Benim için yazarlık, anlatacak iyi bir hikaye bulma
ve onu iyi anlatma sanatıdır. İkisinden biri var, diğeri yoksa, iyi bir yazar
değilsinizdir demektir. Gerçek yazarlık, bir sanatçılık işidir. Gerçek kitaplarsa, birer sanat eseridir. Yazma eylemini, okuma yazmayı öğrendiği 1. sınıftan
beri dur durak bilmeksizin yapan, ancak çeşitli nedenlerle kitaplarından
şimdiye dek sadece biri yayımlanabilmiş (dört yıl önce), ama elinde ikisi tam
olarak bitmiş dört roman taslağı olan –ve tabii beşinciyle altıncısının üstünde
çalışmaya da çoktan başlamış– biri olarak, kendimce biraz bu konuya eğilmek istiyorum.
Ki burada önemli olan kesinlikle yazma eyleminin kendisidir, kitabı
yayımlanmamış veya bu kararı kendiliğinden almış biri bile "yazar" olarak
pekala adlandırılabilecekken, piyasaya üç beş tane çoksatan kitap sunmuş biri, öz
anlamıyla gerçek bir "yazar" olmayabilir. Çünkü yazmak, gerçek bir yazar için
su içmek kadar ihtiyaç, uyku kadar gerekli ve tuvalete gitmek kadar acildir.
Yazmak bir tutku, bir bağımlılık, bir yaşam amacıdır. Her sabah altıda kalkıp
günün yarısı boyunca yazmak size dışarıdan bakan gözler için "hayatını masa
başında, beş kuruş para da kazanmadan heba etmek"ken, sizin için bu, hayatın ta
kendisidir; en azından benim için öyle.
Bu girizgahtan sonra bir yazı pek çok biçim
alabilir, farklı yollara sapabilir –aslında konuşacak çok şey vardır. Bu
yazıdaysa size iki yazarı örnek göstererek, anlatmak istediğim şeyi açıklamaya çalışacağım. Öncelikle bunun bir kitap yorumu yazısı olmayacağını hemen söyleyeyim,
asla olmayacak, çünkü onlar hakkında yorumlayacak kadar bile bilgi sahibi
değilim. İkisinin kitabını da tam orta yerinde yarım bıraktım (bir kitabı yarım bırakmak da hiç adetim değildir aslında). Ama yazdıkları haklarında, bu yazıda bana
yetecek kadar fikir edindim. Bahsedeceğim yazarlardan ikisi de kadın, ikisi de yerli
yazarlarımızdan, ikisinin de kitabında psikolog olan en az bir karakter var
(büyük tesadüf) ve ikisinin kitabı da dizi olarak uyarlandı. Ne onların ne de
kitaplarının isimlerini yazacağım, zira anlatmak istediğim ana meselenin önüne
geçmelerini istemiyorum (bunun bir kitap yorumu yazısı olmadığını söylemiştim). Zaten eğer kitapları okuduysanız kolaylıkla
anlayacaksınızdır, okumadıysanız da bu hiç önemli değil. Peki örnek olarak neden bu kitapları seçtim? Aslında hiçbir
nedeni yok. En son okuduğum yerli kitaplar onlar olduğu ve beni, "Yazarlık,
anlatacak iyi bir hikaye bulma ve onu iyi anlatma sanatıdır" diye başlayan bir
yazı yazmaya onlar ittiği için. Bu açıdan onlara teşekkür bile edebilirim.
İlk yazarımızı size nasıl tanıtsam? Onun adını
herkes gibi ben de, bir psikiyatrist olarak, danışanlarının hayat hikayelerinden
derleyerek yazdığı pek çok kitabından birinin bir televizyon dizisinin temelini
oluşturmasıyla duydum. Bir kitabını ise ancak geçen gün okudum. (Kafama da çok
soru üşüştü hani. "Hasta gizliliği" bunlardan bir tanesiydi ama bu da başka bir
yazının konusu.) Yazarımızın (hadi ona A yazarı diyelim) belli ki mesleği
gereği dinlediği hikayeleri anlatma hevesi ve anlatacak çok hikayesi var.
