30 Nisan 2015 Perşembe

BÖYLEYKEN BÖYLE

Bugüne dek yorumlarınıza (bana bir soru sormadığınız sürece) çeşitli nedenlerden ötürü cevap vermedim. İlki, verilen cevaplar yorum sayısını artırıyor diyeydi. Yani yazıda eğer yirmi yorum varsa, ben hepsine cevap verince kırk olacaktı ve bu da bana doğru gelmiyordu. İkinci neden de övgü ve iltifatlara her sefer teşekkür ederim yazmak ukalaca ve gereksiz geliyordu. Ama artık yorumlarınıza yanıt vereceğim. Öyle ya da böyle. Yazın, sorun bana! İyi akşamlar!

24 Nisan 2015 Cuma

ÖYKÜLER

Merhaba! Biliyorsunuz ki tatilden haberleri Facebook sayfamdan paylaşıyorum, o nedenle buradan blog işleri hakkında konuşmaya devam! Şimdi: Ters Düz'ü çok yakında sizlerle buluşturuyorum. Peki ikinci buluşma hangi seriyle olsun? Apartman ile mi Kadınsal Şeyler ile mi? Siz yazın, ben de ona göre yazayım!

Görüşmek üzere!

20 Nisan 2015 Pazartesi

MARMARİS'E GİDİYOM AMA DÖNCEM GARİ!


Bu şehir hayatının stresi size kalsın, ben bunaldım, bir nefes almam lazım dedim, Marmaris'e gitmek için Dalaman'a uçak biletimi alıverdim!

#sezonaçılışı #güneşdamlariçime #sarıkumsallar #gideceğimtekyerdalamanhavaalanı #deniz #tuzlusu #plajmevsimi #yaz #erkenyaz #marmaris #ilovemarmaris #hemkuzeylihemgüneyli #palmiyeler #özlediğimsokaklar #kafelervecheesecake'ler #selimiye #iskele #netselmarina #hattabelkijoyadelmar #anlayacağınızşehirhayatınakısabirmola #yokkısadeğilbayauzunbirmola #huzur #bisiklet #sabahakşambisiklet #hersaniyebisiklet #gündebilmemkaçpedal #simitaçmapoğaça #organik #köypazarı #kızgınkumlar #güneşlekeleri #güneşgözlüğü #upuzunyollar #bolilham #stressfree #yatcazkalkcazordayımmarmaris #tersdüzdenöncekisonçıkış

Marmaris tatilimden fotoğrafları anbean paylaşacağım, ama Facebook'tan... Zira telefondan girilmesi en rahat olan uygulama Facebook (Şimdilik hala Instagram kullanmadığımı bir kez daha hatırlatıyorum)... Her fotoğraf çektiğimde ya da güzel sözler yazacağımda bilgisayardan blog'a giremeyebilirim. O nedenle deniz, palmiye, bisiklet, doğa fotoğraflarım içün sosyal medya hesaplarımı takipte kalınız efendim!

facebook.com/ofluoglumert
twitter.com/ofluoglumert

Siz eski yazılarımı başa sarıp okuyadurun, ben bir karşı kıyıya kadar yüzüp geleyim gari!

(Dönüşüm muhteşem olacak!)

BOZBALIK SENİ BEKLİYOR!

 
#sıkıtutun
 
Televizyon dizisi tadındaki öykü serisi Ters Düz, Mayıs'ta başlıyor! Bozbalık Köyü seni misafir etmeye hazır. Ama dikkat et. İçlerinde hiç de masum olmayan birileri var.
 
 

19 Nisan 2015 Pazar

SIKI TUTUNUN!

 
Geçmişte düşen bir kar tanesi, çığ gibi büyüyüp geleceğe uzanırsa ne olur?

