20 Mayıs 2015 Çarşamba

BÜYÜKADA İÇİN SEFER VAKTİ


 
Nisanda gittiğim Marmaris'te çektiğim "ilkbaharda buz gibi denize de girmeli Marmaris" temalı fotoğraflar klasörde blog'a koyulmayı bekleyedursun, gelin, ben dün gittiğimiz Büyükada macerasını anlatayım size!

Adalara gitmek için bundan daha yanlış bir zamanlama olmazdı herhalde. Zira takvimlerden 19 Mayıs'tı ama ortak boş günümüz de 19 Mayıs'tı. Ve açıkçası yaşanacak olan izdihamdan uzakta, ıssız adanın keyfini sürmeyi hayal ediyorduk. Dün saat 10'da Kabataş'a gittiğimde gördüğüm manzaraysa bu hayalleri cart diye yırttı. O nasıl bir şeydi öyle? Normal günlerde sinek avlayan Adalar gişesinde müthiş bir kalabalık vardı. 10'daki vapur için daha fazla kişi içeri girmesin diye gişenin kepengini kapattılar, o derece. Ben, yüzümde dehşet ifadesiyle, selfie çubukları, taç çiçekler ve çakma güneş gözlükleri satan esnafın arasında, arkadaşımı bekliyordum. Biz 10.30 vapuruna binecektik. Nitekim itiş kakış binebilmeyi başardık. Ama ben diyeyim 400, siz deyin 600 kişiydik o vapurda. Arkadaşım daha önce vapura pek binmemişti ve "Otobüste ayakta gidenleri gördüm de vapurda ayakta gidenleri ilk def görüyorum," dedi. Haklıydı. Oturanlardan çok ayakta duranlar vardı.


SONU GELMEYEN YOLCULUK

Neyse ki biz oturabilen şanslı kesimdendik (gelin görün ki dönüş vapuru için aynı şeyi söyleyemeyeceğim). Ama yol feci uzundu. Vapur sırasıyla Kadıköy, Kınalıada, Burgazada, Heybeliada ve nihayet Büyükada'da durdu. 10.30'da başladığımız yolculuk, 12.30'da son buldu yani. İki saattir dalgalar üstündeydik. Hava çok sıcak, vapur aşırı kalabalıktı. Ben hatırlayacağınız üzere geçen yıl tam da yine bu günlerde Burgazada'ya gitmiştim (o zaman hava ne yağmurluydu), Büyükada'ya ise bu ikinci gidişimdi ama ilkiyle ilgili hatırladığım tek şey bisiklete bindiğim ve o bisikleti sürerken adayı yokuş aşağı inerken kameraya çektiğimdi. Neyse, nerede kalmıştık? Hah, adaya indik, karaya ayak bastık ama, vapurdan hurraaaa diye adanın içlerine doğru koşturan çılgın kalabalık (ve bizden önceki vapurla gelenler) yüzünden hiç bisiklet kalmamıştı. Ya tamam, kalmıştı elbette, ama biz üç kişiydik ve uygun bisikletleri bulamadık vs. Keşke başka bir zamanda gelseydik adaya, ne zorumuz vardı da o gün gitmiştik ki... Biz de tabanvay, Aya Yorgi'ye çıkmaya başladık...

 
Evet, iki saatlik vapur yolculuğunun ardından, nihayet Büyükada. (Eğer uslu bir çocuk olursanız arka plandaki atları ve denizi de görebilirsiniz.)

Biz aslında İstanbul'un kalabalığından kaçmak için adaya gelmiştik, ama peşimizde İstanbul'un yarısının da bizimle gelebileceğini hiç hesaba katmamıştık tabii. Ama olumlu pencereden bakmak lazım. Sahilden ta adanın en yüksek yerinde olan Aya Yorgi'ye yalnız başımıza çıkmak istemezdik. Kalabalıkla birlikte, sağa sola baka baka yürümek güzeldi bu anlamdı. Ama hava çok sıcaktı gerçekten. Ayrıca sokak aralarında, faytonlar ve bisikletler aman vermiyordu ki yollarda rahat yürüyebilelim! Hatta bir fayton yanımızdan sıyırarak geçti, arkadaşım az kalsın üzerime düşüyordu!