Hikayesi var ama, anlatma yeteneği, roman tekniği yok. Yani yazdığı şeyler ne
tam anlamıyla bir "roman", ne tam anlamıyla bir "anı" kitabı, ne tam anlamıyla
bir "psikiyatristin günlüğü". Aslında bu, popüler dünya edebiyatında da yapılmakta olan
bir şey. Bir gün psikolog/psikiyatrist, danışanlarından dinlediği hikayeleri
romanlaştırmaya karar verir, bir kurgu yapar ve sonra da gider Hollywood'da
kitabının film sözleşmesini imzalar. Buraya kadar bir sıkıntı yok. Ama A yazarımızda
ben roman tekniği göremediğim için, anlattığı hikayeden de zevk alamadım. Bu yazarı benden çok seven okurlar mutlaka vardır.
Bunun tam tersi bir örnekse karşıma, bahsettiğim
ikinci yerli kadın yazarımızda çıktı. Bu yazar son yılların en popüler
isimlerinden, ona da B yazarı diyelim. Gazetecilere verdiği röportajlarda,
katıldığı programlarda illa denk gelmişsinizdir. Onun üç kitaptan oluşan serisinin
ilk kitabı hakkında konuşacağım –Okumamış olan birinin bile hakkında pek çok
fikir sahibi olduğu şu meşhur seri hakkında. Evet, şaşıracaksınız, hayret
edeceksiniz, hatta belki bana hiç yakıştıramayacaksınız ama, ben bu serinin ne
kitaplarını okumuş ne de dizisini izlemiştim. Ta ki birkaç gün öncesine kadar. Bir şey popüler olduğunda o şey beni otomatikman kendinden uzaklaştırır, biliyorsunuz. O şeye (film, dizi, kitap, albüm; artık her ne ise) yaklaşmak için, herkesin çılgınlar gibi ondan bahsetme döneminin sonuna gelmesini sabırla beklerim. Daha objektif bir gözle bakabilmek için de önemserim bunu. İşte popülerlik rüzgarı dindiğine göre, bir de o hafta sonu izleyecek
hiçbir şey bulamadığımdan, tesadüfen karşıma çıkan bu diziye bir başlayayım
dedim. Kitapları okumamıştım ama konusunu zaten basından, medyadan, çevreden,
eş dosttan biliyordum. Üç bölüm izledikten sonra diziyi kapattım (kötü olduğundan değil, hatta kitaptan çok daha iyi bence; izlemeye devam edeceğim). Sonra kitabı aldım. Yaklaşık
600 sayfalık olan kitabın ilk 300 sayfasını, acaba konu bir yere varacak mı
diye bir merakla, bir gün içinde okuduktan sonra kitabı da bir köşeye bıraktım.
Çünkü B yazarımızda, A yazarımızdakinin tam tersi bir durumla karşılaştım:
Roman tekniği var, yani hiç değilse konu, karakter, olay örgüsü gibi şeylerden oluşan bir metin yazması gerektiğinin farkında, ama anlatacak iyi bir
hikayesi yok. Wattpad'deki ergen kızların sevgilisi "bad boy"ları aratmayan,
yetişkinler için "kötü çocuk" olan ana erkek karakterinden başka. 300 sayfa
okuduğum kitapta sayfalar boyunca aslında
hiçbir şey olmadığını gördüm. O onu dedi, bu bunu dedi, şu şunu dedi, ama o kadar. Kitap
ilerlemiyor. Bir türlü ilerlemiyor. Halbuki o 300 sayfa aslında dolu ve
sürükleyici bir şekilde 100 sayfaya indirgense, ortaya belki daha iyi ve yoğun bir roman
çıkacak. Ama yok. Zaten romanda kayda değer bir şey olduğu da yok. Her karakter
filozof gibi, uzun uzun konuşuyor. Üstelik hepsi de aynı konuşuyor, çoğunun
kendine has bir üslubu yok. Cümleler de kötü dublajlar gibi. Gene de roman
tekniği var diyelim ama anlattığı hikaye çok bayat. Üstelik hikayeyi anlatma
tarzı da dediğim gibi kötü. Cümleler, kelimeler çok basit. Bir edebiyat yok.
