Ali Cezmi, ikinci el ve eski ürünler satan –dükkandaki
kadın onlara ısrarla vintıç deyip
durmuştu, şu vinç ne anlama geliyordu
acaba, bu ifadeyi karısı Zeliha’dan da bir kez duymuştu– mağazadan çıkıp
kapıyı kapatırken cama yapıştırılmış olan el ilanından şu satırları okudu:
Temiz
Mutfağım Kebap Salonu
Menü
5
Yoğurtlu
Kebap
Çorba
8
lira
Muzafferbey
Caddesi - Kelek Lokanta Sokak - No: 8
Ali Cezmi’nin
dikkatini beş numaralı menü çekmişti, ama bir çeşit menü olan el ilanındaki
yedi çeşit menünün yedisi de sekiz liraydı. Evden ayrıldıktan –daha doğrusu
karısı tarafından terk edilip, üstüne bir de evden kovulduktan– sonra ağzına
bir lokma sulu yemek girmemişti. Her gün fast food yeyip durmuştu. Bu kebap
salonunu keşfederek oranın müdavimi olabilirdi.
Temiz Mutfağım Kebap Salonu belli ki bir esnaf lokantasıydı, ama böyle yerlerin
yemeklerinin kaliteli olacağını düşünüyordu. Hem fiyatları da çok ucuzdu.
Denemekten zarar gelmez, diye düşünüp,
bu semtte olduğunu düşündüğü adresi gördüğü ilk kişiye sordu. Tezgahında
portakal dilimleyen bir sokak satıcısı, yolu tarif etti.
Ali Cezmi lokantaya girdiğinde,
beklediğinden de kötü bir yer çıktı karşısına.
Pis, tozlu sandalyeler. Çürümüş tahta masalar.
Beddualar okuyan bir kadın türkücünün sesi
de, tepedeki radyodan yükseliyordu.
Ali Cezmi, duvar dibindeki bir masada kuru
fasulye yiyen tek müşteriden olabildiğince uzaktaki bir masaya oturdu. Tepesine
gelen garsona, “Bu ilandaki fiyatlar geçerli, değil mi?” diye sordu. Bu sırada
montunu çıkarıp kucağının üstüne koydu.
“Evet.”
“Güzel, beğenirsem sizi kaldığım oteldeki
insanlara da öneririm.” Belki böylece hesabı bedavaya bile getirebilirdi.
Sahiden de garsonun gözleri parıldadı. “Hay
hay! Hangi menüyü istersiniz?”
“Menü beş. Yoğurtlu kebap ve çorba.”
“Hay hay! Bir-yoğurtlu-çorba!”
“Hayır, hayır! Yoğurtlu çorba istemiyorum ki
ben!” Ama garson çoktan mutfağa girmişti bile.
Az sonra Ali Cezmi’nin çorbası geldi, neyse
ki yoğurtlu değildi, üstünden dumanlar çıkan bir ezogelin çorbasıydı. O kadar
sıcaktı ki, Ali Cezmi onu on dakikada ancak içebildi. Yoğurtlu kebabı
geldiğinde, midesinde hiç yer kalmamıştı aslında. Garson boş çorba kasesini önünden
alırken, “Montunuzu sandalyeye koysanıza,” dedi.
“Yok,” diye gülümsedi Ali Cezmi. “Benim
konseptim bu.” O pis sandalyeye montunu koyacak hali yoktu elbette!
Önündeki yoğurtlu kebaba baktı. Bu şey kesin
midesini bozacaktı. Ama o kadar göz kendisine bakarken, yemeden de edemezdi.
Ali Cezmi odasına geri
dönünce kusmak için lavaboya eğildi. Ancak kusmadı. Hemen Feraye’yi aradı.
“Feraye, ben zehirlendim galiba.”
“Aaa! Ne yedin ki?”
“Etten. Ama çok uyduruk bir esnaf lokantasında
yedim. Ne olacak şimdi?”
“Tavuk en çok bozulan yemektir, o değilse
bir şey olmaz. İshal olur, atarsın.”
“Ama zehirlendiğimi hissediyorum.”
“Bence kuruntu yapıyorsun!”
“Burada bana bakacak kimse yok, sana
söyledim, artık odada iki kişiyiz. Ya zehirden yatağımda ölüverirsem? Sağ kalan
oda arkadaşım beni umursamaz bile!”
“Tamam. Bize gel.”
“Ne?”
“Dediğimi duydun. İstiyorsan, sadece bu
akşam için, bizde kalabilirsin. İçin rahat etsin de…”
“Ama annenden bahsetmiştin?”
“Ne yapalım artık, bir şekilde onu ikna
edeceğim.”
“Bu adam kim? Ben seni
bile kabullenemiyorken, bir de başıma bir sokak dilencisi çıktı! Hem de ishal
bir dilenci! Bir saat içinde bir rulo tuvalet kağıdını tek başına bitirdi."
Ali Cezmi tuvaletten seslendi: “Çıkıyorum!"
