İlk 3 bölümü okumak için tıklayın!
Bölüm şarkısı: Ane Brun - Black Notebook
ATLAS. UZAY. VE şu kötü adam Necati. Nasıl olmuştu da hepsi aynı karenin içinde buluşmuş, donup kalmışlardı? Irmak sakinliğini korumaya; Atlas, Uzay ve Necati ondan bir cevap beklercesine dururken, üçüne birden söyleyebileceği en uygun şeyi düşünmeye çalıştı. Sonra Necati'ye yarım gözle bakarak, "Sanırım yanlış gelmişim, teşekkürler," dedi ve Uzay'ı bile beklemeden arabaya doğru yürümeye başladı. Uzay da Necati ve Atlas'a hızla baktıktan sonra hemen peşinden gitti. Araba çalıştığında, Irmak dikiz aynasında gittikçe küçülerek geride kalan Atlas Siyah'tan gözlerini bir an olsun ayırmadı.
Hava çoktan kararmıştı... Irmak, Uzay'ı onu yurda bırakmayıp merkezi bir yerde indirmesi ve annesi merak etmeden önce eve dönmesi konusunda ikna etti. Birbirlerine veda ederlerken Uzay, "O adamla uzun uzun ne konuştunuz?" diye sordu.
"Ona yolu sordum..." dedi, Atlas konusundan Uzay'a bahsetmeyi bir an bile düşünmemiş olan Irmak. "Ama tuhaf biriydi. Boş ver, geri döndük işte."
Yurda gidip odasına çıktığında kendini hemen yatağın üstüne attı. Çok yorgun ve şaşkındı. Atlas'ın ona nasıl baktığı hiç aklından çıkmıyordu. Demek beni takip ettin? Söylediklerimin hiçbirine inanmadın ve kendi gözlerinle görmek için beni takip ettin, öyle mi? Of... Irmak çok, çok utanıyordu. Ama gördükleri, Atlas'ın kitapta yazdıklarını ve söylediklerini doğruluyordu. Demek Atlas gerçekten de, Necati'nin yanında çalışıyordu. Çünkü onun kız kardeşinin ölümüne sebep olmuştu. Bu... onu bir katil yapar mıydı? Elbette, yapardı. Ama bir açıklaması mutlaka olmalıydı. Irmak bu hikayeyle ilgili bilmesi gereken çok fazla detay olduğunu hissediyordu. Hiçbir şey bilmeden Atlas'ı öylece yargılayamazdı.
Yatağına uzanıp Atlas Kitabı'nı eline aldı ve baştan sona bir kez daha okudu. Üç kupa dolusu tarçınlı siyah çay içip tam buğday unundan yapıldığı söylenen (en azından paketin üstünde öyle yazıyordu) zencefilli, karanfilli bisküviden yerken hep Atlas'ı düşündü. Tam yatmaya hazırlanırken telefonu çaldı, arayan annesiydi, açmadı. Babası son zamanlarda hiç aramamıştı. Üstelik hatırladığı kadarıyla araları gayet iyiydi, baba-kız telefon konuşmaları düzenlerini bozacak bir şey olmamıştı.
Annesinin telefonunu açmadı ama sonunda dayanamayıp, ona mesaj attı: "Anne tamam. O akşam yemeğe kalmadığım için kusura bakma ama artık bu konuyu uzatmayalım, olur mu?"
Annesinden bir dakika içinde cevap geldi: "Irmak, ben senin annenim. Her ne olursa olsun benimle konuşabileceğini biliyorsun. Eğer hayatında yolunda gitmeyen bir şeyler varsa, seni dinlerim."
Bu çok garipti. Annesi bir anda neden onun hayatında yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu düşünmeye başlamıştı? Acaba bir şeyler mi biliyordu? Hayır, bu çok saçmaydı. Muhtemelen Uzay ona buluştuklarından bahsetmişti ve annesi de bu yüzden aramıştı. Ama sözleri Irmak'a çok yapmacık gelmişti. Evet, biriyle dertleşmeye hiç olmadığı kadar çok ihtiyacı vardı ama annesi daha konuşmalarının ikinci dakikasında yine bencilleşecek, yine öne geçecek, hatanın yine onda olduğunu söyleyecekti. Boş verdi ve ışığı kapatıp yorganın içine girdi.
