10 Aralık 2014 Çarşamba

"YÜZYILLIK AŞK" SERGİSİNİ YÜZYIL GEZSEK BİTİREMEYİZ, BİR VAMPİR KİTABI VE PARAMPARÇA!

 
Doğan Kitap'ın bu ay çıkan "İfritler'den Dracula'ya: Modern Vampir Mitinin Doğuşu" kitabı, olmayan bir şeyin nasıl sayfalarca anlatılabileceğini gösteren harika bir kitap. Yani, vampir diye bir şey gerçekte yok elbette. Aslında kitabın yazarı Matthew Beresford'un da böyle bir amacı yok. O, tarihin ilk çağlarından beri anlatılagelen vampir öykülerini derlemiş bu kitapta. Onların filmlerde, şiirlerde ve romanlarda nasıl işlendiğini anlatmış. Yalnızca vampirler mi? Cadılar ve kurt adamlar da azar azar nasiplerini almışlar bu efsaneler kitabında. Yalnız, kitabın "tarih" kitabı başlığı altında yayımlanması biraz saçma olmuş. Nasıl ki Banu Alkan'ın hayatının anlatıldığı bir kitap -hani olur da biri bir gün böyle bir şey yazmaya falan kalkışırsa- "tarih" başlığı altında yayımlanamazsa, bu kitap da bence yayımlanmamalıydı. Ama yayınevi böyle yayımlamayı tercih etmiş. Benim gibi efsanelerden hoşlananların göz gezdirebileceği bir kitap. 17 lira. 6/10

 
Daha aylar öncesinden, hatta yazın, bu dizinin tutacağını söylemiştim. Nitekim tuttu da. Hem de ne tutmak! "Paramparça" ilk bölümüyle 1 Aralık'ta yayınlanmış ve rating listelerinde 3. olmuştu. Bu çok iyi bir başlangıçtı. Ama en iyisi bu hafta geldi: "Paramparça", yıllardan beri rating'lerde 1.liğini koruyan "Karadayı"yı tam anlamıyla paramparça ederek Total ve AB'de zirveye oturdu! "Karadayı" ancak ABC1'de zirveyi korurken, "Paramparça" onda da 2.liği aldı. Dizi iyi, oyuncular iyi, senaryo iyi, müzik iyi, çekimler iyi... Daha ne olsun! Yan karakterler bile çok iyi dizide. Kısacası... "Paramparça"ya mutlaka bir şans verin. Ama senaryonun her an klişeye kayabilme riski var. Umuyorum ki senaristler bu hataya düşmezler. Eğer böyle devam ederse, "Paramparça" ekranların yeni "Aşk-ı Memnu"su, yeni "Yaprak Dökümü", yeni "Öyle Bir Geçer Zaman Ki"sidir!

 
İstanbul Modern, Türk sinemasının 100. yılı nedeniyle çok kapsamlı bir sinema sergisi olan “Yüzyıllık Aşk: Türkiye’de Sinema ve Seyirci İlişkisi”ni bizlerle buluşturdu, buluşturmaya da devam ediyor. 1914-2014 yılları arasındaki oyunculara, yönetmenlere ve sinema salonlarına da değinen bu sergi; esas olarak sinemanın seyirciyle olan ilişkisini temel alıyor. Sinemada nostaljik bir zaman tüneline girmek isteyenlerin mutlaka gitmesi gereken bir sergi. Yazılı, görsel, işitsel ve dijital anlamda hemen her türde bir şeyler var. Gazete ilanları, dergiler, posterler, afişler, film broşürleri gibi orijinal nüshalar da cam vitrinlerin arkasından bakıyor bizlere. Ama günümüz de es geçilmemiş. Osmanlı’nın son dönemlerindeki oyunculardan Türkan Şoray, Kemal Sunal gibi yıldızlara ve günümüzde Fatih Akın’a, Nuri Bilge Ceylan’a kadar hemen herkese yer verilmiş. Serginin küratörleri Gökhan Akçura ve Müge Turan. Doğrusu tadından yenmeyen bir sergiye imza atmışlar. Başlıkta da dediğim gibi, bu sergiyi yüzyıl gezsek layıkıyla gezmiş olmayız! Çünkü o kadar çok detaylı inceleme ve zaman isteyen bölüm var ki sergide… Sergide o kadar hoş bölümler var ki… Bunlardan biri de “Bir İmzanızı Alabilir Miyim?” köşesi.