Tamam, popüler bir kitaptan edebiyat tadı almayı, o "doyum"a ulaşmayı beklemek
haksızlık olur ama B yazarı işi bir adım daha ileri götürerek, kadın
arkadaşıyla dedikodu yapar gibi yazmış. Yani o kadar kötü. Kelime hataları, dilimizde olmayan fiillerin
kullanımı, istisnasız her karakterin "gelicem, gidicem, görücem" gibi sanki cep telefonunda arkadaşıyla mesajlaşır gibi konuşması... Arkasına "felsefe"nin gücünü alarak sürekli didaktik olmaya çalışan, ama onu da
olamayan, gerçekten kötü bir metin. (Biraz daha devam edersem, neredeyse bu B
yazarının sadece anlatacak iyi bir hikayesi olmadığını değil, aynı zamanda
roman tekniğinin de çok zayıf olduğunu ileri süreceğimden korktuğum için kısa kesiyorum. Çünkü yazımın çıkış amacı gereği, ele aldığım A ve B yazarlarından birinin anlatacak iyi bir hikayeye ama onu anlatamama becerisine, diğerininse kötü bir hikayeye ama fena sayılmayacak bir roman tekniğine sahip olması gerekiyor, değil mi?)
B yazarımızın bu hem kötü konuya hem de kötü yazım
diline rağmen çok satmasının birkaç açıklaması var elbette: Birincisi,
kitaplarının kapak tasarımları. İkincisi de, aslında
okurun çok iyi bildiği sıradan bir hikayeye rağmen siz okuru "Bu kitap gönül
gözünüzü açacak", "Hayatınıza dokunacak", "Ruhunuzu aydınlatacak", "Farkındalık
yaratacak" gibi son dönemin süslü moda cümleleriyle pazarlar ve kitabın tüm
bunları yapabileceğine dair okuru şartlarsanız, okur okuduğu şeye çok anlam
yükler. Okuduğu aslında buna değecek bir metin olmasa bile. Bu iki neden kitabı kamuoyunda (ve kitapçı raflarında) bir hayli tanınır yaptı. Yoksa bu kitap, aslında daha önce başka bir yayınevinden yayımlanmış ama kimsenin dikkatini çekmemişti. Kısacası yayıncılık
dünyasının pazarlamalarıyla, kitap çok sattı mı, sattı. (Yazım bir kez daha amacından sapma tehlikesiyle karşı karşıya; yukarıya yazıya renk katsın diye koyduğum fotoğrafımdaki gibi çayımı ve atıştırmalıklarımı alıp yazı masamın başına geçtiğimde, çok satan kitapların neden çok sattığını inceleyecek bir yazı yazmayı hedeflememiştim.) Ama bence sıra
bu kitaba gelene kadar yine bu ayarda, hem felsefeden falan da bahseden çok
daha iyi başka yazarlarımız da var ya, neyse...
Hem A hem B yazarlarının bu bahsettiğim kitapları, ikisi de çok satan, hatta diziye uyarlanan
kitaplar. Ama benim kıstasımda ikisi de gereğinden fazla abartılmış, dışarıdan
paketleri süslenip cilalanmış, ne var ki içleri boş olan kitaplar...
Peki kitapçılara girdiğimizde neden hep aynı türdeki kitapların bombardımanına uğruyoruz? Sahiden bir niteliği olan kitapları bulmak için, neden tozlu raflar arasında bazen saatler geçirmemiz gerekiyor? Benim için yazarlığın, anlatacak iyi bir hikaye bulma ve onu iyi anlatma sanatı olduğunu söylemiştim. Gerçek yazarlığın bir sanatçılık işi, gerçek kitaplarınsa birer sanat eseri olduğunu da... Kitapçılarda onlara neden rastlayamadığımıza gelince... Eh, sanatçıya değer verilen bir ülkede yaşadığımızı, zaten hiç söylemedim ki.
