20 Şubat 2025 Perşembe

💻 ÇEVRİM İÇİ KİTAP KULÜBÜ DUYURUSU 💻

Sevgili arkadaşlar,

Olumsuz hava şartları (kar fırtınası) nedeniyle, bu cumartesi İstanbul'da yüz yüze gerçekleştirmeyi planladığımız kitap kulübüyle ilgili kararı hep beraber ortaklaşa alarak, buluşmamızı Zoom üzerinden çevrim içi olarak gerçekleştirmeye karar verdik. Tarih ve saatimizde hiçbir değişiklik yok: 22 Şubat Cumartesi günü saat 15'te bilgisayarlarımızın başında toplanıyoruz. 📚🧡

İlk kez çevrim içi toplanacağız ve buluşmaya çok az bir zaman kalmış olsa da, belki bu duyuruyu görüp farklı şehirlerden katılmak isteyenler olursa, şimdiden hoş geldiler. Böylece uzaktaki kitap kurtlarıyla da tanışıp paylaşımda bulunmuş olabiliriz. 😌🗨🫂

Buluşmamızda Toni Morrison'ın Katran Bebek'ini ve Wilhelm Jensen'ın Gradiva: Bir Pompei Düşü romanlarını konuşacağız. Katran Bebek ana kitabımız. Yan kitabımızsa, kısacık bir novella olan Gradiva. Daha önce Mert'in Kitap Kulübü'ne en az bir kez katıldıysanız veya kitap kulübü formunu doldurarak bizden e-posta ile geri dönüş aldıysanız formu tekrar doldurmanıza gerek yoktur, sadece katılmak istediğinizle ilgili iletişime geçmeniz yeterlidir. İlk kez katılacaksanız, sizi ve kitaplarla olan ilişkinizi daha iyi tanıyabilmemiz için kayıt formunu doldurmanız gerekmektedir. Sınırlı kontenjan bulunan kitap kulübümüz için biraz seçiciyiz, çünkü herkesin söz alıp konuşabileceği ve sosyalleşebileceği samimi bir ortam yaratmak istiyoruz. 😊

Zoom linki için yarın e-posta kutularınızı kontrol etmeyi unutmayın, görüşmek üzere! 📬

18 Şubat 2025 Salı

KİTAP VE KÜTÜPHANE...


"Kana bulanacak bir gündü ve güneş bile bunu biliyormuşçasına kıpkızıl doğmuştu."

Kütüphanede çalışan ve yazar olmayı delicesine arzulayan bir genç kız… Edebiyatla kafayı bozmuş bir doçent… Basılan kitabını yok etmek isteyen gizemli bir yazar… Ve onları bir araya getiren o kitap.


Hikayeden uzun, romandan kısa bir kitap okumak istiyorsanız, Benim Küçük Şaheserim'e ulaşabileceğiniz bazı internet siteleri:


https://www.kitapyurdu.com/kitap/benim-kucuk-saheserim/677014.html&manufacturer_id=184576


https://www.amazon.com.tr/Benim-K%C3%BC%C3%A7%C3%BCk-%C5%9Eaheserim-Mert-Ofluo%C4%9Flu/dp/9751421764


https://www.hepsiburada.com/benim-kucuk-saheserim-mert-ofluoglu-pm-HBC000061QD9K?magaza=Remzi%20Kitabevi


https://www.trendyol.com/pd/remzi-kitabevi/benim-kucuk-saheserim-p-811138753?boutiqueId=61&merchantId=653904&filterOverPriceListings=false

