KONU: Çok yakın dört arkadaşın hayatı, içlerinden birinin ölümüyle tepetaklak oluyor! Okulun en popüler kızı Özgü... Erkekler onunla olmayı, kızlar o olmayı istedi... Ve biri onun ölmesini. Aşklar... Dedikodular... Sırlar... Yani kadınsal şeyler... Özgü'nün sevgilisi olan Savaş aynı zamanda diğer üç kızla da ilişki halindedir. Kızların her biri Özgü ölünce Savaş’ın kendisine kaldığını düşünür. Bir yandan Özgü’yü kimin öldürdüğünü bulmak için adımlar atılırken, diğer yandan sırlar ve yasak aşklar üç arkadaşın arasında gün geçtikçe daha da filizlenir… Sımsıkı örülü ya da pamuk ipliğine bağlı aşk ilişkileri, derin arkadaşlıklar, her an tuzla buz olabilecek olan hayaller ve karanlık sırlar sizi bu yeni serinin bağımlısı yapacak!
Aşkın ve nefretin, iyiliğin ve kötülüğün, dostluğun ve düşmanlığın, savaşın ve barışın en uçlarda yaşandığı Kadınsal Şeyler başlıyor!
“Bıçağı
burana saplarsam… Bir kalbin olmadığını düşünürsek… Sence kan akar mı?”
Üniversite hayatı çok eğlencelidir derler. Belki de
demezler, ama üniversiteye yeni başlayanlar böyle bir eğlenceyle
karşılaşacaklarını bilirler. Dersler rahattır, hocalar çok sıkmaz, arkadaşlarının
evinde kalabilir, partiden partiye koşabilirsin. İleride evleneceğin kişiyi
burada bulursun denir ve hatta nişanlanabilirsin. Ama her şey bu kadar da tatlı
değil… Örneğin bugünkü sabah gazetenizi okuduğunuzda geçen gün olan o korkunç
olaya dair bir haberle karşılaşabilirsiniz. Aslında onun hayatında genelde
böyle ekstrem şeyler olmazdı. Ne var ki bu kural geçen gün değişti. Başta her
şey oldukça sıradan görünüyordu. Olması gerektiği gibi. Derslere girmedi, hiç tanımadığı
erkeklere çok arzulu bakışlar attı, her zaman gittiği kafeye gidip cheesecake
yedi ve o yine her zamanki gibi böğürtlenli olanını tercih etti. Ölecek olması
işte bu yüzden şaşırtıcıydı.
Çünkü ölmek günlük rutininde yoktu.
Duru mutlu muydu bilmiyordu. En çok istediği
üniversitenin en çok istediği bölümünü kazanmıştı ama geride bırakmak istediği
tüm arkadaşlarının da onunla aynı bölümde olacağını öğrenince mutluluğuna gölge
düşmüştü. Tek istediği lisede yaşananları tamamen geride bırakmak ve yepyeni bir çevre edinmekti. Okulun ilk gününde, sırtında liseden kalma sırt çantasıyla dersliğe
doğru yürürken bir yandan bunları bir yandan da sırtındaki çantanın onu
dişilikten uzaklaştırıp çocuksu bir görünüme sokup sokmadığını düşünüyordu. Birden
arkasından bir ses duydu.
"Duru!"
Durup kalabalığın içinden kimin konuştuğunu anlamaya
çalıştı.
“Ne zaman döndün sen Bodrum'dan?”
Konuşan Eda'ydı.
“Aaa, Eda, merhaba…”
Sarıldılar.
“Dün döndüm,” dedi Duru.
“İnsan bir haber verir!” dedi Eda, sitem ve hayal
kırıklığı karışımı bir sesle.
“Sürpriz yapayım dedim,” dedi Duru mahcup bir
sakinlikle. Koca bir yaz boyunca onu aramadığı –yalnızca onu değil, lisedeki
arkadaşlarından kimseyi aramamıştı– için de mahcuptu. Ama sonuçta Eda da
kendisini aramamıştı.
“En son tel vardı ağzında, ne oldu çıktılar mı nihayet?”
dedi Eda, Duru’yu tıpkı lisedeki samimiyetlerinde olduğu gibi koluna takıp
kampüsün taş yolunda yürümeye başlarlarken.
“Evet, doktor çıkardı,” dedi Duru, bir parça gerilerek.
“İyi yapmışsın. Dört yıldır takıyordun, insaf yani!
