31 Aralık 2014 Çarşamba

YILIN SON GÜNÜ


Zaten zamanın geçtiğini biz hep böyle günlerde hatırlarız: Doğum günlerinde, evlilik yıl dönümlerinde, yeni yıl başlangıçlarında... Oysa zaman her geçen gün, her geçen saat, her geçen saniye yitip gitmektedir de bizler bunu bir türlü aklımıza getiremeyiz.

Evet, koskoca 2014 saatler sonra geride kalacak ve 2015'e hep birlikte merhaba diyeceğiz.

Yeni yıl kararları havada uçuşacak. Ama ben bu tek bir gecede alınıp uygulanmayan yeni yıl kararlarına da pek inanmam: "Zayıflayacağım", "Aşık olacağım", "Yurt dışına gideceğim"... Söz var icraat yok durumu. Dergiler, siteler, bloglarda ortalık bu yazılardan geçilmiyor! Ama yine de adettendir diyerek konuyu tatlıya bağlayayım bari.

O değil de, her yıl bu zamanlarda, garip garip falcılar türeyip dergilere, gazetelere röportaj veriyorlar. 2015'i masaya yatırıp hangi ayının hangi burca ne getireceğini falan öyle güzel anlatıyorlar ki, yani utanmasak inanacağız! Bu kadar da kesin konuşulmaz ki canım! Gezegenler işte...

Yazı ortası notu: Bu nasıl bir hava ki dün başlayan ve her yeri beyaza bürüyen kar, artık şiddetli yağan sağanağa teslim olarak eridi gitti. Hava buz gibi soğuk.

###
 
Bu yıl Kafa Dergi'de çok güzel röportajlar, öyküler, yazılar yaptım/yazdım.

Hemen iki günde bir yazı yazdım. Bazen günde iki kez yazdım.

Desteğiniz, yorumlarınız hiç eksilmedi. Aksine artarak devam etti. Bu nedenle hepinize en içten teşekkürlerimi sunuyorum. Hep yanımdasınız. Ben de hep sizin yanınızdayım. Böyle biline.

Araştırmacı gazetecilik: Beş yaşında bir çocuk, yere düşüp eriyen karlar için ağlamış.
 
###

Benim kişisel hayatım için de güzel bir yıldı 2014. Başarılı bir yıl geçirdim.

Bu arada iki üç yıl sonra ilk kez bir yeni yıl gününde nezle/grip değilim. Sevinelim!

Kafamdan geçen tüm düşünceler ve ben, iyi bir yıl diliyoruz.

Mutlu yıllar!

Yazı sonu notu: Beni Facebook ve Twitter'dan da takip edebileceğinizi bir kez daha hatırlatarak, o iğrenç espriyi yapıyorum: SENEYE GÖRÜŞÜRÜZ!

30 Aralık 2014 Salı

KAR VE KÖFTE

 
19.30-21.30 arası otobüs. Trafik kilit. Kar tipi. Sinir krizleri.
 
Yürüsen yürüyebilecek olduğun on duraklık mesafe için otobüste iki saat geçirmek ne kadar sinir bozucu, iç daraltıcı, bunaltıcı bir şeydir siz hiç bilir misiniz? Hayır, eğer bunu deneyimlemediyseniz bilemezsiniz! Eğer ben de yaşamasaydım bilemezdim. Aman başınıza böyle bir şey gelmesin!
 
Neyse ki saçma bir trafik yüzünden yolda boş boş geçen saatlerimi zihnimden çıkarmayı başarabildim. Şimdi, sıcacık çayımla, camdan dışarıdaki karı seyrediyorum.
 
###
 
Taksim'deki Köfteci Hüseyin'e gittim bugün. Bir porsiyon köfte ve ayran 16 lira. Çok küçük ve salaş bir yer. Köfte tabağının sunumu benden 10 üzerinden 0 alsa da, hafif çeşnili köftesini beğendim. Ama bir Akçaabat köftesi değil elbette!
 
Neyse, içeriye bir ara Cengiz Semercioğlu girdi. Köfte siparişi verip dışarı çıktı. Ama sonra almaya gelmedi. Kafasında çok komik yeşil bir bere vardı, hayli şirin görünüyordu o haliyle.
 
###
 
Bu bir yeni yıl yazısı değildir. Yeni yıl yazısını yarın sabah yazacağım. İyi akşamlar!