 
Adada bir saatlik bisiklet kiralama bedeli 15 lira, günlük 40 lira... Vapurla kendi bisikletini kendi getiren de var, bu da mantıksız değil aslında... Fayton turları ise 60 lira. Sokaklarda at pislikleri ve feci kokular var, atlarsa bu sıcakta çalışıyor...

 
Adada hiçbir yerde bir tabela yok! "Şurası Aya Yorgi'ye gider", "Dikkat çıkmaz sokak" falan gibi açıklayıcı bir tabela koyar insan... Mesela eğer Aya Yorgi'ye giderken insanları takip etmeseydik, orayı bulmamıza imkan yoktu... Veya bir yokuşu indik biz, ama karşımıza kapalı bir plaj kapısı çıktı, mecbur geri döndük. Yani tabelalar ve nereye kaç kilometre kaldığını gösteren oklar olsa süper olur. Biz tüm adayı iki üç kez yürüdüğümüz için, on beş-yirmi kilometre yürümüşüzdür dün, bana öyle geliyor... Aya Yorgi'ye çıktık, orada oturduk biraz, sonra manzaraya bakıp geri döndük... Sıcak olduğu için pek oyalanamadık... Ayrıca saat şimdiden 16 olmuştu bile...


Ada sokakları (bir tek bu adanınkiler değil, bütün adalarınki) bana nedense Marmaris/Armutalan'ın sokaklarını anımsatıyor... Çünkü ikisinde de geniş caddeler, ara sokaklar, o sokakların iki tarafındaki büyük, bahçeli evler, köşkler, iri ağaçlar, koyu yeşillikler var... Bu hissiyatı seviyorum... Adanın en mutlusu ise bu kuş... İstanbul'u gözetliyor oturduğu yerden... İstanbul zaten ancak uzaktan güzel...

 
Şu çiçeklerin güzelliğine bakar mısınız? Ada'da bitki detoksu yaptık vallahi...
 
 
Şöyle güzel bir merdiven bulmuşum, izin verin de tek başıma bir fotoğraf çektireyim! Ama yok, illa pozuma dahil olacaklar... Gelin hadi gelin...
 
 
Gizemli kapılar... Kapı dedim de, adada muhteşem konaklar, köşkler, binalar var. Bizim dizi sektörü buraları niçin görmezden geliyor? Harika kapıları, pencereleri, avluları olan bu köşklerden üç sezonluk entrika çıkar, ben size söyleyeyim, hatta senaryoyu da yazıp mail'inize yollayıvereyim...
 
 
 

Ada dondurması ve köftecisine gelmeden, önce bu kafeyi tanıtayım sizlere: Bahçede Sinek Kafe. Sahilden birkaç sokak yukarıda, gizlenmiş gibi. Zaten bir ev burası aslında. Evde yaşayanlar aynı zamanda evlerinin altına da böyle "kafemsi" bir yer açmışlar (Hep hayalimdir!). Ambiyans, ortam çok güzel de, menüsü vasat bu Sinek Kafe'nin. Hatta sadece içecekten oluşan, dar bir menüsü olduğunu söyleyebiliriz. Portakal suyu, tost ve salata var sadece. O kadar. Gelen çoğu kişi de bu ailenin eşi dostu gibi. Beni en çok mutlu eden tarafıysa, bağımlısı olduğum bir sürü dekorasyon dergisini karıştırabilmeme fırsat vermesi! O sırada ünlü yabancı dergi Monocle da geçti elime. Sayfalarını rastgele karıştırırken, bir de ne göreyim, Trabzon hakkında kapsamlı bir dosya! Sümela Manastırı'nın tam sayfa fotoğrafı. Yahu bu Trabzon'un ne işi var Monocle'da? Trabzon gittikçe popülerleşiyor, uluslararası bir dergide bile kendine yer buluyor artık, baksanıza. Şehrin doğası zaten milattan beri kendini kanıtlamış, ama artık kent kısmı da gelişiyor ve genişliyor. Yakında çok önemli sanat olayları da gerçekleşecek bu şehirde, demedi demeyin. (Ben hala okuyamadım, siz okumak isterseniz buyurun zoom yapın, ya da en iyisi gidin Monocle alın.)
 