Benim arkadaşlarım iki ay falan takıyor. Bakayım nasıl olmuş dişlerin?” Eda
durdu ve Duru’ya baktı.
Duru mecburen ağzını açmak zorunda kaldı. Belli
belirsiz gülümsedi. Sonra birden, “Bir tuhaf oldum,” dedi. “Biraz aramız
açılmıştı. Unuttun mu?”
“Bunun olması gerekiyordu. Ama şimdi aradan koca bir
yaz geçti. Her şeye yeniden başlayabiliriz. Dersin hangi sınıfta? Sanırım aynı
section’dayız?”
###
Duru sınıfın arkalarında bir yere geçti, Eda da onun
hemen yanına oturdu. Dersin başlamasına on dakika vardı. Sınıf yavaş yavaş
doluyordu. Herkes birbirinden uzağa, tek başına oturmaya gayret ediyordu. Ellerindeki cep telefonlarına sığınarak kalabalık içinde yalnız kalmamaya
çalışıyorlardı. Duru birden kendinin çok şanslı olduğunu, çünkü lisedeki
arkadaşlarıyla aynı okulda ve hatta aynı sınıfta okuyacağını düşündü. Yani yeni arkadaş edinme
derdini sonraya erteleyebilirdi.
“O Özgü mü?” diye fısıldayarak sordu Eda’ya, sınıfa
Özgü’nün girdiğini görünce. “Göğüsleri…”
“Biraz değişim geçirmiş gibi, değil mi?” dedi Eda
kıkırdayarak. “Sanırım yazı ameliyat odalarında geçirmiş. Böyle bir söylenti
duymuştum.”
“Şey… Savaş’la çıkıyorlar mı hala?” diye sordu Duru.
Sanki bunu sorup sormamak konusunda tereddütte kalmış ama sonunda sormaya karar
vermişti.
“Neden sordun ki?” dedi Eda.
“Bir nedeni yok. Aradan yaz geçti, belki
ayrılmışlardır diye merak ettim sadece.”
“Bildiğim kadarıyla hala çıkıyorlar. Özgü şanslı
kız.”
O sırada Özgü onlara bakarak bir saniyeliğine el
salladı ve verecekleri karşılığı beklemeden başını çevirerek önlerde bir yere
oturdu. Çantasındaki telefonunu çıkarıp oyun oynamaya başladı.
“Bu niye tavır yaptı ki şimdi?” dedi Duru, bozulmuş
bir edayla.
“Sadece ikimizin değil, hepimizin arası açıldı
Duru,” dedi Eda ciddi bir ses tonuyla. O anda içeri Bal girdi. Onları görmemiş
olacak ki, selam vermeden bulduğu boş bir yere oturdu. Biraz gergin gibiydi.
Eda onu ve Özgü’yü kastederek, “Bunlar da eskisi gibi değil,” dedi Eda. “O olay
arkadaşlığımızı bitirdi. Bunun için çok üzülüyorum.”
Ama ilerleyen haftalarda, Eda’nın üzüleceği şeyler
olmadı. Aynı sınıfta okuyan bu dört arkadaş ister istemez yeniden yakınlaştı ve
aralarında yaptıkları sessiz bir anlaşmayla o korkunç olayı konuşmamak üzere
arkadaşlıklarına devam ettiler. Zaten liseye hiç benzemeyen yeni bir ortam olan üniversitede birbirlerinden başka sığınabilecekleri kimse de yoktu. İki ay sonra, lisedeki samimiyetlerine geri dönmüşlerdi.
Kasım ayının o ilk gününde Eda, Duru, Özgü ve Bal kampüsün taş yolunda yürüyerek etraftaki diğer herkes gibi shuttle’ların kalktığı yere doğru gidiyorlardı. O günkü dersleri bitmişti ve dördü de yorgunluktan ölüyordu. Sonbahar yaprakları etrafta uçuşuyordu. Hava soğuktu.
Kasım ayının o ilk gününde Eda, Duru, Özgü ve Bal kampüsün taş yolunda yürüyerek etraftaki diğer herkes gibi shuttle’ların kalktığı yere doğru gidiyorlardı. O günkü dersleri bitmişti ve dördü de yorgunluktan ölüyordu. Sonbahar yaprakları etrafta uçuşuyordu. Hava soğuktu.
