1 Kasım 2014 Cumartesi

KADINSAL ŞEYLER - BÖLÜM 1


KONU: Çok yakın dört arkadaşın hayatı, içlerinden birinin ölümüyle tepetaklak oluyor! Okulun en popüler kızı Özgü... Erkekler onunla olmayı, kızlar o olmayı istedi... Ve biri onun ölmesini. Aşklar... Dedikodular... Sırlar... Yani kadınsal şeyler... Özgü'nün sevgilisi olan Savaş aynı zamanda diğer üç kızla da ilişki halindedir. Kızların her biri Özgü ölünce Savaş’ın kendisine kaldığını düşünür. Bir yandan Özgü’yü kimin öldürdüğünü bulmak için adımlar atılırken, diğer yandan sırlar ve yasak aşklar üç arkadaşın arasında gün geçtikçe daha da filizlenir… Sımsıkı örülü ya da pamuk ipliğine bağlı aşk ilişkileri, derin arkadaşlıklar, her an tuzla buz olabilecek olan hayaller ve karanlık sırlar sizi bu yeni serinin bağımlısı yapacak! 

Aşkın ve nefretin, iyiliğin ve kötülüğün, dostluğun ve düşmanlığın, savaşın ve barışın en uçlarda yaşandığı Kadınsal Şeyler başlıyor!

“Bıçağı burana saplarsam… Bir kalbin olmadığını düşünürsek… Sence kan akar mı?”

Üniversite hayatı çok eğlencelidir derler. Belki de demezler, ama üniversiteye yeni başlayanlar böyle bir eğlenceyle karşılaşacaklarını bilirler. Dersler rahattır, hocalar çok sıkmaz, arkadaşlarının evinde kalabilir, partiden partiye koşabilirsin. İleride evleneceğin kişiyi burada bulursun denir ve hatta nişanlanabilirsin. Ama her şey bu kadar da tatlı değil… Örneğin bugünkü sabah gazetenizi okuduğunuzda geçen gün olan o korkunç olaya dair bir haberle karşılaşabilirsiniz. Aslında onun hayatında genelde böyle ekstrem şeyler olmazdı. Ne var ki bu kural geçen gün değişti. Başta her şey oldukça sıradan görünüyordu. Olması gerektiği gibi. Derslere girmedi, hiç tanımadığı erkeklere çok arzulu bakışlar attı, her zaman gittiği kafeye gidip cheesecake yedi ve o yine her zamanki gibi böğürtlenli olanını tercih etti. Ölecek olması işte bu yüzden şaşırtıcıydı.
Çünkü ölmek günlük rutininde yoktu.

  
Duru mutlu muydu bilmiyordu. En çok istediği üniversitenin en çok istediği bölümünü kazanmıştı ama geride bırakmak istediği tüm arkadaşlarının da onunla aynı bölümde olacağını öğrenince mutluluğuna gölge düşmüştü. Tek istediği lisede yaşananları tamamen geride bırakmak ve yepyeni bir çevre edinmekti. Okulun ilk gününde, sırtında liseden kalma sırt çantasıyla dersliğe doğru yürürken bir yandan bunları bir yandan da sırtındaki çantanın onu dişilikten uzaklaştırıp çocuksu bir görünüme sokup sokmadığını düşünüyordu. Birden arkasından bir ses duydu.
"Duru!"
Durup kalabalığın içinden kimin konuştuğunu anlamaya çalıştı.
“Ne zaman döndün sen Bodrum'dan?”
Konuşan Eda'ydı.
“Aaa, Eda, merhaba…”
Sarıldılar.
“Dün döndüm,” dedi Duru.
“İnsan bir haber verir!” dedi Eda, sitem ve hayal kırıklığı karışımı bir sesle.
“Sürpriz yapayım dedim,” dedi Duru mahcup bir sakinlikle. Koca bir yaz boyunca onu aramadığı –yalnızca onu değil, lisedeki arkadaşlarından kimseyi aramamıştı– için de mahcuptu. Ama sonuçta Eda da kendisini aramamıştı.
“En son tel vardı ağzında, ne oldu çıktılar mı nihayet?” dedi Eda, Duru’yu tıpkı lisedeki samimiyetlerinde olduğu gibi koluna takıp kampüsün taş yolunda yürümeye başlarlarken.
“Evet, doktor çıkardı,” dedi Duru, bir parça gerilerek.
“İyi yapmışsın. Dört yıldır takıyordun, insaf yani! Benim arkadaşlarım iki ay falan takıyor. Bakayım nasıl olmuş dişlerin?” Eda durdu ve Duru’ya baktı.
Duru mecburen ağzını açmak zorunda kaldı. Belli belirsiz gülümsedi. Sonra birden, “Bir tuhaf oldum,” dedi. “Biraz aramız açılmıştı. Unuttun mu?”
“Bunun olması gerekiyordu. Ama şimdi aradan koca bir yaz geçti. Her şeye yeniden başlayabiliriz. Dersin hangi sınıfta? Sanırım aynı section’dayız?”
###