Trabzon'un Bozbalık Köyü'nde doğan Ece’nin çocukluğu, annesi onu doğururken öldüğü ve babası başka bir kadınla evlendiği için çok kötü geçmiştir. Ece on yaşına geldiğinde, üvey annesinin hamile olduğunu öğrenir ve İstanbul’daki teyzesinin yanına taşınır. Şimdi yirmi sekiz yaşında, yakında ilk kitabını çıkaracak olan bir yazardır. Eski hayatını tamamen geride bırakmayı başarmıştır ve hiçbir şeyin bunu bozmasına izin vermez. Ta ki, evi terk ettiğinden beri hiç iletişim kurmadığı babası Kadir'den bir mektup alana dek. Artık herkesten sakladığı geçmişiyle yüzleşmek zorundadır.

Sıkı tutunun, Ters Düz çok yakında başlıyor!

18 Nisan 2015 Cumartesi

TERS DÜZ ÇOK YAKINDA BAŞLIYOR!


 
Ters Düz'ün aşk, sır ve gerilim üçlüsüyle örülü hikayesi için geri sayım başladı... Trabzon'un kurgu ürünü Bozbalık Köyü'nün toprakları eski aşkların yeniden alevlenişine, sırların gün ışığına çıkışına, ihanet zincirlerinin kopuşuna, gizem dolu cinayetlere ve kötü bir kaderin başlangıcına ev sahipliği yapacak. Bu köyden çıkış yok!
 
Takipte kalın:
 
 
 

16 Nisan 2015 Perşembe

YORULDUK!

Güncelleme: Yana bir anket koydum, oylarsanız sevinirim! O site Euro ile çalışıyormuş. Bölüm bölüm hikayeler konuluyor, bunlar satın alınıp okunuyor. Bilgisayardan, telefondan, tabletten, e-book'unuzdan. Yurt dışında çok popüler böyle şeyler, bizde de yeni yeni. Neyse siz oyunuzu verin lütfen. Kim bilir, belki de kitaptan önce Ters Düz'le orada buluşursunuz!

Yayınevlerinin bu prosedürlerinden gına geldi!
Yoruldum!
En sonunda elle çoğaltacağım kitabı o olacak!
Sahi, öyle mi yapsam acaba, ha, ne dersiniz?
Ya da blog'da yayımlasam?
Ama durun yahu, bunu zaten yapıyorum!
O zaman, bölüm bölüm kitap yayımlanan bir site var. Adı publitory.com sanırım. Burada mı yayımlasam ben de? Yayımlasam okur musunuz?
Aman!
Yorulduk yahu şu kitap sıkıntısından artık, değil mi?

Not: Şu publitory ilginç bir platform aslında. Tamamen e-kitap sistemiyle hareket ediyor. Ben de hikayeyi bölüm bölüm yayımlamayı severim, biliyorsunuz. Bunu yıllardır blog'da yapıyorum. Aslında olabilir. Ama satın alınılır mı oradan, orası muamma. Ayrıca matbu sevdamı kalbime mi gömeyim? Publitory'ye bakıp yazsanıza sahi görüşlerinizi, bekliyorum.

"BALIM" MÜZİKALİ

 
Marilyn Monroe'nun efsanevi Sugar karakterinin Balım halleri...
 
"Some Like It Hot" Marilyn Monroe'nun komedi türündeki en iyi filmlerinden biridir. Monroe'ya Tony Curtis ve Jack Lemmon'un eşlik ettiği bu bol kahkaha attıran film, 2000 yılında Amerikan Film Enstitüsü tarafından "Tüm Zamanların En İyi Amerikan Komedi Filmi" seçilmiştir. Monroe da "Komedi veya Müzikalde En İyi Kadın Oyuncu" dalında Altın Küre kazanmıştır. Bu film ülkemizde de "Bazıları Sıcak Sever" olarak en bilinen Marilyn filmlerinden biridir, belki de en bilinenidir. Marilyn bu filmde Sugar Kane adında, "ukulele" çalan bir şarkıcıyı canlandırıyor. Filmin konusuna gelince: Joe (Curtis) ve Jerry (Lemmon) iş arayan iki müzisyendir. İkili bir mafya çatışmasına şahit olunca kadın kılığına girip tamamı kızlardan oluşan ve Sugar'ın da aralarında bulunduğu bir orkestraya katılarak onlarla birlikte Florida'ya doğru trenle yola çıkarlar. Artık Josephine ve Daphne olmuşlardır. Sugar Kane onlara aşkla ilgili hayallerini anlattıkça, Joe ona aşık olur. Daphne'ye ise Florida'da gittikleri otelde bir talih kuşu konmuştur: Zengin bir koca adayı! Aslında erkek olan Daphne, kendisini kadın zannedip ona aşık olan bu zengin kocaya filmin sonunda gerçeği açıklayınca adam ona "Kimse mükemmel değildir!" der. Filmin senaryosu son derece zeki ve matematikseldir. Bu filmle giriş yapmamızın sebebi ise, "Sugar/Balım"ın tam da bu filmden uyarlanmış olmasıdır.
 

