47. SİYAD Ödülleri dün akşam sahiplerini buldu... Ben de ekran başına kilitlendim tabii!
Ama önce şunu sorayım size: Okulun radyosunda program yapsam dinler misiniz? Formatı TV dizileri olarak düşündüm. Tek mi yapsam biriyle mi yapsam bu konuda da fikirlere açığım. Siz dinlemezseniz yapmam, ama dinlerseniz yapmayı planlıyorum.
Şimdi gelelim SİYAD'dan taze haberlere...
Özge Özberk
Bu tip törenlerin genellikle şaşmaz bir sunucusu vardır: Ceyda Düvenci! Her seferinde başarılı sunumlar gerçekleştirdiği için bu görev hep ona verilir, bazen sahneye çıkıp ödül alacak olan kişilerin konuşmalarına çok fazla müdahale etse de genelde o tercih edilir. Çok şükür ki 47. SİYAD'ı o sunmadı. Sunucu Özge Özberk idi. Omuz başlarıyla dikkat çeken iddialı kırmızı bir elbise giymişti. Bu onun (sanırım) ilk sunuculuk deneyimi olmasına rağmen, hiç fena değildi. Ceyda Düvenci'den sonra biraz sessiz kaldı, öyle her şeye yorum yapmadı gerçi ama hiç hata da yapmadı. Ta ki son ana kadar... "48. SİYAD'da görüşürüz" diyecekken yanlışlıkla "46. SİYAD'da görüşürüz" dedi, sonra sahneye geri dönüp "48 48" dedi. O da heyecanlanmıştı bu hatasına, ama önemli değildi. Alkışlar arasında kayboldu bu hata. Bu performansından sonra Özge Özberk bu tip organizasyonlarda karşımıza daha sık çıkabilir.
Nebahat Çehre
Nebahat Çehre'nin, yani Firdevs Hanım'ın elbisesi de saçları da hayli iddialıydı! Saçının dalgasıyla elbisesinin fiyongu iyi bir uyum içindeydi. Çehre, törenden önceki kırmızı halı röportajı sırasında, "Artık salon kadını rollerinde olmaktan sıkıldım" dedi. Ama bizim yapımcılar risk almayı sevmiyor, ne yazık ki...
Gonca Vuslateri vs Cem Yılmaz
Gecede Vasfiye Teyze'miz, şimdilerde Gönül İşleri'nin Kader'i Gonca Vuslateri de Atilla Özdemiroğlu'na ödül verdi. Ama böylesine yaşlı ve ünlü bir müzisyene gencecik/toy Vuslateri'nin ödül vermesi, üstüne bir de onunla "sen" diye konuşmaya başlaması soru işaretleri oluşturdu. Sonra anlaşıldı ki ikisi aynı zamanda yakın arkadaşlar. Ama Vuslateri heyecandan ne dediğini bilmeden konuştu. Cümlelerini toparlayamaması bir yana, sahnenin ciddiyetinin de pek farkında değildi sanki. Ödül vermeye doğru "sen" dediği Özdemiroğlu'na nihayet "siz" demeye başladı ve "Deminden beri konuşma ilerlerken... sizin ensenize bakıyorum... ve... ... sana mesaj attığımı biliyorum... Atilla lütfen ben çok zengin bir oyuncu olmadan ölme, lütfen bunu gör..." dedi. Buradan sonra ağlayarak devam etti konuşmasına, sarıldılar, seyircilerden alkışlayanlar oldu. Ama pek toparlayamadı Vuslateri. Özdemiroğlu tüm beyefendiliğiyle karşıladı bu cümlelerini. Zaten az sonra Cem Yılmaz da Vuslateri'yi diline dolayacaktı!
Yavuz Turgul'a ödül vermek üzere sahneye çıkan Cem Yılmaz, Gonca Vuslateri'nin adını pek çok kez ağzına aldı. Bunlardan en dikkat çekeni, "Deminden beri orada oturuyorum... Atilla abinin ensesini gördüm... ve hatırladım dedim Atilla abi ben bir gün zengin olursam dedim... oldum!" kısmıydı. Hem salondaki hem de biz ekranları başındaki seyircileri gülmekten kırdı geçirdi.
