Ece on yaşındaydı.
Karatavuğun biri kim bilir hangi ağacın tepesine tünemiş, şakıya şakıya ötüyordu. Türkü dinler gibi dinliyorlardı onu. Başka çıt yoktu.
Gün batıyordu. Sofra kızıllıklar içindeydi. Babası büyük bir dikkatle yemeğini yiyordu. Zaten Ece onu bildiğinden beri sofrada konuşmayı sevmezdi babası. Tabaktaki türlüsü dışında hiçbir şeyle ilgilenmiyordu o akşam da. Etleri çatalının ucuna takıyor, ardından bezelyeleri geçirip etleri yukarı ittiriyor ve lokmasını ağzına götürüyordu. Ama birden ne olduysa başını kaldırıp Münevver’e baktı.
İşaretleşmeye başlamışlardı.
Ece sonra anladı: Münevver, Kadir’i masanın altından dürtmüştü. Üvey annesinin kaşının gözünün nasıl da imalı imalı oynadığını kabak gibi görebiliyordu. Münevver kendini Ece’ye karşı görünmez sanıyordu ama küçücük masada görünen tek şey oydu. Kadir’den bir şey yapmasını istiyordu belli ki, ama bu öyle bir şeydi ki, Kadir için yapması pek kolay değildi. Babası çatalını tabağın kenarına yaslayıp ona bakınca, Ece’nin kalbi çarpmaya başladı. Ters giden bir şeyler olduğunu daha o an sezmişti.
“Ne?”
Babası vazgeçip çatalını tekrar eline aldı.
“Ne?” diye diretti Ece.
“Kızım…” dedi Kadir, temkinli bir sesle. Ece devamını da yavaş yavaş
getireceğini düşünüyordu, ama Kadir pat diye söyleyiverdi. “Annen hamile.”Karatavuk kim bilir hangi ağacın tepesine tünemiş, şakıya şakıya ötüyordu.
Türkü dinler gibi dinliyordu onu. Karatavuk şakıyordu. Şakır şakır
şakıyordu. Ece’nin dikkati karatavuğun şakıyışına kaymıştı sebepsiz yere,
babasının dediğini kaçırmıştı.
“Sana bir kardeş geliyor,” dedi Münevver, pis dişlerini gösterip gülerek.
Her daim pisti dişleri. Gülerken asıl amacı sanki gülmek değil de dişlerinin
çirkinliğini göstermekmiş gibi bir hal alıyordu ağzı. Ardından, bu yeterli
değilmiş gibi ağzını gere gere sırıttı.İşte Ece o zaman anladı olup biteni. Anlar anlamaz da başından aşağı kaynar sular boşaldı. Fark etmeden elini avucunda sıkmış, ince tırnaklarını tenine batırmıştı. Ondan nefret ediyordu. Ece’nin Bozbalık’ta Münevver’in kahkahası kadar nefret ettiği bir şey daha yoktu. Gözlerini Münevver’inkilerin ta içine sabitledi.
Sonra karatavuk sustu.
***
Ece Duman, yazmaya başlaması gerektiğini
hatırlatırcasına beyaz ekranda yanıp sönmekte olan imlecin sabırsızlığı
karşısında yine kayıtsız kaldı.
O gün yedinci kez kar gibi beyaz olan Microsoft Word sayfasının başına
geçmiş, romanının son bölümü için kaleme alacağı ilk cümleyi düşünüyordu.
Aslında bir an önce son bölümü yazıp kitabını bitirmek ve Kerem’e postaladıktan
sonra rahat bir nefes almak istiyordu. Bundan yedi ay önce yazmaya başladığında
aklında finalle ilgili düşünceleri vardı ama şimdi hepsi çok yetersiz geliyordu.
Yazarı tatmin etmeyen bir final okuru da tatmin etmezdi.
Kerem son bir hafta içinde üç kez kitabın nasıl ilerlediğini sormuş ve
üçünde de kitabı Aralık’ta baskıya vereceklerini hatırlatmıştı. Keşke son
bölümü yazdığında işi bitseydi. Oysa daha başa dönüp tekrar gözden geçirmesi
gereken yerler vardı.kırmızı koltuğa yerleşip sokaktaki telaşı izlemeye koyuldu. Saat iki buçuk olmasına rağmen yollarda daha şimdiden iş dönüşü trafiği oluşmaya başlamıştı. Yayınevinin ofisi Taksim’de, İstiklal Caddesi’nde daha birçok yayınevinin yan yana, alt alta sıralandığı bir ara sokakta, üç katlı daracık bir apartmanın ikinci katında, Tarlabaşı manzaralı evden bozma bir dairedeydi. Alt katında bir başka yayınevinin ofisi, üst katında ise pek rağbet görmeyen bir oyunculuk ajansı bulunuyordu.
Ece tam masasına geri dönecekken oda kapısı hafifçe tıklatılarak açıldı
ve kapı aralığında elinde tuttuğu iki kahve kupasıyla Kerem göründü. “Biraz
mola. Sana kahve getirdim.”
“Yazmıyordum. Bu ödül hakkım değil.”Kerem bir süre durup düşündü. “Bak ne diyeceğim. İstersen şimdi çık ve romana evde devam et. Zaten halam diğerleriyle birlikte depoya gitti. Bir tek Asena burada. Birazdan onu yollayıp ben de çıkarım.”
“O kıza tek başına tahammül edebilecek misin?”
“Sanırım.”
“Tamam o zaman. Ha, bu arada, akşam yedide bekliyorum. Geçen seferki
gibi halanı önden yollayıp da bir saat sonra peşinden gelme sakın. Geç kalırsan
yemekleri biz yeriz, sen de pizza söylemek zorunda kalırsın, ona göre.”
Kolay gelsin Kafa.
YanıtlaSil