instagram.com/ofluoglumert

twitter.com/ofluoglumert

2 Şubat 2025 Pazar

BİTTİ BİTTİ BİTMEDİ

Saat 15.00. Evin içi hava alsın diye açtığım camı, içeri temiz hava yerine zehirli karbonmonoksit mi dolduruyorum diye huylanıp kapatarak bilgisayarımın başına, bu yazıyı yazmaya oturdum. Bir ay çöreği, birkaç fıstık yedim. Fıstığın içinde pestisit yoktur, değil mi? Umarım yoktur. Ama Türkiye'den Avrupa'ya ihraç edilen Antep fıstıklarında yüksek miktarda pestisit (yetmedi, bir de aflatoksin varmış; neyse bedavadan gıda kimyageri olduk hepimiz) bulunduğu için Türkiye'ye geri gönderilen ve burada bize satışa sunulan (görünüşe bakılırsa bizi insandan sayan yok) Antep fıstıklarını haberlerde daha yeni okuduk. Portakaldan, nardan, elmadan, mandalinadan nasıl olsa pestisite bağışıklık kazanmışızdır herhalde. Yiyin gari.

Maskeleri bu sefer de hava kirliliğinden dolayı takacağız gibi görünüyor. İstanbul'da bu hafta çarşambadan beri hava kirliliği uyarıları zaten yapılıyordu. Sis, pus ve hava kirliliğinin birbirine karıştırdığı günlerde, televizyonda pek görmesek de, internette "İstanbul'da karbonmonoksit patlaması başladı, uzmanlar uyardı!" haberlerine rastlayınca, Covid bittiğinden beri dolapta duran maske kutusunu tekrar piyasaya çıkardım. Açık havada fazla dolaşmamayı ve hatta evlerdeki camı pencereyi açmamayı öneren bu haberlere bakılırsa, iş yerlerinin evden çalışma vermesi gerekir ki sokağa çıkmayalım. Tabii böyle bir şey olduğu yok; dolayısıyla her gün İstanbul'un hava kirliliğinin içine atıyoruz kendimizi. Sahiden de gözle görülür bir kirlilik vardı cuma günü ve dün, ara ara da soba dumanı gibi apaçık duyulabilen kokular çektik ciğerlerimize. Ben de bazı yerlerde yürürken maskemi taktım, ne yapayım.

Dün, Üsküdar'dan Haliç vapuruna binerek son durak olan Eyüp'teki Artİstanbul Feshane'ye, Ahmet Güneştekin'in "Kayıp Alfabe" sergisini görmeye gittim. (Yılbaşından sonra HER ŞEYE gelen zammın elbette ulaşıma gelmesi de kaçınılmazdı. Gelecekte bir romancı olur da 2025 İstanbul'undaki günlük yaşamı arka fonuna alarak yazacağı roman için interneti kurcalarsa diye tarihe sosyoekonomik not: Haliç vapuru tam 45 lira olmuş, git gel 90 lira gitti. Geçen hafta gelen zamlardan sonra İstanbul'da toplu ulaşımda bir basış 20 liradan 27 liraya çıkmıştı. Öğrenciler içinse 13,18 lira. Bazı uzun mesafeli vapurlar ise görüldüğü üzere 45 lira. Ama indiğin iskeleye bağlı olarak iade alınabiliyor. Bu iade sistemi güzel bir şey. Bence otobüslerde de olmalı. Ben belki bir durak için bineceğim -ki ben binmem, yürürüm, ama belki binenler olacak?-, niye 50 durak gitmiş gibi 27 lira basayım ki?) Malum, havalar 17-18 derece olunca, Balat'a kadar filan vapurun üst katında oturdum. Ama sis nedeniyle Boğaz'ın hiçbir güzelliği görülemiyordu, her şey örtülmüştüBoğaz demişken, bugünlerde Remzi Kitabevi'nden daha yeni çıkan, dumanı üstünde Turan Akıncı kitabı "Boğaziçi: Saraylar, Sefaretler, Yalılar"ı okuyorum da, Boğaz'a bir başka gözle bakmaya başladım. İstanbul’da yaşayanlar olarak, yaşadığımız şehrin ne kadar farkındayız? Bir hengamenin içinde yuvarlanıp giderken, yaşadığımız şehrin köklü geçmişini ve tarihi mimarisini fark etmeye mecalimiz kalmıyor çoğu zaman. Fotoğraflarla zenginleştirilen, Boğaz'daki yalıları, Osmanlı'daki Boğaziçi köylerini, koruları, sarayları, yapıları anlatan kitapla eski İstanbul'da nostaljik bir gezintiye çıkmış gibi oldum. Havalar güzelleşince kitaptan belirlediğim yerlerde yürüyüşler yapacağım, kitap bende İstanbul'u adımlama düşüncesi uyandırdı. Meraklısına duyurulur diyeyim ve bu bahsi burada kapatayım. Neyse, sonra vapurun üst güvertesinde üşüyünce alt kata, kapalı alana indim. Eyüp iskelesinden beş dakika mesafede Feshane. Taş ve metal gibi malzemelerden yapılan, insanları düşünmeye sevk eden çeşitli eserlerin sergilendiği sergi ücretsiz. O nedenle de çok kalabalıktı. Ama gitmişken düşünmeden edemedim: İnsanlara sergi girişinde telefonlarınızı topluyoruz, çıkışta alacaksınız deseler, kaç kişi yine de o sergiye gider? Eserleri incelemekten çok, görevmiş gibi çabuk çabuk fotoğrafını çekip, hızla diğer esere doğru yol alıyor çünkü çoğunluk... Bu her sergi için böyle maalesef. Anı yaşamak yerine çekip paylaşmak, çağımızın hastalığı.