Aslında, "Some Like It Hot" gibi dünya çapında ünlü bir filmi ülkemizde sahneye koymak riskli bir iş. Yine de, öncelikle bu riski aldıkları için ekibi kutlamak gerek. Ama ortaya ne kadar başarılı bir iş çıktığı tartışılır. Konu, filmin birebir ülkemize uyarlanmış hali. Hayri (İlker Aksum) ve kontrbasçı Zeki (Ozan Çobanoğlu) bir gün mafyayla başlarını zekaya sokunca, "Turkish Delights" isimli orkestraya "sızıp" İstanbul'dan İzmir'e gidiyorlar. E tabii kadın kılığında! Ama etraflarındaki herkes kadınken kendilerini nasıl gizleyecekler? Olaylar aynen özgün filmdeki gibi gelişiyor ve ortaya eğlenceli bir müzikal çıkıyor...
 
Başrollerini Özge Borak, İlker Aksum, Ozan Çobanoğlu ve Zeki Alasya'nın paylaştığı bu müzikalin diğer rollerinde Şebnem Sönmez, Hüseyin Soysalan ve Murat İpek yer alıyor. Ayrıca 15 kişilik kadınlar orkestrası ile 19 kişilik dans ve vokal grubu onlara sahnede eşlik ediyor.

 
Özge Borak, Balım rolü için ne kadar doğru bir isim olmuş bilinmez... Zira sarı peruğu, onun kafamıza kazınmış olan siyah saçlarını gizlemeye pek yetmiyor. Ayrıca Monroe'nun canlandırdığı Sugar bambaşka bir katakter. Trende başını yatağının perdesinden çıkarıp koridora baktığı sahnedeki kıvraklığını arıyor insan... Gözlerinin önüne düşen açık sarı saçları ve rahat hareketlerini de... Yani Sugar çok sevimli, sempatik ve değişken bir karakterdi. Balım ise pek güzel yansıtılamamış, Sugar'a benzememiş.
 

İlker Aksum ve Ozan Çobanoğlu ise Özge Borak'a nispeten orijinal karakterlere daha uygun davranıyorlar.

Bu oyuna güzel bir müzikal seyretmek için gidebilirsiniz, ama eğer benimki gibi bir "Some Like It Hot" beklentisiyle gidecekseniz, hayır, bunu yapmayın kendinize.

Not: Oyunun her şeyi filmin birebir kopyasıyken, ismini niçin "Bazıları Sıcak Sever" olarak değil de "Balım" diye çevirmişler, insan merak etmiyor değil doğrusu...

 
Bu da "Azize'nin Elli Tonu" adlı çalışmam... Sakın bana Azize'yi tanımadığınızı söylemeyin! Tanımıyorsanız da hemen şu an onunla tanışın! Hatta işe twitter'dan başlayabilirsiniz! Kendisi çok beğendi bu çalışmamı, gülmekten öldü, öldü...
 

 

14 Nisan 2015 Salı

BİR TÜRLÜ ISINAMADIĞIM 6 ŞEY

Pazar akşamının iki rekabetçisi de iki ağır topunu kaybetti... O zaman Gönül İşleri atağa geçmek için daha ne bekliyor?


