Aslı'yı mı kafana takıyorsun?"
"Evet," dedi Irmak, bu güzel bir bahaneydi. "Her gün aynı sınıfta onunla aynı dersi dinliyorum ama bir kez bile benimle konuşmadı. Üstelik şu Efe'yle birdenbire kanka olması da sinirime dokunuyor. Kendimi biraz yalnız hissediyorum. Bu durumdan sıkılmaya başladım."
"Ben varım ya işte," dedi Cem. O an gerçekten de iyi niyetli bir sevgili gibi davranmaya çalışıyordu. Irmak ona bakıp hüzünle gülümsedi.
"Evet ama... sen benim erkek arkadaşımsın. Ben... ne bileyim, biraz daha erkeklerden, makyaj yapmaktan, derslerden bahsedebileceğim yakın bir kız arkadaşım olmasını özlüyorum."
"O kimdi peki?" diye sordu Cem son derece sakin bir ses tonuyla.
"Kim kimdi?" dedi Irmak. Cem'in kimden bahsettiği hakkında en ufak bir fikri bile yoktu.
"O gün, sizi gördüm Irmak."
"Ne?"
"Evet. Sen benim sizi görmediğimi sandın. Ama her şeyi gördüm. Uzun uzun konuştunuz. Ben oradaydım. Bunu benden niye sakladın Irmak?"
Aman Allah'ım, Atlas'tan bahsediyor! Irmak şaşkınlık içindeydi. Cem o gün o parkta onların karşısında oturmuş, onları izlemişti. Ya konuştuklarımızı da duyduysa? Tabii ki duymuştu! Demek buraya kadardı. Irmak her şeyi itiraf etmeye hazırlandı.
"Tamam," dedi ve der demez ağlamaya başladı. "Tamam, Cem... Sen haklısın. Ben ikiyüzlünün tekiyim... Seni hiç hak etmiyorum... Belki onu da hak etmiyorum..."
Ağladığı için onu kendine çekti Cem ve başını omzuna yasladı. Irmak'ın gözyaşları onun hırkasına akıyordu şimdi.
"Korkuyorum Cem," diye fısıldadı Irmak.
"Neden korkuyorsun?" dedi Cem sakince.
"Belki senden, şimdi vereceğin tepkiden," dedi Irmak tereddütle.
Cem elinin tersiyle onun yanağını okşadı, gözyaşlarından birkaçını sildi ve dudaklarını kulağına iyice yaklaştırdı. "Bence de, korksan iyi edersin."