Duru sınıfın arkalarında bir yere geçti, Eda da onun hemen yanına oturdu. Dersin başlamasına on dakika vardı. Sınıf yavaş yavaş doluyordu. Herkes birbirinden uzağa, tek başına oturmaya gayret ediyordu. Ellerindeki cep telefonlarına sığınarak kalabalık içinde yalnız kalmamaya çalışıyorlardı. Duru birden kendinin çok şanslı olduğunu, çünkü lisedeki arkadaşlarıyla aynı okulda ve hatta aynı sınıfta okuyacağını düşündü. Yani yeni arkadaş edinme derdini sonraya erteleyebilirdi.
“O Özgü mü?” diye fısıldayarak sordu Eda’ya, sınıfa Özgü’nün girdiğini görünce. “Göğüsleri…”
“Biraz değişim geçirmiş gibi, değil mi?” dedi Eda kıkırdayarak. “Sanırım yazı ameliyat odalarında geçirmiş. Böyle bir söylenti duymuştum.”
“Şey… Savaş’la çıkıyorlar mı hala?” diye sordu Duru. Sanki bunu sorup sormamak konusunda tereddütte kalmış ama sonunda sormaya karar vermişti.
“Neden sordun ki?” dedi Eda.
“Bir nedeni yok. Aradan yaz geçti, belki ayrılmışlardır diye merak ettim sadece.”
“Bildiğim kadarıyla hala çıkıyorlar. Özgü şanslı kız.”
O sırada Özgü onlara bakarak bir saniyeliğine el salladı ve verecekleri karşılığı beklemeden başını çevirerek önlerde bir yere oturdu. Çantasındaki telefonunu çıkarıp oyun oynamaya başladı.
“Bu niye tavır yaptı ki şimdi?” dedi Duru, bozulmuş bir edayla.
“Sadece ikimizin değil, hepimizin arası açıldı Duru,” dedi Eda ciddi bir ses tonuyla. O anda içeri Bal girdi. Onları görmemiş olacak ki, selam vermeden bulduğu boş bir yere oturdu. Biraz gergin gibiydi. Eda onu ve Özgü’yü kastederek, “Bunlar da eskisi gibi değil,” dedi Eda. “O olay arkadaşlığımızı bitirdi. Bunun için çok üzülüyorum.”
Ama ilerleyen haftalarda, Eda’nın üzüleceği şeyler olmadı. Aynı sınıfta okuyan bu dört arkadaş ister istemez yeniden yakınlaştı ve aralarında yaptıkları sessiz bir anlaşmayla o korkunç olayı konuşmamak üzere arkadaşlıklarına devam ettiler. Zaten liseye hiç benzemeyen yeni bir ortam olan üniversitede birbirlerinden başka sığınabilecekleri kimse de yoktu. İki ay sonra, lisedeki samimiyetlerine geri dönmüşlerdi.