O Hayat Benim, Nuran'ı diziden uğurlarken meğer aynı anda Şeref Meselesi de Sibel'i öteki tarafa yolculamakla meşgulmüş... Yeşim Ceren Bozoğlu ve Yasemin Allen, başrolünde oynadıkları dizilerden ayrıldılar. Peki reyting kaybeden Gönül İşleri için bundan iyi fırsat olabilir mi? Dizi bir an önce senaryosunu güçlendirmeli ve sahalara dönmeli (Ama bir yandan da bunu asla başaramayacağı ve sezon sonunda yayından kaldırılacağı endişeleri var içimde)... Bu fırsatı değerlendirmek onlara kalmış...Tavsiyeler benden, uygulaması yapımcılardan...

NURAN GİDER, KAVGA BİTER Mİ?

Nuran'ı canlandıran Bozoğlu twitter'ına "Nuran gider, kavga biter!" diye yazmış ve diziden olaylı bir şekilde ayrılmıştı... Mahkemenin sürdüğünü de belirtmişti... Ama bu ayrılığı seyirciye saygısızlık olarak yorumlandı... Nuran en son memleketi Mersin'e giden bir otobüse binmişti... Keşke böyle, ucu açık kalsaydı... Ama yok, senaristler Nuran'ı illa öldürdüler! Dizinin yeni bölümünde otobüs kaza yapacak, Nuran ölecek ve Nuran yerine onun ablası çıkagelecek! O abla da Oya Başar. Ama böyle numaraları Karagül'de yapıyorlar zaten... Hoş her dizide yapılıyor... Bir karakter ölünce yerine kaynı, eltisi, eltisinin kızı, görümcesi, kapı komşusu, hatta ben, sen, biz, siz, onlar bile gelebiliyor... Bıktık yahu! Bıktık bu ucuz numaralarınızdan!

Not: Ben dizinin kan kaybedeceğini asla düşünmüyorum. Efsun hala dizide. E Sakine de var. Oya Başar nasıl bir rolle gelecek şimdilik bilinmez, ama dizi, en azından bu sezonu yine alnının akıyla tamamlayacak gibime geliyor. Ne de olsa Muhteşem Yüzyıl'dan Meryem'i ağlayarak uğurlamış, ama Vahide'yi de bağrımıza basmış bir seyirciyiz biz!


Ben bu İrem Derici'yi bir türlü sevemedim. Yok, sesini mesini bilmem de duruşu, söyledikleri, kişiliği, karakteri hep bir ters... İlk agresif çıkışını üniversite öğrencilerine küfürle karışık bazı şeyler söyleyerek yapmıştı... Durmadı... Böyle sert açıklamalar yapmaya devam etti... En son bombası ise şu oldu: "Şarkıları en çok tıklanan benim, beni kıskansınlar... Tam bir başyapıtım!"

Benim bildiğim başyapıt Dostoyevski'nin, Yaşar Kemal'in eserleri için falan denirdi ya... Neyse... Ne diyelim... Okuyup hızlı hızlı geçelim...

Hazır böyle bir "bir türlü sevemediklerim/ısınamadıklarım" listesi yapmaya başlamışken, o zaman devamını da getireyim:

1. İrem Derici

2. Her şeyinin kurgu olduğunu bildiğim Survivor, Ütopya ve İşte Benim Stilim

3. Mustafa Ceceli

4. Seda Sayan'ın evlilik programı

5. İlker Ayrık'lı Ben Bilmem Eşim Bilir (İlker Ayrık bir tek bana mı sempatik gelmiyor, aksine çok itici geliyor yahu?)

6. O Hayat Benim'in Arda'sı (Dizi güzel de, bu Arda'da rol yapma yeteneği sıfır mı ne?)

Ben bu 6'lıyı bir türlü sevemedim... Isınamadım... Merak etmedim... İlgimi çekmedi...

Diyelim geçelim... (Listede sıralama yoktur. Karışıktır.)

***
 
Kafelerimizde (ne yazık ki) son durum budur...
 
 
 

13 Nisan 2015 Pazartesi

YOĞUNUM. YOĞUNSUN. YOĞUN.

Yoğunluk hiçbir şeye benzemiyor...

Bir yandan kitap muhabbeti bir yandan okul işleri...