Zerrin Tekindor
Kırmızı halı röportajı sırasında, "Ben ödül beklemiyorum. Arkadaşlarımı alkışlamaya geldim," diyerek mütevazı ve samimi kişiliğiyle gönülleri fethetti Matmazel Zerrin Tekindor. Alkış! Bu arada "Kim Korkar Hain Kurttan" adlı oyununa gidiyorum Tekindor'un, mutlaka yazarım seyrettikten sonra...
Ayrıca kırmızı halı bizde niçin röportajdan ibaret? Kim ne giymiş diye bir kırmızı halımız yok bizim... Ekranlarda dört tane tarz/moda yarışması varken, tam anlamıyla bir kırmızı halı yapılmaması neden diye soruyor deli kafam...
En İyi Film: Kış Uykusu
En İyi Yönetim: Nuri Bilge Ceylan – Kış Uykusu
Mahmut Tali Öngören En İyi Senaryo: Deniz Akçay – Köksüz
Cahide Sonku En İyi Kadın Oyuncu: Melisa Sözen – Kış Uykusu
En İyi Erkek Oyuncu: Haluk Bilginer – Kış Uykusu
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Lale Başar – Köksüz
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Ayberk Pekcan – Kış Uykusu
En İyi Müzik: Kenan Doğulu – Unutursam Fısılda
En İyi Görüntü Yönetimi: Gökhan Tiryaki – Kış Uykusu
En İyi Kurgu: Yorgos Mavropsaridis – Sivas
En İyi Sanat Yönetimi: Soydan Kuş - Unutursam Fısılda
Ben O Değilim, Kusursuzlar ve Pek Yakında ise hiçbir ödül kazanamadı. Ben O Değilim tam dört dalda adaydı ve en az ikisini kucaklaması gerekiyordu, çünkü gerçekten başarılı bir filmdi. Kusursuzlar ise bugüne dek izlediğim en iyi Türk filmlerinden biriydi, iki kız kardeş arasındaki gerilimli psikolojik ilişkiyi inanılmaz bir dille anlatıyordu, ama o da ne yazık ki törenden eli boş döndü. Cem Yılmaz'ın Pek Yakında'sı ise sadece iki dalda adaydı, ikisini de kazanamadı. Zaten ödüller genelde Kış Uykusu'na gitti. En iyi yönetim, en iyi kadın oyuncu, en iyi erkek oyuncu... Hepsini sildi süpürdü. O değil de en iyi yönetmen ne zaman en iyi yönetim oldu? İsimler hangi ara değişti? Kış Uykusu'nda ödül kazanan Haluk Bilginer ise törende yoktu. Hatta ödül kazananların çoğu ödüllerini kendileri almadı, bir başkası aldı. Böyle saçma sapan şeyler de oldu yani... Ödül töreninde Beren Saat tüm güler yüzlülüğüyle Kenan Doğulu'nun yanındaydı, ama onun dışında magazinsel bir isim yoktu. Tam bir sanat gecesiydi yani.
HANGİ ÜNLÜ NE DEMİŞ?
İlker Kaleli,
Elele’nin Şubat sayısına verdiği röportajda şöyle demiş: “Küçüklüğümüzden beri
en iyi iş, en iyi eş ve en iyi hayat isteğiyle şişirildiğimiz için, ister istemez
evlilik de varılacak bir hedef, önceki her şey de onun provası gibi görünüyor
göze.” Katılmamak mümkün mü? “Sistemin en büyülü vaadi evlilikmiş gibi
algılanıyor” diye devam ediyor sözlerine. Boşanmış bir anne babanın çocuğu
olduğu için böyle düşündüğünü de ekliyor, ama yine de haklı tarafları var
sözlerinin. Herkes evlenmek zorunda mı kardeşim? Hayatımızı “ileride” evlenecek
olmaya göre mi yaşayacağız, planlayacağız? Bekarlık sultanlıktır! Oh be!