Kasım ayının o ilk gününde Eda, Duru, Özgü ve Bal kampüsün taş yolunda yürüyerek etraftaki diğer herkes gibi shuttle’ların kalktığı yere doğru gidiyorlardı. O günkü dersleri bitmişti ve dördü de yorgunluktan ölüyordu. Sonbahar yaprakları etrafta uçuşuyordu. Hava soğuktu.
"Şimdi bu yeni proje için dördümüz bir grup mu oluyoruz?" diye sordu Bal. Çok güzel bir kızdı. Sapsarı saçları ve pürüzsüz teniyle ateş gibi yakıcıydı. Eğer Özgü'yle aynı arkadaş grubunda olmasalardı, girdiği ortamların dikkat çeken isminin kendisi olacağını biliyordu. Özgü'nün ondan rol çaldığını düşünüyordu bazen.
“Yeni mi?” dedi Eda. O da çok güzel bir kızdı. Kahverengi saçlıydı. “Elif Hoca ödevi iki hafta önce verdi!”
“Gruplarınız en fazla üç kişilik olabilir demişti ve biz son güne dek erteledik!” dedi Duru. Adı gibi duru ve saf bir kızdı. Kumraldı.
“Birimiz dışarıda mı kalacak yani?” diye sordu Özgü. Okulun popüler kızıydı. İnanılmaz bir güzelliği vardı. Herkes onun hakkında konuşur, erkekler onunla muhabbete girebilmek için can atarlardı.
“Öyle olmaz. İkili ikili yapalım bari. Ben kütüphanede kalıp beraber çalışmayı öneriyorum.” Konuşan Bal’dı.
“Nasıl?” dedi Duru, yolun ortasında aniden durarak. Arkasından geçen bir çocuk çantasına çarptı. “Akşam burada mı kalacağız? “
“Bence de olabilir,” diyerek Bal’ı destekledi Özgü. “Hem ben akşam okul nasıl oluyor çok merak ediyordum."
“Bana uyar,” dedi Eda. “Hadi, Duru, değişiklik olur işte.”
“Tamam,” dedi Duru.
O sırada arkalarından koşan ayak seslerini duydular. Dönüp bakınca gördüler ki, bu Savaş'tı. “Merhaba kızlar,” dedi yanlarına gelerek. Sonra sanki diğerleri orada yokmuş gibi Özgü'yle öpüşmeye başladı ve aralarında kısık sesle bir şeyler konuştular. Bal, Duru ve Eda bu romantik ana tanık olmamak için başlarını çevirdiler.
ÖZGÜ’NÜN ÖLECEĞİ GÜN – 13.00
Eda, Özgü’yle okulun kızlar tuvaletindeydi. Aynada makyajlarını tazelemekteydiler. Tuvalette onlardan başkası yoktu.
“Savaş’la öpüştüğünü gördüm,” dedi Özgü aniden.
Eda şok olmuştu. Makyajı bırakıp Özgü’ye döndü. Ağzını açtı ve tam konuşacaktı ki Özgü onu kesti.
“Şşştt… Bana bir şeyler açıklamaya çalışma boşuna... Gözümden çok fena düştün, biliyor musun?” Hiçbir şey olmamış gibi ruhunu sürmeye devam ediyordu. Gözlerini aynadan ayırmadan bir çırpıda konuşmuştu.
“Özgü… Bak yemin ederim bir anda oldu ya… Ben istemedim…”
Özgü ona döndü. “Ne yani? O mu istedi?” diye sordu meraktan çok öfke dolu bir sesle.
Eda tam cevap verecekti ki Duru içeri girdi. “Kızlar hadisenize ya! Sizi bekliyoruz!” Böylece Özgü ve Eda onun peşinden tuvaletten çıktılar. Eda tam çıkıyorken kabinlerin birinden bir sifon sesi duydu, fena halde panikledi çünkü tuvalette Özgü’yle yalnız olduğunu sanıyordu, ama kabindekinin kim olduğunu görmeye zaman bulamadan Duru onu kolundan çekiştirdi.