Sonra biz 18.15 vapuruna binecektik, ben daha sakızlı kurabiye ve köfte yiyecektim, derken bir baktık, 17.30'da bir vapur kalkıyormuş. Sadece Heybeliada'ya ve Kadıköy'e uğrayacakmış bu vapur, yani yol bu sefer hiç değilse 2 saat sürmeyecekti. E biz de bunu duyunca binelim dedik, bir ressamın köşk-sergisini gezdikten sonra vapura yerleştik. Ama son anda bindiğimiz için bu sefer de biz ayakta kalmıştık. Karnım da açtı. Neyse, gelirken vapurdaki simitlerde gözüm kalmıştı zaten...
 

13 yorum:

  1. Üfff her yer kalabalık her yerrr, :(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hem de her yer... Yaşanmaz bu şehirde... :)

      Sil
  2. Merhaba yazınızı bir solukta okudum. Emeğinize sağlık...
    Adaları seviyorum. Her yıl giderim. Kartal'dan motorlara binerek gittiğimiz için sanırım yarım saatte gidiyoruz. Yol kısa oluyor sıkıntı yok yani.
    Ada da çekilen dizilerden biri aklıma geldi de adı aklımda değil. Türkan Saylan'ı konu alıyordu.
    Aya Yorgi'ye 1 kez çıktım ömrü hayatımda, o nasıl bir yokuştur öyle. Bir daha çıkmam çıkmaya da yeltenmem:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel yorumunuz için çok teşekkürler! :)

      O dizi Türkan dizisi sanırım... :)

      Aya Yorgi ayaklarımıza kara sular indirdi gerçekten de... :)

      Sil
  3. ada bu mevsimde çok güzeldir ama 23 nisan ve 19 mayıs özellikle kalabalık oluyor herkes aya yorgiye gittiği için..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet çok güzeldi ve yine evet çok kalabalıktı... :)

      Sil
  4. Haziran'ın ilk haftası, bu beton ankara'dan kurtulup soluğu eşimle adalarda almayı planladığımdan yazınızı heycanla ve merakla okudum)) teşekkürler..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben teşekkür ederim okuduğunuz için... :)

      Sil
  5. Zengin fotoğraflı gezi yazılarına bayılıyorum bu da onlardan bir tanesi olmuş. Kalemine sağlık ben gezerken sen anlatıyormuşsun gibi okudum :) İstanbul'a iki sefer geldiğimde de adalara niyet ettik ama olmadı. Nisan ayı olmasından mütevellit çok rüzgarlıydı deniz çok dalgalıydı. Adalarda esinti daha fazla olur dediler çocuklar üşür diye gidemedik. Biz de yazılarla idare edelim bari :)

    YanıtlaSil
  6. büyük adayı çok severim paytonla çıkmayı o yokuşu
    güzel bir gün olmuş size de
    sevgiler

    YanıtlaSil
  7. Siz kalabalıkla ne kadar eğlenebildiniz bilemem ama ben okurken çok eğlendim:)) En büyük korkumdur resmi tatillerde felekten bir gün çalmak.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok kalabalıktı ama merak etmeyin eğlendik... :) Yazıyı okurken eğlenmenize de çok sevindim! :)

      Sil

Gmail hesabı olmayanlar, anonim seçeneği ile yorum yapabilir... Yorumlarınız için çok teşekkür ederim!

NAKANO ESKİCİ DÜKKANI VE ÇOKSATAN KİTAP PROBLEMATİĞİ

Genelde kitapçıların çoksatan raflarından uzak durup, aksine hiç satmayan, kimsenin ilgi göstermediği, kıyıda köşede kalmış kitapları arar b...