29 Aralık 2014 Pazartesi

KARLAR DÜŞER MESAJ KUTUMA


19.00. Camı şöyle bir araladım ve minik kar taneleri içeri düşüverdi. Düştükleri yerde de eridiler. Evet, İstanbul'a yılın ilk karı yağmaya başladı, bu da yılın ilk karı yazısı. Geçen yıl ilk kar bundan tam yirmi gün önce gelmişti. O nedenle ben uzun zamandır karı bekliyordum. Bu yıl gecikmeli de olsa geldi işte. (Ama kar gibi yağmıyor kar. Yani %90 yağmur, %10 kar yağıyor. Bakalım bildiğimiz kara dönüşecek mi?)

 
Pınar mesaj atmış: "Mert her şeyden önce sana en çok blog güncelleyen blogger ödülü veriyorum (Öcü görmüş yüz ifadesi koymuş). Gerçekten hiçbir blogger bu kadar yazmıyordur (Gülücük)." Öncelikle bu samimi mesajı için Pınar'a çok teşekkür ediyorum. Böyle düşünmesi çok hoşuma gitti. Ama benden daha sık güncelleyenler de var! Ben bazen günde üç kez, bazen üç günde bir kez yazıyorum. Zaten önemli olan da ne kadar sıklıkta yazdığımız değil, ne yazdığımız. Öyle değil mi?
 
Şöyle bir anket yapacak olsam, yani en fazla hangi şehirde yaşayanlar okuyor blogumu diye, acaba sonuç ne çıkardı? O zaman ayaküstü yapalım bir anket! Hangi şehirde yaşadığınızı yazıverin yorum kutusuna. Çok özel olur derseniz yaşadığınız coğrafi bölgeyi yazın, o da kabulüm. İstanbul'da mı, İzmir'de mi yaşıyorsunuz? Trabzon'da mı Ankara'da mı? Erzurum'da mı Muğla'da mı? Antalya'da mı Mersin'de mi? Sivas'ta mı Van'da mı? Kocaeli'de mi Çanakkale'de mi? Samsun'da mı Sinop'ta mı? Ya da buraya yazamadığım şehirlerden birinde mi? Haydi! Yaşadığınız, blogumu okuduğunuz şehri yazın, ben de paylaşımlarımı o doğrultuda yapayım! Bekliyorum...

27 Aralık 2014 Cumartesi

HANGİ ŞEHİRDENSİNİZ?

Blog'umun gerçekten de çok ve birbirinden farklı düşüncelere sahip olan takipçileri var. Bu benim çok hoşuma giden bir şey. Her yazıma çok farklı kişiler çok farklı yorumlar yapıyor. Yani herkes, hangi yazıyı okuyacağınıdan yorumlayacağına değin söz sahibi. İstediği yazıyı okuyor, isterse yorum yapıyor istemezse yapmıyor. Bu çeşitliliği seviyorum. Sizi seviyorum. Her birinizi tek tek seviyorum. O yüzden buralarda takılmaya devam edin lütfen!

Facebook sayfamı beğenenler arasında siz blogger dostlarımın isimlerini de görmeye başlayınca mutlu oldum. İlginize çok teşekkür ediyorum. Blog başka, Facebook bambaşka bir şey sonuçta. Oradan daha farklı şeyler de paylaştığım oluyor ve bunları takip etmeniz de blog'la bir bütünlük içinde olmanızı, hiçbir şey kaçırmamanızı sağlıyor. Beğenmeyenler de beğensinler artık! Şaka yapıyorum yahu, kafanıza göre...




Şöyle bir anket yapacak olsam, yani en fazla hangi şehirde yaşayanlar okuyor burayı diye, acaba sonuç ne çıkardı? O zaman ayaküstü yapalım bir anket! Hangi şehirde yaşadığınızı yazıverin yorum kutusuna. Çok özel olur derseniz yaşadığınız coğrafi bölgeyi yazın, o da kabulüm. İstanbul'da mı, İzmir'de mi yaşıyorsunuz? Trabzon'da mı Ankara'da mı? Erzurum'da mı Muğla'da mı? Antalya'da mı Mersin'de mi? Sivas'ta mı Van'da mı? Kocaeli'de mi Çanakkale'de mi? Samsun'da mı Sinop'ta mı? Haydi! Yaşadığınız, blog'umu okuduğunuz şehri yazın, ben de paylaşımlarımı o doğrultuda yapayım! Bekliyorum...

25 Aralık 2014 Perşembe

KARŞINIZDA WENDY W.


İşte karşınızda 2014'ün son röportajı ve Türkiye'de yaşayan Amerikalı Wendy W.! Onun söyledikleriyle İstanbul'a ve Türkiye'ye bambaşka bir perspektiften bakacaksınız... Yaptığımız röportajdan, blog için seçtiğim satırbaşları...

Röportaj için nerede buluşalım diye sorduğumda, Taksim'deki Kitchenette'yi öneriyor ve ekliyor: "Çay sadece üç lira."