***
Ertesi sabah uyandığında içine, karnının tam üstünde
bir yere tuhaf bir huzursuzluk hissi yerleşmişti. Cem’in evine gitti ve
günlerdir ona anlatmayı ertelediği şeyleri bir bir anlattı: Atlas’la
buluştuğunu, Atlas’ın ona kitapta yazdıklarının hepsinin gerçek olduğunu
söylediğini ve bunu kimseye söylemeyeceğine dair ona söz verdiğini, hepsini. Sadece,
Atlas'ın onu ne kadar etkilediğini anlatmamıştı, ki aslında onun için en
önemlisi de buydu.
"Bir şey demeyecek misin Cem?”
Biraz uzun süren bir sessizliğin ardından, "Bu aşamadan sonra, onunla görüşmeni istemiyorum. Hem bir öğretmenin, hem de erkek arkadaşın olarak," dedi Cem, havadan sudan bahsedercesine. Ve sonra ayağa kalkıp mutfağa doğru birkaç adım attı, "Kahve ister misin?" diye sordu.
Irmak ona şaşkınlıkla bakakalmıştı. Kendini savunmak için, "Cem... Onunla yalnızca bir kere görüştüm," dedi.
"Bir veya iki, fark etmez," dedi Cem ve Irmak'ın şüpheleri iyice arttı. Atlas'la tam olarak iki kez buluşmuştu ve sonra da onu Necati'nin deposuna kadar takip etmişti ama Cem bunların hiçbirini bilmiyordu. Ancak verdiği tepkiler, bunların tümünden habersiz biri için kulağa çok abartılı geliyordu. "Hiç fark etmez," diye devam etti Cem. "Kızları tuzağına düşürmeye çalışan bir sapık olmadığı ne malum? Ya da aksi halde, yani eğer kitapta yazdıkları doğruysa, bu onu bir katil yapar. Her ikisi de senin için çok tehlikeli. Ona numaranı vermemiştin, değil mi?"
"Hayır. Sadece mail'leştik," dedi Irmak, sıkıntılı bir sesle. Cem'in dediklerini o da düşünmüştü ama ilkinin doğru olmadığını artık biliyordu. İkincisi de doğru değildi, Atlas katil değildi, bile isteye kimseyi öldürmemişti. Öldüremezdi. Hayır. Bu mümkün değildi.
"Güzel," dedi Cem, sakince. "Ondan uzak duruyorsun ve bu konu burada kapanıyor. Kahve?"
Irmak derse, tahtanın önündeki hocanın anlattıklarına asla konsantre olamıyordu. Çünkü birkaç sıra gerisindeki Aslı'nın bakışlarını üzerinde hissedebiliyordu ve konuştuğu an Aslı ona müdahale edecekmiş gibi, tuhaf bir his içindeydi.
Onunla geçen gün telefonda mesajla tartıştıktan sonra hiç konuşmamıştı. Yanına gitmeyi düşünmüş, ama bunu yapmamıştı. Aslı da onu görmezden geliyordu zaten ve Irmak, kendini zorla onun gözüne sokmaya çalışıyormuş gibi görünmek istemiyordu.
Atlas'ın mail'i, dersin ortalarında geldi:
"Akşam beş buçukta. Her zamanki parkta buluşalım."
Irmak, hoca ders anlatırken telefonu ötünce, her nedense ilk olarak Aslı'ya baktı. Acaba Aslı buna ne tepki verecek diye. Ama Aslı ona sadece kaşlarını çatarak baktıktan sonra yüzünü öteki tarafa çevirdi.
"Derste telefonlarımızı sessize alıyoruz, değil mi Irmak?" dedi hoca, gözlüğünü aşağı indirip ona tepeden bakarak. Orta yaşlı, ukala kadının tekiydi ve boncuklu mor kolyesi kalın boğazını iyice sıkıyormuş gibi görünüyordu.
Irmak başını sallayıp telefonunu hemen sessize aldı. Atlas'ın mail'ine ancak bir-iki dakika sonra, hoca tekrar dersi anlatmaya başlayınca geri dönebildi. Atlas ona "buluşalım mı" diye bile sormuyordu. Doğrudan "buluşalım" diyordu. Irmak başına gelecekleri az çok tahmin edebiliyordu, yine de yazıp gönderdi:
"Tamam."
Saat beş buçukta, parka Atlas'la neredeyse aynı anda girdiler. Parkın sonbahar yaprakları, sigara izmaritleri, kuş pislikleri ve çekirdek kabuklarıyla kaplı uzun yolu boyunca birbirlerine doğru yürürlerken, Irmak Atlas'ın yüzüne bakarak, onun hislerini sezinlemeye çalıştı. Sonunda yalnızca kendisinin değil, Atlas'ın moralinin de depodaki o karşılaşmadan sonra bozuk olduğunu fark etti. Birbirlerine birkaç adım kala durdular ve "Beni takip ettin..." dedi Atlas, "merhaba" yerine. Yine mürekkep, vanilyalı çörek, gül reçeli ve eski kitap sayfası kokan teni Irmak'ın burnuna değip hoş bir rahiya bırakmıştı. "Artık sana nasıl güvenebilirim?"