Konuyla ilgili yorumlarınızı bekliyorum. Kendinize iyi bakın.
instagram.com/ofluoglumert
twitter.com/ofluoglumert
facebook.com/ofluoglumert
instagram.com/ofluoglumert
twitter.com/ofluoglumert
facebook.com/ofluoglumert
A yazarı ile ilgili geçen gün arkadaşla hasta gizliliği konusunu konuştuk tamam hastanın adı değişiyor ama o hastanın o doktora gittiğini bilen ailesi mesela okuduğunda AAA bu bizim kızımız bizim oğlumuz, kardeşimiz yada eşim demeyecek mi ? Beni rahatsız eden bir durum o yüzden yazar A Nin kitaplarından uzak duruyorum. Yazar B ye gelecek olursak eğer o üçlü serinin ilk ıkisini ite kaka okudum ama 3. Ye dayanamadım. Şimdi herkes son kitabını onerse de okuyacağımi hiç sanmiyorum
YanıtlaSilA yazarının beş kitabını da okudum. Hiçbirinin edebi değeri yok. Sanırım öyle bir iddiası da yok zaten. Hasta doktor arasındaki ilişkilerde ve özellikle kendisini öğücü cümlelerde çok abartılı. Fakat beni asıl rahatsız eden kitapların esas yazılma amacının hasta sayısını arttırmak olması. Amacında hedefe ulaşmış zaten. Çerez niyetine okunacak kitaplar...
YanıtlaSilEh, sanatçıya değer verilen bir ülkede yaşadığımızı, zaten hiç söylemedim ki. Gerçekten çok haklı bir söz... Ben de ilk kitabımı yazmaya başladım. Özellikle de siz örnek aldığım kişilerden birisiniz. Bu güzel yazı için teşekkürler...
YanıtlaSilHarika bir yazı olmuş. O kadar keyif alarak okudum hatta bazı cümleleri yeniden dönüp tekrar okudum ki buraya ne yazarsam emeğinize haksızlık olacak.
YanıtlaSilkalem gücünüz oldukça kuvvetli. Yazılanlar çok doğru, vurguların puntoları inanılmaz özenli.
ne desem az kalacak!
Sevgili Mert; yukarıdaki konuyu/eleştirilerini bir kaç kez daha yazdığınızı, hatta yayımlanmış kitabınız Ters Düz'de de benzer bir kaç paragraf olduğunu hatırlıyorum. Her ne kadar yazdıklarınız doğru olsa da bu biraz arz talep meselesi, bu tip kitaplar tercih edildiği için de bunlar basılıyor, yalnızca bizim ülkemizde değil, dünyada da böyle, acayip bir vasatlık hakim. Keşke tam tersi olsaydı ama durum bu. Okur olarak daha nitelikli kitaplara yönelip, bahsettiğiniz kitaplardan kaçınabiliriz, çevremizdekilere daha edebi kitapları önerebiliriz ama kimin neyi okuduğu biraz toplumun yapısı ve zamanın ruhu ile de ilgili. Yazar olarak; bu konulara takılmadan eserlerinize yoğunlaşıp nitelikli kitaplar ortaya koymakta fayda var. Belki umduğunuz sürede basılmayabilirler ama emek verilen değerli işler mutlaka fark edilir. İyi çalışmalar:)
YanıtlaSiliyi yazı. ilk yazar, edebiyatı öğrense iyi olur tabii, ikinci yazar da popüler değil de iyi edebiyat yazabilir belkiii :)
YanıtlaSiltebrik ederim Mert'cim baştan sona harika bir yazı olmuş, tamamen aynı fikirdeyim, B yazarının bir kitabını okumuş ve blogumda benzer şeyleri yazmıştım, konuyu ve üslubu geçtim yazım hataları ve bağlamdışı olarak sokak dilini kullanmak okura saygısızlıktır diye düşünüyorum... çok tebrik eder senin gibi bilinçli bir yazarın yeni romanlarını dört gözle beklerim, sevgiler:)
YanıtlaSilBahsettiğiniz A kişisinin kim olduğunu anlayamadım sanırım hiç denk gelmedim ama B kişinim kitaplarını okurken sizinle aynı şeyleri düşündüm. Uzun uzun paragraflarda sürekli aynı şeyler tekrar ediliyordu ve ilk kitabı zorla bitirdim. Dizisini önce izleyip kitaplarını çok merak etmiştim ve bu kadar merak edince erkek arkadaşım hediye etmişti ama 2 ve 3 ü okumadım rafta duruyorlar malesef. Umarım gerçekten hakedenler bir gün hakettiği değeri görürler 😊
YanıtlaSilYani, sanırım ne düşüneceğimiz reklam veya bir şekilde iletişim kanalları ile hazır verildiğinden okuduğumuz kitabın lezzeti de şartlanılmış şekilde gelip oturuyor damağımıza iyi ve bilinçli bir okuyucu değilsek. Ummana salsalar seni alacağın elindeki kap kadardır derler ya..biraz da öyle.