Böylece Eda, Duru ve Bal kütüphanede bir masanın etrafına geçtiler. Montlarını çıkarıp çantalarını masanın üzerine koydular. Kütüphanede onlardan başka kimse yoktu çünkü kütüphane o saatte normalde kapanıyordu.
“O şişko güvenlik görevlisi de çok konuşup benim sinirimi bozmasın!” dedi Bal, sinirli bir edayla. “Sanki kitap mı çalacağım buradan!” Rafın birinden rastgele bir kitap çekip ismini okudu. “18. Yüzyıl Sanat Tarihinin Gizli Kalmış Açıklamaları. Öğğhhk yani!”
Duru gülümsedi.
“O değil de…” dedi Eda. Sıkıntılıydı. “Ya kızlar burası gece hem soğuk hem de biraz şey olmaz mı ya…”
“Ney?” dedi Bal.
“Ne bileyim ürkütücü herhalde…”
“Ay yok kızım!” dedi Bal. “Snap’ten resim yollarız birbirimize…” Kütüphanedeki ışıklar bir anda söndü. “Nooluyo ya?”
“Ayy! Elektrikler mi gitti acaba?” dedi Duru.
“Ya jeneratör falan yok mu ki?” dedi Eda. İyice korkmuştu.
“Kesin o güvenliğin işidir ha…” dedi Bal, diğer ikisinin aksine, cesur görünmeye çalışarak. “Zaten ağzının kenarıyla izin verdi gece kalıp çalışmamıza… Ama illa bizi çıkaracak buradan… İçi rahat etmeden eve gidemiyor… Abi ne kadar sadıkmış bu da çalıştığı yere ha!”
Aniden rafların arkasından bir ses duydular.
“Duydunuz mu?” dedi Duru, Eda’ya sokularak.
“Ben duydum,” dedi Eda, Duru’ya sokularak.
“Ben duymak istemiyorum,” dedi Bal, diğer ikisine sokularak.
Ve tam o sırada, yüzünde ışık olan Özgü karanlığın içinden çıkıverdi. Sonra ışığı kızlara tuttu. Üç kızın korkmuş yüzü sarı ışıkla aydınlandı. Özgü kahkahalarla gülmeye başladı.
“Tuvalete gitmemiş miydin sen!” dedi Eda.
“Ayy hadi itiraf edin korkudan ölüyordunuz…” dedi Özgü gülerken.
“Ay hadi aç şu ışığı kızım ya!” dedi Bal, biraz sinirlenerek. “Biz bunları yarına nasıl yetiştireceğiz diyoruz, sen ne yapıyorsun yani..."
###
O gece ödevi yetiştirmek bir yana, kütüphanede geceleme amaçlarını unutup saatlerce dedikodu yaptılar. Sınıftaki kızlar ve erkekler hakkında konuştular. Sonra da masa başında uyuyakaldılar ve ödevi yarına yetiştirme işi yalan oldu.
En önce uyanan Bal oldu. Hemen başucundaki telefonundan saate baktı. Yedi buçuktu. Kütüphane sekizde açılıyordu. Duru ve Eda da yanında uyuyordu. Eda uyurken hafifçe horluyordu. Özgü ortalıkta yoktu. Bal kızları dürtükleyerek uyandırmaya çalıştı.
“Özgü yok,” dedi.
“Ne?” dedi Duru.
“Gece gitmiş herhalde! Ne bileyim ben!”
“Nooluyo ya?” dedi Eda, uyku mahmurluğundan kurtulmaya çalışarak.
“Özgü yok,” dedi Duru.
Bal elindeki telefonu göstererek, “Mesaj attım ama en son gece 23’te online imiş!” dedi.
“Eve mi gitti acaba…” dedi Eda. “Belki kıyafetlerini falan değiştirmeye gitmiştir… Bilirsiniz süslü kokonadır o… Ortamı germeyin hemen… Relax.. Ben de diyorum sabah sabah ne bu gürültü… Sahi saat kaç?”
“E tamam da eğer bize bir şey demeden gittiyse ayıp yani!” dedi Bal. “Ödevi de yapamadık iyi mi!”
“Kızlar ya ben telaşlandım,” dedi Duru. “Arıyorum valla.” Telefonunu çıkarıp Özgü’yü aradı. Eda ve Bal da merakla onun başına toplanıp telefonun ekranına baktılar. Aynı anda çalan telefonun sesi rafların arkasından duyuldu, ki bu zil sesi Özgü'nünkiyle aynıydı. Üçünün de aklına aynı anda aynı korkunç şey düştü. Gidip baktılar. Özgü yerdeydi. Tişörtü sırılsıklam kandı. Kalbinin olduğu taraf sanki kırmızıya boyanmıştı.

Okulun en popüler kızı ölmüştü.

Ve kızların üçü de aynı anda acı bir çığlık attı.