Bu arada havalar sıcak dedim ama, yarından itibaren hızla soğuyor ve çarşamba günü İstanbul'a kar geliyor diyorlar. Ah, biz bu lafları çok duyduk, dediğinizi duyar gibiyim, haklısınız. Bakalım İstanbul'a bu sefer beklenen kar yağacak mı? Neyse, birkaç gündür kapattığım kombimi bugün itibarıyla tekrardan açtım. Şu an için hava hala oldukça ılık ama.

Bir yandan da kitap kulübü kitaplarımı okuyorum. Daha detaylı olarak geçtiğimiz hafta şu yazımda duyurmuştum. Bir süredir buluşma düzenleyemediğim kitap kulübümde Şubat ayında Üsküdar'da toplanıyoruz. Okuyacağımız kitaplar, Afro-Amerikan edebiyatının en önemli yazarlarından Nobel ödüllü Toni Morrison'ın iki farklı sınıftan iki farklı siyahi karakter arasındaki ilişkiyi ele alan çarpıcı romanı Katran Bebek (Sel Yayıncılık) ve Wilhelm Jensen'ın Antik Çağ'dan kalma bir rölyefi saplantı haline getiren genç arkeoloğunun peşinden İtalya'ya uzanan ve psikanalitik bir incelemeye tabi tutulan (hem de Freud tarafından) ilk edebiyat yapıtı olan novellası Gradiva: Bir Pompei Düşü (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları). 22 Şubat cumartesi günü buluşacağız. İstanbul'da yaşayıp kitap kulübüne kayıt yaptırmak isteyenleriniz olursa, şu formu doldurabilirsiniz.

Bir sonraki yazıda görüşünceye dek, kendinize çok iyi bakın!

instagram.com/ofluoglumert

twitter.com/ofluoglumert

En son çıkan kitabımı incelemek için: https://www.remzi.com.tr/kitap/benim-kucuk-saheserim

27 Ocak 2025 Pazartesi

YÜZ YÜZE BULUŞMALI KİTAP KULÜBÜMÜN ŞUBAT AYI KİTAPLARI BELLİ OLDU!

Kim bilir? Belki de aynı kitabı okuyor, aynı sayfaya ayracımızı koyuyor, aynı karakterlere hayran oluyoruz ve aynı olay örgüsü karşısında ağzımız açık kalıyor. Tüm bunları yaparken birbirimizden ayrı olmamıza gerek yok. İşte tam da bu ilhamla oluşturduğum ve ilk kitap toplantısını 2023’te yaptığımız Mert’in Kitap Kulübü’nün blog'umda da şöyle detaylı bir duyurusu olmasın mı dedim ve şubat ayının buluşmasına hazırlanırken, henüz kulüpten haberi olmayanlarınız da haberdar olsun diye bu paylaşımı yapayım istedim.

