Fotoğraflar arasında hızlı geçiş yaparak bana "zoom" yapın! Ağacın yaprakları ne kadar da gür değil mi? Haydi, "triptik" gibi bakın bu üç fotoğrafa!
Yaz sezonunu kapatıp kış uykusuna yatmaya yüz tutmuş olan
Marmaris için sonbahar belki de en güzel mevsimdir. Güneş çok yakmaz, deniz
suyu ılıktır ve palmiyeli sokaklarda bisiklet sürme keyfi sadece size
kalmıştır. Bu cümleler, bundan önceki sonbahara dek doğruluğunu koruyordu ve
muhtemelen tarihe yazılacak olan bu istisna dışında bundan sonraki sonbaharlar
için de doğru kalacak. Tabii ki ansızın geliveren şiddetli yağmurdan, yakın
köylerde çıkan hortumlardan ve fırtınadan hava durumundaki kehanet gerçekleşmeden
önce haberdar değildik. Ama hava durumunun böyle olacağını öğrenince,
günübirlik yapacağımız Rodos gezimizi havanın güneşli olduğu bir önceki güne
çekmeye karar verdik.
Yolculuk boyunca yanından geçtiğimiz adalar dışında bomboş bir deniz var... Fotoğraf çektirmek lazım!
Kaptan köşkünün yeni üyesi benim!
Kadrajıma sığmadı, düşünün o heybeti! Düşünemiyorsanız fotoğrafa bakın: Yeterli olacaktır.
Marmaris’ten bindiğimiz feribotta geçen bir saatlik mavi
yolculuğun (ve kaptan köşkünü keşfe çıkmaların) ardından, soluğu saat 10’da Rodos’ta
alıyoruz. Güneş mavi gökyüzünde parıldıyor, yarın çıkacak olan fırtına çok uzak
bir gelecekteymiş gibi geliyor. Rodos limanına yaklaşırken feribottan
gördüğümüz kale sanki tüm adayı çevrelemiş. Adaya ayak basınca da gölgesi
üstümüze düşüyor. Yüzlerce balkonu olan büyük yolcu gemilerinden inen turistler
kalenin surları önünde fotoğraf çektiriyorlar. Biz de geri kalmıyoruz.
Kalelere bayılıyorum! Buralarda ne tarihler gizli... "Duvarların dili olsa da konuşsa!" ifadesi sanki bu tip bin yıllık yerler için söylenmiş, siz de on yıllık evleriniz için kullanıyorsunuz!
Kedi tutkunları, bu fotoğrafı sizler için çektim! Ama sokakta gördüğünüz her kediyle öpüşme durumunu da anlayamıyorum hani. Fotoğraftaysa, arkadaki siyah demir kapıyla önüne kurulan siyah beyaz kedi müthiş bir ikili oluşturmuş gibi. Ne dersiniz?
Kalenin içine kurulmuş bir Orta Çağ şehri olan Old
Town’da surların arasında yürürken kendinizi büyülü ve gizemli bir yolculuğa
çıkmış gibi hissediyorsunuz. Enfes taşlarla döşenmiş Arnavut kaldırımlı ara
yollar adeta birer sanat eseri. Taşların üstünde yürümeye, onlara basmaya
kıyamıyoruz. Çarşıda dolanırken kalabalık grupların hiç görmeden yanlarından
geçip gittiği patika yollar fark ediyorum. Fotoğraf çekmek için bizimkilerin
birkaç adım gerisinde kalıp oraların hüznüne tanıklık ediyorum. “Keşke tek
başıma olsam da özgürce ve sonunu düşünmeden girdiğim bu dar yollarda
kaybolsam!” diye düşünüyorum. Bunu gerçekten diliyorum.
Ayıptır söylemesi fotoğraf çekmek için olduğu gibi çektirmek için de güzel köşeler bulmakta üstüme olmadığını söylerler. Haklılar sanki?
Bir sürü ilgi çekici dükkandan oluşan çarşıda gördüğünüz
her şeyi satın almak istiyorsunuz. Buzdolabı magnetleri 1 Euro, Rodos temalı
kıyafetler 10 Euro, şemsiyeler 10 - 30 Euro, Yunan Tanrıları’nın/Şövalyelerin
figürleri 20 Euro, nakış işlemeli masa örtüleri 25 Euro civarında. Sahi şemsiye
demişken, Akdeniz’de yer alan bir yerin şemsiyeleriyle ünlü olmasının sebebi
nedir anlamış değilim. Her köşe başında şemsiye satan mağazalar var! Londra’da
değiliz ki… Nedir bu Rodos şemsiyelerinin tarihçesi?