###
Özgü’nün cenazesinde yağmur yağıyordu. Uzun bir süredir güneşli geçen günlerin acısını çıkarmak istercesine, sanki gökyüzü delinmişti ve tepelerinde haince sırıtıyordu. Bal ve Eda Duru’nun şemsiyesinin altına sıkışmışlardı. Temkinli bir kız olan Duru en güneşli günlerde bile yanında şemsiye bulundururdu.
Kızların üçü de çok üzgündü. Aynı zamanda şaşkın. Ve endişeli. Özgü’nün ailesinin –özellikle de annesinin– içine düştüğü perişanlığı gördükçe onlar da daha çok kahroluyordu. Onu kütüphanede kanlar içinde buldukları o sahne ömürleri boyunca gözlerinin önünden gitmeyecekti. Hafızalarına çivilenmişti adeta. Korkunçtu. Çok korkunç. Ne olmuştu da gencecik bir kızın, arkadaşlarının sonu bu olmuştu?
Bal aniden şok olmuş bir vaziyette diğerlerini dürterek, “Kızlar, şuraya bakın,” diye fısıldadı. Duru ve Eda hemen onun işaret ettiği yere döndüler. Tekerlekli sandalyedeki Zeynep, onu süren bir adamla birlikte Özgü’nün taze mezarının başına doğru gidiyordu.
“A a!” dedi Eda. “Zeynep değil mi o?”
“Ta kendisi," dedi Duru hayretler içinde. “O günden sonra onu Özgü’nün cenazesinde görmek ne kadar… tuhaf!”
Kısa bir sessizlik oldu.
“Ben… özür dilerim,” dedi Duru, başını öne eğerek.
“Özür dileme, bundan sonra biraz daha dikkatli ol,” dedi Bal, sertçe. “Hele de bundan sonra,” diye de ekledi. “Bu konuyu bir daha asla açmayacağımızı…”
“Hangi konu, Bal Hanım?” dedi arkalarından gelen bir ses ve başta Bal olmak üzere üçü de endişeli bir şekilde sesin geldiği yere doğru döndüler.
Konuşan bir polisti. Ama ne polis… Gerçek hayattaki şişman meslektaşlarının aksine, daha çok dizilerdeki yakışıklı polis karakterlere benziyordu. Sanki gerçekte polis değil de, polis üniforması giyen çok çekici bir üniversiteliydi. Hatta öyle ki, onlardan yalnızca birkaç yaş büyük gibiydi. Genç yaşına rağmen oldukça tecrübeli bir görünümü vardı.
“Adımı nereden biliyorsunuz?” diye sordu Bal, rahatsız olmuş bir ifadeyle.
“Siz de Duru ve Eda olmalısınız, kızlar?” dedi polis, Bal’ın sorusunu duymazdan gelerek. Sonra ona döndü ve “Ben polisim,” dedi. “Adım Erman Bıçak. Sanırım üçünüz de kurbanla çok yakın arkadaştınız.””
“Öyleydik,” dedi Duru.
“Sizinle konuşmamız gerekiyor,” dedi Erman.
“Aslında o gün ifade vermiştik?” dedi Bal. Özgü’nün cansız bedeninin bulunduğu günün sonrasında, soluğu karakolda almışlardı.
“Bu bir evcilik oyunu değil, Bal Hanım,” dedi Erman, ona iyice yaklaşarak. “Bir cinayet. Biri onu kalbinden bıçaklamış.”
Adam ona öyle çok yaklaşmıştı ki Bal bir adım geri atmak zorunda kaldı.
Kızlar birbirlerine hızlı bakışlar attılar.
“Emin olun arkadaşınıza ne olduğunu bulacağım,” dedi Erman ve geldiği gibi gitti.
“Kızlar farkında mısınız…” dedi Bal, polis iyice uzaklaştıktan sonra. “O polis bize şüpheliymişiz gibi davrandı!”
“Kütüphanenin üst katında güvenlik kamerası olmaması bizim suçumuz değil!” dedi Eda.
O sırada Savaş’ı gördüler. Yağmurlu havaya rağmen gözünde güneş gözlüğü vardı. Savaş önlerinden geçerken kızların gözleri ona kilitlendi. Çok yakışıklıydı. Yürüyüşü bile herkesten o kadar farklıydı ki, dikkat çekmemesi imkansızdı. Siyah dalgalı saçları, kömür karası gözleri, şekilli kaşları ve kızlarınkinden bile daha güzel olan kirpikleri… Uzun boylu, mükemmel, ideal bir erkekti.