Mert’in Kitap Kulübü, sizi kitapların büyülü dünyasında aynı okuma zevkini paylaştığınız yeni insanlarla tanışıp sosyalleşmeye ve toplantının kitabı hakkında çay sohbeti eşliğinde tartışmalar yapmaya davet ediyor. Evet, İstanbul’da buluşup kitaplar hakkında yüz yüze konuşuyoruz, çünkü masa etrafında birbirimizi görerek yaptığımız o gerçek, sahici paylaşımların verdiği his gibisi yok.

Şubat ayı buluşmamızın ana kitabı olarak belirlediğim kitap, Afro-Amerikan edebiyatının en önemli yazarlarından Nobel ödüllü Toni Morrison'ın iki farklı sınıftan iki farklı siyahi karakter arasındaki ilişkiyi ele alan çarpıcı romanı Katran Bebek; yan kitapsa, Wilhelm Jensen'ın Antik Çağ'dan kalma bir rölyefi saplantı haline getiren genç arkeoloğunun peşinden İtalya'ya uzanan ve psikanalitik bir incelemeye tabi tutulan (hem de Freud tarafından) ilk edebiyat yapıtı olan novellası Gradiva: Bir Pompei Düşü. Sel Yayıncılık ve Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları kitapları. Buluşmaya iki kitabı da okuyarak gelmeniz bekleniyor ancak kitaplardan en az birini okuyarak katılmanız zorunludur. 

Buluşmamızı, 22 Şubat cumartesi günü saat 15'te Üsküdar/Bağlarbaşı'nda bir kitabevi-kafede gerçekleştireceğiz. Detaylı adresi katılımcılara iletiyor olacağız. İstanbul kitap kulüpleri arayanlara duyurulur!

Kulübün sistematik bir buluşma takvimi bulunmuyor. Buluşmaları daha ziyade, okuyup diğer bibliyofil insanlarla birlikte masaya yatırmak ve üstünde derinlemesine konuşmak için beni dürten kitaplar oldukça organize ediyorum (ayrıca bunda mekân ayarlamak gibi bana küçük çaplı stres yaşatan organizasyonel sıkıntıların da payı var ama oralara şimdi hiç girmeyelim).

Eğer siz de katılmak isterseniz, şubat ayının kulüp kitabı duyurusunu yaptığım instagram.com/mertinkitapkulubu'nden bekleniyorsunuz. Kayıt için kayıt formunu doldurmanız gereklidir ve herkesin konuşabileceği samimi bir ortam için katılım kontenjanla sınırlıdır.

Görüşmek üzere! 

instagram.com/ofluoglumert

twitter.com/ofluoglumert

En son çıkan kitabımı incelemek için: https://www.remzi.com.tr/kitap/benim-kucuk-saheserim

8 Ocak 2025 Çarşamba

Sinemaya gitmeyi sevmek ve Nicole Kidman'ın yeni filmi Babygirl üzerine

Haftanın tam ortasından merhabalar efendim.

Pek çok insan için anlamını kaybetmiş ve gereksizleşmiş olsa da sinemaya gitmek benim için hala geçerli bir hafta sonu aktivitesi. Evde kendi başıma film izlemekte başarılı olamıyorum; telefonum çalıyor, mesajlar üst üste geliyor veya aklıma bir şey geliyor, dur şunu da yapayım öyle devam ederim vb. derken dikkatim dağılıyor, bölünüyorum, filmi üç parça halinde ancak bitirebiliyorum. Oysa sinemada ışıklar kapanıyor ve filmi izlemeye mecbur bırakılıyorum. E bir de sinemaya tek dahi gitsen, diğer insanlarla birlikte kolektif olarak izlemenin ve ortak paylaşımda bulunmanın, yani ambiyansın verdiği keyif var. O nedenle, özellikle de beyaz perdede izlemek istediğim filmler olunca (paraya kıyıp) sinemaya gitmeye devam ediyorum.