"Şimdi bu yeni proje için dördümüz bir grup mu oluyoruz?"
diye sordu Bal. Çok güzel bir kızdı. Sapsarı saçları ve pürüzsüz teniyle ateş
gibi yakıcıydı. Eğer Özgü'yle aynı arkadaş grubunda olmasalardı, girdiği ortamların dikkat çeken isminin kendisi olacağını biliyordu. Özgü'nün ondan rol çaldığını düşünüyordu bazen.
“Yeni mi?” dedi Eda. O da çok güzel bir kızdı. Kahverengi saçlıydı. “Elif Hoca ödevi iki hafta önce
verdi!”
“Gruplarınız en fazla üç kişilik olabilir demişti ve
biz son güne dek erteledik!” dedi Duru. Adı gibi duru ve saf bir kızdı. Kumraldı.
“Birimiz dışarıda mı kalacak yani?” diye sordu Özgü.
Okulun popüler kızıydı. İnanılmaz bir güzelliği vardı. Herkes onun hakkında konuşur, erkekler onunla muhabbete
girebilmek için can atarlardı.
“Öyle olmaz. İkili ikili yapalım bari. Ben
kütüphanede kalıp beraber çalışmayı öneriyorum.” Konuşan Bal’dı.
“Nasıl?” dedi Duru, yolun ortasında aniden durarak.
Arkasından geçen bir çocuk çantasına çarptı. “Akşam burada mı kalacağız? “
“Bence de olabilir,” diyerek Bal’ı destekledi Özgü. “Hem
ben akşam okul nasıl oluyor çok merak ediyordum."
“Bana uyar,” dedi Eda. “Hadi, Duru, değişiklik olur
işte.”
“Tamam,” dedi Duru.
O sırada arkalarından koşan ayak seslerini duydular.
Dönüp bakınca gördüler ki, bu Savaş'tı. “Merhaba kızlar,” dedi yanlarına gelerek. Sonra sanki diğerleri orada yokmuş gibi Özgü'yle öpüşmeye başladı ve aralarında kısık sesle bir şeyler konuştular. Bal,
Duru ve Eda bu romantik ana tanık olmamak için başlarını çevirdiler.
ÖZGÜ’NÜN ÖLECEĞİ GÜN – 13.00
Eda, Özgü’yle okulun kızlar tuvaletindeydi. Aynada makyajlarını tazelemekteydiler. Tuvalette onlardan başkası yoktu.
“Savaş’la öpüştüğünü gördüm,” dedi Özgü aniden.
Eda şok olmuştu. Makyajı bırakıp Özgü’ye döndü. Ağzını açtı ve tam konuşacaktı ki Özgü onu kesti.
“Şşştt… Bana bir şeyler açıklamaya çalışma boşuna... Gözümden çok fena düştün, biliyor musun?” Hiçbir şey olmamış gibi ruhunu sürmeye devam ediyordu. Gözlerini aynadan ayırmadan bir çırpıda konuşmuştu.
“Özgü… Bak yemin ederim bir anda oldu ya… Ben istemedim…”
Özgü ona döndü. “Ne yani? O mu istedi?” diye sordu meraktan çok öfke dolu bir sesle.
Eda tam cevap verecekti ki Duru içeri girdi. “Kızlar hadisenize ya! Sizi bekliyoruz!” Böylece Özgü ve Eda onun peşinden tuvaletten çıktılar. Eda tam çıkıyorken kabinlerin birinden bir sifon sesi duydu, fena halde panikledi çünkü tuvalette Özgü’yle yalnız olduğunu sanıyordu, ama kabindekinin kim olduğunu görmeye zaman bulamadan Duru onu kolundan çekiştirdi.
Böylece Eda, Duru ve Bal kütüphanede bir masanın
etrafına geçtiler. Montlarını çıkarıp çantalarını masanın üzerine koydular. Kütüphanede
onlardan başka kimse yoktu çünkü kütüphane o saatte normalde kapanıyordu.
“O şişko güvenlik görevlisi de çok konuşup benim
sinirimi bozmasın!” dedi Bal, sinirli bir edayla. “Sanki kitap mı çalacağım buradan!”
Rafın birinden rastgele bir kitap çekip ismini okudu. “18. Yüzyıl Sanat Tarihinin Gizli Kalmış Açıklamaları. Öğğhhk yani!”
Duru gülümsedi.