YanıtlaSilBazen en berbat kitapta bir cümle alıp götürüyor seni ve sana kalan o oluyor bazen de bir bütün öykü seni "niteliyor"
Veren kadar alanın da etken olduğu , pek çok ve birbirinden farklı doğruyu barındıran bir konu bu ama gerçekten iyi derlemişsin Mert...sevgiler
A kişisiyle ilgili hasta gizliliği konusu beni de düşündürmüştü açıkçası. İsimler değişse de hasta, okuduğunda kendini bilir. Herhalde isimleri değiştirse de onlardan izin alıyordur diye tahmin ediyorum. Kaletisize meyletmemek, prim vermemek okurun elinde en nihayetine. Okuyucuya da büyük sorumluluklar düşüyor bana göre 😇.
YanıtlaSile ben 2 yazarı da çözemedim bir türlü :(
YanıtlaSilSize kesinlikle katılıyorum. Yazar deyince aklımıza Martin Eden gibi bir kahraman gelir. Benim için de odur. Ancak unutmamalıyız ki Martin bile para için yazıyordu. Yolda değişenleri de unutmayalım. Edebiyat açısından bakarsanız tamamen doğru düşünüyorsunuz. Öte yandan içinde bulunduğumuz sistem itibarı ile kitap satamayan dükkanını kapatır. Dükkanlar kapanır, yazarlar yazamaz, daha az kitap satılır. Bana kalırsa bir denge kurulmalıdır. Yine de her kitabın alıcısı farklıdır. Belki de bazen satmak için yazılmalıdır. Örneğin; Asansör yazım... https://www.denizcakmak.com/izmir-tarihi-asansor/
YanıtlaSilİtiraf edeyim: Fotoğraflar üzerime üzerime geldi, paylaş ve bizi at artık dediler. Youtube için çektiğim videoyu da yazının içine bıraktım. Diğer yandan Henry David Thoreau yazım ise -siz de yorum yapmıştınız- hayattan beni soyutluyordu. Yazar, yaza yaza oluyor gibi geliyor bana. Dediğiniz gibi usta bir yazar olabilmek herkesin haddine değil. Elbette, yazar deyince büyük yazarlar algılanmalıdır. Güzel yazıydı, teşekkür ederim.
son yazıma koydum bu iyi yazınııı :)
YanıtlaSilyazarların adıyla verip yazmanı tercih ederdim açıkçası
YanıtlaSilçok gizemli olmuş :))
bence herkesin beğenisi ve aldığı farklı
açıkçası pek satan popüler bir kitap bazen beni hiççç açmıyor
kişiden kişiye beğeni değişiyor
ama edebi taraf dersen ben o konuda kendimi yetkin düşünmediğim için yorum yapamayacağım
sevgiler
A yazarının kitabını okuyan danışan ne düşünür? Ben güven kaybı yaşardım. Güzel bir yazıydı, görüş ve tespitlerinize ben de katılıyorum.