Günlerden geçtiğimiz cuma. Saat akşamüstü beş civarı. Erken giderek, onu kapıda bekliyorum. Kızıl saçlı bir kadın olduğu bilgisi dışında elimde hiçbir bilgi yok! (Onunla öğretmenim sayesinde irtibata geçtim. Bu arada Wendy Türkçe bilmiyor. Tüm röportajı İngilizce yapıyoruz. Ben sonra Türkçeye çeviriyorum.) Neyse ki biraz sonra kafeye doğru gelen birini görüyorum. Sanırım bu olmalı, diye düşünüyorum. Evet, Wendy geliyor. Tanışıyoruz. Daha ilk andan itibaren birbirimizi seviyoruz.

Wendy, Seattle'dan Türkiye'ye 2008'de göç etmiş. "Amerika'da kalmak istemiyordum, bir gün Türkiye'de yaşama hayalim hep vardı," diye söze başlıyor. Mesleği üniversitede öğretmenlik. "2014'te, X Üniversitesi'nde profesörlük yapmak için Amerika'ya geri döndüm. Sonra tekrar Türkiye'ye gelip, buradaki Y Üniversitesi'nde part time profesörlük yapmaya başladım. Ama daha iyi bir üniversiteye geçmem daha hoş olur tabii. Belki..."

Neden olmasın, diyorum. Belli mi olur...

"Bu Ağustos'ta da evlendim. Evlenmek, burada başıma gelen en ilginç şey." Eşi de o da öğretmen.


"Ne yazık ki, Christmas'da evde olacağım. Asıl Christmas günü perşembe (bugün). Eşim online'dan ders vermek zorunda. Dolayısıyla hiçbir şey yapamayacağız. Ama bir yılbaşı ağacı satın aldık. Hediyelerimizi açarken ailemle Skype'tan görüşeceğiz!"

"Adana'yı sevmedim. Kapadokya'ya tam üç kez gittim."

"Eşim Giresunlu ama daha oraya hiç gidemedim. Orada da bir düğün yapacağız!"

"Türkiye'ye ilk geldiğimde erkeklerin göz süzmelerinden rahatsız olduğum oluyordu. Ama artık yaşlanıyorum, kimse bana bakmıyor!" Şakacı Wendy! Aksine gayet de genç ve güzel.

"SÜRÜCÜLER DELİ GİBİ SÜRÜYOR"

"Yoldaki güvenlik, Türkiye ile Seattle arasındaki en büyük sorun bence. Seattle'da, birisi karşıdan karşıya geçmek istediğinde arabalar durur ve geçmesini bekler. Ama İstanbul'da, arabalar çok hızlı, çok deli!"

Çok haklı değil mi? Ülkemizde arabalar çok hızlı gerçekten de... Ezilmek işten bile değil!

"CİHANGİR ÇOK SNOB"

"Buraya geldiğimde ilk beş yıl Cihangir'de yaşadım. Ama Cihangir inanılmaz derecede pahalı ve biraz snob, ukala, kibirliydi. Oradan taşındım. Şu an Üsküdar'da Salacak'ta yaşıyorum. Her sabah Boğaz manzarasına uyanıyorum!"

"SOKAK DEĞİL ÇÖP KUTUSU!"

"Seattle'daki çevreciliği özlüyorum... Türkiye bu açıdan çok tuhaf. İnsanların evlerine gidiyorum, evler gayet temiz, ama sokağa çıktıklarında, insanlar gördükleri her boş yere sanki çöp kutusuna atarcasına çöplerini atıyor! Bu çılgınlık!" Ne kadar doğru söylüyor Wendy! Evlerimizde çok temiziz, çok titiziz, ama sokağı gerçekten de çöp kutusu gibi kullanıyor, her yere çöp atıyoruz! Kendimizden utanmalıyız. Turistlerin nasıl da dikkatini çekiyor sokaklardaki bu pislikler...

"Aşık olmak Türkiye'de yaşadığım en ilginç olay!"

 
Peki hiç Türk dizisi izliyor mu? Benim gibi bir TV meraklısı bu soruyu sormazsa olmazdı! "Bir dizi bulmaya ihtiyacım var," diyor. Dizi'yi Türkçe telaffuz etmesi de hoşuma gidiyor. "Sanırım Muhteşem'i izleyeceğim." O çoktan bitti, diyorum ben. "Biliyorum, internetten izleyeceğim," diyor. Ne diziymiş... Türkiye denince akla doğrudan bu dizi geliyor!