ÖZGÜ’NÜN ÖLECEĞİ GÜN – 14.30
Boş bir sınıfta, Savaş’la Duru konuşuyorlardı.
“Seviyorum seni, anlasana!” dedi Savaş. Belli ki bunu yüzüncü söyleyişi falandı.
“Olmaz Savaş…” dedi Duru, belli ki yüzüncü kere. “Olmaz… Nasıl sevebilirsin ki beni ya… Sen Özgü’yle çıkıyorsun! En yakın arkadaşımla! Şu anda onu aldattığının farkında mısın?”
Savaş oldukça rahat görünüyordu. “Özgü size ne anlatıyor bilmem ama, emin ol o da bana sadık değil… Okulda herkesle düşüp kalktığını bilmiyorum sanıyor!”
Duru bu duyduğuna şaşırdı ama konuyu uzatmak istemedi. “Neyse ne ya, ben bilmek istemiyorum… Ama olmaz Savaş… Lütfen beni daha fazla sıkıştırma… Özgü varken olmaz!” Onu sınıfta bir başını bırakarak odayı terk etti.

ÖZGÜ’NÜN ÖLECEĞİ GÜN – 16.05
Soyunma odasının kapısı önünde bir an duraksayan Bal derin bir nefes aldı. Aslında orada olmaması gerekiyordu ama oradaydı işte. Kurallar falan umurunda değildi. Kapıyı açtığı gibi içeri girdi.
Savaş içeri girenin az önce spor salonunda olanlardan biri olduğunu –dahası bir erkek olduğunu– düşünerek hiç istifini bozmadan giyinmeye devam etti. Ama sonra arkasını dönünce gelenin Bal olduğunu gördü ve şaşkınlık içinde kalakaldı.
“Kızım ne işin var senin burada?” dedi.
“Seni görmeye geldim,” dedi Bal, aşık bir ses tonuyla.
“Bas gitsene! Soyunma odası burası görmüyor musun?” diyerek onu kolundan tutup dışarı çıkarmaya çalıştı Savaş.
Bal çevik bir sıyrılışla onun elinden kurtuldu. “Beni sevdiğini söyleyene kadar hiçbir yere gitmiyorum, anladın mı, gitmiyorum!”
“Ya deli misin nesin? Git çabuk! Şimdi birisi girecek içeri…”
“Onca zaman… Benimle beraberdin sen… Benimle! Şimdi her şeyin bir yalan olduğunu söyleyemezsin!”
“Söylüyorum işte! Git Bal! Sonra konuşalım, bak biri görecek!”
Bal masadaki elmayı ve onun üzerinde duran bıçağı odaya girdiğinde de görmüştü. Hatta o bıçağı alıp Savaş’ın üzerine yürüdüğü sahneler kafasında bile canlanmıştı. Ve nihayet sıra yazdığı senaryoyu oynamaya geldi. Bıçağı kaptığı gibi Savaş’ın üzerine yürüdü. Ona doğru sallamaya başladı. “Ben seni çok sevdim… Çok sevdim geri zekalı!” Ses tonu duygusaldı. Bu duygusallık, yapıyor olduğu zorbalığa hiç ama hiç uymuyordu.
“Dur!” diye çığlık attı Savaş. Neye uğradığını şaşırmıştı. “Dur kızım, ne yapıyorsun sen! Koy o bıçağı yerine! Bir delilik yapayım deme sakın!”
Bal bıçağı aniden Savaş’ın kalbine doğrultarak, “Burana saplarsam…” dedi. “Bir kalbin olmadığını düşünürsek… Sence kan akar mı?”
Savaş, “Yapma… Sakın yapma…” diye alelacele konuştu. “Hapse girersin kızım!” Bunu yaptığına inanamasa da yalvarıyordu. Evet, yalvarıyordu. Ölümün nefesini ensesinde hissettiği an Bal’dan gerçekten korkmaya başlamıştı.
Bal omuz silkti. “Umurumda mı sanıyorsun?”
Savaş söylediklerinin yeterli olmadığının farkındaydı. Onu vazgeçirecek başka bir şeyler bulmak zorundaydı. “Üzgünüm Bal… Ben gerçekten çok üzgünüm…”
“Ben de Savaş… Bu ilişkinin yürümesi için çok uğraştım… Çok uğraştım…” Hiç de Savaş’la konuşuyor gibi değildi, içindeki biriyle konuşuyordu sanki. Sesi yumuşak, çok yumuşak ve kırılgandı. Adı gibiydi. Bal gibiydi. “Niye beni sevemedin ki? Ha? Niye?” Gözünden bir damla yaş aktı ve onun bunu görmemesi için arkasını döndü.
Savaş da ağlamaklıydı. Ama Bal, onun bu halinin ölüm korkusu yüzünden olduğunu biliyordu. “Sorun sende değil…” Sesi çok kısık çıkıyordu. “Ben hiç kimseyi sevemedim…
Bal bir anda hiddetlenerek, “Özgü neydi peki?” diye karşı çıktı. “Şu anda bile yalan söylüyorsun! Sen sadece beni sevemedin…”
Savaş sessiz kaldı. Başını önüne eğdi. Diyecek bir şeyi yoktu. Neredeyse ağlayacaktı ki Bal’ın konuştuğunu duydu.
“Biliyor musun, seni öldürmeyeceğim.”
Savaş başını kaldırıp ona baktı.
“Çünkü sen zaten yaşamıyorsun.”
Askılıktaki montunu aldı ve kapıya doğru yürüdü. Tam çıkmak üzere son bir kez arkasını dönüp “Ha bu arada…” dedi. “Seni bundan sonra bir kez… bir kez daha Özgü’nün yanında görürsem…” elindeki bıçağı kastederek, “…fikrim değişebilir.” Bıçağı yere, Savaş’ın önüne attı.
Kapıyı çarptığı gibi çıktı. Savaş terden sırılsıklam bir şekilde, önündeki bıçağa baktı. Az önce hayatı kurtulmuştu.
###