Nicole Kidman ve Harris Dickinson’ın başrolleri paylaştığı, Antonio Banderas’ın da Kidman’ın kocası kontenjanından kadroda yer aldığı “Babygirl” ise sinemada gitmeye değecek bir film miydi, emin değilim (yine de izleyip merakımı giderdiğim için memnunum). Halina Reijn adlı bir yönetmen ve senarist tarafından oluşturulan hikaye "erotic thriller film" olarak geçiyor; yani erotik gerilim (ama laf aramızda bu iki kategorinin de pek hakkını veremiyor). Orta yaşlı bir CEO’nun (Nicole) kendinden yaşça küçük genç stajyeriyle (Harris) ateşli bir ilişki yaşamaya başladığı film, “Bu yıl canın ne isterse senin olacak” sloganıyla izleyiciye ilk kancayı atıyor. Tabii burada kastedilen para, sağlık, mutluluk, hatta aşk bile değil; çok daha tehlikeli anlamda cinsel bir manası var bu “canın ne isterse” sözünün. Filmin reklam ve pazarlama kampanyası gayet iyi de, ya kendisi?

Öncelikle, en iyi ve merak uyandıran sahneler zaten fragmanlara koyulmuş ve bütününü izlediğinizde filmin size fragmanlardakinden başka bir şey vermediğini anlıyorsunuz. Sanki zaten çoktan izlemiş olduğunuz bir film gibi, sadece bitmesini bekliyorsunuz. Oyunculuklar iyi evet ama senaryo o kadar kötü ki, iyi oyunculukların da bir anlamı kalmıyor. Bu konu çok daha iyi bir hikaye ve senaryoyla ele alınabilirmiş. Oyuncular oynamayı nasıl kabul etmiş? Herhalde Nicole’a, Antonio var demişler. Antonio’ya da, bak Nicole ile oynayacaksın demişler. Harris zaten genç kuşağın en iyi oyuncularından. Uzun lafın kısası “Babygirl” kötü senaryosuyla klişelerden öteye gidemeyen bir film olarak, benden ancak 5.5/10 puan alabiliyor.

Film yurt dışında 2024 sonunda vizyona girdi ama ülkemizdeki vizyon tarihi 24 Ocak 2025. Bense geçtiğimiz cumartesi günü, “11! Festivali” diye ilk kez düzenlenen bir festival kapsamında, Kadıköy Sineması’nda izledim. Buzzzzzzzzz gibi bir gündü (oysa bu hafta hava 16 derece; al sana iklim krizinin bir etkisi daha; bir gün 8 derece olup ertesi gün 16 derece olan gün döngüleri) ve filmin hemen öncesinde 125 liraya (ekonomik tarihe not düşülsün) bir salep içmiştim. Sanırım hem ön gösterim olduğu hem de filmin konusu ve oyuncuları itibarıyla salon tıklım tıklım doluydu (fuaye alanı da dolup taşmıştı, kadınlar tuvaletin önünde kuyruk olmuştu ve öyle ki erkekler tuvaletindeki kabinden bile gözümün önünde bir kadın çıktı), uzun zamandır bu kadar dolu bir salonda film izlememiştim. Altunizade'deki Capitol AVM'nin sineması Spectrum Cineplex'te gittiğimiz filmlerde salonda genelde sadece ben ve Bennu abla oluruz. Dolayısıyla söylemeden geçemeyeceğim: Sinemada gösterilse kimsenin izlemeyeceği filmler “festival” kapsamında sunulunca insanlara cazip mi geliyor ne? 

instagram.com/ofluoglumert

twitter.com/ofluoglumert

En son çıkan kitabımı incelemek için: https://www.remzi.com.tr/kitap/benim-kucuk-saheserim

3 Ocak 2025 Cuma

2025'in ilk yazısından ve iklim krizinden herkese merhaba!

Merhaba!

Göz açıp kapayıncaya dek bitirdiğimiz 2024 artık tarihin tozlu sayfalarındaki yerini aldı ve 2025 yılı başladı. Şurası kesin ki bu yıl da hemencecik bitiverecek ve bir de bakacağız ki 2026'ya geri sayım yapıyoruz. Bari hem kişisel hayatlarımızda hem ülke olarak hem de dünyaca iyi şeyler yaşasak bu yıl...