Hesabı ödeme vakti geliyor. Bakıyoruz ki çay üç değil, dört buçuk lira! Gülmeye başlıyoruz. Kızıyor Wendy. "Demek ki artmış... Bir çay bu kadar pahalı olur mu!" diyor. Madem çayı pahalı buluyor, o zaman bir dahaki sefere Karaköy Dem'de buluşalım Wendy! Şaka bir yana, gerçekten çok iyi ve tatlı bir insan Wendy... Röportaj teklifimi kabul etmesi de çok kibar ve düşünceli bir davranış... Bir kez daha teşekkür ediyor, tanıştığıma memnun oluyorum!

24 Aralık 2014 Çarşamba

PARAMPARÇA'YI ZİRVEYE ÇIKARAN 9 SEBEP


İki gün önce yazdığım BU NASIL BİR TARZ? yazısı çok tıklandı ve okundu, hayli değişik, güzel yorumlar yapıldı. Zaten bu konu günlerdir gazetelerde de tartışılıyor, haber olup duruyor. Artık resmen midem bulandı. Sanki bir bilim haberiymiş, yılın skandalıymış gibi "Bu Tarz Benim" hakkında yazılıp çiziliyor. O nedenle sonsuza dek kapatıyorum ben bu konuyu.

Gelelim "Paramparça"ya... Dizi, kelimenin tam anlamıyla uzun zamandır durgunluk yaşayan dizi sektörüne canlılık getirdi. Bilenler bilir, benim Kafa Dergi'de yazdığım konuların başında "televizyon" gelir. O nedenle bu dizi hakkında yazmam da kaçınılmazdı ve işte yazıyorum.


1. REYTİNGLERDE ZİRVEDE

Dizi, yayınlandığı ilk hafta "Karadayı"nın gerisinde kaldı doğal olarak. Çünkü "Karadayı"nın çok oturmuş bir seyirci kitlesi var. Ama "Paramparça", daha ikinci haftasında "Karakayı"yı çok fena paramparça ederek 1.liğe ulaştı. Yani onu bile geçmeyi başardı. Hala da zirveyi kaptırmadı. "Karadayı"nın karizması çok fena bozuldu. (İmirzalıoğlu bir sonraki projesinde lütfen kahramanvari bir karakteri oynamasın. Her seferinde bir yerlere koşup duruyor, her seferinde birilerinin hayatını kurtarıyor. Artık zerre kadar inandırıcılığı kalmadı!) Dizi hakkında sosyal medyada da çok konuşulduğu, izleyenler izlemeyenlere diziyi anlattığı için dizi her geçen gün yeni seyirci toplamaya devam ediyor.


2. NURGÜL YEŞİLÇAY'IN YENİDEN DOĞUŞU

Son zamanlarda dizileri ve sinema filmleri pek fazla izlenmeyen Nurgül Yeşilçay ise dizisinin bu başarısından oldukça mutlu. Haksız da sayılmaz. "Sensiz Olmaz", "Bebek İşi", "Cinayet" gibi projeleri hiç ilgi görmemiş ve yayından kaldırılmıştı. Peki "Paramparça" niçin bu kadar tuttu?


3. ASLINDA KLİŞELERDEN ÖTEYE GİDEMEDİ

Aslında dizinin teması hayli klişe: Zengin erkek fakir kadın. Hastanede karıştırılan bebekler. Biri zengin, diğeri fakir olan aileler. Bu gerçek yıllar sonra ortaya çıkıyor ve her iki ailenin de hayatı değişiyor. Yani ta Yeşilçam'dan beri izlediğimiz türde bir dram. Erkan Petekkaya'nın oynadığı Cihan bir yalıda oturuyor, her şeye sahip, ama mutsuz bir evliliği var.

4. DİLARA KARAKTERİ ÇOK DOĞAL

Cihan karakterinin eşi Dilara'yı Ebru Özkan canlandırıyor. Ebru Özkan, kelimenin tam anlamıyla uzun süredir ekranlardan uzaktaydı. Arada birkaç işi olmuştu ama kısa sürede yayından kaldırılmıştı. Onu görünce "Hanımın Çiftliği" geliyor aklımıza bu nedenle. Kendisi epeydir ekranda olmadığından ve onu magazinde de neredeyse hiç görmediğimizden, rolüne cuk diye oturdu Özkan. İnanılmaz inandırıcı. Çok doğal, çok güzel. Çok zengin bir kadın. Yoga egzersizlerini aksatmıyor. Boş vakitlerinde yardım vakıflarında çalışıyor.