Kendi derslerimin yanı sıra edebiyattan seçmeli bir ders aldım... Ben daha 1. sınıfım ve ders 4. sınıfın bitirme dersi... Niye böyle bir ders seçtin derseniz, ben de bilmiyorum! Beş tercih yaptım ve bu ders içlerinden biri bile değildi, ama seçecek ders kalmayınca mecbur bu dersi seçtim edebiyata olan ilgimden dolayı... Ne var ki ders de hoca da çok ağır... Bir sürü ödevi var... Mesela ben bu hafta Yaşar Kemal'in "Yılanı Öldürseler"i hakkında bir sunum yapacağım, haftaya da bunun raporunu vereceğim... Aynı zamanda yine bu hafta Latife Tekin'in "Sevgili Arsız Ölüm"ü hakkında 10-12 sayfalık bir yazı yazacağım... Anlayacağınız yoğunum... Ayrıca günlük hayatta da başka bir sürü yoğunluklarım var... (Merak ettim, sizin eğer okuduysanız bu kitaplar hakkında görüşleriniz nedir?)

Kısacası yaz yaz yaz yaz yaz... Yani Microsoft Word'le ilişki içindeyim!

Kitap mı? Kitap çıkacak elbette... Öyle ya da böyle... Bunun yoğunluğundan, son okumaların yorgunluğundan hiç şikayetçi değilim...

Takipte kalın! facebook.com/ofluoglumert ve twitter.com/ofluoglumert

11 Nisan 2015 Cumartesi

9 Nisan 2015 Perşembe

JUDITH

 
Judith Liberman dün bize sıcacık masallar anlattı, içimiz açıldı... Harika bir kadın o! Onu dinlerken herkes telefonları bir kenara bıraktı ve sadece dinledi...... En kısa zamanda yeniden dinleyebilmek ümidiyle... (Bu fotoğrafta da kırk yıllık arkadaş gibi sarılmışız, ama cidden öyle bir enerji oluştu!)
 

7 Nisan 2015 Salı

KAFAMDA UĞULTULAR


İlk kez böyle, yani ikinci kez okumadan yazımı, direkt yayımlayacağım ilk haliyle... Lütfen gözünüzü dört açıp okuyun o nedenle...

Hani bazen, kalbinizin sesiyle mantığın sesi zıt şeyler söyler ya... İşte şu anda kafamın içinde o kadar çok uğultu var ki, bu iki sesten hangisini dinlemeliyim bilemiyorum... Hatta sesleri bile ayırt edemiyorum...

Duygusal bir insanım... Hayatta her zaman duygularımla hareket etmiş, kalbimin sesini dinlemişimdir... Bana göre doğru olan şeyi yapmışımdır... Kimin ne dediğini, ne düşündüğünü, ne diyeceğini, ne düşünebileceğini de umursamışımdır fakat sonunda yine bildiğimi okumuşumdur...

Konumuz kitap... Malumunuz... Bir roman yazdım ve bu romanı yayınevlerine yolladım. Şaşırtıcı bir şekilde kısa süre içinde çoğundan olumlu geri dönüş de aldım. İçlerinden birini daha çok sevdim, onlar da beni çok sevdi (daha başka güzel şeyler de oldu ama bu yazının konusu olmadığından atlıyorum oraları), oradaki çok sevgili İlker Abi "Sende yazarlık hamuru var ama doğru kitap bu olmayabilir" dedi, haklıydı belki, oysa bilmiyordu beni, benim okuma yazmayı söktüğümden beri yazdığımı, benim gibi biri için 19 yaşın kitap yayımlamakta çok geç kalmış bir yaş olduğunu... Sonunda "Sen bilirsin" dedi... Yani kitap konusunda kafam iyice karıştı...

Sizce mevcut yayınevimin sözünü dinleyip Ters Düz'ü bir süreliğine rafa mı kaldırmalı, yoksa kalbimin sesini dinleyip Ters Düz'ü başka bir yayınevinden bastırmalı mıyım?