Yeni yılın daha ilk günlerinden kimsenin içini karartmak istemem ancak (şirketin son anda zorunlu olarak verdiği iki günlük yılbaşı tatili sebebiyle bir son dakika uçak bileti alarak gittiğim memleketim) Trabzon'dan İstanbul'a dönerken uçakta cam kenarında oturdum ve Karadeniz'in en yüksek dağlarının, en ulaşılmaz zirvelerinin bile kupkuru oluşunu yolculuk boyunca endişeyle izledim.

On yıl öncesine dek bu mevsimde uçaktan baktığımda aşağıda bembeyaz bir manzara görürdüm, şimdiyse her yer kurak bir kahverengi; dağlarda karın çok az olması ve hatta hiç olmaması iklim krizine dair en çarpıcı tablo değilse ne? (Kitap kulübümün blog gibi kullanmaya başladığım instagram sayfasında videosunu paylaştım.)

Gezegenimizin, ülkemizin günden güne giderek kuraklaşıyor olması karşısında hepimiz elimizden geldiğince bir şeyler yapmalıyız. Mesela bence işe, belki dolaylı da olsa çevreyi korumak adına, her gün olmazsa olmazımızmış gibi şu zincir kahvecilere giderek plastik bardak çöp dağlarının üretilmesine neden olmayı ve gerekli gereksiz her şeyi adresimize sipariş vererek kargo paketi ve ambalaj çöpleri üretmeyi azaltarak başlayabiliriz. Yanımızda sürekli aynı poşeti ya da bez çantayı taşıyarak her alışverişte lüzumsuzca poşet almaya son verebiliriz. Düşününce, yapabileceğimiz küçük ama etkili çok şey var aslında. Yeter ki yaşadığımız bu gezegeni bencilce tüketmeyelim. Onu umursayalım. Çünkü evimizi umursamalıyız.

Herkese mutlu bir yıl dilerim...

Mert'in ek notu: 2024'le ilgili hepimizi üzen bir ayrılık hakkında yazmadan olmaz... Sibirya’da üreyen ve Akdeniz çevresinde kışlayan ince gagalı kervançulluğu, nesli tükenen kuş olarak resmen kabul edilerek tarihe geçti. En son 1995 yılında Fas’ta gözlemlenerek “nesli kritik” (CR) kategorisine alınan türün uzun zamandır görülmemiş olması sebebiyle statüsü “soyu tükenmiş” (EX) olarak güncellendi. İnce gagalı kervançulluğu, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Batı Palearktik bölgesinin ana karasında bulunan türlerden soyu tükenmiş kategorisine alınan ilk tür oldu. İklim krizinin ciddiyeti ve canlıların doğal habitatlarının korunması gerektiğine dair sadece bu tür kaybına bakarak bile çıkarmamız gereken çok önemli dersler var.


Bu arada, Benim Küçük Şaheserim'e Trabzon'da D&R raflarında bu şekilde rastladım. Trabzonlu bir yazar olarak kitabımı kendi memleketimde böyle görmek sevindirdi. Genelde rafların arasında oluyor, kimsenin de kitaptan haberi olmuyor (hatta her kitapçıda bulunamıyor bile). En iyisi Remzi Kitabevi mağazalarından veya Trendyol, Hepsiburada, Amazon gibi sitelerden edinmek. Her kitabın okuyucusuyla buluşması dileğiyle...

instagram.com/ofluoglumert

twitter.com/ofluoglumert

En son çıkan kitabımı incelemek için: https://www.remzi.com.tr/kitap/benim-kucuk-saheserim

💻 ÇEVRİM İÇİ KİTAP KULÜBÜ DUYURUSU 💻

Sevgili arkadaşlar, Olumsuz hava şartları (kar fırtınası) nedeniyle, bu cumartesi İstanbul'da yüz yüze gerçekleştirmeyi planladığımız ki...