“O değil de…” dedi Eda. Sıkıntılıydı. “Ya kızlar
burası gece hem soğuk hem de biraz şey olmaz mı ya…”
“Ney?” dedi Bal.
“Ne bileyim ürkütücü herhalde…”
“Ay yok kızım!” dedi Bal. “Snap’ten resim yollarız
birbirimize…” Kütüphanedeki ışıklar bir anda söndü. “Nooluyo ya?”
“Ayy! Elektrikler mi gitti acaba?” dedi Duru.
“Ya jeneratör falan yok mu ki?” dedi Eda. İyice
korkmuştu.
“Kesin o güvenliğin işidir ha…” dedi Bal, diğer
ikisinin aksine, cesur görünmeye çalışarak. “Zaten ağzının kenarıyla izin verdi
gece kalıp çalışmamıza… Ama illa bizi çıkaracak buradan… İçi rahat etmeden eve
gidemiyor… Abi ne kadar sadıkmış bu da çalıştığı yere ha!”
Aniden rafların arkasından bir ses duydular.
“Duydunuz mu?” dedi Duru, Eda’ya sokularak.
“Ben duydum,” dedi Eda, Duru’ya sokularak.
“Ben duymak istemiyorum,” dedi Bal, diğer ikisine
sokularak.
Ve tam o sırada, yüzünde ışık olan Özgü karanlığın
içinden çıkıverdi. Sonra ışığı kızlara tuttu. Üç kızın korkmuş yüzü sarı ışıkla
aydınlandı. Özgü kahkahalarla gülmeye başladı.
“Tuvalete gitmemiş miydin sen!” dedi Eda.
“Ayy hadi itiraf edin korkudan ölüyordunuz…” dedi
Özgü gülerken.
“Ay hadi aç şu ışığı kızım ya!” dedi Bal, biraz
sinirlenerek. “Biz bunları yarına nasıl yetiştireceğiz diyoruz, sen ne yapıyorsun yani..."
###
O gece ödevi yetiştirmek bir yana, kütüphanede
geceleme amaçlarını unutup saatlerce dedikodu yaptılar. Sınıftaki kızlar ve
erkekler hakkında konuştular. Sonra da masa başında uyuyakaldılar ve ödevi
yarına yetiştirme işi yalan oldu.
En önce uyanan Bal oldu. Hemen başucundaki
telefonundan saate baktı. Yedi buçuktu. Kütüphane sekizde açılıyordu. Duru ve
Eda da yanında uyuyordu. Eda uyurken hafifçe horluyordu. Özgü ortalıkta yoktu.
Bal kızları dürtükleyerek uyandırmaya çalıştı.
“Özgü yok,” dedi.
“Ne?” dedi Duru.
“Gece gitmiş herhalde! Ne bileyim ben!”
“Nooluyo ya?” dedi Eda, uyku mahmurluğundan kurtulmaya çalışarak.
“Özgü yok,” dedi Duru.
Bal elindeki telefonu göstererek, “Mesaj attım ama
en son gece 23’te online imiş!” dedi.
“Eve mi gitti acaba…” dedi Eda. “Belki kıyafetlerini
falan değiştirmeye gitmiştir… Bilirsiniz süslü kokonadır o… Ortamı germeyin hemen…
Relax.. Ben de diyorum sabah sabah ne bu gürültü… Sahi saat kaç?”
“E tamam da eğer bize bir şey demeden gittiyse ayıp
yani!” dedi Bal. “Ödevi de yapamadık iyi mi!”
“Kızlar ya ben telaşlandım,” dedi Duru. “Arıyorum valla.”
Telefonunu çıkarıp Özgü’yü aradı. Eda ve Bal da merakla onun başına toplanıp
telefonun ekranına baktılar. Aynı anda çalan telefonun sesi rafların arkasından
duyuldu, ki bu zil sesi Özgü'nünkiyle aynıydı. Üçünün de aklına aynı anda aynı korkunç şey düştü. Gidip baktılar. Özgü yerdeydi. Tişörtü sırılsıklam kandı. Kalbinin olduğu taraf sanki kırmızıya boyanmıştı.
Okulun en popüler kızı ölmüştü.
Ve kızların üçü de aynı anda acı bir çığlık attı.
Okulun en popüler kızı ölmüştü.
Ve kızların üçü de aynı anda acı bir çığlık attı.