Günümüzde Twitter ve Facebook gibi ortamlardan sevdiğimiz, hayranı olduğumuz kişilere ulaşmak (Tamam, hala çok kolay değil ama) oldukça kolay. En azından eski yıllara göre… Çünkü Yeşilçam Sineması’nda bir seyirci ulaşmak istediği aktörün/aktrisin önce adresini bulur, sonra mektup yazıp imzalı bir fotoğrafını istermiş. Cevap gelirse, ki bu çok düşük bir ihtimalmiş, dünyada sizden mutlusu olmazmış!


 
 
Bu fotoğrafta da yaşlı amcamız dönemin magazin gazetesi olan (Günümüzde de yeniden yayımlanmaya başladı ama elbette tabletten okunanını tercih etmiyoruz) “Ses”in bir sayısını okuyor. Meğer bizim Ajda Pekkan Taksim Gazinosu’nda yakışıklı bir beyefendi ile görüntülenmiş!
 
Serginin fotoğrafta gördüğünüz bu bölümü de hayli ilginçti. Fotoğrafta, yetmiş yaşlarında iki teyzemizi seçtikleri plağı takarak film müziklerini dinlerken görüyorsunuz. Onlar bu müziği en son genç kızlıklarında duymuşlardı!
 
 
Galerinin dizaynı gerçekten çok hoştu. Zaten kapıdan içeri girdiğiniz an, sanki bir zaman tüneline girmişsiniz gibi hissediyorsunuz. İlk filmden, ilk sinema salonuna, ilk tiyatro oyuncularından ilk yönetmene, en çok film izlenen yıldan en kötü yıla hepsini görebiliyorsunuz. İstanbul’da Beyoğlu’ndaki sinema salonlarının sıralandığı küçük harita da gerçekten güzel düşünülmüş bir işti. Ama gönül isterdi ki koskoca Türk Sinemasını anlatan böyle bir sergide (yani bu harita bölümünde) yalnızca İstanbul ile sınırlı kalınmasaymış; Ankara, İzmir, Trabzon gibi illerin eski sinemalarına da yer verilseymiş. Çünkü ülkemizde sanatın başkenti olma özelliğini İstanbul’a veriyor olabiliriz; fakat bu, diğer şehirlerin kültür-sanat tarihlerinin yetersiz olduğunu anlamına gelir mi? Sergiyle ilgili tek olumsuz eleştirim bu olabilir.
Bunun dışında hiçbir şikayetim yok. Sevdiğim diğer bir çalışma da şampuan reklamlarında yer alan aktrislerin posterleri! Hollywood yıldızlarıyla ve Yeşilçam yıldızlarının marka yüzü oldukları bu afişlerin karşılaştırılması gerçekten ilginçti. Buna “yıldız savaşları” denmez de ne denir?
Serginin güzel taraflarından biri de hem Türkçe hem İngilizce hazırlanmış olması. Bu müzedeki diğer sergiler gibi…
Kısacası… Eski günleri yad etmek, sinemanın siyah-beyaz, sepya tonlarındaki günlerine geri dönmek, o dönemleri hatırlamak ya da hiç bilmiyorsak öğrenmek (mesela ben çok değerli bilgiler öğrendim bu sergiden) ve günlük hayatın koşuşturmasına küçük bir mola vermek istiyorsanız İstanbul Modern’deki bu sergiyi gezmenizi şiddetle öneririm. Sergi 25 Eylül’de başladı ve 4 Ocak’ta son bulacak. Yani son bir ayınız var! Hala gitmediyseniz elinizi çabuk tutun!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Gmail hesabı olmayanlar, anonim seçeneği ile yorum yapabilir... Yorumlarınız için çok teşekkür ederim!

SİNEMADA İKİ FİLM

Son günlerde sinemada iki filme gittim. İlki, The Substance. Yani Cevher. Bence mutlaka görülmesi gereken, ama son derece rahatsız edici bir...