5. MEYMENETSİZ KERİMAN

Nurgül Yeşilçay'ın oynadığı Gülseren karakteri ise kocası Almanya'ya gidince, kızıyla görümcesinin yanına sığınmış. Görümcesi, yani kızının halası da Keriman. Gülseren, onunla yaşamaktan mutsuz ama elden ne gelir. Eee, ne de olsa iyi karakterlerimize hayatı dar eden kötü karakterlere de ihtiyaç var bir dizide. Nursel Köse de, bu huysuz ve dedikoducu Keriman karakterini mükemmel canlandırıyor. Cidden meymenetsiz ve sevimsiz bir karakter. Ama tıpkı "Karagül"deki Özlem gibi, ortalığı karıştırsa da izlesek diyorsunuz. Köse zaten bol ödüllü bir oyuncu. Web sitesine yazdığı şu cümle ise hayli ilginç: "Hayatım saç spreyi reklamlarına konu olacak kadar hareketli ve parlaktır. Sabah Berlin, öğlen Cannes, akşam Antalya… Saçlar hala kalıp gibi…"


6. ÜNLÜLER GEÇİDİ

Bitmedi... Cemal Ünal da oynuyor bu dizide! Kendisi, Cihan'ın ortağı. O da çok zengin. Dizimizin kötülerinden. Ama hareketleri, tavırları pek sempatik. Bu nedenle kızılmıyor da kendisine.

7. MÜZİK

Dizinin müziği de çok güzel. Ben çok beğeniyorum. Dilime takılıp duruyor.

8. ÇEKİMLER

Ve çekimleri... Sinema çekimi gibi. Çok estetik, çok şık. Zaten yönetmen de "Kayıp Şehir"in yönetmeniydi aynı zamanda. O yüzden çekimleri pek güzel.

9. GELELİM DİZİNİN SAÇMALIKLARINA: SEMPATİK KLİŞELER

Nurgül Yeşilçay'ın oynadığı Gülseren karakteri, dizinin neredeyse her bölümünde taksiye biniyor. Yahu Gülseren parası olsa önce evin kirasını ödeyecek, her gün iş arıyor. Peki taksiye niçin biniyor? Bu parayı nereden buluyor? İşte orası muamma! Bazen otobüse de biniyor. Ama taksiye de binmeye devam ediyor.

Dizinin her bölümünde bir kaza sahnesi var. Birilerine araba çarpıyor, motosiklet çarpıyor. Karakterlerimiz dokuz canlı, ölmüyorlar!







Gülseren'in kızı Hazal'ın, aslında çok zengin bir ailenin çocuğu olduğunu öğrenmesi üzerine annesini hemen satması ise biraz yapmacık. Gerçek hayatta bir çocuk böyle yapmaz. Önce bir afallar, bir kafası karışır. Annesi hakkında, "O benim annem değil. O Gülseren. Beni doğuran kadının adı Gülseren" demez. Yani bunları aklından geçirse de, iğneleyici bir biçimde dile dökmez. Bu da dizinin tutarsızlıklarından biri.

Ve... Klişeler saymakla bitmiyor! Gülseren'e ilk bölümde çalıştığı yerin sahibi, sonra arkadaşı taciz ediyor. Bu da klasik "güçsüz kadın erkeklerin tacizine uğrar" durumu...

Son söz... Diziyi izleyin... Bir şans verin... Yeni şeyler anlatmıyor, bildiğiniz bir hikaye... Ama yine de bağımlısı olacaksınız... Ve buna şaşıracaksınız...


22 Aralık 2014 Pazartesi

BU NASIL BİR TARZ?

 
Bu nasıl bir program? Reyting listelerinde birinci oluyor, haberlerden de dizilerden de daha çok izleniyor... Ama yine nasıl bir program ki, küçük bir hatayla canlı yayın skandalına imza atıyor! İşte karşınızda, "Bu Tarz Benim"in sosyolojik incelemesi.


Nasıl bir program ki... Hafta içi haber bültenlerinden bile daha yüksek reyting alıyor...

 
Nasıl bir program ki... Haftada yedi gün yeni bölümleri yayınlanıyor ve en çok izlenen dizileri bile sollayarak günün birincisi oluyor...
 
 
Nasıl bir program ki... En "oralı olmayan"ından en "entel"ine, en "akademisyen"inden en "delikanlı"sına dek tüm seyirciyi ekran başına kilitleyebiliyor... Yarışmacılardan biri elendiğinde İrfan Değirmenci üzülüp tweet atabiliyor...
 
 
Nasıl bir program ki... Hem günün birincisi olurken hem seyircilerden şikayet alıyor... RTÜK'ten ceza yiyor... Ve hala tahtından olmuyor...

 
Nasıl bir program ki... Acun Ilıcalı gözüne kestiriyor ve programı kendi kanalı olan TV8'e transfer ediyor...
 

