Geçen yaz mevsiminde, o zamana dek bir numara olan tatil beldelerini sollayıp popülaritesini tavana çıkartan Akyaka'yı Nisan'da, sezon öncesi keşfe çıktım. Serin Azmak Nehri'nin derinlerindeki mercanlara bakıp, sıcak hayallere daldım.
Akyaka. Geçen yaz birdenbire popüler olunca ve gazetelerin magazin eklerinde adını daha sık okumaya başlayınca, herkes birdenbire üzerine atladı. Bu bir anda gelen popülarite ünlülerin oraya gitmesini mi doğurdu, yoksa ünlüler orayı keşfedince mi Akyaka popüler oldu. Neden? Nedenini bilmem. Sadece bunca yıldır Marmaris'e giderim, yarım saat uzaklıktaki Akyaka'yı keşfetmek için çok geç kalmışım, onu bilirim.
Akyaka, tam olarak Muğla'yla Marmaris'in ortasında. Tam yani. Hani Muğla'dan Marmaris'e giderken (inerken) gördüğünüz o nefis Gökova Körfezi, kıyıyı döven köpüklü suların uzaktan bakınca aslında hiç hareket etmiyormuş gibi göründüğü o manzara var ya, işte orası Akyaka. Her şeyin başladığı ve aynı zamanda her şeyin bittiği yer orası. Denizin içeri en son sokulabildiği yer. Böyle düşününce bir tuhaf oldum, nedense. Yeri biraz sapa olduğundan, yol üstünde geçilip gidiliyor, ama hiç inilmiyor, hikayesine ortak olunmuyordu. Geçen yaz herkese gününü gösterdi. Ben de geçen yaz magazin eklerinde okuyup "E haydi hemen şurasıymış gidelim" moduna girdim ama, vakit kalmadı, gidilemedi. Nisan'da ise teftiş var deyip ortalığı ayağa kaldırdım, marş marş dedim, Akyaka'ya. Biz Marmaris'ten arabayla giderken, arabalarda taşınan bisikletlerle yarışa yarışa gittik adeta, yarış vardı ya. Ama şansımıza yollar trafiğe kapanmadan Akyaka'ya gitmeyi başardık (Aslında o sabah bir iş için erkenden Muğla'ya gittik, sonra Akyaka'ya gidecektik, ama işimiz hallolmadı, moraller düştü, biz de Muğla planını iptal edip Akyaka'da teselli ettik kendimizi).
Öyle ya da böyle, Akyaka dediğin Azmak'tan ibaret... En azından benim için. Ama ne Azmak! Küçük çay bahçeleri var suyun kenarında, ördeklerin, kazların cirit attığı. Düşünüyorum da, buraya yaz sıcağında gitmek pek de akıllı bir karar olmayabilirmiş. Ben geçen yaz gidemedim diye çok üzülmüştüm ama o sıcakta bu çıplak arazilerde pişer insan.
Azmak'taki yarım saatlik tekne turuna mutlaka katılın. Biz katıldık. Kalabalıktı da tekne. Nehrin iki yanındaki sazlıkların arasından geçerken sanki peri masalının içinden geçiyoruz. Nehrin derinliklerindeki manzaralar harika! Suyun altında resmen gizlenmiş ormanlar var! Envai çeşit yosun ve mercanı göreceksiniz, tekneden başınızı sarkıtıp derinlere bakmanız yeterli. Sanki su basmış da Amazon ormanları suyun altında kalmış, siz de üstten o yeşillikleri, o renkleri seyrediyorsunuz, o derece! Fotoğraf makinelerimize şenlik çıktı, yüzlerce fotoğraf çektik, ama çekilen fotoğraflar o atmosferi yansıtamıyor, mutlaka gözle görmeli, ekranda değil.
Ben tekne giderken elimi suya soktum, bazen ta yüzeye kadar uzanan yosunlara değdim. Su buz gibi. Yaz kış hep soğuk. Eriyen kar suları direkt oraya karışıyor, biz de işte yazın o denizlerde yüzüyoruz. Yüzmek dediysem, Azmak'ta yüzmek yasak gibi bir şey. Yani kime sorsam (buna teknenin kaptanı da dahil) "Akıntı var, yüzebilirsen yüz" diyor. Nasıl bir şey anlamadım. Akıntı beni ileri mi götürür yoksa dibe mi çeker? Bilemedim, merak ettim.
Tekneyle giderken Barış Manço'nun bir evi varmış herhalde oralarda bir yerlerde, onu da söylüyor kaptan. Daha doğrusu telefonda birine söylerken ben duyuyorum. "Barış Manço'nun evinin oradan geçiyorum şimdi..." derken.
Orman kampının gizemli merdivenleri dağlara tepelere çıkıyor, yükseldikçe de deniz manzarası artıyor. Nisanda gittiğim halde beşerli onarlı kadın grupları (herhalde tur) selfie çekiyordu, arkalarında çıkmayayım diye akla karayı seçtim. Ama kendim de becerip bir güzel selfie çekilemedim. Sevmiyorum da ben pek sanırım kendimi çekmeyi. Başkası çeksin beni.
Geçen yaz Akyaka'yı kiteboard'ları ve kafeleriyle okuduk ya hani, valla sezon daha başlamadığından mı ne, ben öyle bir şey göremedim. Ünlülerin hepsi birer ikişer kiteboard denemiş, suya düşüp magazincilere iş çıkarmıştı ya hani, yani öyle bir kiteboard vardır tabelası da göremedim.
Ayrıca çok güzel kafeler de yoktu. Yani plajlar zaten ıssızdı ve sarı kumsallarda top oynayan delikanlılarla köpeklere kalmıştı, ama kafe restoran olarak da açık pek bir seçenek yoktu. Aslında Nisan sonu Mayıs başı yani olması gerekirdi, ama pek yoktu. Böyle güzel bir yer bulduk, burada oturduk.
Marmaris'e dönerken de Akçapınar'a uğrayıp gözleme-tost-ayran üçlüsü yaptık. Yol eskiden okaliptuslarla kaplı ağaçlıklı yoldan geçerdi, şimdi başka yan yol yaptılar. Akçapınar mı?Hani şu Güzel Köylü var ya, işte onun çekildiği yer.
Düriye'nin Güğümleri de oralarda çekiliyordu. Aman ben izlemedim ikisini de.
Amaan Akyaka, Akbük, Akçapınar hepsi karıştı be ya! Dün de yazmayı unutmuşum: Marmaris'te ben gittiğimde yaza hummalı bir hazırlık vardı. Sahildeki plaj işletmecileri, dozerler mozerler kumsalları düzeltiyorlardı. Her yerde inşaat vardı. Şimdi sezon açılmıştır. E artık tatil başladı!
Yaklaşık iki haftalığına gittiğim Marmaris'ten güneş lekeleri, güneş izleri, sivilceler, deniz tuzu, kulağa kaçan tuzlu su, bisiklet pedalı, bol ilham ve aşkla döndüm. İstanbul'u da gram özlemedim.
Sonbahar 2015'e yetişmesi öngörülen Ters Düz'ün bilmem kaçıncı tanıtım fragmanı. Afiyetle izleyin.