Nihayet kırmızımsı yağmurluğuma uyan bir arka fon bulabildim. Pek de hoş oldu sanki!
Çok güzel yağlı boya tablolar yapan, kendi elleriyle
küçücük ve özgün heykelcikler üreten yaşlı bir adamın dükkanıyla karşılaşınca
zevkten dört köşe oluyorum. Ta ki fiyatlarını duyuncaya kadar: Bir kadın
heykelciği 110 Euro idi. Benim almaya param, param olsa da koymaya yerim yoktu;
o yüzden sadece bakmakla yetindim (Fotoğraflarını çekmeye izin alamadığım için
sizlerle paylaşamıyorum). Ama siz de eğer bu tip orijinal sanat eserlerine
meraklıysanız, Old Town sokaklarında sakın uyurgezer olmayın.
Bir restoran müşteri çekmek için bu renkli papağanları kullanıyor.
Çarşıyı gezerken, esnafın sizinle iletişime geçmek için
İngilizce konuşma zahmetine girmediğini, ısrarla ve ısrarla Yunanca konuştuğunu
görüyorsunuz. Siz İngilizce konuşuyorsunuz, ama onlar sanki bu dili
bilmiyorlarmışçasına Yunanca konuşmaya devam ediyorlar. Bu nedenle ne
dediklerini anlamak bazen zor olabiliyor.
Rodos’ta gerçekten ilginç şeyler görüyorsunuz. Mesela her
köşe başında görebileceğiniz ve ellerindeki jöleli topları hızla yere fırlatan
satıcılar bunlardan bir tanesi. Jöleli Angry Birds’ler bir süre sonra toz
toplayıp işlevini kaybediyor. Ama özellikle çocuklar 3 Euro’luk bu oyuncaklara
epey rağbet gösteriyorlar.
İlginç şeylerden bir diğeri de balık masajı! Ayağınızı
soktuğunuz akvaryumlarda yüzen onlarca balığın size dokunmasıyla masaj
gerçekleşmiş oluyor. Gülmeyin, yabancı turistler bu işin ciddi meraklılarından.
Masajı yaptıran turistlerin yüzlerinde bir rahatlama ifadesi aradım. Ama onlar
gülmekten rahatlamaya fırsat bulamıyorlardı. Evet: Tahmin ettiğiniz üzere fazlasıyla
gıdıklayıcı bir yöntem!
Yukarıda da bahsettiğim harika kaldırım taşları meşhur
Şövalyeler Sokağı’nı da baştan sona kaplıyor. Sokağın başında kendini beyaza
boyamış bir kız çocuğu heykellik yapıyordu (Birkaç adım ötede de prenses
kostümü içinde yan flüt çalan bir kadın vardı). Sokak öyle kalabalıktı ki arka
fonu boş yakalayıp fotoğraf çektirmek mümkün pek de mümkün değildi.
Şövalyeler Sokağı'nın girişindeki beyaza boyanmış küçük kız pek sevimli. Önündeki kaseye para koymanızı bekliyor. Ama tüm gün orada durmaktan yorulmuyor mu?
Kanuni Sultan Süleyman burayı fethettikten sonra adada
bir sürü cami yaptırmış. Yani adada Türklere ait çok iz var, ama hepsini
keşfetmeye vakit bulamıyoruz.
Old Town’dan çıkınca kendinizi tipik bir Avrupa şehrinde
gibi hissediyorsunuz. Kasaba havası bitiyor ve büyük markaların parlak
vitrinlerinin olduğu mağazalarla dolu şehir hayatına adım atıyorsunuz. Kafeler
de aynı şekilde, birbirlerinin aynısı ve her yerde görebileceğiniz
sıradanlıkta. O yüzden ben oyumu Old Town’daki küçük, yöresel ve özgün
restoranlara gitmekten yana kullanıyorum, nitekim öyle de oluyor.
Yemek zamanı geldiğinde en önemli soru deniz ürünlerini
mi yoksa klasik fast food’u mu tercih edeceğiniz. Marmaris’te fazlasıyla balık
ve kalamarla dolmuş olan mideler sebebiyle biz pizza ve hamburger yemeyi tercih
ediyoruz. Lezzet orta seviyede, hesap gereksiz fazla. Belki de balık yemek daha
doğru olurdu.