 
Nasıl bir program ki... Ekrandaki yetenek ve skeç programlarında jürisinin taklidi yapılıyor...
 
 
 

Nasıl bir program ki... Sosyal medyayı sallıyor, caps dünyasını ele geçiriyor... "Nurella bakışı"nı literatüre, Özlem Özden'i hayatımıza sokuyor...
 
KARAKTERLER YARATILDI
 
Yarışmanın en ilginç karakterlerinden –karakter diyorum çünkü ortada sahiden de kamera arkasındaki ekip tarafından oluşturulmuş, yansıtılmak istenen bir karakter var– olan Özlem Özden (çok geveze olması, agresif tavırları ve ukalalığıyla tanınıyor) programın bir bölümünde bir damat adayıyla evlenmek üzere. Tabii bu bir mizansen. Mizansende programın jürisi, sunucusu ve diğer yarışmacıları damada “Özlem’le evleniyorsun, iyi düşün!” benzeri cümleler söyleyince damat da “Hata yaptığımın farkındayım ve terk ediyorum!” diyor. Özlem de "Kısmetim değilmiş!" diyerek teselli bulmaya çalışıyor. Sonra yarışmada Ayşegül ve Özlem karakterleri boy yüzünden kavga ediyor. Ayşegül karakteri sinirleri bozulunca ağlamaya başlıyor. Kim bilir karakterlerimize ne kadar para verdiler böyle atışmaları için! (Zaten onlar da rollerini çok iyi yapamadılar, arada kendilerini tutamayıp güldüler.)
 
CANLI YAYIN SKANDALI
 
Programın dün akşamki final bölümü ise sadece on dakika canlı yayınlandı ve bu durum sosyal medyada çok büyük tepki topladı. Çünkü programın finali banttan yayınlandı, sadece son on dakika canlıydı. Onda da sunucu Öykü Serter sürekli "Canlı yayındayız, ölümü gör yanlı yayındayız, ahan da saat 0.30, bak şimdi 0.36 oldu ehehi, canlı canlıyız ona göre, uyumayın ha" deyip durdu (Tabii tam olarak bunları söylemedi ama yakın şeyler söyledi). Ben esas o an işkillendim. Yani acaba bunu da mı banttan çekmişlerdi? Sürekli canlı olduğunun vurgulayarak buna inanmamızı mı istiyorlardı?
 
 
Ama şuradan canlı olduğunu anladık: Stüdyoda ne seyirci ne de jüri vardı. Nur Yerlitaş o sırada internette fotoğrafını paylaştı: Evinde kahvesini içiyordu. İnsanlar ona çok tepkilendi, çünkü onu stüdyoda sanıyorlardı! İyi de jürinin stüdyoda olmadığı belliydi zaten. Canlı yayında sadece sunucu ve dört yarışmacı, bir de kameramanlar vardı. Zaten sosyal medyada da herkes "Böyle bir canlı yayın görülmedi! Aile arası nişan gibi oldu! Daha da izlemem!" yorumlarında bulundu. Sahiden de canlı yayın heyecanı sıfırdı. Üç beş kişi kendi aralarında birinciyi belirlemiş gibi oldu. (İkizler birinci olunca Ayşegül'ün donuk bakışları daha da donuklaştı. Yerlitaş, "Onun bakışları beni de ürkütüyor" diye yazdı.)
 
Daha kaliteli programlar yapılsın artık... Ben bu programı izliyorum sanmayın sakın! Böyle bir program için dört saat harcar mıyım hiç? Ben internetten özet bilgileri aldım ve bu yazıyı yazdım sadece. Onun dışında tamamen kulak dolgunluğu, gazetede, internette yazılan şeylerden gördüklerim...
 
Evet... İşte böyle bir program "Bu Tarz Benim"... Ama artık daha kaliteli içerikleri hak etti bu seyirci. Birilerinin risk alarak yeni formatlar denemesine, daha taze adımlar atmasına gerçekten ihtiyaç var. Hem de tez zamanda!

20 Aralık 2014 Cumartesi

TAKİP!



Hepinize günaydın! Sevdiğiniz blog'un blogger'ını Facebook'ta ve Twitter'da takip ediyor musunuz bakalım? Eğer etmiyorsanız, hemen tıklayarak etmeye başlayın!

18 Aralık 2014 Perşembe

16 Aralık 2014 Salı

3 KIZ 1 ERKEK

 
Blogumun merakla okuduğunuz öykü dizisi Kadınsal Şeyler'de bu cumartesi sezon finali heyecanı var! Güzel kızlarımız Duru, Bal ve Eda birbirlerinin Savaş'la olan ilişkilerini öğreniyor. Yakışıklı Savaş kızlardan birini seçmek zorunda kalıyor. Ana karakterlerden birinin öleceği, sürprizlerle ve şok edici gelişmelerle dolu bu sezon finalini sakın kaçırmayın!

