13 Şubat 2014 Perşembe

BU "NEHİR"E GİRİLİR Mİ?


"Haluk Bilginer oynuyormuş, kesin gitmeli!" diye düşünüyorsanız, bu yazıda size kocaman bir sürprizim var!
 
Bir tiyatro oyununa gitmeden önce göz önünde bulundurduğumuz ilk şey oyunda kimlerin oynadığıdır hiç şüphesiz. Oyun Atölyesi’nin son oyunu olan “Nehir”e maaile bilet almaya gitmeden önce de ilk iş olarak afişteki isimlere baktık ve “Tamam,” dedik. “Gidiyoruz!” Çünkü üç kişilik kadro Haluk Bilginer, Ayça Bingöl ve Canan Ergüder gibi muhteşem oyunculardan oluşuyordu.
Ne var ki oyunu izlerken, yalnızca oyuncu kadrosuna aldanarak bir tiyatro oyununa gitmemek gerektiğini öğrenecektik.
Öncelikle şunu itiraf etmem gerek: Dekor, bu oyunun kesinlikle dördüncü oyuncusu! Kulübe atmosferi öyle güzel yansıtılmış ki, adeta matematiksel bir hesaplamayla yerli yerine yerleştirilmiş her eşya. Yani, daha oyun başlamadan sahne dekoru gözümüzü fazlasıyla dolduruyor.
 
İlk olarak Haluk Bilginer ve Ayça Bingöl sahneye çıkıyor ve aralarındaki konuşmadan anlıyoruz ki; adam, sevgilisini nehir kenarındaki kulübesine getirmiş ve birlikte hoş vakit geçirmek istiyorlar. Ancak bir sorun var. Adamla kadının zevkleri pek uyuşmuyor. Örneğin adam kadınla nehirde balık tutmak istiyor, ama kadın adamla gün batımı izlemekten yana. Derken Bingöl sahneden çıkıyor ve Canan Ergüder olarak geri dönüyor. Adam bu yeni kadınla da hemen hemen aynı muhabbetleri yaşıyor, dahası, konuşmaya kaldığı yerden devam ediyor. Biraz geç de olsa anlıyoruz ki, oyunda bize gösterilmek istenen şey, adamın hangi kadınla olursa olsun aşağı yukarı aynı şeyleri yaşayacağı.
Kabul ediyorum. Konu çok güzel.

Ancak konunun işlenişinde bir sıkıntı var. Yani senaryoda. Yani repliklerde. Adam ve kadınlar arasında 70 dakikalık –ve tek perdelik– oyun boyunca yalnızca bir “alabalık” ve “deniz alası” muhabbeti sürüp gidiyor! Yani 5 dakikada yoğun bir şekilde işlenebilecek olan “balık” konusunu oyunun bütününe yayarak bayağılaştırıyorlar, seyirciyi sıkıyorlar. Hatta bir kısmı oyunu, neyi anlattığını bile tam olarak anlamadan, dilini anlamadığı yabancı filmi izler gibi sadece görüntüye bakarak izliyor.
Oyuncuların performansları çok iyi, ancak sahnenin hemen önünde oturan bizler bile ne söylediklerini çok iyi duyamadık. Sahnede olmanın gerektirdiği, “gümbür gümbür konuşmak” denen bir kural vardır oysaki… Bu nedenle de sahnedekiler, seyirciyi avuçlarının içine tam olarak alamadı ve bir iletişimsizlik sorunu doğdu. Bu da seyirciyi bu oyundan soğutan ikinci neden oldu.
 
Adamın, “yüzü karalanmış kırmızılı kadın” çizimi oyunun en zeki bölümlerinden biriydi. Ergüder’in su dolu leğenden adamın yansımasına, adamın da aynı şekilde kadının yansımasına baktığı sahneden bahsediyorum. Ancak oyunun lezizliği, yalnızca bununla sınırlı kaldı. Çünkü oyun boyunca başka değişik, hareketli bir sahne olmadı! Hala konuşulmaya devam edilen “balık” mevzusu dışında tabii…
Ben kendi adıma en çok Canan Ergüder’in performansını beğendim. Ayça Bingöl de iyiydi. “Öyle Bir Geçer Zaman Ki”de canlandırdığı yorgun ve yıpranmış anne karakterinden sonra bu genç ve biraz da hoppa sevgili rolüyle akıllarda bıraktığı o eski imajını yıktı. Haluk Bilginer’de ise aradığımı bulamadım. “Nehir” oyunundaki rolüyle diğer rolleri arasında pek bir farklılık, kendine yeni bir şey katma göremedim. Yani bu oyunu ona hiç yakıştıramadım!
Kendi adıma bu oyuna, 10 üstünden 7 veriyorum. O da oyunculuk, dekor ve müzik sebebiyle. Tiyatroya verilen, sanata harcanan paraya hiçbir zaman acımam ama bu sefer verdiğim 50 liranın karşılığını alamamış gibi hissettim kendimi. Yani bir oyun izlemenin verdiği doyumla, mutluluk hissiyle dönemedim evime.
Belki de, kadınlardan biri adamın gerçek sevgilisi (olumsuz) ve diğeri adamın hayalindeki sevgili (olumlu) olarak karşımıza çıksaydı oyunun gidişatı daha ilginç olabilirdi. “Doctor Who”daki meşhur Doktor karakteri gibi fiziksel anlamda değişip duran, ama ruhları aynı olan kadınları izledik aslında. Bu örgüyü herkesin anlayabileceğini pek sanmıyorum. Dediğim gibi senaryo hep aynı mevzuya takılıp gitmeseydi, aslında çok yaratıcı ve zeki bir çıkış noktası vardı oyunun. Belki de, arka koltuğumda oturan ve oyun bittiğinde sahnedekileri alkışlamayarak oyunu protesto eden teyzenin cümlesiydi tüm oyunu özetleyen: “Ben bir şey anlamadım! Biri girey, biri çıkay (Haluk Bilginer’in sevgililerini canlandıran Bingöl ve Ergüder’i kastediyor)! Böyle oyun olmaz daaaa!”
Oyunu Trabzon’da izlediğimi söylemiş miydim?

İsim: Nehir
Meslek: Tiyatro
Sicil: 7/10
TL: 50
İçimde kaldı: Başta kitap ve tiyatro/performans olmak üzere sanata verilen paraya hiçbir zaman acımam, cümlesini ilk kez bu oyundan çıktıktan sonra gönül rahatlığıyla kuramadım.

3 yorum:

  1. Ben seyrederken çok sıkıldım. Aldatmak artık baydı mı ne? :)))

    YanıtlaSil
  2. taam gitmeyim oh bi oyundan kurtuldum.
    :)
    bilginer çok sıkıcı yaaa.
    çook şişik ergolu yaaa.
    :)

    YanıtlaSil

Gmail hesabı olmayanlar, anonim seçeneği ile yorum yapabilir... Yorumlarınız için çok teşekkür ederim!

KİTAP ALINTISI

Yeni romanım Benim Küçük Şaheserim'den bir alıntı:  "Kitaplar onun ecza dolabıydı. Hastalanırsa -ruhu hastalanırsa- hangi kitabı aç...