###
Özgü’nün cenazesinde yağmur yağıyordu. Uzun bir
süredir güneşli geçen günlerin acısını çıkarmak istercesine, sanki gökyüzü
delinmişti ve tepelerinde haince sırıtıyordu. Bal ve Eda Duru’nun şemsiyesinin
altına sıkışmışlardı. Temkinli bir kız olan Duru en güneşli günlerde bile
yanında şemsiye bulundururdu.
Kızların üçü de çok üzgündü. Aynı zamanda şaşkın. Ve
endişeli. Özgü’nün ailesinin –özellikle de annesinin– içine düştüğü perişanlığı
gördükçe onlar da daha çok kahroluyordu. Onu kütüphanede kanlar içinde
buldukları o sahne ömürleri boyunca gözlerinin önünden gitmeyecekti.
Hafızalarına çivilenmişti adeta. Korkunçtu. Çok korkunç. Ne olmuştu da gencecik
bir kızın, arkadaşlarının sonu bu olmuştu?
Bal aniden şok olmuş bir vaziyette diğerlerini
dürterek, “Kızlar, şuraya bakın,” diye fısıldadı. Duru ve Eda hemen onun işaret
ettiği yere döndüler. Tekerlekli sandalyedeki Zeynep, onu süren bir adamla
birlikte Özgü’nün taze mezarının başına doğru gidiyordu.
“A a!” dedi Eda. “Zeynep değil mi o?”
“Ta kendisi," dedi Duru hayretler içinde. “O günden
sonra onu Özgü’nün cenazesinde görmek ne kadar… tuhaf!”
Kısa bir sessizlik oldu.
“Ben… özür dilerim,” dedi Duru, başını öne eğerek.
“Özür dileme, bundan sonra biraz daha dikkatli ol,”
dedi Bal, sertçe. “Hele de bundan sonra,”
diye de ekledi. “Bu konuyu bir daha asla açmayacağımızı…”
“Hangi konu, Bal Hanım?” dedi arkalarından gelen bir
ses ve başta Bal olmak üzere üçü de endişeli bir şekilde sesin geldiği yere
doğru döndüler.
Konuşan bir polisti. Ama ne polis… Gerçek hayattaki
şişman meslektaşlarının aksine, daha çok dizilerdeki yakışıklı polis
karakterlere benziyordu. Sanki gerçekte polis değil de, polis üniforması giyen
çok çekici bir üniversiteliydi. Hatta öyle ki, onlardan yalnızca birkaç yaş
büyük gibiydi. Genç yaşına rağmen oldukça tecrübeli bir görünümü vardı.
“Adımı nereden biliyorsunuz?” diye sordu Bal,
rahatsız olmuş bir ifadeyle.
“Siz de Duru ve Eda olmalısınız, kızlar?” dedi
polis, Bal’ın sorusunu duymazdan gelerek. Sonra ona döndü ve “Ben polisim,”
dedi. “Adım Erman Bıçak. Sanırım üçünüz de kurbanla çok yakın arkadaştınız.””
“Öyleydik,” dedi Duru.
“Sizinle konuşmamız gerekiyor,” dedi Erman.
“Aslında o gün ifade vermiştik?” dedi Bal. Özgü’nün
cansız bedeninin bulunduğu günün sonrasında, soluğu karakolda almışlardı.
“Bu bir evcilik oyunu değil, Bal Hanım,” dedi Erman,
ona iyice yaklaşarak. “Bir cinayet. Biri onu kalbinden bıçaklamış.”
Adam ona öyle çok yaklaşmıştı ki Bal bir adım geri
atmak zorunda kaldı.
Kızlar birbirlerine hızlı bakışlar attılar.
“Emin olun arkadaşınıza ne olduğunu bulacağım,” dedi
Erman ve geldiği gibi gitti.
“Kızlar farkında mısınız…” dedi Bal, polis iyice
uzaklaştıktan sonra. “O polis bize şüpheliymişiz gibi davrandı!”
“Kütüphanenin üst katında güvenlik kamerası olmaması
bizim suçumuz değil!” dedi Eda.
O sırada Savaş’ı gördüler. Yağmurlu havaya rağmen
gözünde güneş gözlüğü vardı. Savaş önlerinden geçerken kızların gözleri ona
kilitlendi. Çok yakışıklıydı. Yürüyüşü bile herkesten o kadar farklıydı ki,
dikkat çekmemesi imkansızdı. Siyah dalgalı saçları, kömür karası gözleri,
şekilli kaşları ve kızlarınkinden bile daha güzel olan kirpikleri… Uzun boylu,
mükemmel, ideal bir erkekti.