15 Aralık 2014 Pazartesi

TRABZON'DA MUTLAKA GİTTİĞİM 6 KAFE



Şimdi sizleri Trabzon'a götürüyorum... En sık gittiğim altı harika kafeye... Gerek menüleriyle gerek atmosferleriyle muhteşem mekanlar... Mitra, Time's Coffee, Soho Green’s, Vira, Edward’s Coffee, Chef Edward’s... Bu kafeleri Karaköy'dekilerden ayırt edemeyeceksiniz.

Mitra


Meydanın tam ortasındaki Mitra kafenin önünden geçerken, kendinizi kısa bir an için Fransa'da zannedebilirsiniz. Küçük bir yer olmasına rağmen ev sıcaklığındaki sevimli iç dekorasyonu ve kaldırıma dek uzanan masalarıyla Mitra, çay saati için de şehrin en uygun kafelerinden. Arka planda çalan müzikler de pek hoş. Açıldığı günden beri bu Avrupai atmosferini koruyan Mitra’nın müşteri profilinde de Trabzon'a gelen yabancı turistler çoğunlukta zaten. Güzel haberse kurabiyelerin, keklerin ve dondurmaların çoğunun ev yapımı olması. Yolunuz bu taraflara kış aylarında düşerse, nefis salepten de tatmanızı şiddetle öneririm. Ve son olarak, Mitra'nın tüm bu artılarına bir de fiyatlarının çok uygun olmasını ekleyeyim. Anlatırken bile çok özledim Mitra'yı! Trabzon'a gidince mutlaka ilk önce oraya uğrayacağım.
Yemek kalitesi: 8 Servis: 8 Atmosfer: 8
Time's Coffee




 


Time’s hem kafe hem restoran olarak hizmet sunuyor. İçeri girdiğimde dikkatimi ilk çeken şey, duvarlardaki çeşit çeşit saatler oldu. Yani adının hakkını veren bir mekan Time's. Ne var ki, saatler yalnızca dekorasyon olarak kalmış, çünkü hiçbiri çalışmıyor! Çalışsalar çok daha anlamlı ve güzel olurmuş. Pasta, kahve ve hellim peynirli salata kafenin en çok tercih edilen çeşitlerden. Fakat yiyeceklerin tadı her yerdekinden pek de farklı olmadığından, astronomik fiyatlar ilk bakışta biraz gereksiz kaçıyor. Ayrıca bir iş merkezinin terasına konuşlanmış olan Time’s kafenin manzarasının da öyle yemyeşil bir Trabzon olduğunu sakın ha sanmayın! Kafenin manzarası yüksek yüksek binalar arkasından göründüğü kadarıyla azıcık Boztepe… Ancak yine de Time’s, kendine özgü şık dekorasyonuyla müşteri kitlesini çoktan oluşturmayı ve -şimdilik- korumayı başardı.

Yemek kalitesi: 6 Servis: 4 Atmosfer: 7

Soho Green’s

Israrla araştırmama rağmen, Soho Green’s’in eşine benzerine başka yerde rastlayamadım! Her tarafını yemek istediğim iç dekorasyonu ilk başta belki de o büyük Marilyn Monroe tablosundan ötürü hoşuma gitti, ama hayır, buranın tasarımı gerçekten muhteşem! Trabzon’da sıcak mendil uygulamasını başlatan ilk kafe ve restoran olan Soho’da, ister içerideki koca koltuklarda yayılın isterseniz dışarıdaki masalara kurulun. Dürümleri ve pastaları Soho’nun güzellikleri. Öğle atıştırmasına da akşam yemeğine de gönül rahatlığıyla gidebilirsiniz. E ben de Trabzon'a gider gitmez Soho'ya gideceğim zaten!
Yemek kalitesi: 8 Servis: 7 Atmosfer: 10
Vira


Trabzon’un hem kafelerin çokluğu hem semtin nezihliği açısından Cihangir'i, Moda'sı, Erenköy'ü vb. diyebileceğimiz bir yeri varsa, orası da Beşirli’dir! Şehirdeki her kafe bir tarafta, Beşirli’de açılan kafeler diğer taraftadır. Son yıllarda, apartmanların altında peş peşe açılan kafeler Beşirli’yi tam bir cazibe merkezi haline getirdi. Ancak zirvede uzun süredir Vira var. Özellikle pizzaları, hamburgerleri ve ekleriyle bilinen Vira’dan çıktıktan sonra sahile geçerseniz, Karadeniz’in kıyıyı döven dalgalı sularına taş atabilirsiniz. Ama Vira son üç beş ayda Beşirli'deki müşterilerini yeni açılan başka kafelere kaptırdı mı kaptırmadı mı, işte bunları en yakın zamandaki Trabzon ziyaretime gidince öğreneceğim.
Yemek kalitesi: 8 Servis: 7 Atmosfer: 6
Edward’s Coffee