“Çıkabiliyor nihayet!” dedi, Feraye’nin
huysuz annesi.
Arka fonda bir sifon sesi duyulmadan hemen
önce, “Ona kibar davranman gerekiyor,” dedi Feraye. “Hiç değilse ona.”
Annesi omuz silkti.
“Kusura bakmayın, bütün gün boyunca tuvaletinizi
de işgal ettim,” dedi Ali Cezmi.
“Kusura bakarım, çünkü yalnızca o da değil!” dedi Feraye’nin annesi. “Suyu da
çok harcadın! O faturaları sen ödemiyorsun! Ayrıca bencil Feraye de eve katkı
sağlamıyor! Şu anda işi bile yok zaten!”
Feraye annesine cevap vermek için ağzını
açtı, ama sonra durup derin bir nefes aldı. “Beni bir saniye bekler misin, Ali
Cezmi?”
“Ne için?”
“Eşyalarımı toparlamam için.”
Ali Cezmi yeniden odaya döndüğünde -adını hala bilmediği- diğer oda arkadaşı ağzını ilk kez açtı: "Birazdan bir arkadaşım gelecek. Acaba sen o sırada odada olmasan olur mu?"
Ali Cezmi, oda arkadaşını kendisine bir şey söylerken ilk kez görüyordu ve bu durumda ricasını geri çevirmek pek hoş olmazdı. O sırada odadan çıkmasında hiçbir sakınca yoktu. Yoktu da, niçin arkadaşı biraz hareket edip o içinde küflendiği yataktan kalkmıyor ve misafirini lobide ağırlamıyordu? Yabancı birini odaya almak doğru bir davranış değildi, ama belli ki arkadaşı bu konularda çok rahat davranıyordu.
"Elbette olur," dedi oda arkadaşına. "Yalnız, olur da bir eşyam kaybolursa, aklıma direkt olarak o arkadaşın gelir, bilesin." Acaba çok mu sert sözlerdi bunlar?
"Haklısın," diye yumuşak bir cevap verdi arkadaşı. "Haklısın da, bu sakat ayaklarla benim hareket etmem çok zor. Tuvalete bile günde bir kez gidiyorum!" Gözleri sulanmıştı.
"Ah, çok özür dilerim," dedi Ali Cezmi, ne demesi gerektiğini bilemeyerek. "Kusuruma bakma. Bunu bilmiyordum."
"Senin suçun değil, benim asosyalliğimden."
"Kim gelecek peki? Ailenden biri mi?"
"Aslına bakarsan... kız arkadaşım. Onunla internette tanıştım."
Gün boyunca dizlerinin üstündeki o bilgisayarda neler yaptığın şimdi belli oluyor, diye düşündü Ali Cezmi. "Peki, ha bu arada, odamıza üçüncü bir kişi çoktan bulundu bile," dedi.
Arkadaşı sadece gülümsedi, Yeni bir adam, diye düşündü, sonra yeniden kucağındaki bilgisayara gömüldü. Ali Cezmi ona acımış ve inanmıştı. Oysa sakat olduğu gerçeği dışında, geri kalan her şey kuyruklu birer yalandı. Ve bu kuyrukla yalanlar, ikinci bir ölüm vakasına sebep olacaktı. Ya da ölümler.
Feraye resepsiyondaki kayıt işlemlerini tamamlamıştı. Oradaki kadın, annesiyle her tartıştığında pansiyonlarına gelen Feraye'yi çok iyi tanıyordu. Ama...
"...ama bu sefer elimde sana uygun hiçbir oda yok, tatlım. Kız odalarının hepsi dolu."
"Bana uygun hiç mi oda yok ya?"
"Bizim odada bir kişilik boş yer var işte!" diye seslendi arkalarından, Ali Cezmi. "Kendisi benim kız kardeşim sayılır. Bir kişilik yer boşalana kadar bizim odada kalması sorun olur mu? Ben oda arkadaşıma, odamıza yeni birinin geleceğini söyledim zaten."
"Ne yani? Bunu tuhaf bulmadı mı oda arkadaşın?" diye sordu Feraye, şaşkınlıkla.
Ali Cezmi başını iki yana salladı.
Resepsiyondaki kadının gözleri daha fazla para diye ışıldadı.
Ali Cezmi sigara içmek için -evet, son bir haftada öyle şeyler yaşamıştı ki sigaraya yeniden başlamıştı- bir dakikalığına terasa giderken, Feraye yeni yaşam alanına doğru gitti ve kendisine verilen anahtarla 702 numaralı odanın kapısını açtı.
Ali Cezmi, bir dakika sonra odasına dönerken, kapının arkasından şu sesleri duydu:
"Sen beni arabanla ezdin! Bak, sakat kalmama sebep oldun! Şimdi de ben senin ecelin olacağım!"
"Ben o kadın değilim!"
"Buraya gelmekle hata yaptın... Seni affedeceğimi mi sanmıştın?"
Ali Cezmi odaya girdi.