11 Mart 2017 Cumartesi

BENİ İSVEÇ'E GETİREN ŞEYİ YAPTIM! EN AZINDAN BİRİNİ...


Hani taaaa 23 Kasım'da şu yazıyı yazmıştım ya, ikinci dönem İsveç yolcusuyum, peki İsveç'te ne işim var diye anlatmıştım sizlere... Ve cevabı daha yazının başında yapıştırmıştım: Ne işim yok ki! İşte o sebeplerden ilki Millennium Üçlemesi'ydi. 


Türkçe'sini bin kez okudum, yetmedi (Ejderha Dövmeli Kız). İngilizce'sini okudum, o da kesmedi (The Girl With Dragon Tatoo). Dedim madem bu kitap beni İsveç'e getiren sebeplerden biri, o zaman sırada İsveççe'si var (Män Som Hatar Kvinnor)! 


Dili yavaştan öğrendiğim ve kitabı zaten ezbere bildiğim için keyifle okuyorum -tasarım harikası yeni ayracımı nihayet kullanabildiğim için de çok mutluyum. 


KRUVASAN SİMİT, SMÖRGAS SANDVİÇ OLARAK ÇEVRİLİRSE...

Bir kitabı orijinal dilinde okumak gibisi var mı? En çok bizim Mikael'in Susanne'ın kafesinde yediği şeylerin (bak aklım gene yemekte) İsveççe adlarını merak ediyordum, sırf bunun için bile aldığıma değdi. Örneğin bizim Türkçe kitapta "sandviç" olarak çevirilen şey aslında "smörgås", yani "açık sandviç" olarak çevrilebilir. (Gerçi Bates Motel'in 5. sezon ilk bölümünde kruvasanı alt yazıda simit olarak çevirmelerinden sonra, siyahı beyaz diye de çevirseler kabulüm artık). Ayrıca Mikael kafeye gittiğinde sık sık "bröd" yani ekmek yiyor. 


Ki bu, bizim anlamakta biraz zorlanacağımız bir şey. Hazır yeri gelmişken içimi dökeyim, bakın nasıl kültür farkı var arada... 


KOCA KOCA ADAMLAR, HEYKEL GİBİ KIZLAR EVDEN EKMEK GETİRİP YİYOR! 

Arkadaşlar, dışarıda bir yere gittiğimizde en pahalı, en lüks şeyleri yeme arzusu bir tek bizde var! Ya da bir tek bizde yoksa bile, İsveçlilerde böyle bir şey asla yok! Mesela okuldaki İsveçliler yemeklerini sürekli evlerinden getiriyor. Getirdikleri yemeğe de yemek demeyiz biz, birkaç ekmek dilimi, bazen soğuk makarna, salata falan. Yani koca koca adamlar, heykel gibi kızlar çantalarından plastik kutularını çıkarıp öğle yemeği olarak evden getirdikleri ekmeği yiyorlar! Bizim okullarda biri böyle yapsa (hayal bile edemiyorum) arkadaşları ya "Ay şu görgüsüze bak, yemek diye ekmek getirmiş evden" der ya da "Ay canım, herhalde parası yok kuru kuru ekmek yiyor"... (Hoş sadece ekmekle nasıl doyuyorlar anlamıyorum ama, buraların ekmeği bizdekiler gibi undan ibaret değil, baya lezzetli, kek gibi ekmekler var.) 


Ama ah ah, bizim insanımız kesinlikle bir başka ya! Birbirimizi hiç tanımasak bile bir anda kaynaşıverir, kırk yıllık dost gibi halimizi hatrımızı sorarız biz birbirimize... Buralarda da o durum pek yok işte (ama sokakta yürürken sana karşı da sürekli güleryüzlüler, bizdeki gibi az sonra dövecekmişçesine bakmıyorlar sana). Bak konu nereden nereye geldi.


Böyleyken böyle.


Beni sosyal medyadan takip etmeyi unutmayın:




5 yorum:

  1. Hahaha! az sonra dövecek gibi bakanların ülkesine geri döneceksin sen değil mi? :DDD

    YanıtlaSil
  2. he he pek hoş anlatmışsın :)

    YanıtlaSil
  3. Çok sevdim bu yazıyı eline sağlık:) sevgiler

    YanıtlaSil
  4. ayraç süper
    yemek meselesine değindiğin için saol
    bizim de örfümüz aslında ama şaşa ve gösteriş için terk ettik malesef :(

    YanıtlaSil
  5. Ayraç çok güzel. Ve kitabı kendi dilinden okumak? Çok güzel bir deneyim olmalı. 😊

    YanıtlaSil

Gmail hesabı olmayanlar, anonim seçeneği ile yorum yapabilir... Yorumlarınız için çok teşekkür ederim!

KİTAP ALINTISI

Yeni romanım Benim Küçük Şaheserim'den bir alıntı:  "Kitaplar onun ecza dolabıydı. Hastalanırsa -ruhu hastalanırsa- hangi kitabı aç...