Meydandaki bir pasajın girişindeki tenis ve golf temalı küçük bir kafe Edward’s Coffee. Belki de bu nedenle bana İngiltere kırsalını ve hatta ekose deseni çağrıştırıyor tasarımı. Önceleri öğrencilerin -ben de dahil- ders aralarındaki uğrak yeri olan bu kafe, artık herkesin gittiği bir yer. Tost ve sandviç çeşitleriyle bilinen Edward’s Coffee’ye giderseniz, benim için mısır taneli Marmaris tostundan söyleyin! Yazarken bile o tosttan çekti canım. En iyisi gider gitmez ben kendime söyleyeyim!
Yemek kalitesi: 7 Servis: 7 Atmosfer: 8
Chef Edward’s

Yukarıdaki kafelerden çok daha sonra açılan Chef Edward’s, kafe tanımında çıtayı iyice yükseldi. Nostaljik tasarımı ve biri avlusunda diğeri içeride olmak üzere sergilediği iki eski otomobille adeta kalite kokan konsepti, astronomik fiyatlarla biraz gölgelenebilir, ama buraya bir restoran olarak da giderseniz asla pişman olmayacaksınız. Sınav başarımı bir de burada kutlamıştık. O nedenle Chef Edward's'taki her anım pek hoş, pek güzel. Akşam yemeği için tavsiye ederim.
Yemek kalitesi: 9 Servis: 8 Atmosfer: 10 
Bu dosyada sadece kafe tarzındaki mekanları ele aldım. Yani balık ve köfte yiyebileceğiniz restoranları tanıtmayı bir başka sefere bırakıyorum. Şehir en son bıraktığımda bu hoş kafelere sahipti. Önümüzdeki ay tekrar gideceğim ve bakalım o zaman nasıl bir Trabzon'la karşılaşacağım?

12 Aralık 2014 Cuma

YORUM KUTUSUNDAKİ YAZI STİLİNİ DEĞİŞTİRDİM!

Merhaba...

Yorumlardaki yazı karakterini yani tipografiyi nihayet değiştirmeyi başarabildim. Aslında nereden değiştirildiğini ta en başından beri biliyordum: Şablon ayarlarından. Ama o kısma girip değişiklik yapamıyordum çünkü her seferinde hata veriyordu. Bu işe fena halde canım sıkılıyordu. Az önce yine deneyeyim dedim ve çok tesadüfü bir şekilde oldu! Artık yorumlar çok daha kolay okunacak!

Sevgiler...

11 Aralık 2014 Perşembe

GOSSIP BLOGGER

 
Bir yıl daha geride kalıyor... Biraz blogger dedikodusu yapmaktan kimseye zarar gelmez. Hem de işin ucunda bir sürpriz var!

KENDİMLE İLGİLİ (KENARDA KÖŞEDE KALMIŞ) 17 BİLGİ DAHA


1-17
18-34

35. İstanbul'un kalabalığını pek sevmiyorum.
36. Ihlamuru çok severim. Tarçınlı salep de kış favorimdir.
37. Kahve insanı değil çay insanıyım.
38. Ama vanilyalı, köpüklü, aromalı kahveyi çok severim.
39. Sadece sert kahveyi sevmem.
40. Neyse, yine de genel olarak bir çay insanıyım.
41. Atıştırmalıkları çok severim.
42. Kurabiye, kek, kraker ve galetanın her çeşidine bayılırım.
43. Yemek olaylarını sevmeme rağmen zayıf biriyim.
44. Sanırım enerjim çok yüksek olduğu için şişmanlamıyorum ki bu bence iyi bir şey.
44. Sabah çok erken kalkarım.
45. Blog'uma girmeden bir gün geçiremem.
46. Her ay bir sürü dergi alırım.
47. Arabada midem bulanmadan dergi/kitap okuyabilirim.
48. Bisiklet sürmekten büyük keyif alırım.
49. Çizim ve çizgi roman yapıyorum.
50. Sizi seviyorum.

SİNEMADA İKİ FİLM

Son günlerde sinemada iki filme gittim. İlki, The Substance. Yani Cevher. Bence mutlaka görülmesi gereken, ama son derece rahatsız edici bir...