ÖZGÜ’NÜN ÖLECEĞİ GÜN – 14.30
Boş bir sınıfta, Savaş’la Duru konuşuyorlardı.
“Seviyorum seni, anlasana!” dedi Savaş. Belli ki
bunu yüzüncü söyleyişi falandı.
“Olmaz Savaş…” dedi Duru, belli ki yüzüncü kere. “Olmaz…
Nasıl sevebilirsin ki beni ya… Sen Özgü’yle çıkıyorsun! En yakın arkadaşımla! Şu
anda onu aldattığının farkında mısın?”
Savaş oldukça rahat görünüyordu. “Özgü size ne
anlatıyor bilmem ama, emin ol o da bana sadık değil… Okulda herkesle düşüp kalktığını
bilmiyorum sanıyor!”
Duru bu duyduğuna şaşırdı ama konuyu uzatmak
istemedi. “Neyse ne ya, ben bilmek istemiyorum… Ama olmaz Savaş… Lütfen beni
daha fazla sıkıştırma… Özgü varken olmaz!” Onu sınıfta bir başını bırakarak
odayı terk etti.
ÖZGÜ’NÜN ÖLECEĞİ GÜN – 16.05
Soyunma odasının kapısı önünde bir an duraksayan Bal
derin bir nefes aldı. Aslında orada olmaması gerekiyordu ama oradaydı işte.
Kurallar falan umurunda değildi. Kapıyı açtığı gibi içeri girdi.
Savaş içeri girenin az önce spor salonunda
olanlardan biri olduğunu –dahası bir erkek olduğunu– düşünerek hiç istifini
bozmadan giyinmeye devam etti. Ama sonra arkasını dönünce gelenin Bal olduğunu
gördü ve şaşkınlık içinde kalakaldı.
“Kızım ne işin var senin burada?” dedi.
“Seni görmeye geldim,” dedi Bal, aşık bir ses
tonuyla.
“Bas gitsene! Soyunma odası burası görmüyor musun?”
diyerek onu kolundan tutup dışarı çıkarmaya çalıştı Savaş.
Bal çevik bir sıyrılışla onun elinden kurtuldu.
“Beni sevdiğini söyleyene kadar hiçbir yere gitmiyorum, anladın mı,
gitmiyorum!”
“Ya deli misin nesin? Git çabuk! Şimdi birisi
girecek içeri…”
“Onca zaman… Benimle beraberdin sen… Benimle! Şimdi
her şeyin bir yalan olduğunu söyleyemezsin!”
“Söylüyorum işte! Git Bal! Sonra konuşalım, bak biri
görecek!”
Bal masadaki elmayı ve onun üzerinde duran bıçağı
odaya girdiğinde de görmüştü. Hatta o bıçağı alıp Savaş’ın üzerine yürüdüğü
sahneler kafasında bile canlanmıştı. Ve nihayet sıra yazdığı senaryoyu oynamaya
geldi. Bıçağı kaptığı gibi Savaş’ın üzerine yürüdü. Ona doğru sallamaya
başladı. “Ben seni çok sevdim… Çok sevdim geri zekalı!” Ses tonu duygusaldı. Bu
duygusallık, yapıyor olduğu zorbalığa hiç ama hiç uymuyordu.
“Dur!” diye çığlık attı Savaş. Neye uğradığını
şaşırmıştı. “Dur kızım, ne yapıyorsun sen! Koy o bıçağı yerine! Bir delilik
yapayım deme sakın!”
Bal bıçağı aniden Savaş’ın kalbine doğrultarak,
“Burana saplarsam…” dedi. “Bir kalbin olmadığını düşünürsek… Sence kan akar
mı?”
Savaş, “Yapma… Sakın yapma…” diye alelacele konuştu.
“Hapse girersin kızım!” Bunu yaptığına inanamasa da yalvarıyordu. Evet,
yalvarıyordu. Ölümün nefesini ensesinde hissettiği an Bal’dan gerçekten
korkmaya başlamıştı.
Bal omuz silkti. “Umurumda mı sanıyorsun?”