Irmak önce hiçbir şey demedi. Bunun, eğer ileride sevgili gibi bir şey olacaklarsa, ilişkilerindeki ilk tartışmanın başlangıcı olduğunu düşündü. Ve bu onu, çocuksu bir mutluluğa sürükledi.
"Oraya gelmenin beni Necati'nin önünde ne kadar zor bir duruma düşürebileceğinin farkında değil misin?" Atlas gerçekten kızgın olmalıydı, ama tuhaf bir şekilde, bunun çok azını Irmak'a yansıtıyor gibiydi. Onu kırmak, incitmek istemiyordu sanki. "Sana o günkü ilk buluşmamızda kitaptan kurtul demiştim. Sen beni dinlemedin. Ama bana onu kimseye okutmayacağına söz verdiğin için buna tamam demiştim."
"Atlas... Ben kitabı kimseye okutmadım."
"Evet okutmamış olabilirsin ama... Ah, anlamıyor musun Irmak? Kendi kitabımı geri satın alma sebebim tam da buydu: Gerçek dünya ve benim kitapta yazdıklarım asla bir araya gelmemeli. Kitaptaki her şeyi doğrulamak için bir şeyler yapamazsın. En azından bunu benim arkamdan iş çevirerek yapamazsın."
"O zaman sen göster," dedi Irmak, hiç hesaplamadan, birdenbire, pat diye.
Atlas ona baktı ve yüzü ışıldadı. "Tamam, göstereceğim." Ve Irmak'ı kolundan çekip hızla koşmaya başladı. Irmak nereye gittiklerini bilmiyordu ama bu onu çok heyecanlandırmıştı.
Atlas'ın parkın girişindeki motosikletinin yanında durdular.
"Daha önce hiç motosiklete bindin mi?"
"Hayır."
"Güzel."
"Sanırım," dedi Irmak ve ne yaptığını hiç düşünmemeye çalıştı. Bir yabancının, belki bir katilin kontrolünde, nereye gittiğini bilmediğini, bir an olsun bile, hiç düşünmedi.
4. bölüm sonu, devam edecek
-----------********------------
Beni buralarda da bulabilirsiniz:
instagram: ofluoglumert
twitter: ofluoglumert
facebook: ofluoglumert
Atlas ve Irmak’ın tanışmaları sevdiklerimden birisi. Ve 4 tadımlık bir bölüm olmuş. Umarım 5. bölümde doya doya Atlas ve Irmak’ı okumaya devam ederiz. :)
YanıtlaSilIrmak da oldukça cesaretli çıktı. Onun yaptığını pek yapamazdım gibime geliyor.Umarım Atlas'ın götürdüğü yerde kötü şeyler gelmez başına. Akıbetlerini merakla bekliyorum. Kaleminize sağlık...
YanıtlaSilharikasın Mert'cim, merakla okuyoruz, eline sağlık:)
YanıtlaSilhımmm iyi iyi heyecan verdin bize iyi gidiyo :) kötü şeyler olmasın ırmaka da :) böyle daha kısa ama sık yayınlaman hoş işte :) ben ırmakın aslı ile konuşmalarını sevdim en çok. sonra da işte atlasla filan. ırmakla ilgili yerleri sevdim.
YanıtlaSilırmak bence güzel şeyleri hak ediyo ivit. melis birkan gibi işte :) o da hak ediyodu :) yani şöyle. sevdiğim kahraman o bu hikayede. diğerleri önemli diil benim için.ona güzel şeyler olsun. kötülükler yapsalar da ona sonunda iyi şeyler olsun ona. atlasa, ceme, aslıya yaptıkları ırmakın çok normal şeyler, insanlık halleri. go ırmak go. vote for ırmak. işte kara ekmekte de sadece asiyeyi sevmem gibi bişi bu :)
YanıtlaSilŞu ana kadar en sevdiğim sahne, yağmur yağarken Irmak'ın dikkatini sahaftaki bir kitabın çekmiş olması oldu. :)
YanıtlaSilBakalım Atlas, Irmak'a ne gösterecek? Bunu öğrenmenin tek bir yolu var! ^_^