Rodos’a gelmişiz de yarım saatte şehir turu yaptıran
trene binmeyecek miyiz? Kişi başı 5 Euro ödeyerek bindiğimiz bu otobüs-tren,
şehrin adeta bir özetini sunuyor. Şoförümüz bir yandan da bilgi veriyor. Şehrin
turistik yerleri, kelimenin tam anlamıyla hızlı bir şekilde gözümüzün önünden
geçip gidiyor. Rodos Üniversitesi’ni, Rodos Gazinosu’nu, Apollon Tapınağı’nı,
Helenistik Stadyum’u görüyoruz. Limanı, kaleyi ve Old Town’ı geride bırakıp
şehrin dışına çıkıyoruz. Yer yer kurak, yer yer ağaçlık olan yolları geçiyoruz.
Bu manzaraya bahçe içindeki villalar ve evler de eklenince kendinizi
Büyükada’da hissediyorsunuz. E ada sonuçta… Aynı hava, aynı atmosfer.
Tren yolculuğu sırasında: Florida değil, Rodos!
Tren Old Town’a geri dönmek için yükseklerden inerken,
şoför “Sol tarafta Türkiye’yi görebilirsiniz,” diyor. Çok uzakta, puslar içinde
görünüyor Türkiye kıyıları. Bir tuhaf oluyor insan. “Ülkem karşıdan böyle
görünüyormuş demek ki,” diye düşünüyor. Rodos’tan Marmaris görünüyor. Ama Marmaris’in
merkezinden Rodos görünmüyor sanırım.
İlerideki mesleğim gereği gazete/dergi manşetlerine şöyle bir göz attım...
"Yeme de yanında yat!" ifadesine tam uyan, enfes bir hamburger!
Denize giren var mı? Tek tük de olsa giren var. Ben de
hevesleniyorum, ama vakit kalmıyor. Son saatimizi, trenden indikten sonra hoş
bir kafede oturup bir şeyler içerek değerlendiriyoruz. Ben dondurma yiyorum,
“Hayatımda yediğim en nefis dondurma bu!” diye düşünüyorum.
Saat 17 olunca, feribota binmek için limana geri
dönüyoruz. Bir saat sonra Marmaris’e vardığımızda, güneş bulutların arkasında
kayboluyor. Bir sonraki günün kara bulutları şehre gelmeye başlıyor. Ben de “Rodos’a iyi ki bugünden gitmişiz!” diye düşünüyorum.
Not düşümü: En çok çektiğim hangi fotoğrafı beğendiniz?
Not düşümü 2: Ben buraya bu Ekim'in ortasında gitmiştim, bloga ancak yazabildim. Tüm tatilleri tüketmiş olabiliriz ama karşınıza çıkan ilk tatilde Rodos'u keşfe çıkabilirsiniz!
Not düşümü 3: Üye sayım kısa sürede 100'ü geçmiş, hepinize çok teşekkür ederim!
Not düşümü: En çok çektiğim hangi fotoğrafı beğendiniz?
Not düşümü 2: Ben buraya bu Ekim'in ortasında gitmiştim, bloga ancak yazabildim. Tüm tatilleri tüketmiş olabiliriz ama karşınıza çıkan ilk tatilde Rodos'u keşfe çıkabilirsiniz!
Not düşümü 3: Üye sayım kısa sürede 100'ü geçmiş, hepinize çok teşekkür ederim!
güzel,eline sağlık,ben de umarım yapabilirim.
YanıtlaSilancak bu lisan züppeliği beni sinir ediyor,paris de de böyle saçmalamışlardı.
harika bir gezi olmuş
YanıtlaSilsevgielr
marmaristen gidiliyo demek. tamam gidicim.
YanıtlaSil:)
Rodosu görmeyi ben de çok istiyorum, gitmeden önce yazında belirttiklerine ilişkin notlarıma bakarım. Resimleri biraz daha büyük olsa sanki yazılar daha hoş olacak.Senin gülümsediğin resim favorim
YanıtlaSilVay bayıldım .Özellikle şövalye sokağının kaldırım taşlarına :)
YanıtlaSilFavorim ilk fotoğraf, galiba senin de öyle, onunla başladığından belli :))
YanıtlaSilŞu hamburger ne garip şey, her ülkede bulabilirsin, ama heep amerikalı..
gitmeyi düşündüğüm yerlerden biri rodos.isabetli bir karar olduğu bak bu yazıdan belli.en çok dondurma fotoğrafını beğendim :)
YanıtlaSilNe güzel gencecik bir blogger! Rodos'a gitmedim ama Dubrovnik'e çok benzettim.
YanıtlaSil