YanıtlaSilYazmak, yazar olmak ve sanatsallıkla ilgili sanırım okuduğum en esaslı yazıydı şu ana kadar. Tebrikler. Bu kadar güzel ifade edilebilirdi. :)
YanıtlaSilSevgiler...
merhaba takibe geldim şimdi :))
YanıtlaSilGeçtiğimiz hafta bu ywzınızı okudum. Doğrusunu söylemek gerekirse bir yorum yapamadım, arada derede kaldım. Sizi hem haklı buldum hem haksız. Sonra geçtğimiz Çarşamba çok değer verdiğim kitap kurdu, aynı zamanda işi gereği kitap satılan mecralara çok hakim, yayınevleri ile içli dışlı bir dostumla yazınız üzerine tatlı bir sohbete girdim.Çok ciddiyim, şaka değil !!!
YanıtlaSilSevgili Orhan, üstad bir blogger var. Bu arkadaşımızın aynı zamanda bir kitabı var.Bu değerli blogger son yazısında edebi değeri olmayan, sürükleyici bir kurgudan uzak, kitaplarında anlatılacak bir hikayesi olmayan tamamen şişirme reklam kampanyaları ile "en çok satanlar" listesine giren A ve B yazarlarından dert yanmış.Yorumun ne bir söyleyiver dedim. Güldü, tadına bakmadan marketten aldığın x marka zeytinin tadı nasıl diye soruyorsun. Ya hu bırak kıyası şimdi, elma ile armutu kıyaslamayalım. Sahiden piyasada bu tür yazarlar ve şişirme kitapları var mı dedim. Komik olma elbette var. Şeyma Subaşı'nın kitap yazdığı şu kadim memlekette yayınevlerinin ne numaraları var duysan kitap okumaktan soğursun dedi. "Para, sattırır ve okutturur" dostum dedi. Fazlasıyla üzüldüm tabi.
Kitap yazma hayali ile yanıp tutuşan 'ben' tokat yemiş gibi oldum. Şeyma'yı boşver de A ve B yazarlarının bu ali cengiz oyunlarına şaştım kaldım.
Oysa ben kitap yazma olayına safiyane; emek, değer, sonuç penceresinden bakmayı düstur edinmiştim. Küçük küçük hikayelerin tıpkı karla kaplı yüksek tepelerden kartopu olup, aşağıya indikçe çığa dönüşen büyük güç olarak adletmiştim. Çıraklık döneminin yaza yaza ustalığa evrilmesi bu olsa gerek dedim. Kitap yazmayı; üretebilmenin, herkesin gıpta ile baktığı bir işe imza atmanın derin hazzı diye bildim. Filmlerin sinema sahnesinde, konçertoların, operaların, tiyatroların görkemli sanat merkezlerinde, mimari projelerin hayatımızın her köşesinde, kitapların da kitapçıların zengin raflarında gururla temsil edilmesi onların yaratıcısına ne büyük keyif veriyor diye hep hayal ettim ben..
Değilmiş.Sizin yorumunuz ve dostumdan duyduklarımdan sonra anladım ki "değilmiş"!!!
Üzüldüm tabi. Her türlü üçkağıdın açıldığı şu garabette kitap üzerinden sahtekarlık mı yapılmayacak??
Keşke yapılmasaydı. Emek var, türü ve içeriği ne olursa olsun değer var, umut var.Okuyucu ile buluşmasının hayali var.Üç beş kuruş kazanma arzusu var."Bu kitap benim ya" diyebilme keyfi ve gururu var.İşte burada size muhalif oldum sevgili Üstadım. Herşeye rağmen konu kitap ise emek kutsaldır. Eğrisiyle doğrusuyla umut bizi hayata bağlar. Kitap yazan başta sizi ve tüm yazarları (şeyma hariç ) çok değerli buluyorum. Herkesin bir hikayesi vardır.
Sağlıcakla kal Mert. Kitabını en kısa zamanda okuyacağım.