"O ikisi ayrılmıştı," dedi Bal, donuk bir sesle.
Duru ve Eda aynı anda ona döndü.
“Ayrılmışlar mıydı? Ne? Özgü’yle Savaş mı?” dedi Eda.
Bal başını salladı.
“Bu mümkün değil! Daha o gün gözümüzün önünde öpüştüler ya!” diye karşı çıktı Eda.
"Ayrıca bunu neden bir tek sen biliyorsun?” dedi Duru.
“Bir tek bana söyledi de ondan!” dedi Bal.
“Sen de bize söyleyebilirdin,” dedi Eda hayal kırıklığı içinde. “Biz arkadaş değil miyiz?”
“Hani birbirimizden hiçbir gizli saklımız yoktu?” dedi Duru. O da hayal kırıklığına uğramıştı ve Savaş'la Özgü'nün ayrıldığı konusunda da kafası karışmıştı.
“Ayyy ne bileyim kızlar ben! Üstüme gelmeyin ya!” dedi Bal. “Eğer ölülerle konuşabiliyorsanız bunu gidip kendisine sorun!”
“Bu şaka yapabileceğin bir konu değil!” dedi Duru. Bal şemsiyenin altından çıkıp yanlarından uzaklaşmaya başladı.
“Dur! Nereye gidiyorsun?” dedi Eda şok olmuş bir ifadeyle.
“Eve!” dedi Bal, arkasına dönmeden.
Duru Eda’ya baktı. “Ne oldu şimdi ben anlamadım…”
“Bilmiyorum… Off ya, her şey üst üste geliyor! Ben de taksiye binip eve gideyim,” dedi Eda. “Okulda görüşürüz.” Son bir kez durup Özgü’nün mezarına baktı. Artık kalabalık iyice dağılmıştı. “Mekanı cennet olsun.”

Eda kendisine alelacele sarıldıktan sonra şemsiyenin altından çıkıp mezarlığın dış kapısına doğru uzun adımlarla koşmaya başladı. Duru onun iki saniyede nasıl da tepeden tırnağa ıslandığını ve az sonra durdurduğu bir taksiye binerek uzaklaştığını gördü. "Umarım," diye mırıldandı kendi kendine, şemsiyenin altında tek başına kalan Duru. Ve mezara bakarak bir kez daha yineledi: “Umarım.”
DEVAM EDECEK…


GELECEK BÖLÜMDE:

"O gece kütüphanede ne yapıyordunuz?"


"Sorguya mı çekiliyoruz?"

"Evet, küçük hanım. Hala anlamadınız mı?"

“Size bildiğimiz her şeyi anlattık.”
“Ama tatmin olmadım.”
“Ne gibi?”
“Önceden konuşup ağız birliği etmişsiniz gibi."
Son olarak, unutmayın ki daha çok yorum yeni bölümü daha çabuk getirir. Sevgilerimle!