Savaş söylediklerinin yeterli olmadığının
farkındaydı. Onu vazgeçirecek başka bir şeyler bulmak zorundaydı. “Üzgünüm Bal…
Ben gerçekten çok üzgünüm…”
“Ben de Savaş… Bu ilişkinin yürümesi için çok
uğraştım… Çok uğraştım…” Hiç de Savaş’la konuşuyor gibi değildi, içindeki
biriyle konuşuyordu sanki. Sesi yumuşak, çok yumuşak ve kırılgandı. Adı
gibiydi. Bal gibiydi. “Niye beni sevemedin ki? Ha? Niye?” Gözünden bir damla
yaş aktı ve onun bunu görmemesi için arkasını döndü.
Savaş da ağlamaklıydı. Ama Bal, onun bu halinin ölüm
korkusu yüzünden olduğunu biliyordu. “Sorun sende değil…” Sesi çok kısık
çıkıyordu. “Ben hiç kimseyi sevemedim…
Bal bir anda hiddetlenerek, “Özgü neydi peki?” diye
karşı çıktı. “Şu anda bile yalan söylüyorsun! Sen sadece beni sevemedin…”
Savaş sessiz kaldı. Başını önüne eğdi. Diyecek bir
şeyi yoktu. Neredeyse ağlayacaktı ki Bal’ın konuştuğunu duydu.
“Biliyor musun, seni öldürmeyeceğim.”
Savaş başını kaldırıp ona baktı.
“Çünkü sen zaten yaşamıyorsun.”
Askılıktaki montunu aldı ve kapıya doğru yürüdü. Tam
çıkmak üzere son bir kez arkasını dönüp “Ha bu arada…” dedi. “Seni bundan sonra
bir kez… bir kez daha Özgü’nün yanında görürsem…” elindeki bıçağı kastederek, “…fikrim
değişebilir.” Bıçağı yere, Savaş’ın önüne attı.
Kapıyı çarptığı gibi çıktı. Savaş terden sırılsıklam
bir şekilde, önündeki bıçağa baktı. Az önce hayatı kurtulmuştu.
###
"O ikisi ayrılmıştı," dedi Bal, donuk bir sesle.
Duru ve Eda aynı anda ona döndü.
“Ayrılmışlar mıydı? Ne? Özgü’yle Savaş mı?” dedi Eda.
Bal başını salladı.
“Bu mümkün değil! Daha o gün gözümüzün önünde
öpüştüler ya!” diye karşı çıktı Eda.
"Ayrıca bunu neden bir tek sen biliyorsun?” dedi Duru.
“Bir tek bana söyledi de ondan!” dedi Bal.
“Sen de bize söyleyebilirdin,” dedi Eda hayal
kırıklığı içinde. “Biz arkadaş değil miyiz?”
“Hani birbirimizden hiçbir gizli saklımız yoktu?”
dedi Duru. O da hayal kırıklığına uğramıştı ve Savaş'la Özgü'nün ayrıldığı konusunda da kafası karışmıştı.
“Ayyy ne bileyim kızlar ben! Üstüme gelmeyin ya!”
dedi Bal. “Eğer ölülerle konuşabiliyorsanız bunu gidip kendisine sorun!”
“Bu şaka yapabileceğin bir konu değil!” dedi Duru.
Bal şemsiyenin altından çıkıp yanlarından uzaklaşmaya başladı.
“Dur! Nereye gidiyorsun?” dedi Eda şok olmuş bir
ifadeyle.
“Eve!” dedi Bal, arkasına dönmeden.
Duru Eda’ya baktı. “Ne oldu şimdi ben anlamadım…”
“Bilmiyorum… Off ya, her şey üst üste geliyor! Ben
de taksiye binip eve gideyim,” dedi Eda. “Okulda görüşürüz.” Son bir kez durup Özgü’nün mezarına baktı. Artık kalabalık iyice dağılmıştı. “Mekanı
cennet olsun.”
Eda kendisine alelacele sarıldıktan sonra şemsiyenin altından çıkıp mezarlığın dış kapısına doğru uzun adımlarla koşmaya başladı. Duru onun iki saniyede nasıl da tepeden tırnağa ıslandığını ve az sonra durdurduğu bir taksiye binerek uzaklaştığını gördü. "Umarım," diye mırıldandı kendi kendine, şemsiyenin altında tek başına kalan Duru. Ve mezara bakarak bir kez daha yineledi: “Umarım.”