Selma Ergeç de aynı
derginin aynı sayısında "Kaptan Picard yüzünden earl grey içtim, çünkü ondan
içiyordu ve ben o zaman on üç yaşındaydım, adamsa elli beş,” itirafında
bulunuyor. “Üstelik siyah çayla pek aram yok. Tam hedef kitleyim yani. O içiyor
mu, ben de içeceğim… Tadı kötü mü, olsun ver sen…" Çok güldüm valla bu
sözlerine. Esprili, samimi açıklamalar olmuş. Aynı zamanda “Para yoksa kötüyüm,
paranın olmasını tercih ediyorum,” diyecek kadar da açık sözlü kendisi.
Caner Özyurtlu
"İstanbul’da yaşamak istemediğime kesin olarak karar verdim," demiş. “Düzenimi
değiştirmenin yollarını arıyorum şu sıralar.” Bakın! Demek ki İstanbul’da
yaşamak istemeyen tek genç ben değilmişim! Özyurtlu 29 yaşında ve o da
İstanbul’un çilesinden bıkmış… Zaten şarkıda da demiyor mu “Deli miyiz biz? Ne
işimiz var bu şehirde? Zaten faydası yok kimsenin birbirine…” diye. E doğru
valla! Bu şehirde gez, toz, alışverişini
yap, ama yaşama. Böyle düşünen çok genç, çok insan var. Herkes İstanbul
için ayılıp bayılmıyor yani. İstanbul dediğin ne ki zaten? Penceresinden bina
manzarası görünen şehir. (Arada bir de hafta sonu Boğaz'ı moğazı görürsen ne mutlu!) Trafik, hava
kirliliği, insan kirliliği… İş olanakları da burada tabii… Sevgi-nefret
ilişkisi anlayacağınız… Biraz da çıkar… Ah İstanbul… Bakalım ileriki yıllarımda
da baş köşede sen mi varsın?
Burçin Terzioğlu da yine
Elele’nin bu sefer mart sayısında “Aynı bedenin altında dört mevsim geçti
ruhumdan” gibi bir açıklamada bulunarak klişeler
dünyasına adını altın harflerle yazdırıyor! Ünlü kadınlarımız bu tip açıklamaları
yapar ya hep… “Bir bedende on kadınım” falan derler… Hadi bir bedende iki kadın
olsa tamam da on kadının ne işi var orada yahu? Kişilik bölünmesi mi
yaşıyorsunuz nedir? Doğru toplu psikolog tedavisine!
Cenk Akyol (kimdi o
diyenlere: basketbolcu, siz demediyseniz ben dedim başta kimdi o ya)’a da kadın
olmak ister miydiniz diye sormuşlar, “Kesinlikle hayır!” demiş. “O zaman eşim
Naz’ı benimle evlenmesi için kandıramayabilirdim.” Yorumsuz.
Sercan Badur “Şu ara
Merkür ve Satürn’ün astrolojik etkilerinden aşk gezegenime pek fırsat kalmıyor
açıkçası,” demiş aşk sorusuna. Kafa
mı bulmuş yoksa ciddi miymiş ben anlamadım… Ama çok samimi açıklamalar yapmış,
bravo!
Yağmur
Tanrısevsin de “Oyunculukta kendimi buldum” demiş. Oyuncular başka bir şey dese şaşıracağız artık!
Bahar Kongel (yok, oyuncu falan değil, modayla ilgili biri), Elle Decoration'da "Dekorasyonda herhangi bir destek almadık çünkü ben evi bir iç mimara dekore
ettirme fikrine hiçbir zaman sıcak bakmadım. Dünyamı başka bir insanın yaratması
mantıklı gelmiyor bana. Kendi dünyamı ancak kendim yaratabilirim." demiş. Ne güzel
söylemiş, değil mi! İşin en eğlenceli kısmını, üstüne bir de tonla para
ödeyerek başka birine emanet etmek bence de çok saçma ve suni.
Şükrü Özyıldız, ki gideceğim "Kim Korkar Hain Kurttan"da o da oynuyor, Adam in Town'da "En mutlu olduğum yer evim. Evimi istediğimde sinema salonuna çeviriyorum. İstediğimde kulübe. Ne zaman dışarı çıksam kameralar bir şeyler oluyor. Magazinsel biri olmamama rağmen öyle gibi gözükmek istemiyorum," demiş.