Roman... İlk romanım daha... Elbette hataları çok... Ama bu sonsuz yolculuğa bir yerden başlamak gerekiyor... Bunu yayımlamazsam yeni bir roman yazana kadar yaşım olur 23-24, o zaman da pişman olabilirim bunu basmadığım için... Ama bastığım için de pişman olabilirim...

Bilmiyorum...

Kitapta blog'daki gibi durmuyor cümleler... Çok daha zor bu kitap işi... Er meydanı... Riskli... Kumar adeta... Hele de bahsettiğiniz şey bir romansa... Bakın dikkat edin... Bu bir şiir, öykü, deneme, anı kitabı değil... Bu bir roman...

Eğer kalbimin sesini dinleyip bastırırsam, büyük bir risk almış olacağım... Çünkü bana çok şey vadetmiş olan yayınevini elimin tersiyle itip kitap yolculuğuma tek başıma çıkmış olacağım... Beğenilmeyebilir... Beğenmeyebilirsiniz... Ama bir yandan da artık kitabımı elime almak, kitabıma dokunmak istiyorum... Bu mutluluğu, bu hazzı yaşamak adına, risk almaya değer mi?

Yani yayınevi "oldun" diyene kadar beklemeli miyim (yayınevine göre Ters Düz'ü şimdilik rafa kaldırıp başka bir roman yazmalıyım), yoksa kalbimin sesini dinleyip iyi kötü yayımlamalı mıyım kitabımı?

Bekliyorum düşüncelerinizi, tıpkı yazdığım gibi, samimiyetle...

4 Nisan 2015 Cumartesi

GÜN GELECEK...

 
Kalbim bir gün bir televizyon dizisinin senaryosunu yazmakta, biliyorsunuz...Ama öyle ekiple de değil, tek başıma, yorulmadan, sızlanmadan, her hafta doksan dakikalık senaryolar yazmakta... Bugüne dek yazdığım öyküler, öykü dizileri, romanlar ve senaryo tarzındaki metinler aslında hep bilinçaltımdaki bu isteğimden geliyor... Bir dünya kurmayı, o dünyada karakterler yaratıp o karakterlere ses, nefes vermeyi çok istiyorum gerçekten de...

İlk romanım -aslında ilk romanım değil, doğduğumdan beri pek çok şey yazdığım için buna ilk romanım demek diğerlerine haksızlık olur, yayımlanacak olan ilk romanım diyeyim o halde- Ters Düz'ü yazmayı kısa süre önce bitirdim, biliyorsunuz. Ama Ters Düz'de bile gerek yazarken gerek okurken kafamdan hep şu karakteri şu oyuncu oynasa süper olurdu, şu sahnenin arka fonuna şöyle bir müzik iyi giderdi, şurada kamera Ece'nin yüzüne tepeden bakacak gibi şeyler geçti, geçiyor. Ters Düz'ü üç sezonluk -bakın üç kitap bile diyemiyor dilim, evet üç sezon- bir televizyon projesi olması hayaliyle yazdım aslında. Evet, şu an için sadece hayal olduğunun ben de farkındayım, ama diyeceğim o ki, böyle düşündüğüm için, belki de Ters Düz'ü hiç yayımlamamalıyım. Şu anda 310 sayfalık bir kitap olacak, olmasına günler var belki de, ama ben hala basılması konusunda emin değilim. Basmak isteyen yayınevleri var, fakat benim kafam karışık.

Hayat bana bir güzellik daha -evet daha, çünkü şu sıralar hayat bana hep güzellik yapıyor- yapsa, bir yapımcıyla tanışsam ve gelecek sezon kafamdaki bu projenin senaryosunu yazarken bulsam kendimi...

Çok mu imkansız?

Bence değil...

1 Nisan 2015 Çarşamba

ÇOK CİDDİYİM


İlk romanım Ters Düz çok yakında çıkıyor! (Yok 1 Nisan şakası değil!)

SİNEMADA İKİ FİLM

Son günlerde sinemada iki filme gittim. İlki, The Substance. Yani Cevher. Bence mutlaka görülmesi gereken, ama son derece rahatsız edici bir...