Eda kendisine alelacele sarıldıktan sonra şemsiyenin altından çıkıp mezarlığın dış kapısına doğru uzun adımlarla koşmaya başladı. Duru onun iki saniyede nasıl da tepeden tırnağa ıslandığını ve az sonra durdurduğu bir taksiye binerek uzaklaştığını gördü. "Umarım," diye mırıldandı kendi kendine, şemsiyenin altında tek başına kalan Duru. Ve mezara bakarak bir kez daha yineledi: “Umarım.”
GELECEK BÖLÜMDE:
"O gece kütüphanede ne yapıyordunuz?"
"Sorguya mı çekiliyoruz?"
"Evet, küçük hanım. Hala anlamadınız mı?"
“Size bildiğimiz her şeyi anlattık.”
“Ama tatmin olmadım.”
“Ne gibi?”
“Önceden konuşup ağız birliği etmişsiniz gibi."
wooow, çok heyecanlı olacağa benziyor.
YanıtlaSilKuvvetli bir kurguya sahip. Kaleminize sağlık.
YanıtlaSilTakip edeceğim akıcı güzel bir hikaye, evime dönüğümde takibinde olacağım :)
YanıtlaSilSevgiler
ben hep takipteyim ve severek okuyorum :)
YanıtlaSilgüzel öykü iyi gidiyo hiç ummadığımız biri katil çıkar,polis bile olabilir :)
YanıtlaSilDevamını bekliyoruz.
YanıtlaSilöykü dizini beğendim mert, ikinci bölümünü merakla bekliyorum ;)
YanıtlaSilvay canına
YanıtlaSilana karakterlerin ana karakter olmaması süper bir anlatım tarzı bence, emeğine sağlık, devamını bekliyorum...
valla çok heyecanla okudum. 1. cinayet 2. o geçmişte olan şey. çok modern bir hikaye olmuş. amerikan gençlik korku filmleri gibi. hatta bundan iyi bi senaryo bile çıkabilir yaaa :)
YanıtlaSilFikrine katiliyorum :)
SilDevami cabuk gelsin.
Hadi bakalım devamını merakla bekliyorum sürükleyici bir hikaye kalemine sağlik ;)
YanıtlaSilBenim hoşuma gitti. Takipteyim.
YanıtlaSilçok güzel olmuş bu :D
YanıtlaSilSayfa çevirmeye bile çalıştım telefondan okurken , düşün ne kadar sarmış öykü beni :)) Merakla beklemedeyim devamını ,)
YanıtlaSilAkici ve merak uyandirici olmus,elinize saglik.
YanıtlaSilGenelde katili hiç tahmin edemem bakalım bunu bilebilecek miyim
YanıtlaSildünden beri girmeye çalışıyom senin blog hep yarım açıldı sonunda laptoptan girip okuyorum . veee vuuuuv bu ne ya dedim. lansmanında cinayet olacağını algılamamışım farklı bir konu düşünmüştüm ama cidden çok hoş olmuş .aynı section dayız ha :) uzun amandır bu kelimey duymamıştım üniv den bu yana. hımmm merak ediyorum devamını eline sağlık kafacığım sonuna kadar destekliyorum seni ;) <3<3
YanıtlaSilgüzel ve heyecanlı devamını bekliyorum :):) elinize sağlık..
YanıtlaSilÇok merak uyandıran bir hikaye olmuş.Devamını bekliyoruz...
YanıtlaSilçok güzel olmuş elinize sağlık... ben pek cinayet vb. hikayeleri sevmem ama sonuna kadar merakla okudum... takip edeceğim...
YanıtlaSilMerhaba,
YanıtlaSilÇok güzel olmuş, film tadında bir roman...Biz okumaya siz yayınlamaya devam:=)
Sevgilerle...
bayıldım sanki yeni bir diziye başlamış gibi hissediyorum kendimi:)
YanıtlaSilHoşuma gitti.
YanıtlaSilbi dakka ya bi daha okuyacağım, nasıl yani?
YanıtlaSilHarika olmuş, hayalgücüne sağlık :)
YanıtlaSilBen geldim.
YanıtlaSilDevam etmeli ! ;)
hikaye güzel. kızım da okudu. beğendik.gençlik dizisi gibi . devamı için çok ara vermedin mi :))
YanıtlaSilheyy sevdim bunu neyseki ikinci bölümü yayınlamışsın hemen gidiyorum okumaya...
YanıtlaSil