28 yorum:

  1. wooow, çok heyecanlı olacağa benziyor.

    YanıtlaSil
  2. Kuvvetli bir kurguya sahip. Kaleminize sağlık.

    YanıtlaSil
  3. Takip edeceğim akıcı güzel bir hikaye, evime dönüğümde takibinde olacağım :)
    Sevgiler

    YanıtlaSil
  4. ben hep takipteyim ve severek okuyorum :)

    YanıtlaSil
  5. güzel öykü iyi gidiyo hiç ummadığımız biri katil çıkar,polis bile olabilir :)

    YanıtlaSil
  6. öykü dizini beğendim mert, ikinci bölümünü merakla bekliyorum ;)

    YanıtlaSil
  7. vay canına
    ana karakterlerin ana karakter olmaması süper bir anlatım tarzı bence, emeğine sağlık, devamını bekliyorum...

    YanıtlaSil
  8. valla çok heyecanla okudum. 1. cinayet 2. o geçmişte olan şey. çok modern bir hikaye olmuş. amerikan gençlik korku filmleri gibi. hatta bundan iyi bi senaryo bile çıkabilir yaaa :)

    YanıtlaSil
  9. Hadi bakalım devamını merakla bekliyorum sürükleyici bir hikaye kalemine sağlik ;)

    YanıtlaSil
  10. Benim hoşuma gitti. Takipteyim.

    YanıtlaSil
  11. çok güzel olmuş bu :D

    YanıtlaSil
  12. Sayfa çevirmeye bile çalıştım telefondan okurken , düşün ne kadar sarmış öykü beni :)) Merakla beklemedeyim devamını ,)

    YanıtlaSil
  13. Akici ve merak uyandirici olmus,elinize saglik.

    YanıtlaSil
  14. Genelde katili hiç tahmin edemem bakalım bunu bilebilecek miyim

    YanıtlaSil
  15. dünden beri girmeye çalışıyom senin blog hep yarım açıldı sonunda laptoptan girip okuyorum . veee vuuuuv bu ne ya dedim. lansmanında cinayet olacağını algılamamışım farklı bir konu düşünmüştüm ama cidden çok hoş olmuş .aynı section dayız ha :) uzun amandır bu kelimey duymamıştım üniv den bu yana. hımmm merak ediyorum devamını eline sağlık kafacığım sonuna kadar destekliyorum seni ;) <3<3

    YanıtlaSil
  16. güzel ve heyecanlı devamını bekliyorum :):) elinize sağlık..

    YanıtlaSil
  17. Çok merak uyandıran bir hikaye olmuş.Devamını bekliyoruz...

    YanıtlaSil
  18. çok güzel olmuş elinize sağlık... ben pek cinayet vb. hikayeleri sevmem ama sonuna kadar merakla okudum... takip edeceğim...

    YanıtlaSil
  19. Merhaba,
    Çok güzel olmuş, film tadında bir roman...Biz okumaya siz yayınlamaya devam:=)
    Sevgilerle...

    YanıtlaSil
  20. bayıldım sanki yeni bir diziye başlamış gibi hissediyorum kendimi:)

    YanıtlaSil
  21. bi dakka ya bi daha okuyacağım, nasıl yani?

    YanıtlaSil
  22. Harika olmuş, hayalgücüne sağlık :)

    YanıtlaSil
  23. Ben geldim.
    Devam etmeli ! ;)

    YanıtlaSil
  24. hikaye güzel. kızım da okudu. beğendik.gençlik dizisi gibi . devamı için çok ara vermedin mi :))

    YanıtlaSil
  25. heyy sevdim bunu neyseki ikinci bölümü yayınlamışsın hemen gidiyorum okumaya...

    YanıtlaSil

Gmail hesabı olmayanlar, anonim seçeneği ile yorum yapabilir... Yorumlarınız için çok teşekkür ederim!

NAKANO ESKİCİ DÜKKANI VE ÇOKSATAN KİTAP PROBLEMATİĞİ

Genelde kitapçıların çoksatan raflarından uzak durup, aksine hiç satmayan, kimsenin ilgi göstermediği, kıyıda köşede kalmış kitapları arar b...